New York Times çok satanlar listesinin vazgeçilmez ismi Debbie Macomber bizi Alaska’nın büyülü doğasına davet ediyor ve aşkı en beklenmedik yerde bulduğumuzda onu korumanın nasıl mümkün olduğunu gösteriyor.
Josie, hayallerindeki işe nihayet kabul edilmiştir. İşe başlamadan önce yaz aylarını Alaska’nın muhteşem kasabası Ponder’da aşçılık yaparak geçirmeye karar verir. Bu gözlerden uzak kasabada yaşayan insanların sıra dışı hayatlarının cazibesine kapılır ve kendine yepyeni arkadaşlar edinir. Bunlar arasında, sakin bir yaşam süren, tutkulu kılıç ustası Palmer Saxon da vardır.
Josie ve Palmer, Alaska’nın uzun yaz günlerinde yakınlaşsalarda Josie sonbaharda gerçek hayata ve zorluklarla elde ettiği kariyerine geri dönecektir. Öte yandan Palmer, Josie’nin Ponder’da kalması için elinden geleni yapmaya hazırdır. Josie ise aşk için kariyerini feda etmeyi hiç mi hiç istememektedir.
Ancak Josie, kış bastırmadan önce Ponder’dan kalkan son feribotu kaçırır ve burada mahsur kalır. Eğer geri dönmezse işini kaybedecektir ve Alaska’dan gitmek için her yolu denemeye kararlıdır.
Debbie Macomber, bu güzel kış hikâyesinde, evimizi aramak için çıktığımız uzun yolculukların aşkla nasıl güzelleştiğini, Alaska’nın eşsiz atmosferinin ev sahipliğinde anlatıyor.
*
Yazar, kuzen, dost Robert Macomber ve onun harika eşi Nancy Glickman’a…
Birinci Bölüm
Palmer
“Josie’ye açılacak mısın, açılmayacak mısın?” diye sordu Alicia.
Gözlerimi yumdum. Kalbimin daralan göğsümün içinde taklalar attığını hissediyordum.
“Palmer beni duyuyor musun?”
“Gayet iyi duyuyorum.” Ablamı aramakla hata ettiğimi biliyordum. Alicia lafını esirgeyecek biri değildi. Josie’ye olan hislerimi biliyordu ve ablam olarak, Josie’nin ona olan hislerimi öğrenmeden kasabadan gitmesine göz yummamakta kararlıydı.
“Öyleyse cevap ver. Josie’ye ona âşık olduğunu söyleyecek misin?”
Ablam ile Alaska’da, Kuzey Kutup Dairesi’nin üzerinde kalan küçük bir kasabada büyüdük. Evde eğitim görmüştük, bu yüzden çoğu çocuğun sosyal hayatta edindiği birçok tecrübeye sahip değildim. Yine de bundan hiç pişman değilim, bazı becerilerimin eksik olmasını saymazsak eğer. Alicia, insanın kalbini parçalanma olasılığı olduğunu bile bile doğrama tahtasının üzerine koymasından çok kolay bir şeymiş gibi bahsediyordu.
Sorun şu ki hiçbir zaman romantik biri olmadım. Romantikliği şehirli çocuklara bıraktım. Ben bir erkeğim, Alaska erkeği; romantik, süslü kelimeler bana pumpkin-spice latte kadar yabancı. Doğru, konu bir kadının ayaklarını yerden kesmeye gelince dünyanın en kalın kafalı erkeğine dönüşüyorum, şiirler okuyan bir adam asla çıkmaz benden. Elimde değil. Alaska’nın vahşi doğasını mesken edinmişim. Ponder, insanların medeniyet dediği yerlerden kilometrelerce uzakta, Arktik Alaska bölgesi yakınlarında, Fairbanks şehrinin kuzey doğusunda kalıyor ve nüfusu pansiyonların açık olduğu sezon zamanlarında en fazla üç yüze çıkıyor. Kışın ise bu sayı bir avuç yürekli erkeğe, kadına ve birkaç aileye düşüyor.
Alicia ya şimdi konuşacağımı ya da sonsuza kadar susacağımı hatırlattı. Klişe lafları pek sevmem, özellikle de içim içimi yerken. Josie’ye onu sevdiğimi, Ponder’da kalmasını istediğimi söylememin düşüncesi bile beni soğuk soğuk terletmeye yetti. Geçen yıl geçirdiğim gripten bile daha beter hissettim. Balıkçılık ve avcılık alanları sezonda çok fazla ziyaretçiyi çekse de Ponder’daki bekar kadın sayısı çok azdı. Pansiyonda çalışan ya da Fairbanks’e gittiğimde karşılaştığım kadınlar dışında son yıllarda hiçbir kadınla tanışmamıştım. Pansiyon çalışanlarının çoğu üniversite öğrencisiydi ve o kadar uçarı ve çocuksulardı ki hiçbir zaman ilgimi çekmemişlerdi.
Josie Avery’nin gelişiyle her şey değişti.
Yirmilerinin ortasındaydı ve mayıstan ekimin sonuna kadar süren sezon için pansiyonda şef olarak işe alınmıştı. Onu görür görmez farklı olduğunu anladım. Gözüme ilk çarpan telefonu elinden düşürmeme gibi bir huyu olmadığıydı. Onu ikinci görüşümde kitap okuyordu. Kafasını kaldırıp bana gülümsediğinde donakaldım. Gözleri ışıldadı, onların içinde boğulacak gibi olduğuma yemin edebilirim. Güneş ışığı ağaçların arasından süzülerek gökkuşağının sonundaki hazine gibi onun üzerine düşmüştü. Uzun, koyu renkli saçları omuzlarına dökülüyordu. Kot pantolon ve bot giymişti. O anda yaşananları nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Kulağa çılgınca geleceğinin farkındayım ama somut bir şey hissettim, sanki biri bana vurmuş gibi. O kadar sert ve güçlü bir darbeydi ki bir adım geriye sendeledim.
Bunca zamandır aradığım şeyin o olduğunu daha o anda anlamıştım. Zeki, duyarlı ve muhteşem bir mizah anlayışına sahip olduğunu öğrenmem de uzun sürmedi. Onun yanındayken başka hiçbir kadınla olmadığım kadar huzurluydum. Onunla daha önce hiç kimseyle, hatta kız kardeşimle bile olmadığım kadar rahat konuşabildiğimi fark ettim.
Tamam, ne yalan söyleyeyim, bunda güzelliğinin de payı vardı. Yani inkâr edilemeyecek kadar güzeldi. Gözleri çok hoştu ve vücut ölçüleri idealdi, çok zayıf değildi. Gerçi kadınlar erkeklerin vücutları hakkında konuşmasından pek hoşlanmazlar. Dahası, Josie işinde de çok iyiydi ve pansiyondan daha önce hiç bu kadar lezzetli yemekler çıkmamıştı.
Kulübeye av etlerini getiren ihtiyar Jack Corcoran neredeyse her akşam yemeğini orada yer olmuştu. Ona eşlik ediyordum, ne de olsa bunca yıllık hukukumuz vardı ama bu Josie gelene kadar pek yaptığım bir şey değildi. Akşam yemeklerine gelmem Caribou Lake Pansiyonu’nun sahibi ve işletmecisi olan Brewsterların gözünden kaçmadı ve sıklaşan ziyaretlerimin nedenini tahmin ettiler. Josie’nin çalışma saatlerini, bilerek akşam saatlerinde vakit geçirmemizi sağlayacak şekilde ayarladılar ve bu sayede ona Ponder’ın güzelliğini ve Alaska’nın vahşi doğasını tanıtabildim. Onu yürüyüşlere çıkardım, Alaska yabanmersini toplamaya götürdüm. Bu yöreye özgü kızılcık çalılarına da rastladık, geyik eti için yaptığı sosa yetecek kadar kızılcık topladık.
Hemen öncesinde yıldızların altında uzanarak Kuzey Işıkla rı’nın gökyüzünde yeşiller içinde dans edişini izlemiştik. Bu güzellik karşısında Josie’nin nefesi kesilmişti. Ben ne kadar muhteşem olduğunun pek farkında değildim, gözlerimi ondan alamıyordum.
Josie ile çok güzel zamanlar geçirdik. Ponder’da 4 Temmuz kutlamaları için düzenlenen geleneksel balık tutma yarışında daha önce hiç balık tutmamış olan Josie ona birinciliği getiren balığı tuttu. Acemi şansı olduğunu söyledi. Onun için çok heyecanlandım.
Josie ile en çok da kısa akşam yürüyüşlerimizden keyif alıyorduk. Yazın yirmi iki saate varan gün ışığı sayesinde Josie’nin kulubedeki işlerini bitirdikten sonra tundrayı keşfetmek için bolca zamanı oluyordu.
Onun yanında rahattım, bu da bana Ponder’da benimle yaşamasının ne kadar güzel olacağını düşündürtüyordu. Josie’yi çok iyi anlaşacağımızı anlayacak kadar tanıyordum ve anlaşıyorduk da. Hava sıfırın altında elli dereceye kadar düştüğünde insanlar yalnızlaşır ve eve kapanır. Otuzuncu yaş günüme yaklaştığım şu günlerde, Alicia’nın da bana sürekli hatırlattığı gibi, evlenmeyi ve kendi ailemi kurmayı düşünmemin artık zamanı gelmişti.
Jack de Josie’nin gitmesini istemiyordu. Jack o kadar uzun zamandır bu bölgede yaşıyordu ki manzaranın bir parçası haline gelmişti. Sözlüğe girip ekşi maya kelimesine bakarsanız büyük olasılıkla Jack’in bir fotoğrafını görürsünüz, Sırf görünüşünden dolayı değil, tüm Ponder’ın yıl boyunca ev yapımı ekmekle beslenmesini sağlayan ekşi mayanın ar kasındaki efsane olduğu için de. Jack yabani hayvan tedarik etmenin yanı sıra pansiyonda av rehberi olarak çalışıyordu. Avcıları vahşi doğaya götürüyor, iki ya da üç gün süren kamplarda turistlere her seferinde gerçek bir Alaska deneyimi yaşatıyordu. Boş zamanlarında altın arıyor ancak hiçbir zaman düşlediği gibi zengin olamıyordu.
Josie de şansını denemek istemişti ve bir günümüzü sonuçsuz bir arayışla geçirmiştik. Hiçbir şey bulamasak da ben en büyük hazinemi onda bulduğumu hissediyordum.
Pansiyonu eşi Marianne ile işleren Jerry Brewster gölde balık tutma konusunda ustalaşmıştı. Yaz geldiğinde, Jerry’yi her gün suda bulabilirdiniz çünkü en iyi noktaları biliyordu. Göl, dünyanın en iyi somonlarından bazılarına rastlayabileceğiniz Copper Nehri’nin bir koluydu ve harika bir av alaniydi. İnsanlar Jerry ve Jack’in hünerlerine bayılır ve onlarla avlanma ve balık tutma ayrıcalığına sahip olmak için büyük paralar öderlerdi. Balıkçılık ve avcilk sezonu boyunca pansiyona gidip gelebilmek için yolcu feriboru kullanılırdı; deniz uçağına yetecek paranız yoksa Ponder’a gidip gelmenin tek yolu buydu. Kış geldiğinde, göl donmadan önce Jerry tekneyi depoya kaldırır ve kış boyunca kalmayacak misafirler son yolcu feribotuna binerdi. Bundan sonra da kızaklı bir uçak Ponder semalarına nadiren uğrar, donmuş göle inerdi.
Çevrede sadece birkaç dükkân ve aile olmasına rağmen, iki tavernası ve iki kilisesi olan küçük bir yaban kasabasım ihtiyaç duyacağı her şeye sahiptik. Kasaba kendini bu şekil de dengeliyordu sanırım. Huzuru ve sessizliği seviyordum ve küçük Ponder kasabasındaki güzel Caribou Gölü’nde kendime hoş bir hayat kurmuştum.
“Ben duydun mu?” diye sordu Alicia.
“Şey…”
“Şaşırmadım. Unuttuysan hatırlatayım. Josie yarın sabah uyanır uyanmaz Seattle’a gidecek.”
Sanki hangi gün gideceğini unutabilirmişim gibi. Son birkaç gün içinde Josie’ye defalarca evlenme teklif etmeye çalışmıştım ama söylemek istediğim kelimeleri bir türlü bir araya getirememiştim. Artık son geceye, hatta neredeyse son dakikaya kalmıştı.
“Biliyorum.” Daha şimdiden içimde biriken gerginliği hissedebiliyordum.
“Gitmesine cidden izin verecek misin?” diye çıkıştı kız kardeşim. Alicia’yı ve iki çocuğunu ne kadar sevsem de Josie ile benim için zamanın daraldığını hatırlatmasına ihtiyacım yoktu. Harekete geçmem için bana baskı yapmasının bir faydası dokunmuyordu. Yine de Alicia bir konuda haklıydı.
Bu işi bu kadar ertelememem gerekirdi ama gerekçem basitti: Korkuyordum ve bunun için iyi bir nedenim vardı. Josie’nin planları vardı; Seattle’da onu bekleyen bir işi vardı. Arkadaşları ve ailesi de vardı. Onu sevmeme ve eşim olmasını istememe rağmen bunun onu kalmaya ikna etmeye yeteceğinden emin değildim. Teklifimi ya şimdi yapacaktım ya da sabahleyin gidişini seyredecektim.
Bu kadar beklememin bir sebebi daha vardı. Ona evlenme teklifini çok erken edersem ve o da teklifimi reddederse pansiyonda geçirdiğimiz zamanları hatırlamanın ikimize de tuhaf hissettireceğini biliyordum. Bu yüzden erteledim. O zamanlar bana mantıklı gelmişti. Bunu son geceye bırakarak onu burada kalıp benimle evlenmeye ikna etmek için kendi üzerimde nasıl bir baskı oluşturacağımın farkında değildim. Sanırım bana deliler gibi âşık olmasını ve gitmek istememesini umuyordum. Eğer durum böyleyse onu kalmaya ikna etmek zor olmazdı.
“Bir kadına sunabileceğin çok şey var, Palmer,” diye kaldığı yerden devam etti Alicia ve bir kere daha düşüncelerimin akışını kesti. “Sonuçta belki o da senden bir adım bekliyor.”
“Keşke.”
“Söyle gitsin. Onu seviyorsun, değil mi? Hamleni yapacaksın o zaman.”
Hamle yapmak ve ben. Komik. Josie ile en fazla el ele tutuşup evrenin sonuymuş gibi öpüşecek kadar ileri gitmiştik. O öpücükler dünyamı sarsmıştı. Ateşliydiler de. Cızır cızır ve ateşli. Onun da bu öpüşmeden keyif aldığını varsaymak zorundayım çünkü ikimiz de yalnız kalabilmeyi iple çekiyorduk. Kadınlar söz konusu olduğunda akıllarından geçenleri okuyabildiğimi söyleyemem ama birlikte olduğumuzda Josie’nin gözlerinin nasıl ışıldadığını görüyordum ve onun bir gülümsemesi bir hafta veya daha uzun süre aç susuz yaşamama yeterdi. Son altı ay boyunca birlikte saatler geçirmiştik ve özel işlerimiz dışında birbirimizden hiç ayrılamamıştık. Bu kadını sevmeye başlamıştım ve tek umudum onun da aynı şeyi hissetmesiydi.
Josie bir gün sakallarımın onu gıdıkladığını söyledi. Onun için kesebileceğimi söyledim. Bu benim için çok büyük bir fedakârlıktı ama o, omuz silkti ve buna gerek olmadığını söyledi. Bu da bana burada gereğinden fazla kalmaya niyeti olmadığını düşündürttü ama sormazsam asla bilemezdim.
“Yemekten sonra yürüyüşe çıkacağız,” dedim Alicia’ya. “Evlenme teklifini o zaman yapmayı planlıyorum.” Bavulunu çoktan hazırladığını bilmek işimi kolaylaştırmıyordu. Son bir haftadır konuşmalarımız Seattle’daki hayatının etrafında dönüyordu. Oraya dönmeye can atıyor gibiydi. Durmadan onu bekleyen işlerinden bahsediyordu. Bu onun için büyük bir fırsattı. Bu konuşmaların bana cesaret verdiği pek söylenemezdi. Josie ne zaman Seattle’dan bahsetse karnıma ağrılar giriyordu.
“Konuştuktan sonra mutlaka ara beni.”
“Belki ararım.” Böyle bir söz vermek istemiyordum. Her şey Josie ile konuşmamızın nasıl geçeceğine bağlıydı. Eğer beni reddederse kimseyle konuşabilecek havada olacağımı sanmıyordum, buna inatçı kız kardeşim de dahildi.
Alicia ile yaptığım konuşmadan sonra her şeyi gözden geçirmek için çalışmaya biraz ara verdim. Kılıç ustasıydım, kılıç ….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıAlaska Tatili
- Sayfa Sayısı192
- YazarDebbie Macomber
- ISBN9786254145087
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviEpsilon / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Çalı Horozu ~ Michel Tournier
Çalı Horozu
Michel Tournier
“Yazarın görevi mitleri ölümden kurtarmaktır” diyen Michel Tournier, Fransa’nın en yaratıcı yazarlarından biri. İlk bakışta birbirinden uzak görünen nesneler ve olgular arasında bağlar kurarak;...
- Beyaz Diş ~ Jack London
Beyaz Diş
Jack London
Gece karanlığı bastırıyordu. Kampın gürültüsüne ve telaşına alışık olan duyuları körelmişti. Ne görülecek, ne duyulacak, ne de yapılacak bir şey vardı burada. Sessizliğin bozulduğunu...
- Ripley’nin Oyunu ~ Patricia Highsmith
Ripley’nin Oyunu
Patricia Highsmith
“Bianca’yı ancak o zaman gördü Jonathan. Adam, Fritz’den çok ona yakındı. Kahverengi deri düğmeli, gri renkte şık bir palto giyen, ablak yüzlü, esmer bir...