Pazartesileri oldum olası çok sevdim. Mutlak bir yenilik hissi. Hiç açılmamış bir kitabın sayfalarının arasında bir yerlere burnunu soktuğunda aldığın o koku gibi. Bu satırları belki taze bir Pazartesi, belki yorgun bir Çarşamba, belki tembel bir Pazar günü okursun. İsterim ki bu satırlar ne zaman karşına çıkarsa çıksın, sen onları o zaman kendine küçücük bir işaret olarak alasın. İçinin bir yerine bir kelime dokunsun, elinin gitmediğine cesaretin, cesaretinin yetmediğine elin uzansın. İsterim ki kalbin hayatında bir yeni’ye açılsın, sonra da en beklemediğin anda hayatına alışılmış değil de, henüz kendisiyle hiç tanışılmamış heyecanlar yayılsın.
İçindekiler
Merhaba, Ege ben …………………………………………………13
Sabah ……………………………………………………………………..18
Yeni ……………………………………………………………………….20
Çocuklar istesin ……………………………………………………23
İyilik güzellik ……………………………………………………….28
Mavi şişe kapağı ……………………………………………………31
Dört yüz trilyonda bir…………………………………………..35
Bahar eriği ……………………………………………………………39
Kış uykusu …………………………………………………………….41
Bu hayatla ne yapmalı?………………………………………….46
Parasetamol’den plaseboya …………………………………..50
Sarı ışık …………………………………………………………………54
Vapurda………………………………………………………………….59
Yalnızlık, mı?…………………………………………………………62
Olasılıklar diyarında olanlar…………………………………65
Müthiş Kuşu …………………………………………………………70
Uzağa bak………………………………………………………………74
Eşikler……………………………………………………………………78
İçimdeki kadınlar…………………………………………………..81
Dönen aynalar diyarı…………………………………………….86
Kendini yatıştır……………………………………………………..90
Huy ………………………………………………………………………..94
Bu yollar nasıl yürünür?……………………………………….96
U dönüşü ……………………………………………………………..100
Hayal mi?……………………………………………………………..104
Sevmek istemek ve geri kalanlar………………………..108
Çin’de bir mağara ………………………………………………..112
Can Abi ya da Külkedisi………………………………………116
Zayıfsan güçlüsün………………………………………………..122
Nereden nereye, bilemiyorsun…………………………….127
Küçük elektrik kabloları …………………………………….131
Kullanmadığımız armağanlarımız………………………135
Keşişlerden sevgilerle………………………………………….138
Olmayan hayallere cevap …………………………………….141
Ya olursa, ya olmazsa ………………………………………….146
Miras……………………………………………………………………149
Dünün hikâyeleri…………………………………………………154
Sevilmek derin mevzu …………………………………………158
Paralelde olup bitenler………………………………………..162
Kırk………………………………………………………………………167
Rollercoaster’lar neden sevilir? …………………………170
Aklımızdaki dantel örtüler………………………………….175
Bu sonbahar…………………………………………………………179
Akşamüstü …………………………………………………………..183
Yeni şeylerin yeri…………………………………………………185
Uzakta bir köy, gürültülü bir durak……………………187
Şiirler yazdım, kitaplar okudum
Elime bir bardak aldım, onu yeniden oydum
Derinlerde kaldım böyle bir zaman
Kim bulmuş ki yerini, kim ne anlamış sanki mutluluktan
Ey yağmur sonraları, loş bahçeler, akşam sefaları
Söyleşin benimle biraz, bir kere gelmiş bulundum.
Edip Cansever
Merhaba, Ege ben
Sanırım her şeyden ve tüm hikâyelerden önce bunu anlatmalıyım. Ortaokul yılları benim için değişik zamanlardı. Belki çoğunluğumuz için öyledir hatta. Ne çocuktum ne genç. Evet artık daha çok karışabiliyordum hayata, sesim de biraz daha yüksek çıkıyordu hatta, fakat hâlâ biraz yarım gibiydim. Hem yeni yeni filizlenen bir cesaretim vardı hem hayatın gerçeklerini gördükçe içimdeki kozaya geri dönmek isteyen bir ürkekliğim. Belli ki kendimden bir insan yaratmam gerekiyordu ki bu yürümesi hayli uzun ve zorlu bir yoldu. Çevremde gördüğüm ve öğrendiğim türlü tavırları, fikirleri ve halleri toplayacak, hepsine şöyle bir bakacak ve üzerime uyanları, kendime yakıştırdıklarımı giyip öyle devam edecektim yoluma.
O zamanlar cep telefonu yok tabii cümlesini kurmayacağım, hayır. Fakat cep telefonumuzun olmayışı, henüz bir saat önce aynı sırada yan yana oturduğumuz ve ertesi sabah yine göreceğimiz arkadaşlarımıza anlatacaklarımızın hiçbir zaman sonu gelmeyeceği gerçeğini değiştirmiyordu. Okuldan eve döndükten birkaç saat sonra mutlaka yakın arkadaşlarımdan birini arardım; genellikle annesi açardı telefonu. Ben de her defasında tanınmama korkusuyla karışık bir heyecanla hep aynı şekilde cevap verirdim, Alo merhaba, Ege ben. Bazen hatır sormaya utanır, bazen de neden aradığım zaten çok belli olduğu için bu her gün yapılan girizgâhı kısa kesmenin daha doğru olacağını düşünürdüm.
Üzerime olup olmayacağını sürekli denediğim tavırlardan bir diğeri daha. Velhasıl kelam, bu kalıp yapıştı kaldı dilime. Neredeyse yirmi beş senedir farklı an ve alanlarda hep aynı cümleyi kuruyorum hâlâ, bazen telefonda, bazen bir tanışma esnasında. Öyleyse şimdi de tam zamanı. Tekrar merhaba, Ege ben! Bütün o zorlu yılları düşe kalka yürüdükten sonra, iyi kötü bir yerlere varıp, sırtını da rahatçana bir duvara dayayıp geriye bakarak konuşmak nispeten kolay. Oysa her birimizin büyümekten aldığı da anladığı da çok farklı. Bir sürü okul bitirmek, önce doğru bir evlilik sonra mutlaka bir çocuk yapmak, kâğıt üzerine sıra sıra dizilen başarıların altına ıslak imzalar atmak sahilin belki de en sığ ve rahat, denizin en sakin ve tehlikesiz kısmı. İnsan ne zaman ki bunları arkasında bırakıp sahilden denize doğru yürümeye kalkışıyor, işte o zaman başka yönlere doğru büyümeye başlıyor.
Çoğunlukla kendisinin hiç tanışmadığı köşeleriyle tanışıyor hatta, bir de aslında gerçekten istedikleri ve ona zorla sevdirilmeye çalışılmış tonla hikâyeyle. Bazen mesela dilinin ucuna gelen her şeyi konuşmamayı öğretiyor hayat ona, bazen de hiçbir şeyi içinde tutmamayı. Suyun içinde yürüdükçe özveriyi, nezaketi, anlayışı ve ağırbaşlılığı tadıyor. Her birinde bir ufak dalga gelip dizlerine, kasıklarına, karnına çarpıyor, insan her biriyle yeniden ürperiyor. Bazı insan denize girmeye yeltenmiyor bile, bir ömür sığda oyalanıyor. Suyun hafif hafif çarptığı yere rahatça oturup, ellerini de sıcacık kuma koyup, ayakları şıpır şıpır suda öylece yaşayıp gidiyor. Bazısı girmek istiyor içten içe; sonra ya üşüyor ya üşeniyor.
Bazen gerisingeri çıkıyor, bazen olduğu yerde yıllarca dikiliyor. Ne öğrenirse, durduğu yerde ne kadar büyüyebilirse yanına kâr sayıyor. Yalandan su alıp avuçlarına, omuzlarını, yüzünü ıslatıyor. Öğrenmiş gibi, zorlanmış gibi, sonunda suya alışmış gibi yapıyor. Kimileriyse daha ileri gidiyor. Ya kendi karar veriyor bir cesaret ya hiç beklemediği ters bir dalga onu arkasından itiyor. Bir anda ayakları yerden kesiliveriyor, tüm bedeni suya dalıyor. Her saniye daha derine. O zaman işte, derinlerin çok kayıp bir yerlerinde insan aslını görüyor. Sıcacık kıyıların, şıpır şıpır sığların, ayağı yere basan güvenli anların göstermediklerini fark ediyor. Büyümek de nen şeyin ne geçen yıllarla ne mecburi başarılarla ilgisi olduğunu anlıyor. Belki de büyümek bazen sadece olduğu yerde durarak, dururken içini dinleyerek, dinlerken o sesi gerçekten anlamaya çalışarak oluyor. Büyümek her istediğini söyleyerek değil, daha fazla susarak oluyor.
Büyümek insanı daha zengin değil daha çıplak, daha gürültülü değil daha sakin yapıyor. Büyüdükçe insan kendini affediyor, tuzlu su derisini yaktıkça okşanması gereken yaralarını daha çok fark ediyor. Daldıkça kendinde daha çok kayboluyor, gözleri yandıkça daha çok yanıyor. Bir kere o derinlik sarhoşluğunu tatmayagörsün, insan kendine yenilmeyi, zayıflıklarını sevmeyi yüzlerce defa kabul ediyor. Büyümek dediğin zamanın geçmesiyle kendiliğinden olmuyor, keşke olsa. Acıyla, korkuyla ve belirsizliğe beklentisizce açılmakla oluyor. Ve maalesef büyümek beraberinde çoğunlukla coşkulu bir zevk değil, hep ince bir sızı getiriyor. Varsın olsun. Kıyılar terk edilmeye, denizler derinlerinde yüzmeye değer. Onca insan, çoğu zaman, ne çok yaşayıp da hiç büyümeden ölüyor.
Bunları nereden biliyorsun diye sorsalar verecek cevabım yok. Bazen aklımın içinde sular akıyor, ben sanki elime geçirebildiğimi yakalayıp kelimeye çeviriyorum. Sonra gün gelip dara düşüyor, kendi yazdıklarımdan kendime derman bulmaya çalışıyorum. Denizin neresinde olduğumu bile bilmiyorum bazen; bazen çok güçlü görünmeye çalışırken kendimi koşarak kıyıya kaçarken yakalıyorum. Hâlâ söylenmeyi bekleyen ama hep ertelediğim kelimelerim, hâlâ en sakin anımda aniden parlayan kızgınlıklarım, hâlâ yok saydığım ama bir köşeden beni sessizce izleyen korkularım var. Hepsinin farkındayım, hepsini çok iyi tanıyorum. Olsun, kendimize haksızlık etmeyelim. Denizler her zaman engin ama zor zamanlarda kaçılacak kıyılar da her zaman orada, her zaman bizim.
Sabah
Çeşit çeşit sabahın var. Uyanmak istemediklerin ve bir an önce doğsun diye beklediklerin. Gözünü açamadığın, aklını susturamadığın, ayaklarına yetişemediğin ya da kendi sesine bile ilişemediğin. Bin türlü sabahın var. Her bir ayrıntısını daha iyi hatırlamayı ya da tamamen unutmayı dilediğin. Güneşin gözbebeklerinin ortasına doğduğu ve soğuğun dudaklarını soldurduğu. Sisin ortasında en canlı ışığın bile parlayamadığı ya da güneşin ayağının altındaki her bir kum tanesinden yeniden, yeniden yansıdığı. Renk renk, şekil şekil, tanıdığın insanlar kadar çok sabahlar. Gözünü ayırmadan okuduğun kitaplar ve duyduğun anda irkildiğin sesler gibi sabahlar.
Ne yapacağını bilmeden evden çıktığın, kendini bir kalabalığın ortasında, bir bankın köşesinde, bir pastane kuyruğunda bulduğun sabahlar. İnsanlar kadar karışık, bulutlar kadar net, unuttukların kadar çok, kaybettiklerin kadar artık hiç yok sabahlar. Sevdiğim biri de böyle söylemişti vaktinde; insanı en iyi sadece kendi sabahları anlar.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Kişisel Gelişim
- Kitap AdıPazartesi Mektupları
- Sayfa Sayısı192
- YazarEge Soley
- ISBN9786258004700
- Boyutlar, Kapak13.6 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviDoğan Novus / 2023