Üç çocuk, kasabanın kıyısındaki kulübelerden uzaklaşıp göle doğru yürüdü. Günün ilerleyen saatlerinde yalnızca ikisi geri gelecekti. Alice Tully bu hikâyeyi biliyordu. Bu konuda bir kitap bile yazabilirdi. Jennifer Jones neredeydi? Herkes bunu konuşuyordu. Ülkede cevabı bilen yalnızca birkaç kişi vardı. Alice Tully de onlardan biriydi.
bir
Herkes Jennifer Jones’u arıyordu. Tehlikeliydi; gazeteler öyle yazıyordu. Çocuklar için bir tehditti ve parmaklıklar ardın – da kalmalıydı. Nerede olduğunu bilmek toplumun hakkıy – dı. Bazı hafta sonu gazeteleri eski manşetleri bile hortlatmıştı: Göze Göz! Alice Tully bulabildiği her haberi okudu. Erkek arkada – şı Frankie şaşkındı. Onun kendini neden bu kadar kaptırdı – ğını anlamıyordu. Okurken, kolunu Alice’in omuzuna sardı ve yüzünü boynuna gömüp öptü. Alice onu itmeye çalıştı, ama Frankie reddedilmeyi kabul etmeyince gazete sonunda buruşup yere doğru kaydı.
Alice, Frankie’ye karşı koyamıyordu. Ondan daha yapı – lı ve uzun boyluydu Frankie, ama mesele bu değildi. Çoğu insan ondan daha yapılıydı. Alice küçük ve zayıftı; kıyafetlerini de ucuz olsun diye giyim mağazalarının çocuk reyonlarından alıyordu. Frankie onun yanında dev gibiydi ve özellikle tartıştıklarında onu kucaklayıp taşımaktan hoşla – nırdı. Onun barışma yöntemiydi bu. Alice, onunla birlikte olduğu için şanslıydı. Jennifer Jones’la ilgili yazıları yalnız olduğunda okumayı daha çok tercih ediyordu. Bu, birlikte yaşadığı Rosie’nin işe gitmek için evden çıkmasını beklemek demekti.
O işteyken Alice’in fazlasıyla zamanı oluyordu. Rosie uzun saatler çalışıyordu. Bir sosyal hizmet uzmanıydı ve ilgilenmesi gereken pek çok kişi vardı. Zaten her zaman Jennifer Jones’la ilgili haber çıkmıyordu. Dalgalar halinde geliyordu bu haberler. Bazen kalın ve iddialı puntoyla yazılmış başlıklarıyla anasayfadan fışkırıyorlar, bazen iç sayfalardaki bir sütunda küçücük, haberlerin kenarından süzülen bir dedikodu kırıntısı oluyor ve pek ilgi uyandırmıyordu. Cinayet işlendiği zaman haber tüm gazetelerde aylarca yayımlandı.
Dava, tüm açılardan yazılmış onlarca makale çıkardı. Berwick Waters’ta o korkunç günde yaşananlar, öncesi, çocukların evdeki yaşamları, okul dosyaları, olayın kasabadaki etkisi, çocuk cinayetleriyle ilgili kanunlar. Bulvar gazeteleri hikâyenin daha çekici kısmına odaklandı: Cinayeti örtme çabaları, cesedin durumu, çocukların söylediği yalanlar. Alice Tully o sıralarda bunların hiçbirini görmemişti. Çok küçüktü. Ama son altı ayda eline geçen her şe – yi okudu. Basılı her sözcüğün ardında aynı soru vardı. On yaşındaki bir kız, kendi yaşıtını nasıl öldürebilirdi? Dokuz hazirana, Alice Tully’nin on yedinci yaş gününe yaklaşan günlerde haberler yeniden başladı. Jennifer Jones sonunda salıverilmişti. Cinayetten (Hâkim kasıtsız adam öldürme demişti, ama bu yalnızca güzel bir söyleyiş biçimiy – di) altı yıl hapis yatmıştı. Şartlı salıverilmişti ve bu da her an hapse geri dönebileceği anlamına geliyordu. Büyüdüğü yerden uzakta bir yere yerleştirilmişti.
Yeni bir kimliği var dı ve kimse onun ne yaptığını ya da kim olduğunu bileme yecekti. Alice, merakla bu haberlerin üzerine atlamış, Rosie’nin televizyonunun karşısında büzülmüş, başparmağıyla kanallar arasında hızlıca geçip Jennifer Jones davasıyla ilgili haberlerin tümünü yakalamaya çalışıyordu. Haber programları, ellerinde bulunan on yaşındaki tek çocukluk fotoğrafını kullanıyordu hâlâ. Çatık kaşlı, uzun saçlı, kâkülü de olan küçük bir kız.
Kızın lakabı JJ’di. Gazeteciler buna bayılıyor – du. Resme bakmak bile Alice’in kendini kötü hissetmesine neden oluyordu. Doğum günü sabahında Rosie onu elinde bir kart ve hediyeyle uyandırdı. “Al bakalım, uykucu.” Alice gözlerini açtı ve tepesindeki Rosie’ye baktı. Koyu renk takımını ve hep bu takımla birlikte giydiği beyaz çizgili gömleğini üzerine geçirmişti. Ensesinde toplanmış saçları onu ciddi ve sert göstermişti. Her zamanki sallanan küpeleri yerine küçük altın top küpeler takmıştı. Rosie böyle giyinmeyi sevmezdi. Doğrulup kollarını esnetti ve ellerini kısacık saçlarının arasından geçirirken, “Bugün mahkemeye gidiyorum deme!” dedi Alice.
“Doğru tahmin ettin!” dedi Rosie. “Al bakalım doğum günü kızı!” Alice hediyeyi alınca, Rosie pencereye yürüyüp camı aç tı. Hafif bir esinti perdeleri kıpırdattı. Alice, örtüyü boynuna kadar çekti. “Beni dondurup öldürmek mi istiyorsun?” dedi şakayla karışık. Rosie umursamadı. Temiz havayı severdi. O, zamanın çoğunu pencereleri açarak, Alice de kapatarak geçirirdi. Paket kâğıdının içinde mücevher kutusu gibi bir şey vardı. Bir an için endişelendi Alice.
Rosie’nin mücevher zev – ki onun için fazla sanatsaldı. Kutunun kapağını yavaşça açınca küçücük altın küpeler gördü. “Bunlar harika,” derken boğazında bir düğüm hissetti. “Benim zevkimden çok senin zevkine göre,” diye karşılık verdi Rosie, Alice’in duvar aynasında ceketini çekiştirip eteğini düzeltirken. Rahatsız görünüyordu. Alice yataktan kalkıp onun yanına gitti. Küpelerden birini kulağına tutup beğenerek başını salladı. Sonra da Rosie’nin kolunu sıktı. “Bu hafta geç vardiyada mısın?” dedi Rosie. Alice başını salladı. Saat ona kadar işte olması gerekmiyordu. “Eve erken döneceğim. O yüzden özel bir yemek hazırlayacağım. Hem yalnızca doğum gününü kutlamakla kalmayacağız. Önümüzdeki cumartesi buraya gelişinin altıncı ayı olacak!” dedi. Doğruydu. Altı ay boyunca o odada uyanmış, Rosie’nin mutfağında yemek yemiş, mektupların üzerinde adını görmüştü: Alice Tully, Phillip Caddesi 52, Croydon. “Annem gelecek. Frankie de gelecek mi?” Rosie, Alice’ten gizli, özel bir pasta yapıyordu. Neşeli bir İrlandalı olan annesi de ona yardım ediyordu. “O gelemez,” dedi Alice.
Açıklama zahmetine girmedi. Frankie, Rosie’nin yanın – da tuhaf hissettiğini söylemişti. Rosie onu izliyor ve Alice’e her dokunduğunda azarlamaya hazır bekliyormuş gibi geliyordu ona. Yalnız olmalarını tercih ediyordu Frankie. “Peki. O zaman yalnızca üçümüz olacağız.” Rosie gittikten sonra Alice elinde küpelerle yatağına oturup karta baktı. Annesinden bir şey gelmeyecekti, biliyordu. Bir an için kıpırdamadan, benliğini hissederek, hislerini duyumsamaya çalışarak oturdu. Üzgün müydü? Başka hediyeleri ve doğum günü kartları olmuştu. Frankie ve Coffee Pot’taki arkadaşları vardı. Sonra Rosie de vardı. Şiddetli sarılışları ve sağduyusuyla Rosie; limon, sarmısak, fesleğen kokusuyla Rosie; onu sürekli şişmanlatmaya çalışan Rosie. Sevgili, tatlı Rosie. Alice böyle insanların var olduğu – nu bilmezdi. Apartman kapısındaki mektup aralığının kapağından çıkan ses onu kendine getirdi. Ayağa kalkıp kartını şömine – nin üstüne dik koydu. Sonra da alt kata, gazete nin mektup aralığından taştığı ön kapıya yürüdü. Buruşturup yırtmamaya dikkat ederek çekip aldı ve mutfağa götürdü.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıJJ Kim?
- Sayfa Sayısı296
- YazarAnne Cassidy
- ISBN9786054603015
- Boyutlar, Kapak12 x 18, Karton Kapak
- YayıneviOn8 Kitap / 2011
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sen Gittiğinde ~ Gayle Forman
Sen Gittiğinde
Gayle Forman
Her şey bitti derken… Sadece bir tesadüf yetebilir… “Ben bir nehrin akıntısına kapılmıştım, o ise kıyıda kalmıştı.” Adam’ın, Mia’yı aşkıyla hayata döndürmesinin ve Mia’nın,...
- Hayal Kırıkları ~ Bettina Belitz
Hayal Kırıkları
Bettina Belitz
“Seni sevdiğimi sana söyleyebilmeyi çok isterdim ama şu anda bunu yapabileceğimden emin değilim. Evet, seni seviyorum. Sadece şu an böyle hissetmiyorum. Ama biliyorum. Hatta...
- Elma Çekirdeği ~ Chiara Lorenzi
Elma Çekirdeği
Chiara Lorenzi
Herkes bir elmanın dışına bakar, peki ya içindeki çekirdeğe? Tea kendini elma çekirdeği gibi görünmez hisseden bir kız çocuğuydu. Ta ki teyzesiyle yaşamaya başlayana...