“Yamaçlarda dolaşarak bir ömür tüketirsin, yeryüzünün dört bir köşesini ararsın,
sadece kahrolası biri gelip seni tutsun ve hiç bırakmasın diye umutsuzca dolanıp durursun.
İşte onu bulabilirsen yuvanı da bulmuş olursun.”
Eksik bir sürü parçam, sevmem gereken bir sürü insan, bulmam gereken, kaybettiğim bir yuvam vardı.
Bir yolculuğa çıktım. Kendim gibi değildim; kim olduğumu buldum.
Ben Mary Iris Malone; kusurları olan tuhaf bir kahraman.
Dünyanın deliliklerini dize getirmeye geldim.
1
YÜKSEK SESLE DİLE GETİREMEDİĞİN HİÇBİR ŞEY
KAYDA DEĞER DEĞİLDİR.
Ben Mary Iris Malone; hiç iyi değilim
2
YABANCILARIN RAHATSIZ EDEN YAKINLIĞI
1 Eylül-Öğleden Sonra
Sevgili Isabel, Ailenin bir üyesi olarak neler olup bittiğini bilmeye hakkın var. Babam da benimle aynı fikirde fakat bir yandan da sana bunları anlatırken katıksız doğruluk ve umutsuzluktan uzak durmam gerektiğini söylüyor. Ailemizdeki umutsuzluk eğilimi düşünülünce bunu nasıl yapacağımı sorduğumda her zamanki gibi gözlerini devirip burun deliklerini şişirdi. Sorun şu ki ben süslü konuşmalar yapmak konusunda hiç iyi değilim; işte tam da bu yüzden dümdüz, ağzına kadar umutsuzluk dolu Mim tarzımla hikâyeye başlıyorum.
Ohio’nun yeşil çayırlarından Mississippi’nin kurak arazilerine babam ve Kathy’nin yanına taşınmamın üzerinden bir aydan fazla zaman geçti. Bu zaman zarfında yeni okulumda birtakım sorunlar yaşamış olabilirim. Büyük sorunlar değil fakat biliyorsun, sorunun boyutu bir çocuğun gençliğini mahvetmeye kararlı yetişkinler için önemsiz bir detaydan ibarettir. Yeni okul müdürüm de işte bu yetişkinlerden bir tanesi. Bu sabah saat onda başlayacak bir toplantı düzenledi; tek amacı Mim Malone’un uyumsuzluğunu tartışmaktı. Ebeveyn olarak babama eşlik etmek isteyen Kathy çalışma saatlerini değiştirtti. Mercan renkli koridorlarda ismim yankılandığı sırada matematik dersinde, Bay Harrow ve polinomları arasındaki aşk sahnesini izlemekle meşguldüm.
Mim Malone, lütfen Müdür Schwartz’ın odasına gidiniz. (Gitmek istemediğimi söylemek yeterli olacaktır fakat hoparlör çağrısı yapıldığında öğrenciler kendilerine söyleneni yaparlar. Bu değişmez bir kuraldır.) Müdürün odasına açılan bekleme salonu, kızıl kestane ve kahverengi dekoruyla oldukça boğucuydu; ayrıca küf kokuyordu. Duvarlara, üzerindeki tek kelimelik cesaret palavralarına, ihtişamlı mor dağların üstünde yükselen kartalların eşlik ettiği ilham verici posterlerden asılmıştı. Kusacak gibi olsam da kendimi tuttum. Sekreter kafasını bile kaldırmadan, “Girebilirsin,” dedi. “Seni bekliyorlar.” Masasının ilerisinde Müdür Schwartz’ın odasına açılan ağır meşe kapı hafifçe aralık bırakılmıştı.
Yaklaşırken kapının diğer tarafından gelen alçak konuşma seslerini duydum. “Annesinin adı ne demiştiniz?” diye soran Schwartz’ın görkemli günlerinden kalma olduğu şüphe götürmez o parlak, yetmişlik bıyıkları sesini örtmüştü. “Eve,” dedi babam. Schwartz: Doğru ya… Ne kadar da üzücü. Şey, umarım Mim ilginizi minnetle karşılıyordur, Kathy. Tanrı biliyor ya tam da ona örnek olacak bir anneye ihtiyacı olduğu bir dönemden geçiyor. Kathy: İstediğimiz tek şey Eve’in iyileşmesi. Zaten öyle de olacak. Bu hastalığı yenecek. O tam bir savaşçıdır. Kapının hemen önünde donakaldım –içim, dışım buz kesmişti. Hastalık mı? Schwartz: (İç çekerek) Mim biliyor mu? Babam: (Farklı bir şekilde iç çekerek) Hayır, henüz doğru zaman gibi gelmedi. Yeni okul, yeni arkadaşlar, pek çok… yeni gelişmenin yaşandığı bir dönem, gördüğünüz gibi.
Schwartz: (Kıkırdayarak) Oldukça. O hâlde umarım Eve için her şey yolunda gider. Neredeydi demiştiniz? Babam: Cleveland. Ve teşekkür ederim. Biz de öyle umuyoruz. (Iz, ister sayfa üzerinde ister ekranda olsun karakter yaratmada başarılı olmak istiyorsan çok yönlülüğü unutmamalısın. İyi adamların hepsi tamamen iyi olmadığı gibi kötüler de tamamen kötü değil ve tamamen iyi ya da kötü denilebilecek karakterler de zaten hiçbir zaman var olmamalı. Sana bundan sonra bahsedeceğim tuhaflıkları okurken bu söylediğim şeyi hatırla. Kötü değilim fakat kötülüğün dokunmadığı biri de değilim.) Kahramanımız meşe kapıya arkasını dönüp sakin bir şekilde ofisten, okuldan ve okul arazisinden uzaklaşır. Şaşkınlık içerisinde yürürken parçaları birleştirmeye çalışır.
Futbol sahasının karşısından onunla alay eden atletik mankafaları duymaz. Annesinden gelen telefon ve mektupların son üç haftadır kesintiye uğraması üzerine kafa yorarken sadık ikinci el ayakkabıları onu engebeli kaldırımdan aşağı doğru taşımaktadır. Kahramanımız, et kokularına aldırmadan Taco Hole’un arkasındaki kestirme yola doğru döner. Yeni mahallesinin ıssız caddelerinde yürür, göğü delen meşe ağacını döndükten sonra yeni evinin gölgesinde bir anlığına durup posta kutusunu kontrol eder ama her zamanki gibi yine hiçbir şey yoktur. Cep telefonunu çıkarıp yüzüncü kez annesinin numarasını tuşlar; yüzüncü kez aynı mekanik kadın sesini duyar ve yüzüncü kez hayal kırıklığına uğrar. Aradığınız numara kullanılmamaktadır… Cep telefonunu kapatır ve başını kaldırıp yeni evine bakar. Bu ev çok çok çok ucuza; yalnızca ömrü boyunca tanıdığı bildiği her şeyden vazgeçmesi fiyatına alınmıştı. “Cam, beton ve taş,” diye fısıldar, bu en sevdiği şarkının nakaratıdır. Gülümser, saçlarını arkada toplayıp atkuyruğu yapar ve nakaratın devamını söyler: “Yuva değil burası, sadece dört duvar.”
Ön kapıdan içeri dalan kahramanımız basamakları üçer üçer çıkar. Dezenfektan, tako ve inkâr kokusuyla harmanlanmış yeni evin havasına aldırmadan kendi yatak odasına koşturduktan sonra gece için yeteceğine inandığı kadar malzemeyi –bir şişe suyu, yedek giysileri, diş macununu, savaş boyalarını, makyaj temizleyicisini ve koca bir torba patates cipsini– sadık JanSport sırt çantasının içine koyar. Hızla babasının ve üvey annesinin yatak odasına gider; kadına ait olduğu belli bir dolabın önünde dizlerinin üzerine çöker. Alt çekmecenin içindeki düzgünce katlanmış Spanx yığınlarının arkasına uzanıp üzerinde ‘HILLS BROS. ORIGINAL BLEND’ yazan kahve kutusunu bulur. Kapağını kaldırıp bir tomar para çıkarır ve Andrew Jacksonslardan oluşan kâğıt paralardan sekiz yüz seksen dolar sayar.
(Kötü kalpli üvey annesi, paraları sakladığı yerin gizliliği konusunda kendine fazla güvenmiş olsa da kahramanımız her şeyi görür.) Nakit para dolu kutuyu da sırt çantasına ekleyen kahramanımız yuva olamamış bu evden dışarı fırlayıp yarım mil ilerideki otobüs durağına koşar adım yol alır ve Jackson Greyhound terminaline giden metroyu yakalar. Nereye gideceğini bir süredir biliyordur: 947 mil ötedeki Cleveland. Fakat bu yolculuğun nasıl veya ne zaman gerçekleşeceğinden emin olamamıştır; ta ki bugüne kadar. Nasıl: Otobüsle. Ne zaman: Derhâl, alelacele, çarçabuk.
Ve… sahne. Ama sen bir Malone’sun; bu yanıtlar senin için yeterli değil. Neredelerden, ne zamanlardan ve nasıllardan fazlasına ihtiyacın var: İhtiyacın olan şey nedenler. Kahramanımız burada neden parlak bir çözümle ortaya çıkmıyor ki? diye düşüneceksin. Doğruyu söylemek gerekirse sebepleri anlamak zor. Şu anda bir yığın sebebin üzerinde duruyorum, buraya nasıl çıktığımı ise hiç bilmiyorum.
O yüzden belki de bu benim sebeplerimin kitabı olur, Iz. Nelerimin ardındaki nedenleri açıkladığımda hepsinin nasıl da üst üste biriktiğini anlayacaksın. Babam, Kathy ve Müdür Schwartz arasındaki gizli konuşmayı sebeplerimin ilki olarak gör. Cleveland’a giden yol uzun; o yüzden şimdi biraz dinlenmeyi deneyeceğim. Şu an için sebeplerimi anlamak zor olsa da amacımın oldukça basit olduğunu bilmelisin. Cleveland’a gidip annemi bulacağım. Kendimi selamlıyor, Görevimi kabulleniyorum.
Şimdilik bu kadar,
Mary Iris Malone,
Kahrolasıca bir Anne Kurtarıcısı
Günlüğün kapağındaki çöp adamın üzerinden geçmek bir değişikliğe neden olmuyor. Çöp adamlar çöp adamlıklarını sürdürmeye mahkûm. Koyu renk saçlarımı omuzumun üzerine atıp alnımı pencereye dayayarak şaşkınlıkla dışarıdaki dünyayı seyrettim. Zalim Mississippi ağlarını örmeden önce duyduğum hayranlık hayrete düşürecek kadar çokken son zamanlarda… nasıl desem… şöyle böyle denilecek kadar azaldı. Gözüme trajik bir şekilde vasat görünmeye başladı. Yağmur tam da şu anda bardaktan değil barajdan boşanırcasına yağıp toprağı cezalandırırken dünyanın bunu hak ettiğini düşünmekten kendimi alamıyorum. Günlüğümü sırt çantama tıkıştırıp Abilitol şişemi çıkarıyorum. Şişeyi devir, içinden bir tane hap al, yut; bunu her gün tekrarla.
Babamın söylediğine göre alışkanlıklar birer kraldır ve bu da bir alışkanlık. Hapı yuttuk tan sonra şişeyi çantama koyarken poz kesmeyi de ihmal etmiyorum. Bu da alışkanlığın bir parçası; en azından bana göre. “Burada ne halt ettiğini sanıyorsun, küçük hanım?” Önce püskülünü gördüm; uzun bir saç yumağından ibaret olan adam önümdeki iki koltuğun tepesinde dikiliyordu. Sırılsıklamdı ve Pisa Kulesi gibi duruyordu. Gömleğinin üzerindeki ıslak yamadan anladığım kadarıyla adı Carl olan bu adam Greyhound çalışanıydı. Oldukça iri biriydi; koca bir ağaçtan farksızdı desem yalan olmaz. Gözleri fıldır fıldır bana bakarken nereden bilmem bir burrito çıkardı, paketi açtığı gibi de yemeye koyuldu.
Enchanté,* Carl. “Bu Cleveland otobüsü, değil mi?” Çantamın içini karıştırdım. “Biletim var. “ “Küçük hanım,” dedi ağzı dolu bir hâlde. “Elindeki şey Wonky’nin kahrolası altın bileti bile olsa umurumda değil. Daha yolcu almaya başlamadık.” Kafamın içinde gezinip duran bin tane minik Mim, Carl’a ateşli oklar fırlatıp gösterişli alevlerle, sardığı başındaki püsküllerinin hepsini yaktı. Bu hayalî Mimler’den biri başıma bela olmadan hemen önce annemin çocukluğumdan kalan melodik sesinin yankısı kulaklarıma doldu. Onu nezaketinle öldür, Mary. Onu nezaketinle öldür gitsin. Kızlara özgü bir gülüş fırlattım ve annemin İngiliz aksanını taklit ederek, “İnanılmaz! Harika bir üniformanız var. Kaslarınızı olduğu gibi ortaya çıkarmış,” dedim.
Püsküllü Pisa, burritosunu yavaşça çiğnerken eliyle kapıyı gösterdi. Sırt çantamı omuzuma atıp koridora indim. “Ciddiyim. Kaslarınız patlamaya hazır duruyor.” O cevap veremeden kapıdan çıkarak fırtınanın içine girdim. Annemin nezaketle öldür derken kastettiğinin bu olduğunu zannetmiyorum fakat dürüst olmak gerekirse o an elimden daha fazlası gelmedi. Kapüşonumu kafama çekip istasyonun karşısına geçtikten sonra yarım düzine su birikintisinin üzerinden atlaya atlaya bir tentenin altına doğru yürüdüm.
Burada omuz omuza bekleyen yedi veya sekiz kişi saatlerine bakıyor, tekrar tekrar gazetelerini okuyor; kısacası yabancıların rahatsız eden yakınlığından kaçınmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Pançolu, orta yaşlı bir adamın yanına sıkışıp tentenin üzerinden kâğıt inceliğinde bir şelale gibi dökülen suyu seyrettim. “Bu ses senden mi geliyor?” dedi Panço Adam birkaç santim ileriden. Lütfen benimle konuşuyor olmasın, lütfen benimle konuşuyor olmasın. “Affedersiniz,” dedi JanSport çantamı dürterek. “Sanırım sırt çantanız şarkı söylüyor.” Çantamı kayışından öne doğru çekip içinden cep telefonumu çıkardım. Stevie Wonder’ın I Just Called to Say I Love You şarkısının hoş melodisi branda ve sudan oluşan küçük hapishanemizin duvarlarında yankılandı. Stevie sadece Kathy aradığında mırıldanır; böylece şarkının o duygusal sözleri de anında çürütülmüş olur. “Ah bu çok hoş,” dedi Panço Adam. “Erkek arkadaşın mı?”
“Üvey annem,” diye fısıldadım ekrandaki ismine bakarken. Melodiyi telefonuma Kathy yüklemiş ve bunun sadece kendi aradığı zaman çalacak olan özel bir melodi olduğunu söylemişti. Bunu birkaç kez daha uygun bir melodiyle değiştirmeyi aklımdan geçirmiştim. Darth Vader’ın Imperial March’ı ya da sadece ‘Tehlike! Tehlike!’ diye tekrar tekrar bağıran o robotik ses olabilirdi mesela. “Oldukça yakınsınız sanırım.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSinekler Diyarı
- Sayfa Sayısı344
- YazarDavid Arnold
- ISBN9786258364590
- Boyutlar, Kapak12,5 x 19,5, Karton Kapak
- YayıneviParodi Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Ağustos Işığı ~ William Faulkner
Ağustos Işığı
William Faulkner
Ağustos Işığı, Faulkner’ın kendine özgü anlatım teknikleriyle Amerikan yaşamının çelişik öğelerini, uyumsuzluklarını ve Amerika tarihinde iz bırakan siyahiler ve ırkçılık sorununu deşen başyapıtlarından biri....
- Korku ~ Stefan Zweig
Korku
Stefan Zweig
Burjuva ahlakının gereklerini üstünkörü yerine getiren otuz yaşındaki, evli ve iki çocuk annesi Irene Wagner, sekiz yıllık evliliğindeki tekdüzelikten bunalıp kocasını genç bir piyanistle...
- Ay’a Kulak Ver ~ Michael Morpurgo
Ay’a Kulak Ver
Michael Morpurgo
“Ay, gökyüzündeki yıldızların arasında süzülüyor; ara sıra bulutların arasında kaybolsa da, sanki bir koruyucu melek gibi bizi takip ediyordu. Ay’a mırıldanıyordum; söz verdiğim gibi,...