Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Özel Koruma
Özel Koruma

Özel Koruma

Katherine Center

New York Times çok satan yazarı Katherine Center’dan size kendinizi iyi hissettirecek, sıcak yaz mevsiminin vazgeçilmezi olacak harika bir romantik komedi! Adamın arkasını kolladı….

New York Times çok satan yazarı Katherine Center’dan size kendinizi iyi hissettirecek, sıcak yaz mevsiminin vazgeçilmezi olacak harika bir romantik komedi!

Adamın arkasını kolladı. Hannah Brooks sizi bir tirbuşonla, tükenmez kalemle ya da kumaş peçeteyle bile öldürebilecek biri gibi değil de bir anaokulu öğretmeni gibi görünüyor. Fakat işin aslı, o bir özel koruma ajanı ve yıldız aktör Jack Stapleton’ı takıntılı bir hayranından korumak için görevlendirildi. Kadının kalbini çaldı.

Jack Stapleton şöhret sahibi bir adam. Paparaziler tarafından dünyanın dört bir yanındaki kumsallarda görüntülenirken, diğer özelliklerinin yanı sıra, üstüne yapışan sörf şortuyla dalgaların arasından çıkması ve bir Roma tanrısı gibi ışık saçmasıyla ünlü. Fakat birkaç yıl önce yaşanan bir aile trajedisinin ardından göz önünde olmamayı tercih edip ortadan kayboldu. Bir sırları vardı.

Jack, annesi hastalanınca, ailesinin Teksas’taki çiftliğine geliyor. Yalnız minik bir detay var: Ailesinin “takıntılı hayran” konusunu ya da özel koruma meselesini öğrenmesini istemiyor. Böylece Hannah mantıklı olmadığını düşünse de kendini Jack’in sevgilisi gibi davranırken buluyor. Hem de eski erkek arkadaşının, tıpkı bir pislik gibi, kimsenin buna inanmayacağını söylemesine rağmen.

BİR

Annemin benim için son arzusu, bir tatile çıkmamdı. Bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırırken, “Yap gitsin işte, olur mu?” demişti. “Kendine bir seyahat ayarla ve git. Normal insanların yaptığı gibi.”

Sekiz yıldır tatile çıkmamıştım.

Fakat hasta anneniz sizden bir şey istediğinde, yapacağınız şekilde, “Tamam,” demiştim. Ardından da sanki pazarlık yapıyormuşuz gibi, “Tek bir tatile çıkacağım,” diye eklemiştim.

Elbette son arzusunun bu olduğunun o sırada farkında değildim. Sadece, hastane odasındaki gece yarısı sohbetlerimizden biri olarak düşünmüştüm.

Fakat bir anda, annemin cenazesinden sonraki gecede buluvermiştim kendimi. Uyuyamadım ve yatakta dönüp durdum, o an aklıma gelip duruyordu. Sanki tatile çıkmak önemli bir şey olabilirmiş gibi gözlerime bakış şekli ve anlaşmayı mühürlercesine elimi sıkışı.

Şu anda sabahın üçüydü. Cenazede giydiğim kıyafetler bir sandalyenin arkasında asılıydı. Gece yarısından beri uyumaya çalışıyordum.

Yatakta kendi kendime, “Tamam, tamam,” dedir yüksek sesle.

Fakat yine de gözüme uyku girmedi.

Sabahın beşinde, gökyüzü aydınlanmaya başladığı sırada pes ertim. Çarşafımı ve yorganımı yataktan alıp sürükleyerek gardiroba taşıdım. Yere serdiğim derme çatma yatağıma yan yarıp kıvrıldım. Bu penceresiz ortamda karanlığa kavuşunca, nihayet uyuyakaldım.

Uyandığımda saat öğleden sonra dördü gösteriyordu.

Panik içinde fırladım. İşe geç kalmışım gibi gömleğimi yanliş düğmeledim, bacağımı karyolanın kenarına çarpıp odamdan dışarı çıktım.

Ancak işe geç kalmıyordum.

Patronum Glenn işe gelme demişti. Aslına bakılırsa işe gitmemi yasaklamıştı. Bir hafta boyunca.

“İşe gelmeyi düşünme bile,” demişti. “Sadece evde kal ve yasini tut.”

Evde kalmak mı? Yas tutmak mı? Bunu yapmama imkân yoktu.

Ardından yerdeki dizüstü bilgisayarımı bulmak için örtülerin üstünde süründüm. Ekranın mavi ışığının altında, gözlerim yarı kapalı vaziyetteyken “herhangi bir yere en ucuz uçak bileti” yazarak hızlı bir arama yaptım. Biletlerin 76 dolar olduğu, aktarmasız varış noktalarını listeleyen bir site buldum, rulet oynar gibi aşağıya doğru indim ve gelişigüzel bir şekilde Toledo, Ohio’ya denk geldim. Ardından da “satın al” tuşuna bastım.

Toledo’ya iki bilet. Görünüşe göre, geri ödeme yoktu. Bir tür Sevgililer Günü çift paketiydi.

Halloldu.

Sözümü tuttum.

Tüm süreç bir dakikadan az sürdü.

Şimdi tek yapmam gereken, kendimi gitmeye zorlamaktı.

Özellikle de erkek arkadaşım Robby’yi bulup, benimle Toledo’ya gelmesi için zorlamam gerektiğinden.

Değil mi?

Kimse Toledo’ya yalnız gitmezdi. Hele de Sevgililer Günü’nde. Şu anda her şey çok acil gibi geliyordu bana.

Başka bir ruh halinde olsaydım, işten sonra uğramasını söyleyen bir mesaj atabilirdim Robby’ye. Benimle birlikte gelmesi için kibarca davet ederdim. Akşam yemeği ve içkiyle. Aklı başında bir insan gibi.

Bu, belki de daha iyi bir plan olurdu.

Ya da daha iyi bir sonuca yol açardı.

Fakat şu anda aklı başında bir insan değildim. Gardırobunda uyumuş biriydim.

O öğleden sonra yani tam da iş günü biterken ofise vardığımda saçım yarı taranmıştı, gömleğimin yarısı dışarıdaydı. Annemin lise mezuniyet fotoğrafının yer aldığı cenaze programı, ikiye katlanmış bir hâlde, cenazede giydiğim ceketimin cebindeydi.

Sanırım annenin cenazesinin ertesi günü işe gelmek tuhaftı. Araştırdığım kadarıyla, bir yakınınızı kaybettiğinizde işten alabildiğiniz izin genelde üç gün oluyordu. Ancak Glenn bana beş gün izin vermişti. Uykusuz gecemde araştırdığım diğer şeylerse şöyleydi: Ailenizin evini nasıl satarsınız? Toledo’da yapılacak eğlenceli şeyler. (Şaşırtıcı şekilde uzun bir listeydi.) Uykusuzluğu nasıl yenersiniz?

Bunların hepsi tek bir şeyi söylüyordu: Burada bulunmamam gerekiyordu.

İşte tam da bu yüzden Glenn’in ofisinin kapısında tereddütle durdum. Tam da bu yüzden istemeden kulak misafiri olarak, Robby ve Glenn’in benim hakkımda konuştuklarını duydum.

Duyduğum ilk şey, “Ona söylediğinde Hannah’nın tepesi atacak,” oldu. Robby’nin sesiydi.

“Belki de sana söyletirim.” Konuşan, Glenn’di. “Belki her şeyi yeniden düşünmek istersin.”

“Yeniden düşünülecek bir şey yok.”

Bu kadarı yeterliydi. Kapıyı itip açtım. “Tam olarak neyi yeniden düşünüyorsun? Kim bana neyi söyleyecek? Ayrıca tam olarak neden tepem atıyor?”

Daha sonra aynada kendime göz attığımda, sesimi duyup da bana doğru döndükleri anda gördükleri şeyi net bir şekilde ben de gördüm. Gözlerim kan çanağına dönmüştü. Gömleğimin yakasının yarısı, ceketimin yakasına sıkışmıştı. Suratımdaysa gözyaşlarımla akmış, önceki günden kalma makyaj izleri vardı.

Endişe verici bir görüntüydü. Fakat Glenn öyle kolay kolay endişe duymazdı. “Burada ne yapıyorsun?” dedi. “Çık dışarı.” Ayrıca, üzerinize titreyen biri olduğu da söylenemezdi. Boyun eğmeyip, kapıdaki yerimi korudum. “Robby’yle konuşmam gerekiyor.”

“O dediğini iş dışında yapabilirsin.”

Haksız sayılmazdı. Robby’yle birlikte yaşıyor sayılırdık. Çalışmadığımız zamanlarda öyleydi. Yani çoğu zaman.

Fakat ne yapmam gerekiyordu? Gidip otoparkta mı dikilecektim?

“Beş dakika,” diyerek pazarlık yaptım.

“Hayır,” dedi Glenn. “Eve git.”

“Evimden çıkmam lazım,” dedim. “Yapacak bir şeye ihtiyacım var.”

Fakat Glenn umursamadı. “Annen daha yeni öldü,” dedi. “Gidip ailenle zaman geçir.”

“Benim ailem oydu,” dedim. Sesimi sabit tutmaya dikkat ettim. Sanki onun istediği noktaya değinmişim gibi, “Aynen öyle.” dedi Glenn. “Yas tutman gerekiyor.”

“Onu nasıl yapacağımı bilmiyorum,” dedim.

“Kimse bilmez,” dedi Glenn. “Kılavuz mu istiyorsun?” Ona imalı bir bakış attım. “Elinde bir tane varsa ver.”

“Kılavuzun şu: Git buradan.”

Fakat başımı iki yana salladım. “Neye ihtiyacım olduğu konusunda ne düşündüğünü biliyorum…” Bir an için tereddüt ettim, aslında neye ihtiyacım olduğu konusunda ne düşündüğünden tam olarak emin değildim. “Oturup annemi düşünmem veya o türden bir şeyler yapmam gerektiğini düşündüğünü biliyorum… Ama cidden, ben iyiyim.” Sonradan eklediğim şey yalan da değildi. “O kadar yakın bile değildik.”

“Yeterince yakındınız,” dedi Glenn. “Uza.”

“Bari izin ver de… dosya yapayım. Ya da öyle bir şeyler.” “Hayır.”

Keşke, Glenn’in -tank gibi cüssesiyle ve tuzlukla çil serpiştirilmiş gibi görünen kel kafasıylahuysuz bir görünüşü olsa da sizin iyiliğinizi düşünen o patronlardan olduğunu söyleyebilseydim. Ancak Glenn çoğunlukla kendi iyiliğini düşünürdü.

Şu anda da benim çalışmaya uygun olmadığıma karar verdiği gayet açıktı.

Bunu anlıyordum.

Her şey çok tuhaftı. Dubai’deki bir görevden eve yeni geldiğim sırada, acil servisten gelen bir telefonla annemin yaya geçidinde yığılıp kaldığının haberini almıştım.

Hastaneye vardığımda, annem durmadan kusuyordu, hangi yılda olduğumuzu veya başkanın kim olduğunu bilmiyordu. Sonra, dişlerine ruj bulaşmış bir doktor, annemin sirozun son evresinde olduğunu söylemişti. “Artık içki içmiyor! Artık içki içmiyor ki!” diyerek kadınla tartışmaya çalışmıştım.

O akşam, kalın çoraplarını ve en sevdiği battaniyesini almak için eve gittiğimdeyse… annemin votka zulasını bulmuştum. Çıldırmışçasına, şişelerin hepsini lavaboya boşalttıktan sonra alkol kokusunu dindirmek için çeşmeyi açarken bile, annemin hayatıni tekrar rayına sokmasına yardım etmek, en zorlu görevim olacak, diye düşünüyordum.

Bir kez daha.

Daha fazla zamanımızın olacağını varsayıyordum.

“Yeniden düşünülecek bir şey yok.”

Bu kadarı yeterliydi. Kapıyı itip açtım. “Tam olarak neyi yeniden düşünüyorsun? Kim bana neyi söyleyecek? Ayrıca tam olarak neden tepem atıyor?”

Daha sonra aynada kendime göz attığımda, sesimi duyup da bana doğru döndükleri anda gördükleri şeyi net bir şekilde ben de gördüm. Gözlerim kan çanağına dönmüştü. Gömleğimin yakasının yarısı, ceketimin yakasına sıkışmıştı. Suratımdaysa gözyaşlarımla akmış, önceki günden kalma makyaj izleri vardı.

Endişe verici bir görüntüydü. Fakat Glenn öyle kolay kolay endişe duymazdı. “Burada ne yapıyorsun?” dedi. “Çık dışarı.” Ayrıca, üzerinize titreyen biri olduğu da söylenemezdi. Boyun eğmeyip, kapıdaki yerimi korudum. “Robby’yle konuşmam gerekiyor.”

“O dediğini iş dışında yapabilirsin.”

Haksız sayılmazdı. Robby’yle birlikte yaşıyor sayılırdık. Çalışmadığımız zamanlarda öyleydi. Yani çoğu zaman.

Fakat ne yapmam gerekiyordu? Gidip otoparkta mı dikilecektim?

“Beş dakika,” diyerek pazarlık yaptım.

“Hayır,” dedi Glenn. “Eve git.”

“Evimden çıkmam lazım,” dedim. “Yapacak bir şeye ihtiyacım var.”

Fakat Glenn umursamadı. “Annen daha yeni öldü,” dedi. “Gidip ailenle zaman geçir.”

“Benim ailem oydu,” dedim. Sesimi sabit tutmaya dikkat ettim. Sanki onun istediği noktaya değinmişim gibi, “Aynen öyle.” dedi Glenn. “Yas tutman gerekiyor.”

“Onu nasıl yapacağımı bilmiyorum,” dedim.

“Kimse bilmez,” dedi Glenn. “Kılavuz mu istiyorsun?” Ona imalı bir bakış attım. “Elinde bir tane varsa ver.”

“Kılavuzun şu: Git buradan.”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Sonsuz Düzen ~ Isabel AllendeSonsuz Düzen

    Sonsuz Düzen

    Isabel Allende

    Ruhlar Evi ve Eva Luna’nın yazarı Isabel Allende, ABD’de geçen bu romanında ilk kez Amerikalıları anlatıyor. California’nın “İspanyol” dünyasında geçen Sonsuz Düzen, Gregory Reeves’in...

  2. Yahudi Sevgili ~ Jenna BlumYahudi Sevgili

    Yahudi Sevgili

    Jenna Blum

    UMUTSUZ ZAMANLARIN UMUTSUZ ANILARI Yahudi Sevgili okurların yüreğinin telini titretecek kadar anlamlı ve dokunaklı bir roman. “Hatıraların yük ve sorumluluklarıyla mücadele eden iki kadının...

  3. İki Kez Ölen Adam ~ Richard Osmanİki Kez Ölen Adam

    İki Kez Ölen Adam

    Richard Osman

    Bir sonraki perşembe geldi. Elizabeth eski bir meslektaşından, uzun geçmişleri olan bir adamdan mektup aldı. Adamın peşinde birileri var ve bu yüzden Elizabeth’in yardımı...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur