Önce Ortadoğu’da egemenlik kurdular, sonra Anadolu’ya yöneldiler. Malazgirt Zaferi’nin ardından Anadolu’nun kapılarını Türklere açtılar. Bir yanda köklü bir imparatorluk olan Bizanslılarla mücadele ettiler, sonra bölgeyi yangın yerine çeviren Moğolların istilalarına maruz kaldılar. Kısa sürede Avrupa’nın da dikkatini çektiler, saldıkları korku ve “Tanrı’dan tamamıyla yüz çevirmiş lanetli bir kavim” olarak görülüp, “doğudaki Hıristiyan topraklarını istila ederek kılıçla, çapulla ve ateşle soylarını kuruttukları” gerekçesiyle kendilerine karşı Haçlı seferleri düzenlendi. Onların dönemine kadar Anadolu’yu Romalıların ülkesi anlamına gelen Romania ismiyle anan Batılı kaynaklar, onlarla birlikte bu coğrafyayı Turkia adıyla anmaya başladılar. Onların aklında, bu coğrafyayı Türkleştirmek ve İslâmlaştırmak vardı. Anadolu’nun Türk yurdu haline gelmesinde en büyük paya, en belirleyici role sahiptiler.
Peki Anadolu Türklerinin tarihinde bunca etkili bir yere sahip olmalarına rağmen neden unutuldular?
Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulduğu döneme kadar Türklerin Anadolu Yarımadası’ndaki siyasal liderliğini yapan bir devlet, hem de büyük bir devlet hakkında neden yeterli bilgiye sahip değiliz? Türkiye’nin temellerini atan ve Osmanlı’nın sosyal, siyasal ve kültürel arka planını oluşturan Selçuklular gerçekte kimdir?
Prof. Dr. Mehmet Ersan ve Yrd. Doç. Dr. Mustafa Alican tarafından kaleme alınan Osmanlı’dan Önce Onlar Vardı/Türkiye Selçukluları, modern Türkiye tarihinin başlangıç noktası olan Türkiye Selçuklularını genel bir tarihsel çerçeve içerisinde ele alan bir çalışma olarak, gerek Osmanlı öncesi dönemin Müslüman Türk tarihi üzerindeki belirleyici etkisine, gerek Osmanlı mirasının geliştiği siyasal ve sosyokültürel ortama ışık tutmak amacıyla Selçukluları günümüze taşıyacak.
İÇINDEKILER
ÖNSÖZ…………………………………………………………………………………11
GİRİŞ…………………………………………………………………………………….13
I. BÖLÜM
SİYASAL TARİH
TÜRKİYE SELÇUKLULARININ KÖKENİ ve
TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞLARI ………………………………………….21
TÜRKİYE SELÇUKLU DEVLETİ’NİN KURULUŞU……………..28
Devlete Giden Yol …………………………………………………………..28
İznik’in Ele Geçirilişi ……………………………………………………..31
Kuruluş……………………………………………………………………………34
TÜRKİYE SELÇUKLU SULTANLARI…………………………………..38
Gazi Süleymanşah…………………………………………………………..38
I. Kılıçarslan ……………………………………………………………………46
Şahinşah (Melikşah)……………………………………………………….55
İzzeddin I. Mesud …………………………………………………………..59
II. Kılıçarslan…………………………………………………………………..72
Rükneddin II. Süleymanşah …………………………………………..92
İzzeddin III. Kılıçarslan………………………………………………..100
I. Gıyaseddin Keyhüsrev ………………………………………………100
I. İzzeddin Keykavus…………………………………………………….109
I. Alaeddin Keykubad …………………………………………………..124
II. Gıyaseddin Keyhüsrev……………………………………………..146
II. İzzeddin Keykavus …………………………………………………..162
Rükneddin IV. Kılıçarslan…………………………………………….173
III. Gıyaseddin Keyhüsrev ……………………………………………177
Gıyaseddin II. Mesud……………………………………………………185
III. Alaeddin Keykubad ………………………………………………..189
TÜRKİYE SELÇUKLULARININ DIŞ POLİTİKASI……………..193
Büyük Selçuklular…………………………………………………………193
Bizanslılar……………………………………………………………………..200
Eyyûbîler……………………………………………………………………….216
TÜRKİYE SELÇUKLULARI ve HAÇLILAR………………………..223
TÜRKİYE SELÇUKLULARI ve MOĞOLLAR……………………..242
TÜRKİYE SELÇUKLU DEVLETİ’NİN DAĞILIŞI ve SİYASAL
MİRASI……………………………………………………………………………….249
II. BÖLÜM
SİYASAL YAPI
TÜRKİYE SELÇUKLU DEVLETİ’NDE YÖNETİM
MEKANİZMASI………………………………………………………………….259
Sultanlık Makamı …………………………………………………………260
Devlet İdaresi ve Bürokrasi…………………………………………..268
Askerî Teşkilat………………………………………………………………273
Hukuk ve Adalet……………………………………………………………276
III. BÖLÜM
SOSYO-EKONOMİ
TÜRKİYE SELÇUKLULARINDA TOPLUM ve
EKONOMİ ………………………………………………………………………….281
Toplumsal Yapı……………………………………………………………..281
Kültür ve Sanat ……………………………………………………………..291
Ekonomi ………………………………………………………………………..298
İslâm Dini ve Anadolu ………………………………………………….305
SONUÇ……………………………………………………………………………….321
KRONOLOJİ……………………………………………………………………….326
SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA………………………………………………………332
İNDEKS ………………………………………………………………………………343
ÖNSÖZ
XI. yüzyılın son çeyreğinde tarih sahnesine çıkan ve Anadolu’da iki asırdan fazla hüküm süren Türkiye Selçuklu Devleti, Türk tarihinin köşe taşlarından biridir. Anadolu’nun Türkleşmesi ve buna paralel olarak İslâmlaşmasında üstlendiği rol bir tarafa, Büyük Selçuklularla birlikte yükselişe geçen Sünnî siyasetin önce Anadolu Türk beyliklerine, ardından Osmanlılara taşınma sürecini yönetmesi bakımından belirleyici bir etkiye sahiptir. Anadolu’nun tarihsel anlamda “Türkiye” hâline gelmesinde Kutalmışoğlu Süleymanşah tarafından İznik’te kurulmuş olan Türkiye Selçuklu idaresinin imzası vardır. Bu bakımdan, geçmişini keşfe yönelmiş modern Türk insanının idrak etmesi ve mirasını temellük etmesi gereken bir döneme tekabül eder. Dönemin göz ardı edilmesi, modern Türkiye’nin tarihsel temellerinin vuzuha kavuşturulmasına dönük çabaların eksik kalmasına neden olacaktır. Sahip olduğu önem ile kıyaslandığında, Türkiye Selçuklu tarihinin de tıpkı Büyük Selçuklu tarihi gibi hak ettiği ilgiye mazhar olmadığı görülmektedir. Bu durum, XXI. yüzyıl Türkiyesi’nde hâlen sorun teşkil eden bazı sosyal ve siyasal meselelerin tarihsel anlamıyla doğru bir biçimde anlaşılamamasına zemin hazırlamaktadır. Oysa Türkiye Selçuklu döneminin sosyal, siyasal, dinsel ve hatta etnik manzarası tarihsel gerçeklere uygun bir biçimde irdelendiğinde, birçok sorunun tarihsel gerçeklere vâkıf olunamamaktan kaynaklanan kavram karmaşalarından ya da modern dönemin mensubiyetlerinden türeyen fikrî sapmalardan ibaret olduğu anlaşılacaktır. Dolayısıyla, toplumsal sorunlarımızın çözümüne dair olumlu referansların bulunabileceği Osmanlı öncesi Türkiye tarihinin, bir başka ifadeyle, Türkiye Selçuklu tarihinin ivedilikle ilim ve fikir adamlarının gündemine girmesi gerekmektedir.
Osmanlı’dan Önce Onlar Vardı: Türkiye Selçukluları, 2012 yılının Şubat ayında yayınlanan Selçukluları Yeniden Keşfetmek isimli çalışmamız ile ortaya koyduğumuz “Osmanlı öncesi Müslüman Türk tarihine dikkat çekmeye çalışma” çabasının bir devamı mahiyetinde olup, ilk kitapta incelenen Büyük Selçukluların bir uzantısı durumundaki Türkiye Selçuklularının tarihsel varlığına tahsis edilmiştir. Hitap kitlesi başta sosyal bilimler üzerinde çalışan ilim adamları ve öğrenciler olmak üzere, tarihin ve aktüalitenin kökenlerini ihtiva eden bir çalışma, mevcut sosyal, siyasal, ekonomik ve dinsel yapıların anlaşılabilmesi için temel öneme sahip bir referans kaynağı, güncelin üzerinde yükselmekte olduğu mutlak sacayak olduğunun bilincindeki herkes olan metin, okuyucuyu, Türkiye tarihinin başlangıç noktasına götürmeyi amaçlamaktadır. Kuşkusuz bir diğer amacı da bu alandaki incelemelerin artmasına vesile teşkil etmek olan çalışmada, biçimsel anlamda ilk kitapta takip edilen yöntem izlenmiş; birinci bölümde Türkiye Selçuklularının siyasal tarihi, ikinci bölümde siyasal iktidarın yapısı, üçüncü bölümde ise incelenen dönemin Anadolusu’ndaki sosyal ve ekonomik hayat üzerinde durulmuştur. Osmanlı’dan Önce Onlar Vardı: Türkiye Selçukluları’nın kaleme alınma aşamasında ve sonrasında, örneğin müsveddelerin okunması, yazım yanlışlarının düzeltilmesi ya da Selçuklu tarihi ile ilgili kimi tartışmalı meseleler üzerine mütalaa edilmesi gibi hususlarda görüş ve önerilerini bizimle paylaşan değerli dostlarımız ve meslektaşlarımız Prof. Dr. Cüneyt Kanat, Doç. Dr. Yusuf Ayönü, Doç. Dr. Cahit Telci ve Devrim Burçak’a teşekkürü borç biliriz.
Mehmet ERSAN
Mustafa ALİCAN
19 Şubat 2013
GİRİŞ
İmparator Romanos Diogenes’in, tarihin en büyük yenilgilerinden birini yaşadığı 1071 tarihli Malazgirt Savaşı ile Bizanslıların elCezîre’nin batı sınırlarında durdurmuş olduğu Müslüman ilerleyişi karşısındaki direnişini sona erdiren Selçuklular, savaşın hemen ardından Anadolu içlerine ilerleyen beyler vasıtasıyla kısa sürede bölgenin batı ûclarına kadar ulaşmışlardı. Nitekim Malazgirt’in üzerinden henüz on yıl bile geçmeden en önemli Bizans merkezlerinden biri olan İznik düştü; birkaç yıl sonra da hakkında pek fazla biyografik malumatın bulunmadığı Çaka Bey tarafından İzmir bölgesinde bağımsız bir beylik kuruldu.
Bu şekilde, Selçuklu öncesi dönemin Müslüman iktidarları tarafından yalnızca gazâ akınları düzenlenmekle yetinilen Anadolu toprakları, Selçukluların başlattığı bu yeni dönemde Türk-İslâm âlemine dâhil edilmeye başlandı. Müslümanlar tarafından Selçuklu öncesi dönemde de Bizans topraklarına gazâlar yapılmasına rağmen, bu gazâlar genellikle askerî ve ekonomik amaçlarla gerçekleştiriliyor, Bizans ile Müslümanlar arasında mevcut bulunan siyasi durum korunuyordu. Örneğin, Ankara havalisine ya da Anadolu’nun sair kesimlerine kadar uzanan, hatta birkaç kez İstanbul’un kuşatılması ile de sonuçlanan akınlar esnasında iskân amacı güdülmemiş, pek çoğu Bizans akınlarına misilleme olarak düzenlenen bu gazâlar sırasında esir ve ganimet alınmakla yetinilmişti. Bununla birlikte, sürecin bundan farklı biçimde işlemesi de mümkün değildi. Nihayetinde Müslüman hâkimler, Orta Asya’dan gelen önemsiz sayıda konargöçer Türkmen ve Arap Yarımadası’ndan el-Cezîre’ye göç eden Arap toplulukları ile sayıları sürekli olarak artsa da, muayyen bir nüfusa hükmediyorlardı ve fethedilecek yeni alanların elde tutulabilmesi için elzem olan insan kaynağı henüz mevcut değildi. Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya akan Türkmenlerin durumu ise farklıydı.
Bunlar, Türk tarihinin en kadim olgularından biri olan göç sonucu sürekli hareket hâlinde olan konar-göçer toplulukların, daha önce Selçukluların Maveraünnehr ve Horasan bölgelerine gelişinde de etkisi bulunan hareketlilikleri sonucunda yoğun bir biçimde Yakındoğu’ya akmakta olan kalabalık Türkmen gruplarına mensuptular. Hayvanlarını besleyecekleri verimli otlakların, yurt tutacakları bereketli toprakların peşindeydiler. Büyük Selçuklu sultanları tarafından da Anadolu’ya gazâ akınları düzenlemek ve buralardaki topraklarda yurt tutmak üzere teşvik edilen bu Türkmenler, ganimet alıp geri dönmek için değil, ganimetini aldıkları topraklara yerleşmek için gazâ ediyorlardı. Nitekim kısa sürede büyük bir başarı elde ederek Anadolu’nun batı ûclarına kadar ulaşabilmelerinin temel nedenini bu noktada aramak gerekir.
Malazgirt Savaşı’ndan sonra hız kazanan Anadolu’nun fethi sürecinde İznik’i ele geçirenler, önce amcasının oğlu Tuğrul Bey’e, daha sonra da Sultan Alparslan’a karşı hâkimiyet mücadelesine giren, fakat başarılı olamayan Selçuklu hanedan mensuplarından Kutalmış’ın oğlu Süleymanşah ile kardeşleri ve bunların idaresi altında bulunan Türkmenlerdi. Büyük Selçuklular, Maveraünnehr ve Horasan havalisinden Mısır sınırlarına kadar uzanan geniş coğrafyada hüküm sürerken, sultan unvanını kullanmaya başlayan Süleymanşah’ın önderliğindeki bu Türkmenler, İznik’te bağımsızlıklarını ilan ederek yeni bir devletin, Türkiye Selçuklu Devleti’nin temellerini attılar.
İstanbul’un burnunun dibinde kurulan bu yeni Selçuklu devleti, I. Haçlı Seferi esnasında başkentini kaybederek siyasal bir buhran içerisine sürüklense de, yeni başkent olarak belirlediği Konya’ya çekilerek kısa süre içerisinde eskisinden daha güçlü bir biçimde organize olmayı başardı. Başta Bizans İmparatorluğu ile Büyük Selçuklular olmak üzere, hâkim olduğu Anadolu coğrafyasının doğu ve batı sınırlarında hüküm süren siyasi iktidarlara varlığını kabul ettirmekte zorlanmayan Sultan Süleymanşah’ın torunları, en güçlü dönemlerinde Güney Marmara’dan Adalar Denizi ve Akdeniz kıyılarına, Karadeniz sahillerinden Suriye sınırlarına kadar uzanan coğrafyada hüküm sürdüler. Moğollar tarafından tâbiiyet altına alınıp bağımsızlıklarını yitirecekleri 1243 yılına kadar Anadolu’nun siyasal yapısı üzerinde belirleyici olup yarımadanın Türkleşmesi ve buna paralel bir biçimde İslâmlaşması sürecinde çok temel ve belirleyici bir rol oynadılar. Türkiye Selçukluları, özellikle devletin kuruluş dönemlerinde Büyük Selçukluların Suriye ve Irak’taki idari temsilcileri ile egemenlik çatışmasına girmiş olmakla birlikte, nihayet Selçukluların bir uzantısıydılar.
Selçukluların İslâm dinini kabul etmelerinden sonra oluşan Sünnî İslâm üzerine kurulu Selçuklu din ve siyaset anlayışını sürdürmüş, bu anlayışın Anadolu coğrafyasına hâkim kılınmasında önemli rol oynamışlardı. Nitekim bu anlayış çerçevesinde yeni bir sosyal ve siyasal dönüşüm süreci geçiren Anadolu, Türkiye Selçukluları döneminde bir Türk ve Müslüman yurdu hâline gelmiş; Selçuklu imzası taşıyan dönüşüm sürecini, özellikle Moğol istilasından sonraki yoğun göç dalgaları ile kuşkuya yer bırakmayacak bir şekilde tamamlamıştı. Bir başka deyişle, Türkiye Selçukluları, üzerinde yaşamakta olduğumuz Anadolu coğrafyasının genel anlamıyla Müslüman Türklerin yaşadığı bir İslâm ülkesi hâline gelmesini sağlamışlardı. Anadolu’nun sosyal, siyasal ve dinsel dönüşüm sürecinin başlangıç noktasında yer alan Türkiye Selçukluları, kendilerinden sonra Anadolu’da hâkim olacak Türk beylikleri ile birlikte, Anadolu Türk tarihinin kırılma noktalarından birinde yer almışlardır. Onlar, Anadolu Türklerinin büyük ölçüde yerleşik hayata uyum sağlamaları, dinî yaşamın kentsel pratikleri ile daha derinden temas kurmaya başlamaları, ticaret ve tarımsal faaliyetlerle meşgul olan yerleşik, şehirli bir toplum hâline gelmelerinde çok temel bir rol ifa etmişlerdir. Tarihsel ve coğrafi varoluşları itibarıyla Türkiye Selçuklularında İran coğrafyasındaki Büyük Selçuklulardan daha güçlü bir biçimde temayüz ettiğini bildiğimiz bu özellik, aynı zamanda bu iki Selçuklu devleti arasında bir tür sosyolojik devamlılık ilişkisi olduğunu da açık biçimde ortaya koymaktadır. Öte yandan Bizans’ın Selçukluları durdurma ve Anadolu’dan sürme yönündeki çabaları sonuçsuz kalmış, Haçlı Seferleri vasıtasıyla Selçuklu varlığına son verme düşüncesi başarısız olmuş; son olarak 1176 yılında Myriokephalon’da Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan’ın Bizans İmparatoru karşısında elde ettiği ezici galibiyet, Anadolu’daki Selçuklu/Türk egemenliğini tescil eden bir gelişme olmuştur.
Türkiye Selçuklu tarihi, XV. yüzyılda bir cihan devleti hâline gelerek Avrupa içlerine kadar uzanan bir egemenlik alanı inşa edecek olan Osmanlıların meydana geldiği sosyal, siyasal ve kültürel havzanın oluşumundaki katkısı açısından son derece önemli bir döneme tekabül eder. Türkiye Selçuklularının hâkimiyet döneminde Anadolu’da üretilmiş tarihsel ve sosyokültürel miras, onlardan sonra Osmanlıların eliyle Balkanlara geçmiş, Edirne’den Viyana’ya kadar uzanan geniş sahada siyasal bir etki alanı meydana getirmiş, İstanbul’un fethi ve köklü Bizans İmparatorluğu’nun tarihe intikaline zemin hazırlamış, Orta Avrupa’dan Afrika’ya ve Arabistan Yarımadası’na kadar uzanan bir alanda hüküm süren İstanbul merkezli bir cihan devletinin inşa edilmesini sağlamıştır. Büyük Selçuklular ile başlayan ve Anadolu’nun doğusuna kadar yayılan Müslüman Türklerin siyasi etkinliği, Türkiye Selçukluları ile Anadolu’nun batı ûclarına, Osmanlılar ile de Avrupa içlerine kadar uzanmıştır.
Bu çerçeveden bakıldığında, Selçuk Bey’in Cend’e göç etmesi ile başlayan Selçuklu yükselişi ile Büyük Selçukluların Ortadoğu hâkimiyeti, önce Türkiye Selçuklularının, ardından da Türkmen beyliklerinin Anadolu’yu bir yandan Türkleştirirken, diğer yandan İslâmlaştırmaları ve nihai olarak Osmanlıların yükselişi arasında bir devamlılık ilişkisi olduğunu söylemekte bir sakınca yoktur. Yine bu perspektife göre, Anadolu’nun tarihsel anlamda Türkiye hâline gelmesi de bu süreçte gerçekleşmiştir.
Dolayısıyla,günümüzde modern Türk siyasetinin ve toplumunun karşı karşıya olduğu sorunların çözülebilmesi için söz konusu dönemin derinlikli bir biçimde analiz edilmesi gerektiği ortadadır. Günümüzde Türkiye olarak isimlendirilen sahanın ve bu sahada mevcut bulunan sosyal, siyasal, kültürel ve dinsel sorunların tarihsel temelleri, Anadolu’nun Türkiye hâline gelme sürecinde belirleyici aktör olarak tarihteki yerini alan Türkiye Selçuklularının tarihsel serencamında yatmakta olduğundan, tarihsel köklerinden beslenen yeni ve büyük bir Türkiye’nin inşası sürecinde üstesinden gelinmesi gereken sosyal, siyasal ve kültürel sorunların çözümü için Türkiye Selçuklu tarihinin iyi incelenmesi gerekir.
Anadolu’da Sünnî İslâm anlayışının kökleşmesi, başta Alevîlik olmak üzere gayrisünnî olduğu düşünülen çeşitli dinsel kavrayışların kökenleri, kimi çevreler tarafından şu ya da bu nedenle veya niyetle modern Türk siyasetinin oluşum sürecinde bir sorun olarak temayüz ettirilmeye çalışılan sosyal problemlerin tarihsel mahiyetleri gibi hususlar Türkiye Selçuklularının hâkimiyet dönemi ve coğrafyası üzerinden okunduğunda daha açık bir hâle gelecek, sosyal ve siyasal sorunların hangi ölçüde gerçek, hangi ölçüde “imal edilmiş” yapılar olduğu daha açık şekilde ortaya çıkacaktır. Kökleri unutulmuş ya da göz ardı edilmiş bir geçmişte bulunan sorunların çözülmesi pek mümkün değildir. Osmanlı’dan Önce Onlar Vardı: Türkiye Selçukluları, modern Türkiye tarihinin başlangıç noktası olan Türkiye Selçuklularını genel bir tarihsel çerçeve içerisinde ele alan bir çalışma olarak, gerek Osmanlı öncesi dönemin Müslüman Türklerin tarihi üzerindeki belirleyici etkisine, gerek Osmanlı mirasının neşvünema bulduğu siyasal ve sosyokültürel ortama bir ışık düşürmek amacıyla kaleme alınmıştır. Bir giriş niteliğinde olan bu metinden, Türk münevverinin dikkatini Türkiye Selçuklu tarihine çekmesi, yeni sosyal, siyasal ve kültürel bakış açılarının oluşumuna katkı sağlaması beklenmektedir. Umulur ki, maksat hâsıl olsun!
I. BÖLÜM
SİYASAL TARİH
TÜRKİYE SELÇUKLULARININ KÖKENİ
ve
TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞLARI
Türkiye Selçukluları kimdir?
Türkiye Selçukluları, Cend bölgesine göç etmesiyle birlikte siyasal bir kimlik edinen Selçuklu ailesinin atası Selçuk Bey’in beş oğlundan biri ve Büyük Selçuklu Devleti’nin kurucusu Tuğrul Bey’in amcası olan Arslan Yabgu’nun soyundan gelen koludur. Selçuk Bey’in ölümünden sonra ailenin reisliğini üstlenen Arslan Yabgu’nun oğlunun, önce amcasının oğlu Tuğrul Bey’e, ardından da Sultan Alparslan’a karşı sürdürdüğü hanedan içi egemenlik mücadelesi ve hayatını kaybeden Kutalmış’ın oğlu Gazi Süleymanşah’ın Anadolu’ya gelmesi, Türkiye Selçuklularının bölgenin siyasal haritasına dâhil olma sürecinin de başlangıcını oluşturmuştur. Şöyle söyleyelim: Malazgirt Savaşı’nın ardından yoğun Türkmen göçünün yaşandığı Anadolu Yarımadası’nda yürütülen fetih faaliyetleri çerçevesinde Kuzeybatı Anadolu’ya gelerek yeni bir Selçuklu devletinin, “Türkiye Selçuklu Devleti”nin kurulmasını sağlayan Selçuklulara, Türkiye Selçukluları denilmektedir.
Gazi Süleymanşah tarafından kurulan Selçuklu Devleti için hem “Anadolu Selçuklu Devleti” hem de “Türkiye Selçuklu Devleti” tabirleri kullanılıyor. Bu iki ifadeden hangisi, neden daha doğrudur?
Selçuklu ailesinin bir kolu tarafından XI. yüzyılın son çeyreğinde Kuzeybatı Anadolu’da kurulmuş olan devlet için bu iki ismin de kullanıldığı doğrudur. Bize göre bu husus, her şeyden önce araştırmacıların “tarihsel” olanın isimlendirilmesi noktasında öteden beri yaşadıkları zorluğun bir yansıması olarak görülmelidir. Bir diğer ifadeyle bu durum, tarihsel olanı kavrayabilmek için gerekli olan isimlendirme, tasnif ve belki de dönemlendirme gibi teknik aygıtların kullanılma biçimiyle ilişkilidir. Bununla birlikte, tarihsel olanı isimlendirme biçimimiz bakış açımızla da ilgili bir husus olduğu için, konu üzerinde biraz durmak gerekir. Öncelikle şu noktanın altı çizilmelidir ki, konu üzerinde çalışma yapan araştırmacıların bakış açılarına göre kimi zaman “Anadolu Selçukluları”, kimi zaman da “Türkiye Selçukluları” ismiyle andıkları bu devletin mensupları, kendileri için söz konusu isimlerden hiçbirini kullanmamışlardır.
Bazı İslâm kaynaklarında, kuşkusuz, vaktiyle Roma İmparatorluğu’nun hâkim olduğu ve Müslümanlar tarafından Rum ülkesi (İklîm-i Rûm) olarak anılan topraklarda kurulmuş ve hüküm sürmüş olduklarından dolayı “Rum Selçukluları” olarak isimlendirilen Türkiye Selçuklularından kaynaklarda genellikle Benî Selçuk, Âl-i Selçuk ve Selçukiyân gibi isimlerle söz edilmektedir. Bu terimler, Selçuklular ve Selçukoğulları anlamlarına gelmektedir. Modern araştırmacıların Türkiye Selçuklularını isimlendirmeye dönük tercihlerindeki farklılığın nedeni, muhtemelen “Türkiye” ismi ile ilgili mülahazalardır. Bu ismin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmî ismi olarak kullanılmaya başlanmasıyla birlikte ortaya çıktığı düşüncesine sahip olanlar, yaşamakta olduğumuz coğrafyayı isimlendirmek için tarihsel anlamda kullanımı çok daha gerilere uzanan Anadolu (Anatolia) kelimesini kullanmanın, coğrafi bir tanımlama biçimi olarak daha doğru olacağını düşünmüş; dolayısıyla Türkiye Selçuklularına, hâkim oldukları coğrafyadan hareketle “Anadolu Selçukluları” demenin uygun olduğu sonucuna ulaşmış olmalıdırlar. Fakat bu tür bir akıl yürütme biçiminin, coğrafi ve siyasal isimlendirme şekilleri arasındaki farkı göz ardı etmesi bir tarafa, meseleyi çözümleme noktasında bizi nihai bir yargıya ulaştırmadığının altını çizmemiz gerekir. Yunanca “doğu” anlamındaki “anatolê” kelimesi Türkçeye “Anadolu” şeklinde geçmiştir.
İlk kez M.S. III. yüzyılda kullanılan Anadolu tabiri,VII. yüzyılda Bizans İmparatoru Heraklios (610-641) tarafından kurulan üç themadan birinin adı olarak karşımıza çıkmaktadır. Anatolikon theması Afyon, Isparta, Konya, Kayseri ve Mersin’in dâhil olduğu geniş bölgeyi içine almakta olup, askerî bir bölgeye işaret eden bir terim olarak kullanılmıştır. Bu kullanım biçimiyle “Anadolu” kelimesi, belirli bir merkeze işaret etmekte, muayyen bir noktanın “doğusu” için kullanılmaktadır. Tarihsel kullanımı açısından “Anadolu” kelimesinin işaret etmiş olduğu “Doğu”, Türkiye Selçuklularının merkeze alındığı bir coğrafyayı tanımlama noktasında yetersiz olmasının yanında, söz konusu devletin egemenlik alanı açısından yaklaşıldığında işaret ettiği coğrafya bakımından da bizi tatmin edecek bir tekabüliyete sahip değildir. Türkiye Selçukluları ifadesi, kanaatimize göre “Rum Selçukluları”nı tanımlamak için en uygun ifadedir. Çünkü bu ifadedeki merkezî kavram olarak “Türkiye” kelimesi, Selçukluların gelişiyle birlikte bölgenin aldığı biçimi, “hâline geldiği şeyi”, özellikle Adalar Denizi sahillerinden Güneydoğu Anadolu bölgesine kadar uzanan coğrafyanın edindiği siyasal kimliği en doğru şekilde vurgulayan kelimedir. İçinde yaşamakta olduğumuz coğrafya için kullanıldığına ilk kez Haçlı kaynaklarında şahit olduğumuz “Türkiye” ismi, sanıldığının aksine “modern” bir terim değildir. Türklerin siyasal faaliyetlerine paralel olarak VI. yüzyılda Orta Asya, IX-X. yüzyılda Karadeniz’in kuzeyi, XIII-XV. yüzyıllarda Mısır ve Suriye, XII. yüzyıldan itibaren de Anadolu için kullanılan bir terimdir. Diğer “Türkiye”lerden de anlaşıldığı gibi, kelime temel anlamda siyasal bir içeriğe sahiptir. Dolayısıyla siyasal etkinlikleri açısından değerlendirildiğinde, “Rum Selçukluları” için “Türkiye Selçukluları” ifadesini kullanmak en doğru tanımlama biçimi olacaktır.
Türkiye Selçuklu Devleti’nin kurucusu ve ilk sultanı Gazi
Süleymanşah’ın Anadolu’ya gelmeden önceki hayatı
hakkında bilgi verebilir misiniz?
Tarihsel kayıtlar, Kutalmışoğlu Süleymanşah’ın el-Cezîre bölgesindeki gazâ faaliyetlerinden önce nerede bulunduğu ve nelerle meşgul olduğu hakkında bilgi vermezler. Bundan dolayı, onun daha önceki hayatı hakkında ancak tahminlerde bulunabiliriz. İlk Selçuklu sultanı Tuğrul Bey’in son zamanlarında, babası Arslan Yabgu’nun hanedan içerisindeki konumundan dolayı Selçuklu tahtında hak iddia ederek isyan eden Kutalmış’ın, 1064 yılının başında Damegan’da Alparslan ile giriştiği savaşta mağlup olup hayatını kaybetmesi esnasında muhtemelen oğlu Süleymanşah da onun yanındaydı. Bu sıralarda kaç yaşında olduğu hakkında herhangi bir bilgiye sahip olmamakla birlikte, kaynaklarda kendisinden söz edilmemesinden, çok genç olduğu yönünde bir tahminde bulunabiliriz. Öte yandan, Sultan Alparslan’ın Kutalmış’ın oğullarını öldürmek istediği, veziri Nizamülmülk’ün ise “hanedana uğursuzluk getireceği” gerekçesiyle buna karşı çıktığı şeklindeki kaydın yanı sıra; Süleymanşah ile kardeşlerinin tarihsel faaliyetlerinin kaynaklarda Sultan’ın ölümünden sonra yer almasından hareketle, Kutalmışoğullarının, Sultan Alparslan’ın yaşamı boyunca sürekli bir biçimde “gözetim altında tutuldukları”, bir tür hapis hayatı yaşadıkları sonucu çıkarılabilir.
Süleymanşah Anadolu’ya ne zaman ve nasıl gelmiştir?
Süleymanşah’ın Anadolu’ya ne zaman ve ne şekilde geldiği hususu, tıpkı buraya gelmeden önceki hayatı gibi tartışmalıdır. Dönemin kaynaklarında mevcut olan bilgiler, Kutalmışoğlu Süleymanşah ile kardeşlerinin Anadolu’ya geliş zamanı ve şekli konusunda kesin bir fikir edinebilmemizi sağlayacak açıklıkta değildir. Öncelikle bu noktanın altını çizelim. Bununla birlikte, meselenin belirsizliği, üzerinde fikir yürütülmesine engel değildir. 1070’li yılların ortasında Kuzeybatı Anadolu’da Türkiye Selçuklu Devleti’ni kuran Süleymanşah’ın Anadolu’ya gelişini açıklama girişimi olarak, kuşkusuz kaynaklarda yer alan kayıtlardan hareketle, Selçuklu tarihçileri tarafından işaret edilen üç farklı rivayet vardır.
Söz konusu rivayetlerin ilki, Süleymanşah ile kardeşlerinin Anadolu’ya gelişini Malazgirt Savaşı’ndan sonraya tarihlemektedir. Buna göre Süleymanşah, ağabeyi Mansur ile birlikte Sultan Alparslan’ın komutası altında Malazgirt Savaşı’na katılarak büyük faydalar sağlamış; savaştan sonra beylerine Anadolu’yu fethetme emri veren Sultan, burada hüküm sürme hakkını da yaklaşık yedi yıl önce saltanat iddiasında bulunup başkaldıran ve fakat giriştiği mücadelenin sonucunda hayatını kaybeden babasının kuzeni Kutalmış’ın ahfadına vermiştir. Kutalmış’ın isyanı ve öldürülmesine atıfta bulunan ikinci rivayet, kendisinin Anadolu’ya gelişini daha erken bir döneme tarihlemektedir.
Buna göre, Kutalmış’ı mağlup ederek saltanat makamı için tehdit olmaktan çıkartan Sultan Alparslan, gelecekte taht iddiasıyla ortaya çıkma ihtimallerini düşünerek onun oğullarını da öldürtmek istemiş, ancak veziri Nizamülmülk’ün bunun hanedan için uğursuzluk vesilesi olacağı yönündeki uyarısından sonra niyetinden vazgeçerek onları Anadolu’ya sürmüştür. Böyle yapmakla muhtemelen onlardan bütünüyle kurtulacağını düşünmüş, fetihle meşgul olarak düşmana zarar vereceklerini ya da gazâ esnasında şehit düşerek etkisiz hâle geleceklerini hesaplamıştır. Süleymanşah ile kardeşlerinin Anadolu’ya gelişleri ve bunun zamanı ile ilgili üçüncü ve son rivayet, Sultan Alparslan’ın şehit edilmesinden hemen sonraki bir zaman dilimine göndermede bulunur. Bu rivayete bakılırsa Süleymanşah ile kardeşleri, Sultan’ın vefatından sonra kaçarak ya da yeni sultan Melikşah tarafından sürülerek, 1073 dolaylarında el-Cezîre bölgesine gelmiş ve bölgede bulunan Türkmen gruplarıyla temas kurarak onların liderliğine soyunmuşlardır.
Süleymanşah’ın kardeşleri ve faaliyetleri hakkında neler
söylenebilir?
Süleymanşah’ın, Anadolu’ya Mansur, Alp İlig ve Devlet isimlerini taşıyan üç kardeşi ile birlikte geldiği, kardeşlerin birbirlerinden bağımsız Türkmen gruplarının başında Bizans topraklarına akınlar düzenlediği anlaşılıyor. Bununla birlikte, söz konusu akınların ne kadar süre devam ettiği ya da mahiyetlerinin ne olduğu gibi hususlarda elimizde yeterli bilgi mevcut değildir. Öte yandan, Süleymanşah ve kardeşleri ile ilgili olarak kaynaklarda bulunan bilgilerde, zamanla ve etkinliklerinin belirginleşmesine paralel olarak bir artış ve netleşme görülmektedir. Buna göre, bir süre elCezîre havalisinde, Urfa ve Birecik bölgelerinde akınlarda bulunan kardeşlerden Süleymanşah ile Mansur birlikte hareket etmeye başlamış, ismen zikredilmeseler de konu ile alakalı kayıtlardan anlaşıldığı üzere diğerleri güneye inerek Şam bölgesindeki Türkmen faaliyetlerine dâhil olmuşlardır.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Tarih
- Kitap AdıTürkiye Selçukluları
- Sayfa Sayısı256
- YazarMehmet Ersan -Mustafa Alican
- ISBN9786050833171
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviTimaş Tarih / 2020