Ne büyük acılar ne de büyük sevinçler öldürür insanları; bu yüzden bu acı ve sevinçler, küçük küçük değersiz şeylerden oluşmuş muazzam bir sisle sarılı gözükürler. Evet, işte hayat dediğin; bir sis olup olacağı! Hayat bir sistir. Şair García Lorca’nın, yurttaşı Miguel de Unamuno’yu “ilk İspanyol” diye nitelemesi, yazarın, eserlerinde İspanya insanının psikolojisi ve karakterini ustalıkla belirlemesinden gelir. Unamuno’ya göre hayat ölümlüdür ama sanat hayatı ebedileştirir. Belki tek teselli de budur. Sis’in kahramanı Augusto Perez, bu teselli imkânına işaret etmektedir. Unamuno bir sabah kapısının açıldığını, içeri Perez’in girdiğini hayretle görür. Ve onu öldürmeye karar verir… Behçet Necatigil’in çevirisiyle sunduğumuz Sis, Unamuno’nun başyapıtlarından.
I
Evinin kapısından dışarı çıktı, sağ kolunu uzattı Augusto; avucu yere doğru, parmaklarını açtı ve gözleri gökyüzüne çevrili, bir heykeli andıran bu muhteşem pozda, bir an durdu. Çevresini kuşatan dünyaya sahip falan olmak değildi niyeti; hayır, sadece yağmurun yağıp yağmadığını öğrenmek istiyordu. İnce ince çiseleyen yağmurun serinliğini elinin üstünde hissedince alnını kırıştırdı. Onu rahatsız eden şey, bu ince yağmurdan çok, şu sıkıntılı durumdu: şemsiyesini açmak zorunluluğu… Kılıfına öyle zarif, öyle şık, öyle ustalıkla sarılıydı ki şemsiye! Kapalı bir şemsiye ne kadar zarif ve hoşsa açık bir şemsiye o kadar kaba ve çirkindir. “Eşyaları kullanmak, kullanmaya mecbur olmak ne fena!” diye düşündü Augusto. “Kullanmak onları harap ediyor, evet hatta bütün güzelliklerini bozuyor. Eşyaların asıl görevi seyredilmektir. Yenmeden önce ne kadar güzeldir bir portakal. İlerde, cennette değişecek bu düzen: Yapacağımız tek işin Tanrı’yı temaşa etmek ve her şeyi Tanrı kavramıyla görmek olduğu, daha doğrusu o mertebeye erişildiği vakit değişecek hepsi. Burada, bu sefil hayatta tek kaygımız Tanrı’yı kullanmak. Bizi bütün bu kötülüklerden koruması için Tanrı’yı bir şemsiye gibi açmaya kalkışmak küstahlık doğrusu!”
Bu monologdan sonra pantolonunun paçalarını kıvırmak için eğildi. Sonunda şemsiyesini açtı, bir an kararsız, durdu öylece. “Peki, şimdi ne tarafa gideyim? Sağa mı yoksa daha iyisi sola mı?” diye düşündü. Çünkü hayatın içinde uzun bir geziye değil, şöylece bir gezintiye çıkmıştı Augusto. “Beklerim, bir köpek geçsin hele!” diye düşündü. “Köpek ne yana giderse ben de o tarafa giderim.” O anda caddede bir köpek değil de genç ve hoş bir kadın belirdi ve Augusto, kadının bakışlarına vurulmuş, hem de manyetizma edilmiş gibi elinde olmadan, hemen kadının peşinden gitmeye koyuldu. Cadde boyunca peşinden gitti, sonra bir ikinci, derken bir başka cadde. “Şu sokak çocuğuna bak!” diyordu içinden –bir düşünceye değil de kendi kendisiyle bir konuşmaya dalmıştı çünkü– “Yerde yüzükoyun ne yapıyor böyle? Bir karıncaya bakıyor anlaşılan. Karınca! Bak hele, hayvanların en ikiyüzlülerinden biridir karınca.
Gezmedir bütün işi; bir de bize çalıştığını yutturmaya kalkar. Tıpkı koşar gibi yürüyen ve rastladığı herkesi dirseğiyle kakışlayan şu aylak adam gibi; bu herifin işsiz güçsüz olduğuna eminim. Hem ne işi olabilir, sorarım, ne işi olabilir? Dalgacının biridir, aylağın biri; evet, bir aylak, tıpkı… Ne münasebet! Aylak değilim ki ben! Hayal gücüm bir an durup dinlenmez. Aylaklar, çalıştıklarını öne süren, ama sadece düşüncelerini uyuşturup boğan kimselerdir. Mesela şu salak çikolatacıyı ele alalım: Görsünler diye vitrinin gerisine yayılmış, millet görsün diye, işini sermiş ortaya; aylak değil de ne bu? Fakat bize ne canım; çalışsın çalışmasın bize ne? Çalışmak, uğraşmak! Riyadır olup olacağı! Şu zavallı kötürüm, ne zorlukla sürüklüyor kendini. Emek dediğin budur işte… Ama benim bildiğim ne, onun emeği hakkında? Pardon, bey kardeşim! –yüksek sesle söylemişti– Kardeşim dedim! Nede kardeş? Kötürümlükte mi?
Hepimiz Âdem’in oğullarıymışız. Ya şu, şu Joachim, o da mı Âdem oğlu? Adiyö, Joachim! İşte gel de kurtul, gürültü ve toz saçarak otomobil geliyor. Bu şekilde bütün mesafeleri yok etmekle ne geçer elimize? Bu durmadan yol alma tutkusu topophobia’dan1 doğuyor, philotopi’den2 değil! Çok gezen, vardığı yeri aramış olan değil, ayrıldığı yerden kaçandır daha çok. Yolculuk… Gezi… Bu şemsiye dediğin de, ne can sıkıcı bir makine!.. Dur! O da ne?” Kendisini gözleriyle manyetize edip peşinden sürükleyen genç, tatlı kadının girdiği evin kapısı önünde durdu Augusto. Buraya onu takip ederek gelmiş olduğunu o anda fark etti. Kapıcı kadın, o ufacık ve alaycı gözleriyle Augusto’ya bakıyor ve bu bakış, Augusto’ya ne yapması gerektiğini telkin ediyordu. “Bu dişi Kerberos3 !” dedi kendi kendine. “Peşine takıldığım hanımın adını, kimliğini sorayım diye bekliyor; sormam gerek anlaşılan. Başka türlü davranmak, işin fiyakasını bozmak olur; sorunca da, hayır, imkânsız. Her teşebbüs, sonuna kadar götürülmeli. Bitmemiş, yarım kalmış her şeyden nefret ederim.” Elini yelek cebine soktu Augusto ve cebinde bir duro4 buldu ancak. Bunu bozdurmanın sırası mıydı şimdi; bozdurmaya kalksa vakit kaybedecek, bir fırsat kaçıracaktı. İşaret ve başparmakları yelek cebinde, “Beni dinle, teyzeciğim!” dedi kadına. “Mahremdir, aramızda kalsın: Demin buraya giren genç bayanın adını söyler misiniz bana?”
“Bu bir sır değil ki beyim, hem sonra bir kötülük de
yok bunda.”
“O halde?”
“Matmazelin adı Eugenia Domingo del Arco’dur.”
“Domingo? Yani Dominga diyecektiniz galiba.”
“Hayır, beyim, Domingo. Soyadının ilki Domingo’dur.”
“Fakat değil mi ki bayan; bu ismin Dominga olması
lazım.”
“Ben o işten anlamam, beyim!”
“Kuzum…” diye devam etti Augusto, parmakları hep
yeleğin cebinde. “Nasıl oluyor da böyle yalnız sokağa çıkıyor? Yalnız mı yaşıyor, evli mi yoksa? Var mı anası babası?”
“Bekâr ve yetimdir. Eniştesiyle, halasıyla oturuyor.”
“Ben eniştesi, halası diye bilmiyorum.”
“Yeter bu kadarı. Çok bile.”
“Piyano dersi verir.”
“İyi çalar mı?”
“Bilmiyorum.”
“Peki peki, yeter. Zahmetinize karşılık; buyurun!” “Teşekkür ederim, beyim, teşekkür ederim. Başka bir arzunuz? Varsa ona söylemek istediğiniz bir şey, iletirim derhal.” “Belki, belki… Fakat şimdi… hoşça kalın!” “Emirlerinizi beklerim, beyim! Sır saklarım, hiç merak etmeyin!” Kapıcı kadından ayrılınca, “Azizim!” dedi kendi kendine, Augusto. “Bak, kadıncağızla nasıl ilerlettim ahbaplığı! Çünkü gidip de orada durmaya terbiyem elvermez. Sonra benzerleri gibi olan bu kapıcı kadın, neler düşünmezdi benim için? Demek… Eugenia Dominga, hadi Domingo olsun, Domingo del Arco ismi öyle mi? Güzeel! Unutmamak için not edeyim. Bir şeyi akılda tutmanın en sağlam yolu, cepte bir not defteri bulundurmaktır. Şu benim unutulmaz dostum Leonce, ‘Yeri cebiniz olan şeyi kafanıza tıkmayınız!’ derdi, haklı olarak. Şunu da eklemeli ki, tamam olsun: Yeri kafanız olan şeyi cebinize sokmayınız! Peki ama, kapıcı kadın? Onun adı ne, peki?” Geriye döndü, birkaç adım yürüdü Augusto:
“Bir şey daha söyler misiniz, teyzeciğim!”
“Buyurun!”
“Ya sizin, sizin adınız nedir?”
“Benim mi? Margareta.”
“Güzel. Mükemmel. Teşekkür ederim.”
“Aman, beyim!”
Augusto oradan ayrıldı ve az sonra Alameda Gezisi’ne vardı. Çiseleyen yağmur dinmişti. Şemsiyesini kapadı, katlayıp kılıfına soktu. Sonra bir banka doğru gitti, elledi, ıslak olduğunu gördü. Cebinden bir gazete çıkardı, bankın üstüne yaydı, oturdu. Sonra cebinden not defterini çıkardı, dolmakalemine el attı. “Çok, çok faydalı bir nesne!” dedi içinden. “Dolmakalem olmasaydı bu hanımın adını kurşunkalemle not edecektim, silinip giderdi. Hafızamda solar mıydı hayali? Fakat dur hele, nasıldı görünüşü? Nasıldı bu dilber Eugenia? Belleğimde bir çift göz var ancak. Duyduğum: Sanki bir sarsıntı geçirdim; bu gözlerin yaptığı bir sarsıntı… Lirizme saptım mı bir çift göz, gönlüme takılır kalır hep. Yazalım bakalım: Eugenia Domingo, evet, Domingo del Arco. Domingo… Adının Domingo oluşuna alışamayacağım ben… Hayır, değiştirip Dominga yapmasına razı ederim onu. Fakat nasıl olur? Erkek çocuklarımız ikinci isim olarak gene Dominga adını mı taşısınlar? Yalnız P’yi alıkoyarak benimkini, şu kaba Perez’i atacaklarına göre, bizim ilk doğacak oğlanın adı Augusto P. Dominga mı olacak bu durumda? Bak hele… Beni nerelere götürüyorsun, ey kaçık hayal gücü?”
Ve defterine not etti: Eugenia Domingo del Arco, Alameda Caddesi 58. Bu adresin üstünde şu iki mısra okunuyordu: Beşik bize üzüntüyü, kederi bağışladı Saadeti, sevinci de verir fakat beşik bize… “İşte!” dedi Augusto içinden. “Eugenia’cığın piyano öğretmeninin yüzünden lirik, metafizik bir şiirin şu parlak başlangıcı yarıda kaldı. Ortasından kesiverdik. Kesildi… Evet evet, kaderdeki olaylar, bahtımızın cilveleri içinde insan, sadece, yaradılışındaki üzüntü veya sevinçlerine bir besin arıyor. Aynı olay, doğuşta kaderin tayin ettiği yaradılışa göre, hüzünlü yahut neşeli görünüyor bize. Ya Eugenia? Ona yazmalıyım. Fakat burada değil, evde. Yoksa gazinoya mı gitsem? Yok canım, iyisi mi eve, eve! Böyle şeyler evde halledilmeli, aile ocağında. Aile ocağı mı? Benim ev, aile ocağı değil ki! Aile ocağı, ocak? Ne gezer, bir kül tenekesi! Ah, Eugenia’cığım!” Ve eve döndü Augusto.
II
Uşak ona kapıyı açınca… Zengin, kimsesiz, genç bir adamdı Augusto. Yaşlı anası, burada anlatılan şu önemsiz olaylardan altı ay kadar önce ölmüştü. Augusto şimdi bir uşak ve bir aşçı kadınla yaşıyordu: Öteden beri bu evde çalışan, anaları babaları da bu evde çalışmış iki emektardı bunlar. Birbirleriyle evli fakat çocuksuzdular. Uşak ona kapıyı açınca Augusto, evde yokken gelen giden oldu mu, diye sordu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSis
- Sayfa Sayısı240
- YazarMiguel de Unamuno
- ISBN9789750739873
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Uğultulu Tepeler ~ Emily Bronte
Uğultulu Tepeler
Emily Bronte
Uğultulu Tepeler, ilk yayımlandığında, dönemin en saygın edebiyat dergisi Quarterly Review’da “onulmaz biçimde canavarca”, “isyan ettirecek” nitelikte bir roman olarak değerlendirilmişti. Bugün ise, edebiyat...
- Sabır Taşı ~ Atiq Rahimi
Sabır Taşı
Atiq Rahimi
Afganistan’da bir evde, basit bir döşek… Döşeğin üzerinde, gözleri açık ama bilinçsiz yatan bir erkek… Erkeğin başucunda, dua ederek onunla ilgilenen karısı… Dışarıda, sürüp...
- Gülün Adı ~ Umberto Eco
Gülün Adı
Umberto Eco
Umberto Eco, bu romanın yarattığı geniş yankılara yanıt olarak, Alfabeta dergisinin Haziran 1983 tarihli 49. sayısında, Sonrası (Postille) başlıklı bir yazı yayınlamıştır. Eco, bu...