Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Otoparktaki Yabancı
Otoparktaki Yabancı

Otoparktaki Yabancı

Abdulvahid Coşkun

“Her şey özünde çok basittir; nefes almak basittir, aşk basittir; bir tırtıl için dönüşüm basittir. Basitlik doğadadır. Bu basitliklerin kapsamı, geleneksel kelimeler ve ifadelerle…

“Her şey özünde çok basittir; nefes almak basittir, aşk basittir; bir tırtıl için dönüşüm basittir. Basitlik doğadadır. Bu basitliklerin kapsamı, geleneksel kelimeler ve ifadelerle anlatılamayacak kadar geniştir ve bu da açıklanmalarını zorlaştırır. Basit, açıklanmak için değil, deneyimlenmek içindir.”

Bir ofis çalışanının dikkatini, her gün otoparkta oturan bir adam çeker. Kendine Sanrılı Keşiş diyen bu adamla tanışır; keşişin hikâyeleri ona görünürde anlamsız bir çaba olan yaşamın altındaki katmanlarda nelerin saklı olabileceğine dair bir kapı açar. Sanrılı Keşişin öğretileri beyindeki “normal” düşünce yollarını devre dışı bırakmayı, kişinin zihninde engin, merak uyandıran ve yanıtsız sorular oluşturmayı amaçlar. Bu, insanın mümkün olduğuna inandığının ötesinde bir dünyaya davettir…

İçindekiler

Önsöz / Keşişle Nasıl Tanıştım …………………………………………………11
Sanrılı Keşişin Okuma Öğütleri…………………………………………………15
Sanrılı Keşişin Hikâyesi …………………………………………………………….17
Bir Otoimmün Bozukluğu …………………………………………………………19
Doğuştan Gelen Ücretsiz Bilet …………………………………………………..21
İnsan Olmanın Sonuçları……………………………………………………………22
Hayatın Anlamını Aramak………………………………………………………..24
Daralan Anlamlar ……………………………………………………………………..26
Ay Yılı 1415 ……………………………………………………………………………….28
Hayatın Amacına Dair Bir Denklem Aramak…………………………….30
Sanrılı Keşişin Hikâyesi …………………………………………………………….32
Motivasyon Yokluğu…………………………………………………………………36
Bir Çöl Çadırı…………………………………………………………………………….39
Bir Teist, Bir Ateist ve Özgür Bir Düşünce…………………………………41
İçsel Bir Yolculuk ………………………………………………………………………45
Genç Bir Adam ve Bir El Hareketi……………………………………………..47
Gelecek Vaat Eden Bir Sanatçı …………………………………………………..49
Bir İllüzyon………………………………………………………………………………..51
Çayırda Bir Çocuk……………………………………………………………………..54
Orak…………………………………………………………………………………………..57
Bir Tereddüt Anı ……………………………………………………………………….59
Çok Fazla Söz…………………………………………………………………………….62
Numeroloji ………………………………………………………………………………..64
İnanca Dair………………………………………………………………………………..65
Bir Kuşun Hikâyesi……………………………………………………………………66
İçsel Bir Diyalog ………………………………………………………………………..68
Yoktan Var Olan Alevler……………………………………………………………71
Gözlemci……………………………………………………………………………………74
Ay yılı 1432………………………………………………………………………………..76
Bir Periye Dair…………………………………………………………………………..80
Karaktere Dair…………………………………………………………………………..81
Kendi Kendine…………………………………………………………………………..82
Hedef Olmadan…………………………………………………………………………86
Yolda …………………………………………………………………………………………88
Bir Karpuzun Günlüğü ……………………………………………………………..90
Rölantide Çalışan Motor……………………………………………………………92
Sanrılı Keşişin Hikâyesi …………………………………………………………….94
Aşağı …………………………………………………………………………………………97
İhtiyaca Dair…………………………………………………………………………….101
Labirent……………………………………………………………………………………102
Değişim …………………………………………………………………………………..104
Aşkın Toplamı İçin Bir Denklem ……………………………………………..109
Ben Kimim?……………………………………………………………………………..111
Sonsöz ……………………………………………………………………………………..117

Önsöz
Keşişle Nasıl Tanıştım

“Keşiş” olarak tanıdığım o sıra dışı adamın öğretilerini kavradıktan sonra uzay-zaman sürekliliğinde onunla tanışıklığımı anlatmak ilginç geliyor. Çok güzel bir yılın, çok güzel bir ayının, çok güzel bir günüydü. Yaz sonuydu. Baharın rengârenk çiçeklerinin arasından yayılan sıcaklıkla donatılmış o sabah işe yürüyordum. Yıllardır aynı yerde çalışmama rağmen ofise yürümenin güzelliğini ancak o sabah anlayabilmiştim. Kendi kendime, muhteşem esinti, muhteşem sıcaklık, sabahın muhteşem ışığı, diye düşünüyordum.

Bu duyusal yürüme deneyimine teslim olmuşken gözlerim ofis binasını çevreleyen otoparkın köşesindeki adama sabitlendi. İlginçtir ki, başta pek de ilgilenmediğim bu adamı arka arkaya her sabah aynı köşede görmeye başlamıştım. Öğleye kadar orada kalıyor, sonra aniden gözden kayboluyordu; ne gelişini ne de gidişini görüyordum. Ofiste onun evsiz, suçlu, hatta hem evsiz hem de suçlu olabileceğine dair söylentiler dolaşmaya başlamıştı. Kimse onun kim olduğunu bilmese de bir şey çok açıktı: Otoparkta otururken hiçbir şey yapmıyordu.

O dingin haliyle uzaktan, bakışlarının odağını belirleyemediğiniz, düşünen bir heykele benziyordu. Çok geçmeden, yaz mevsiminin hareketli günleri güz yaprakları gibi birer birer bizi terk etti. Şimdi geriye dönüp baktığımda, çevremizdeki anlamlı şeyleri ne kadar kolay gözden kaçırdığımızı, sıra dışı olana ne kadar kolay alıştığımızı anlıyorum. Güz çoktan gelmişti ancak otoparkın köşesindeki adam için ne kimse bir şey yapmıştı ne de ona bir şey olmuştu. Bir gün öğle yemeği çizelgeme yanlışlıkla iki sipariş eklediğimi fark ettim. Otoparktaki adamı yemek yerken hiç görmediğim için fazla yemeği ona vermek geçti aklımdan. Ama yemeği ona nasıl vereceğim konusu beni biraz kaygılandırdı. Yanına gidip, “Buyur” mu diyecektim?

Önce yemek isteyip istemediğini mi sormalıydım, yoksa tabağı yanına bırakıp hiçbir şey söylemeden gitmeli miydim? Bu tatlı kaygıma karışan görece heyecanım bana ölen sevgilimle ilk randevuma giderken neler hissettiğimi hatırlattı. Eşim, tanıdığım en sevgi dolu, en şefkatli insan, sadece birkaç yıl önce, ansızın dünyadaki yaşamın ötesine bir yolculuğa çıkmıştı. Otoparktaki adamı ziyaret etmeyi düşünürken yeni âşık olduğum zamanlardaki gibi içimde kelebeklerin uçuştuğu hissine kapıldım. Binanın içinde elimde yemekle beklerken, bir pencereden doğruca otoparkta oturan adama baktım.

Yüzünü henüz net görememiştim. Birazdan gidip o gizemli yabancıyla konuşacağım için böyle heyecanlandığımı düşünerek kendimi rahatlatmaya çalıştım ama yine de tam anlamıyla rahatlayamamıştım. Her şeye rağmen dışarı çıktım ve kendimi, iki gözü kapalı adama elimde yemekle şu sözleri söylerken buldum: “Merhaba,” dedim ve kekeleyerek ismimi söyledim. “Yemek ister misin?” İki göz açıldı; biri bana baktı, diğeri içime. Bakışları beni delip geçerken karşı konulmaz bir huzur ve sükûnet dalgasının içimi sardığını hissettim. Çıplak mıydım? Hafiflemiş miydim? Üzerimdeki yükten mi kurtulmuştum? Kendimle ilgili bildiğim her şeyi bir anda unuttum. Aynı anda nasıl hem en güçlü hem de merhametsiz hissedilebilirdi?

“Merhaba,” dedi, “sana ismimi söylemek isterdim ama ben yalan söylemem. Yemek isterim. Teşekkürler.” Başını eğip gözlerini yere indirdi. Bense yemeği önüne bırakıp öylece bekledim. Ne yapacağımı bilmiyordum; orada beklerken kendimi tuhaf hissetsem de halimden memnundum. Adam bir şeyler mırıldanıp ekmekten bir ısırık aldığı sırada benim neden yemediğimi merak ettiğini düşündüm. O an buranın yemek yemek için iyi bir yer olduğuna karar verdim ve ben de otoparka oturup ekmeğimden bir ısırık aldım. “Burada ne yapıyorsun? Yaz boyunca burada oturmaktan başka bir şey yaptığını görmedim. Kim olduğunu yalansız söyleyemez misin?” diye sordum.

Sorumu onaylamış gibiydi. “Şehirden geçiyordum ve öğle yemeğimi burada yemem söylendi. Ben de oturdum ve çok geçmeden, işte buradasın, bana öğle yemeğimi getirdin. Teşekkür ederim! Sana kim olduğumu yalansız söyleyemem ama uzak diyarlarda bana nasıl seslendiklerini söyleyebilirim. Oralarda bana sanrılı keşiş derler.” O an haykırdım: “Vay canına! Bir keşiş, hem de sanrılı! Nasıl yani?” Yanıtladı: “Çünkü bana öğle yemeğimi verenin Tanrı olduğunu görüyorum.” Bu söz karşısında yüzümün hafif bir şüpheyle ekşimeye, alnımınsa kırışmaya meyillendiğini fark ettim ama aynı zamanda hayrete de düştüm. Ben bu “keşişi” yaz boyunca yemek yemek şöyle dursun, neredeyse hiç hareket etmeden, tıpkı bir heykel gibi otururken görmüştüm sadece. İddiasını zihnimde çürütme girişimim boşa çıktı, söylediklerine tümüyle inanıyor göründüğü için ona öğle yemeğini veren Tanrı olduğum fikrine ben de inanmaya başladım. Bir an için akıl ve mantık anlayışımı kaybettim ve ofiste, adamın muhtemelen evsiz ve suçlu biri olduğu sonucuna varıldığını unuttum. Adam bana Tanrı’nın kendisine hizmet ettiğini söylüyordu ve onun bu inancı zihnimin baştaki kınayıcı tavrını bastırıyordu.

“Ne demek istiyorsun?” diye sormak isterken onun yerine kendimi, “Ah, ne güzel! Ama artık işime dönmeliyim,” derken buldum ve bulanık zihnimle oradan ayrıldım. Ertesi gün önce adamın yanına gitmem gerektiğini düşündüm ama sonra ayaklarım beni otoparktan uzaklaştırdı ve orada olduğunu bildiğim halde bütün haftayı onu görmeden geçirdim. Dört gün sonra, cuma günü yanına gitmekten kendimi alamadım; hafta boyunca aklıma takılan bir şeyi ona söylemek istiyordum.

Ona söylemek istediğim şeyi kendime söyleyebilirsem rahatlayacağımı düşündüm ama ne söylemek istediğimi bilmiyordum. Böylece onu, sırf merakımdan ziyaret etmek istediğime kendimi ikna ettim. Yanına gittim ve onu yemek yerken gördüm. O an hayal görüp görmediğimi merak ettim, çünkü bana, hafta başında ona verdiğim ekmekten ikinci ısırığını alıyormuş gibi görünüyordu, ama ekmek birkaç günlük olamayacak kadar tazeydi. Mantığım onun aynı ekmek olduğunu kesinlikle reddediyordu. Oturdum, bu defa özel bir sorum yoktu. Aslına bakarsanız aklımda hiç soru yoktu. Hatta birdenbire, neden soru sorulması gerektiğine bile anlam veremez hale geldim! Kafamın içindeki sis kurumuştu sanki. Oturdum, böyle bir netlikten bihaber, sadece şunu söyleyebildim: “Anlat hadi.”

Sanrılı Keşişin
Okuma Öğütleri

1 Her şeyi kendi ismiyle, gerçek ismiyle oku, senin ona verdiğin ya da uydurduğun bir isimle değil.
2 Kitabın her satırına isyan et, her biriyle mücadele et, hepsinden şüphe et ve onları sorgula. Ancak o zaman gerçekten
okumaya başlayabilirsin.
3 Cümlelerin sürekliliği seni yanıltmasın; kelimeler akıyor
ama harfler durağan.
4 Satırları, satır aralarını, satırların ötesini oku; okurken içsel
bir konuşma yaptığını fark et.
5 Daha fazla yardıma ihtiyaç duyarsan yürüyüşe çık veya bulutlara bak, ardından bir numaralı öğüdü tekrar oku.

Sanrılı Keşişin Hikâyesi

“Herkesi ve her şeyi okuyabildiğimi fark ettim ve ne yapabiliyorsam onu yaptım: Okudum; o zamanlar henüz bir kitabın harflerini okuyamasam bile.” Bir şeyi öğrenip o konuda uzmanlaştığında muhteşem bir duygunun tadına varırsın ve bir konuda iyi olmanın verdiği tatmini hissedersin. Bu durum aynı konuda gittikçe daha iyi olma eğilimini beraberinde getirebilir. Yeterince öğrendiğinde, konuyla ilgili deneyimini derinleştirmek keyiflidir.

Ancak bu keyifli, deneyimli ve anlık tatmin olma durumu, başka şeyler deneme olasılığını, yine başlangıç düzeyine dönüp bir dizi yeni beceri edinmen gerekeceğinden engelleyebilir. İnsanlığın kodlarında, vücudun ve zihnin belirli algoritmalarla çalışmasını sağlayan gizli şifrelemeler bulunur. Sonsuz sayıda algoritma olması da muhtemeldir. Bir algoritmanın nasıl çalıştığıyla ilgili süreci anladıktan sonra o an olup bitenler üzerinde daha hassas bir güç elde edebilir, algoritmanın sürecine ve sonuçlarına zincirleme tepki vermek yerine karar verme konusunda net bir zihne sahip olabiliriz. Kodlar üzerine çalıştığımızın farkına varmamız bizi algoritmaların sınırlarından yine de kurtarmaz; peki sen bu bilgiyle ne yapacaksın?

Okumaya dönelim: Okumak sürekli bir veri akışı getirdiğinden yönetici beynin okunan şeye odaklanması nispeten daha kolaydır. Keşiş için her şey okunabilirdi; bir bakış, sıra dışı bir alışkanlık, bir kas seğirmesi… Her şey yaşam sayfasının başka bir satırını oluşturuyordu ve o da hevesle okuyordu. Yine de, bir konuda daha iyi olmak tehlikeli olabilir. Başarılı bir eylemin ardından duyulan tatmin patlaması, eylemin içsel yanlışlarını gizleyebilir. Bazı insanlar, konfor alanlarından çıkıp yeni bir şey yapmaya niyetlendiğinde kazanılmış becerileri kapsamında kendilerini güvende hissedebilirler, ancak bu durum, yeni faaliyetlere girişmeleri konusunda biraz endişe yaratabilir.

Ama işler değişir ve biz öğreniriz; bu durumda seçmekte özgür müyüz? Kararlarımızı nasıl veriyoruz? Okumak, okunan şeyin doğru okunup okunmadığını onaylayacak herhangi bir mekanizma olmadığı için tek yönlü bir bilgi akışıdır. Okuduğunuz şeyin ne olduğunu kendinize kanıtlamanın pek çok küçük yolu olduğundan, kendinizi dışarıda olup biteni okuyan ve içeride anlam çıkarmaya çalışan bir dış merceğe hapsolmuş halde bulabilirsiniz.

“Parlak yıldızların son izlerini gizlemeleri için gün doğumunun ufuk çizgisinden sürülmüş minik bulutları okuyordum. Sabah rüzgârının yumuşak dokunuşunu… Nefes aldığımı hissedebiliyordum ve ilgimi çeken tek aktivite buydu. Nefesimin her yönden içeri ve dışarı akışını hissediyordum. Nefes almaya çalışmıyordum, aslında hiçbir şey yapmaya çalışmıyordum. Sadece nefes alıyordum. “Nefesimin akışı oldum ve bedenimde dolaştım, Mideden göğse uçtum, güneşle birlikte doğduğumu hissettim.

Enseden uçtum, omurgadan aşağı kaydım ve tıpkı toprak gibi sabit duran kalça kemiklerine kondum. Nefes alırken, bir girdap karnıma saplandı; nefes verdim, girdap içimde spiral çizdi ve yıldızlardan ayrı olmadığımı anladım. Kollarıma ve bacaklarıma uçtum, el parmak uçlarından, ayak parmak uçlarından…

Ama uçlar yoktu! Ellerimin ve ayaklarımın arasından uzandım, evren gibi hızlandım ve genişledim. Nefesimi dışarı verdiğimde boğazıma saplandım. Durgun bir suydu, daha ağırdı, akıntı bulanık, vıcık vıcık ve yoğundu. Boğazımdan kafama kadar yükseldi, bulutluydu… “Sadece nefes alıp verdiğimi duyuyorum, sadece çözülen bulutları…” Bir şeyler çözülüyordu… Berrak değildi ama çok bulanık da değildi… Sis perdesi dağılmaya başlayınca keşiş zihnindeki okuyan göze dönüştü (ya da hep öyle olduğunu fark etti) ve açıyı 180 derece döndürdü. Okuma merceğini kendine yönlendirdi. Okuma eylemi içsel ve öznel yönden güvenilir bir geri bildirim döngüsünü ilk defa sunuyordu. En sevdiği okuma etkinliği ilginç bir şekil almıştı. Kendini ilk okuduğunda tek yönlü okumanın oldukça gelişmiş bir varsayımlar sistemini kapsadığını fark etti.

Bir Otoimmün Bozukluğu

Gecenin gökyüzünü, kumaşı çıplak göze görünmeyen, yıldızlardan bir battaniyeyle kapladığı bir zamandı. Bunaltıcı yaz sıcaklarını uzak tutan koca koca kayalarla inşa edilmiş beyaz bir ev vardı burada. Nazikçe içeriye davet edildim ve bana ikramlarda bulunuldu. Bilmediğim baharatlarla süslenmiş, en iyi zeytinyağına ve bala batırılıp tabakta öylece bekleyen birkaç zeytin beni masaya çağırdı. Tabağın yanında limon dilimleri vardı; limon damlaları karışıma damlamaya can atıyor, birkaç parça ekmek de daldırılmaya hazır bekliyordu.

Bazı otlar düzensiz kar taneleri gibi tabağın üzerine serpiştirilmişti. Yağın, balın, limonun ve otların ekmekle girdap oluşturmasını izlemekten keyif aldım. Bu arada o da hayranlığımı, özellikle muhtaçlara karşı ne kadar sabırlı ve cömert olduğunu gizleyen uzun bıyıklarının ardından izliyordu. Varoluşumuzun tek kanıtının zihnimizde yattığını söyledi bana. “Zihin, varlığımızın farkında olmamızı sağlayan sistemin kendisidir. Düşüncelerimiz, hislerimiz, duygularımız ve inançlarımız tümüyle zihnimizde depolanır ve onun tarafından yönetilir.

Zihnin tam faaliyet alanı, insanların şu an anlayabileceğinden muhtemelen çok daha karmaşıktır. Bununla birlikte benim,onu kendi bağlantı kablolarını kullanarak derinlemesine keşfetme fırsatım oldu. Bana göre zihnin ilk görevlerinden biri kendini tanımlamaktır. Bu kendini tanımlama süreci bir tür tatmin sağladığında, tanımlanmış benliği koruma savaşı başlar ve keşif korumaya dönüşebilir.

Benlik tanımlanmış benliğin korunmasına böyle bir yatırım yaptıktan sonra mevcut tanımlamayı sabitlemek için normlar yaratıp önlemler alarak üstel kapasitesini unutma eğilimi gösterir. Seçilen eylemlerin teması, ödüllendirilmiş benliği sürdürmek adına, kendini sorgulama ve meraktan, mevcut arzuları sürdürme ve rahatlatmaya dönüşür. Bu kendini tanımlama süreci önemli olduğu kadar, kişinin yaşadığı her acının da tohumudur. Benliği gerçekte olduğu şeyin dışında tanımladığımızda zihin kendi kendisiyle savaşmaya başlar…” Ben ona baktığımda o pencereden dışarı baktı. Birkaç söz daha söylemesi için duyduğum arzu, onun sessiz bakışlarıyla sarmalandı.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Kişisel Gelişim
  • Kitap AdıOtoparktaki Yabancı
  • Sayfa Sayısı120
  • YazarAbdulvahid Coşkun
  • ISBN9786256417120
  • Boyutlar, Kapak13.7 x 21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviDoğan Novus / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur