Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Yıldızların Tembelliği
Yıldızların Tembelliği

Yıldızların Tembelliği

Behiç Ak

“Benim de sorunum buydu işte, olmam gereken şeyi olmayı beceremiyordum bir türlü. Yanımda temizlikçi çalıştırsam, kısa sürede onun yanında çalışan biri haline dönüşüyor; gözaltına…

“Benim de sorunum buydu işte, olmam gereken şeyi olmayı beceremiyordum bir türlü. Yanımda temizlikçi çalıştırsam, kısa sürede onun yanında çalışan biri haline dönüşüyor; gözaltına alınan arkadaşımı kurtarmaya çalışırken gözaltına alınıyor; hırsız benden para çalsa, kendimi para çalan hırsız gibi hissediyordum…”

Behiç Ak, hem komik hem de dramatik olabilen öykülerinde okuru hafızanın labirentlerinde dolaştırıyor. Gizli mizahı, etkili felsefesiyle birbirine eklemlenen, öykü sanatının sıradışı örneklerinden oluşan kitap, normalle saçma arasında gidip gelen yaşamlara ayna tutuyor. Sıradan olanın şaşırtıcı ve sarsıcı da olabileceğini gösterirken, gerçeklerden yola çıkıyor, onları çarpıtıyor, tersyüz ediyor. Bazen absürd, bazen komik bir duygunun izini süren sayfaların arasında astronomideki Yıldızların Tembelliği Yasası göz kırpıyor: “Her yıldız en tembel olduğu durumunu korur ve o sınırlar içinde hareket eder.”

 

Kim Olduğunu Bir Türlü Hatırlayamadığım Adam

Kış günü, Kadıköy vapurunda karşılaştık. İçinde, kıvrılmış eskiz kâğıtları, plastik T cetveli ve çeşitli gönyeler olan bir nay- lon torba taşıyordu. “Merhaba,” dedim. “Nasılsın?” “Sorma, çok sıkıldım,” diye cevap verdi. “Artık bu işi yapmayacağım.” “Hangi işi?” diye sordum. “İnşaat mühendisliğini,” dedi. Onu epeydir tanıyordum ama, ne yalan söyleyeyim, inşaat mühendisi olduğunu bilmiyordum. Üzerime vazifeymiş gibi, “Saçmalama, inşaat mühendisliği bırakılır mı? Ne de olsa mesleğin…” diye devam ettim. Aslında, işini bırakıp başka işe başlaması umurumda bile değildi. Ayrıca, bu devirde bilgisayar yerine hâlâ T cetveli ve gönye kullanarak mühendislik yapmaya çalışanların hiç şansı yoktu. “Aman olmaz olsun böyle meslek!” diye devam etti. “Bi- liyorsun karate çalışmalarımı oldukça aksattı. Onun yüzünden karateyi bıraktım. Oysa, devam etseydim…”

kinliğiydi. ‘Hapisten tünel kazıp da kaçacak birine benziyor mu?’ diye düşündüm. Kısa, kirpi dikeni saçları, siyah dalgın gözlerine inat, ısrarla geriye doğru taranmıştı. “Türkiye şampiyonu olup da yurtdışında üçüncü eleme- ye kadar yükselen iki judocudan biriyim ben,” diyerek, o da bana baktı. Judo da nereden çıkmıştı şimdi? Kesin atıyordu. Türkiye şampiyonu olduğunu sanmıyordum. Belli ki bana kendini satmaya çalışıyordu.

Konuyu değiştirmeye karar vererek, “Ev Kadıköy’de mi?” diye sordum. Gülümsedi ve cevap vermedi. “Neden güldün?” diye sordum. “Geçen gün Rafet Amca’yla senin kulaklarını epey çınlattık.” “Rafet Amca’yla mı? O da kim?” “Babanla… Biliyorsun, ben onların üst katında oturuyorum.” Babamların üst katında oturduğunu biliyormuş gibi ya- pıp, devam ettim. “Ne konuştunuz?” “Senin çok dalgın olduğunu söyledi bana, ben de ona, ‘Sa- natçılar dalgın olur,’ dedim.

O da bana, ‘Ama sen öyle değilsin,’ dedi.” “Sen ne dedin?” “‘Dansçılar farklıdır. Biz bedenlerimizin her tarafını kul- landığımız için çok dikkatliyiz,’ dedim. Benim bir zamanlar bale yaptığımı biliyorsun, değil mi?” “Çok şaşırdım,” dedim. “Neye şaşırdın?” “Senin karate yaptığını inan bilmiyordum.” Cebinden üstünde, “Judo ve Karate Federasyonu” yazılı bir kart çıkardı. Dedim ya, aslında beni hiç ilgilendirmiyordu. Ama yine de karttaki vesikalık fotoğrafına gözucuyla baktım. Fotoğraftaki görüntü, şimdiki haline pek benzemiyordu. Saçları sıfır numara kesilmiş, soluk yüzlü, ondan on kilo da- ha zayıf biri vardı fotoğrafta. “Bursa cezaevindeyken çektirmiştim bu fotoğrafı.

Gırgır olsun diye arada kullanıyorum.” “A, hapiste mi yattın sen?” Şimdi hatırlamadığım bir rakam söyledi. Sanırım söyle- diği, “Binbeşyüzyirmiikiliklerdenim ben,” gibiydi. “Binbeşyüzyirmiikiliklerdensin ha?” diye o rakamı tekrar ettim. “Evet biliyorsun, idamla yargılandık biz.” Bindörtyüzikilikleri duymuştum da, binbeşyüzyirmiikilikleri bilmiyordum. Ama biliyormuş gibi davrandım. “Kaç yıl kaldın?” “Altı ay falan.” “Sonra serbest mi bırakıldın?” “Yok canım, hatırlasana Melih Şahin’in öldürüldüğü B2 tüneli hikâyesini.” “Evet,” dedim. Ama doğrusu, Melih Şahin’in kim olduğu- nu bilmiyordum. B2 tüneli nedir, onu da bilmiyordum. “Ben o tünelden ilk partide kaçanlardanım.

Sonra biliyorsun, o malum aftan yararlandım.” “Haa, şimdi anladım,” dedim. Kartı nazikçe elimden aldı. Cüzdanına özenle yerleştirdi. Her zaman çok şık ve kibardı. Bir yere yetişmeye çalışmadan, yavaş yavaş konuşuyor, karşısındakini de kendi havasına sokuyordu. Aslında takdir ettiğim bir huyu varsa, o da bu sakinliğiydi. ‘Hapisten tünel kazıp da kaçacak birine benziyor mu?’ diye düşündüm. Kısa, kirpi dikeni saçları, siyah dalgın gözlerine inat, ısrarla geriye doğru taranmıştı. “Türkiye şampiyonu olup da yurtdışında üçüncü elemeye kadar yükselen iki judocudan biriyim ben,” diyerek, o da bana baktı. Judo da nereden çıkmıştı şimdi? Kesin atıyordu. Türkiye şampiyonu olduğunu sanmıyordum. Belli ki bana kendini satmaya çalışıyordu.

Konuyu değiştirmeye karar vererek, “Ev Kadıköy’de mi?” diye sordum. Gülümsedi ve cevap vermedi. “Neden güldün?” diye sordum. “Geçen gün Rafet Amca’yla senin kulaklarını epey çınlat- tık.” “Rafet Amca’yla mı? O da kim?” “Babanla… Biliyorsun, ben onların üst katında oturuyo- rum.” Babamların üst katında oturduğunu biliyormuş gibi ya- pıp, devam ettim. “Ne konuştunuz?” “Senin çok dalgın olduğunu söyledi bana, ben de ona, ‘Sanatçılar dalgın olur,’ dedim. O da bana, ‘Ama sen öyle değilsin,’ dedi.” “Sen ne dedin?” “‘Dansçılar farklıdır. Biz bedenlerimizin her tarafını kullandığımız için çok dikkatliyiz,’ dedim. Benim bir zamanlar bale yaptığımı biliyorsun, değil mi?”

“Evet,” der gibi başımı salladım. Bu adamdan paçayı kurtarmalıydım. Yoksa, gençliğimde Avustralya’daki mektup ar- kadaşıma sıktıklarıma benzer palavraları dinlemek zorun- da kalacaktım. Allah’tan vapur iskeleye yanaşmıştı. “Benim kalkmam lazım, bir yere yetişmeliyim de,” deyip izin istedim. “Acele etmene gerek yok, daha var,” dedi. “Nasıl yani?” “Ertuğrul’un konseri beşte. Saat daha üç on beş.” “Oraya gittiğimi nereden biliyorsun?” diye sordum merakla.

“Ben de oraya gidiyorum,” diye cevap verdi. “Biliyorsun, ben Ertuğrul’un abisiyim.” Aniden, şaşırdığımı belli etmeye karar verdim. Ayıp olu- yordu. Artık bir şeylere de şaşırsam iyi olacaktı. “Ciddi misin?” diye sordum. “Bunu ilk defa duyuyorum.” “Biliyor musun, şaşırmana hiç şaşırmadım,” dedi. “Çün- kü insanlar genelde bizi ayrı ayrı gördüklerinden kardeş ol- duğumuzu pek bilmezler.” Vapurdan indiğimizde, Kadıköy Meydanı’nın her zaman- kinden daha kalabalık olduğunu fark ettim. Kendi kendime, ‘Demek Ertuğrul’un abisi ha!’ diye düşünürken yanımıza bir polis geldi. “Beyefendi, lütfen yan taraftan.” “Ne oldu ki?” “Görmüyor musunuz? Yangın var.” Gerçekten de postanenin arkasından dumanlar yükseli- yordu. “Yanan yer neresi?” “İlaç deposu.”

Kadıköy’ün bu bölgesini, çocukluğumun ve ilkgençlik yıllarımın geçtiği yer olduğundan iyi biliyordum. “İstersen, ara sokaklardan kestirmeden gidebiliriz,” dedim. Güldü. “Benim daha iyi bir önerim var,” dedi, “yolu hafifçe uzatacağız ama, vaktimiz var. Uzun Hafız Sokağı’ndan, havranın içinden geçerek, Yeldeğirmeni’ne, oradan da Altıyol’a inebiliriz.” Yeldeğirmeni çocukluğumun geçtiği mahalleydi. Açıkçası, artık çok gerilerde bıraktığım, okey masalarının başında pinekleyen çocukluk arkadaşlarımla karşılaşmayı hiç istemiyordum. Ayrıca, onların çocukluğundan hiç farkı olmayan kendi çocukluğumla da karşılaşmak istemiyordum. Ama ne yazık ki, çok zayıf bir insanımdır.

Böyle ısrarcı tiplerin yanın- da isteklerimi eyleme dönüştürmem imkânsızdır benim. He- men yönetimleri altına giriveririm. Cevabımı beklemeden hızlı adımlarla Uzun Hafız Sokağı’na doğru yürüyen arkadaşımı istemeye istemeye takip et- meye başladım. Vücuduna o zamana kadar hiç dikkat etmemiştim. Gövdesi güçlü, kolları oldukça kaslıydı. Önüne çıkan geniş su birikintisini tek hamlede uçarak geçerken, “bir zamanlar bale yaptığının” doğru olabileceğini düşündüm. Peşinden onu takip ediyor ve vücudunun hareketlerinden, kimi zaman karateci, kimi zaman inşaat mühendisi, kimi zaman da bir balet olduğuna dair ipuçları çıkarmaya çalışıyordum. Gülerek bana döndü. “Çılgın bir fikrim var,” dedi. “Ne gibi?” dedim.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Öykü
  • Kitap AdıYıldızların Tembelliği
  • Sayfa Sayısı192
  • YazarBehiç Ak
  • ISBN9786256915190
  • Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
  • YayıneviGünışığı Kitaplığı / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Albayın Fotoğrafı ~ Eugène IonescoAlbayın Fotoğrafı

    Albayın Fotoğrafı

    Eugène Ionesco

    Gergedan, Kel Şarkıcı, Gönüllü Katil gibi tiyatro oyunlarıyla absürt tiyatronun öncülerinden ve çağdaş edebiyatın uyumsuz temsilcilerinden sayılan Eugène Ionesco’dan bir öyküler toplamı: Albayın Fotoğrafı....

  2. Şu Yağmur Bir Yağsa ~ Kâmil ErdemŞu Yağmur Bir Yağsa

    Şu Yağmur Bir Yağsa

    Kâmil Erdem

    Şu Yağmur Bir Yağsa tam da umutsuzluğun, iç hesaplaşmanın, bocalamanın ya da tökezlemenin içinde yeşeren umudu resmediyor. Eksiğini, olumsuzunu, kötüsünü görmeye aşina gözlerin tam...

  3. Hayatımızın Bir Günü ~ Mihail BulgakovHayatımızın Bir Günü

    Hayatımızın Bir Günü

    Mihail Bulgakov

    Devrimin etkilerinin sıcağı sıcağına hissedildiği Rusya’da gazetelerde ve dergilerde yayımladığı anlatılarda Bulgakov, bazen anekdotlardan, bazen güncel haberlerden, bazense kendi hayal gücünden yola çıkarak değişmekte...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur