“Meksika kolasının farkı neydi bilmiyordum ama sordum. Türkiye’deki kolaya en çok benzeyen tat buymuş, diğerleri çok şekerliymiş, o yüzden özellikle onu seviyormuş. Böyle arabanın içinde kolaları içerken birden aklıma geldi, ‘Namazı kıldıran adamın numarası var mı ki?’ diye sordum. Emin Abi’nin âdemelması iniyordu aşağıya, rengi sapsarıydı, kola bazen zor içiliyor hani, zorla yutkundu. ‘Onlar şirket lan, her camide vardır,’ dedi ama sesi kolalı kolalı geğirir gibi çıktı.”
Halil Yörükoğlu, Şu An Saat Kaç?’ta, göçmenlerin nedense hep esmer olduğu, Rocky Balboa’nın yaşadığı rivayet edilen o meşhur ülkeye, Amerika’ya göç edenlerin, daha iyi bir hayat kurma umuduyla buradan gidenlerin acı-tatlı hikâyelerini anlatıyor…
Beyaz yakalılar, mavi yakalılar, her işi yaparımcılar, oturma izni kovalayanlar, vatandaşlık alanlar, alamayanlar, arafta kalanlar, ne yapacağını bilemeyenler, içindeki özlemi dindiremeyenler, kendini hiçbir yere ait hissetmeyenler; aslında bu öyküler hepimizin öyküleri.
İÇİNDEKİLER
Cumartesi 7
Güvercin 13
Para kazandım, sonra âşık oldum 19
Cenaze 25
Gülünce gözleri Japonlara benziyor 29
Huzurevi 41
Mavi Kuyumculuk 46
Garage Sale 53
Amerikalı 59
Cimri 63
Doğum 69
İyi gelecek şeyler listesi 73
Çift emeklilik 77
Perdeler kapanmıyor 83
İş kıyafeti 87
Sınırdan koşarak on dakika 93
Sıradaki şarkı 97
Seninle şöyle olabilirdik 101
Süpermen 107
Cumartesi
Artık cumartesi günleri çalışmıyorum. Ama pazar mesai yapmam isteniyor. İnsan taşınınca eşyalarla beraber bazı rutinlerini de bırakıyor. Bir an pazar günü çalan telefona sinirle baktığım anları hatırladım. Dünyanın sonu gelmiş gibi yapıyordum. Özenerek hazırlanan kahvaltı masasından kalkmama, geniş zamanlara yayılan gazete keyfimin engellenmesine üzülürdüm. Yaşadıklarımızı neden büyütürüz bilmiyorum. O zamanki hallerime çok uzağım. Geçmiş zamanı çok uzak, çok da komik buluyorum. Cumartesiydi. Laterna Kafe’ye gittim. Kafenin adı geldiğim yeri hatırlatıyor. İlk ismini görünce girmiştim ama sonra burayı çok sevdim. Tabii kahveleri güzel, tatlıları lezzetli. Ama en çok Sevda var diye gitmeye devam ettim. Sevda Ahıska Türkü. Burada barista olarak çalışıyor. Çok kibar biri. Nezaket beni bir yere çabucak alıştırıveriyor. Sevda olmasa bu kafeyi bu kadar hızlı sever miydim bilmiyorum. Ama onun devrik ve bozuk Türkçesi, ara ara ettiğimiz sohbetler çok hoşuma gidiyordu. Ufacıkken geldiği için beni bazı konularda pek anlamıyordu ama burada her seferinde bana ilgili davranıyordu.
Aslında evimin yakınlarında dünyanın her yerinde aynı olan kahvecilerden de var ama gitmiyorum. Laterna’ya uğruyorum, eğer çalışıyorsa Sevda ile ayaküstü biraz konuşuyorum. Güzel bir masa seçiyorum. Etrafa bakıyorum. Mahallemizin kahvecisi diyorum. Mahalleden biri olmayı arzu ediyorum. Güvenilir komşulara güvenilir biri olduğumu kanıtlamaya çaba gösteriyorum. Daha başka ne olabilir ki? Hikâye biriktirmek niyetindeyim aslında. Derdim bu. Kahve söyledim. Yanına da donut. Boston crème. Bak bu donut da beni güzel zamanlara götürüyor. İçindeki muhallebi mesela. İyi bir Americano ile olan uyumu çok iyi geliyor. O ovalliğin bir kenarından ısırınca ikinci ısırık daha dolgun, daha muhallebili oluyor. Aynı zamanda çikolatası dişlerimin arasına giriyor ve üzerine keyifle kahveyi yudumluyorum, ohh diyorum. Güzel anların insana her şeyi unutturan hafifliğini çok seviyorum. Biraz oturdum, bir-iki sayfa kitap okudum, cumartesiyi yaşıyordum, günü henüz bitirmemiştim ki annem aradı. Cevap vermesem üzülmezdi ama açtım. Uyuduğumu bile zannedebilirdi.
Benden önce uyuduğuna ikna olmuyor kadın. Ama bu hep böyle. Ondan uzak kalınca benim hiç uyumadığımı zannediyor. Belki ben de öyleyim. Annemden ya da sevdiğim birinden ayrı yaşayınca onları hep güneşli günlerde, kendimi zindanlarda sanıyorum. Annem de belki öyleydi. Ya da tam tersi. Sürekli bu çocuk ne yapıyor deyip duruyordu. Saat farkını asla öğrenmek istemiyordu. Artık orada saat kaç diye sormuyordu. Canı isteyince arıyordu. Çok basit. Her yer ağaç burada, internet kolay çekmiyor, sesi kesiliyordu. Sesim biraz gür çıkınca masalardan meraklı bakışlar bana doğruldu, ayağa kalktım. Kafenin koridorunu geçip dışarı çıktım. Alo alo diye tekrarladım. Hâlâ ses gelmiyordu. İnsanı delirtecek bir iletişim sorunu. Biraz sağa sola hareketlendim. Birden ses geldi. Annem konuştu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı Öykü
- Kitap AdıŞu An Saat Kaç?
- Sayfa Sayısı111
- YazarHalil Yörükoğlu
- ISBN9789750536342
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sahiden Hikâye ~ Kemal Varol
Sahiden Hikâye
Kemal Varol
“Kendimizi avutalım, yarın öbür gün başımız önümüze düşmesin diye esmer diyorlardı bize. Külliyen yalandı. Ben karaydım. Gobi, benden karaydı. Ferdi karaydı. Domestos karaydı. Zülküf...
- Sarmaşık ~ Şebnem İşigüzel
Sarmaşık
Şebnem İşigüzel
“O kış hayatlarımız sarmaşık dalları gibi birbirine geçecek, bütün felaketler ve kötülükler bizi bulacaktı. Birbirimizin varlığından haberimiz yokken, hayatlarımızı var eden tesadüfler birleştirecekti bizi....
- Uzay Güzeli ~ Ayla Çınaroğlu
Uzay Güzeli
Ayla Çınaroğlu
Bora, kedisi Minnoş ve sevgili halası uzaylılar tarafından kaçırılırlar. Uzaylıların kötü bir niyeti yoktur aslında; tek istedikleri “güzel” sözcüğünün anlamını öğrenmektir. Peki sahiden ne...