Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Puro
Puro

Puro

Deniz Gürsoy

“Bu kitabı puro konusunda merakı olanlara rehber olması, bir ‘tanışma kitabı’ işlevi görmesi için yazdım, okuyup bitirince puro profesörü olamayacaksınız. Kitap tasarlanırken puroyu seven…

“Bu kitabı puro konusunda merakı olanlara rehber olması, bir ‘tanışma kitabı’ işlevi görmesi için yazdım, okuyup bitirince puro profesörü olamayacaksınız. Kitap tasarlanırken puroyu seven kişilere zaten seçmiş oldukları yeni yaşam tarzıyla ilgili temel bilgileri aktarmak amaçlanmıştır. Puro içmeyi özendirmek kesinlikle amacımız değildir. Kitapta el sarımı purolara, puro kültürüne ve purolu hayat tarzının anlatımına daha fazla yer verilmiştir.

İstedim ki gittikçe daha hızlanan ve karmaşıklaşan iş yaşamından kendimize binbir zorlukla ayırabildiğimiz özel anlarda benim çektiğim acemilikleri okuyucular çekmesin. Bilgi eksikliğinden, yol yordam bilmemekten dolayı komik duruma düşmesin. Özellikle yabancılarla çalışan işadamlarımız için bu çok önemli.

Şimdi size bir önerim olacak. Yakın bir puro. Puro kitabı en iyi puro içerken okunur. Puronuz yandı mı? Bu arada ben de size özendim ve yaktım puromu. Çekin bir nefes. Ben de çekiyorum. Artık sizinle küllük kardeşi olduk. İyi okumalar.”

Deniz Gürsoy’un Tespih, Parmak Uçlarındaki Huzur ve Nargile, Bir Nefes Keyif adlı kitaplarıyla birlikte bir üçleme oluşturan Puro, Mavi Dumandaki Lezzet hem puroseverlere hem de hayatın keyfini sürenlere zevkli bir okuma sunuyor.

İÇİNDEKİLER

önsöz / 7
giriş / 13
tütünün batıya yolculuğu / 19
puronun tarihi / 27
hasattan kutuya / 45
aksesuarlar / 53
puro seremonisi / 59
dumanın tadı / 73
puro ülkeleri / 83
puro çeşitleri ve seçiminiz / 91
yemek/puro/içki / 103
bir yaşam stili olarak puro / 109
havana puro ebatları / 117
puro ile ilgili adresler / 120
web siteleri / 123
puro sözlükçesi / 124
kaynakça / 133

önsöz

Bundan dört ya da beş yıl önce olmalı. Mevsim kış. İstanbul Kemer Country’de, Orman Evi’nde yediğimiz bir akşam yemeği sonrasında golf kulübünün barına gidip deri kaplamalı bir berjer koltuğa yerleştim. Oturduğum köşeden baktığımda mevsimin ilk karının yağmaya başlamış olduğunu görmek, içimi üşütmüş olmalı ki barmene bir Macallan viski söyledim. Amacım bu nefis single malt viski içimi ısıtırken, fazla kaçırmış olduğum akşam yemeğini de hazmetmek. O sırada kapı açıldı ve Fransız dostum Jerome Marrel, sırtındaki kar tanelerini eliyle silkeleyerek içeri girdi. Paltosunu vestiyere astıktan sonra gelip yanımdaki koltuğa kendini âdeta bırakıverdi. Yorgun olduğu her halinden belli oluyordu. Barmene Fransız aksanıyla konuştuğu kırık Türkçe’siyle “Erzamankinden” dedi. Onun her zamanki dediği, Remy Martin marka konyak. Her akşam yatmadan evvel iki tek içmezse uyku tutmadığını söylüyor. İçkilerimiz geldiğinde Jerome ceketinin sol iç cebinden bir deri puro saklama kılıfı çıkarıp içinden iki puro aldı ve birini bana uzattı.

İşte benim o gün başlayıp bugüne kadar gelen ve umarım bu dünyayı usulca terk edinceye kadar da sürecek olan puro tutkum böyle başladı. Önceleri bir aşinalık olarak gelişen bu ilişki zaman içerisinde bir sevdaya dönüştü. Eşim purokolik olduğumu iddia etse de kulak asmayın ona. Dumanı içime çekmiyorum… Bu bir. Beş gün iyi puro olmasın, ağzıma başka purolar değdirmiyorum… Bu da iki. Demek ki ben “kolik” değilim. Ama puroyla aramda bir “sevda” olabilir. Bunu inkâr etmem mümkün değil. Şimdi biz tekrar golf kulübündeki geceye dönelim. Jerome ne yaparsa ben de onu yapıyorum, çünkü bu benim ilk puro içişim. Acemiliğimi belli etmemeliyim, mahcup olmamalıyım.

Elimdeki puronun bir servet değerinde olduğunu biliyorum. Yurtdışı seyahati dönüşümde ısmarlamış olduğu bu puroyu, Paris havaalanındaki gümrüksüz mağazadan kaça aldığımı hatırladığımda hâlâ şok geçiriyorum. Onun için bu nadide puroyu ya reddetmeliyim ya da heder etmeden keyfine vararak içmeliyim. Ben ikincisini seçtim. İyi ki de seçimim o yönde olmuş, hayatım o geceden sonra renklendi ve puro, yaşamıma değişik huzur anlarını soktu. Dediğim gibi, Jerome ne yaparsa ben de onu yapıyorum. Puroyu baş ve işaret parmaklarımın arasında birkaç tur döndürdükten sonra kokladım. Mis gibi kokuyor. Sanki tütün yaprağını brendiye yatırıp bekletmişler. Öylesine hoş bir koku alıyorum ki purodan. Sonra Jerome cebinden sarı metal bir alet çıkarıp purosunu âdeta giyotinliyor ve aleti bana uzatıyor. Ben de onun puroyu neresinden sünnet ettiğini dikkatle izlemiş olduğumdan, o civarda bir hizadan puromu keserek, aleti Jerome’a iade ediyorum. Bu arada Jerome ömrümde gördüğüm en uzun kibriti çıkarmış purosunu çevire çevire yakıyor.

Aynı ateşle ben de benzer uzaklıkta tutarak çevire çevire yakıyorum puromu. Bu arada içkilerimizi önümüzdeki sehpaya usulca bırakıyor barmen. Tabii yanına ufak çerez dolu bir çanak koymayı da ihmal etmiyor. Benim viskimin yanında bir bardak su getirmeyi de unutmamış. Helal olsun ona. Bir gece bar tenha, ben de kukumav kuşu gibi yalnız başımayken, ona malt viskinin rayihasını dışarı bırakması için içine birkaç damla su damlatılması gerektiğini öğretmek amacıyla bir bardak su istemiştim. Bu metodu ben de İskoçya’da bir barda öğrenmiştim. İşaret parmağımı suya daldırıp viskinin üzerine getirerek beher seferinde ikişer damladan iki seferde dört damla akıtıvermiştim viskimin içine.

Yine aynı seremoniyi tekrar edip viskimi hafif yağmura tuttum. Şimdi biraz beklemeli ki viski, içindeki gizemi üç beş su damlasıyla dansederek açığa çıkarsın. Bu arada puromdan -yakma aşamasındaki nefeslerim sayılmazsa- ilk huzur nefesimi alıyorum ve birdenbire dünyam değişiyor. Birkaç nefes sonra etrafımdaki renkleri görüyor ve önüme bakınca da viskimi bitirmiş olduğumu fark ediyorum. Viskiyi tazelettiriyorum. Jerome bu arada bir şeyler anlatmaya devam ediyor ama dinleyen kim? Ben zevkten dört köşe olmuşum. Bir elimde puro olduğu sürece, umurumda mı dünya!

Biz o gece tam bir buçuk saat sohbet etmişiz. Muhabbet tereyağ gibi kaymış gitmiş ama gelin görün ki “konu neydi?” hatırlamıyorum. Puro beni efsunladı herhalde. İşte o gece bir puro kitabı yazmaya karar verdim. Her halde bir Cohiba ile üç kadeh Macallan bir araya gelince böylesine cesaret, hatta cüret oluşuveriyor insanda. Ertesi gün yatağımdan kalktığımda aldığım kararın beni ne kadar zor bir yola sevkettiğini anladım ama işe de koyulmuştum. Bu dönüşü olmayan yolda engelleri aşarak ilerlemek serüven dolu ve dolayısıyla da heyecanlı oldu. İlk durağım Londra’ydı, sonra onu Cenevre takip etti. Hızımı alamamış olmalıyım ki bir gün bir de baktım Küba’dayım.

Küba’yı ziyaretimde ilk kanaatim şu oldu: Adamlar en iyi purolarını ihraç ettikleri için genellikle ikinci kalite puroları kendileri içiyorlar. Türkiye’nin narenciye diyarı olan Finike’ye gittiğimde manavlarda ya çok küçük ya da çok büyük portakallara rastlamam gibi. Manava nedenini sorduğumda “Standart ölçüde olanlarını ihraç ediyoruz, bunlar elek altı olanlar abi” cevabını almıştım. En büyük zorluk da bu konuyla ilgili yazılı kaynak bulmakta oldu. Türkçe yayımlanmış tek tük puro kitabı bulabildim. Bu kitap için bu kadar seyahat yapmamın nedeni budur, çünkü kaynak az olunca yabancı yayınları taramak ve yerinde gözlem yapmak şart oldu. Bu kitabı puro konusuna merakı olanlara rehber olması, bir “tanışma kitabı” işlevi görmesi için yazdım,okuyup bitirince puro profesörü olamayacaksınız. Kitap tasarlanırken puroyu seven kişilere zaten seçmiş oldukları yeni yaşam tarzıyla ilgili temel bilgileri aktarmak amaçlanmıştır.

Puro içmeyi özendirmek kesinlikle amacımız değildir. Kitapta el sarımı iyi purolara, puro kültürüne ve purolu hayat tarzının anlatımına daha fazla yer verilmiştir. İstedim ki gittikçe daha hızlanan ve karmaşıklaşan iş yaşamından kendimize binbir zorlukla ayırabildiğimiz özel anlarda benim çektiğim acemilikleri okuyucular hiç çekmesin. Bilgi eksikliğinden, yol yordam bilmemekten dolayı komik duruma düşmesin. Özellikle yabancılarla çalışan işadamlarımız için bu çok önemli. Yabancıların çoğu kendi kültürlerini bildiğiniz oranda size daha yakın davranıyorlar. Şimdi size diğer sayfalara geçmeden bir önerim olacak. Yakın bir puro. Puro kitabı en iyi puro içerken okunur. Eğer puronuz corona ya da daha büyük ebatta ise, o zaman elinizdeki kitabı iki ya da üç puro içimlik zamanda okuyabilirsiniz. Puronuz yandı mı? Bu arada ben de size özendim ve yaktım puromu. Çekin bir nefes. Ben de çekiyorum. Artık sizinle küllük kardeşi olduk. İyi okumalar.

A. Deniz Gürsoy
İstanbul, Aralık 2008

giriş

“Nâzım, sana tütün ve tespih yolluyorum.”
Semiha Berksoy

Cenab Şahabettin’e göre vaktiyle Avrupa, Amerika’ya viskiyi hediye etmişti. Amerika da Avrupa’nın bu hediyesine tütünle karşılık vermekte gecikmedi. Tütünün dumanını yuttuk, tozunu burnumuza çektik, yaprağını çiğnedik, zehirlendik de zehirlendik ve buna keyif deyip çıkıverdik işin içinden. Bu zehir Avrupa’ya ilk geldiğinde ona “tobako” denildi. Biz bu sözcüğü aldık, sigarayı koyduğumuz kutunun adı olarak kullandık. Tabaka dedik bu kutuya. Sonra baktık içtiğimiz şeyin dumanı var ve tütüyor. Ona da “tütün” dediğimizi kaydettikten sonra ünlü yazar şöyle devam ediyor: “Tütün hatırı için çubuk, nargile, ağızlık icad olundu ve tütün sebebiyle Reji zengin ve tiryakiler fakir oldu.” Reji, Osmanlının son dönemlerinde tütün tekelini elinde bulunduran yabancı bir kuruluştur. Tütün tiryakiliğiyle halkın fakirleştiğini tespit eden yazar, tütünün yılan gibi sinsi sinsi toplumu zehirlediğini aşağıdaki anekdotu aktararak anlatmaya çalışıyor:

“İsrail kavminin ileri gelenlerinden biri bir gün bir leyleğin gagasından bir yılanı kurtarmış, kurtarılan yılan o İsrailli’ye ‘Ya beni öldür, yahut senin beni kurtaran elini sokacağım’ demiş. İsrailli, ‘Ben hayatını kurtardığım canlıyı kendim öldürmem!’ cevabını verince yılan kendisini kurtaran eli ısırmış… İsrailli yarayı emmiş ve emdiği zehiri yere tükürmüş. Bu tükürük biraz sonra yapraklanarak ve çimlenerek bitki olmuş ki işte tütün bitkisi bu imiş. Yılan gibi sinsi, zehirli ve nankör olması buradan gelirmiş.” Cenab Şahabettin’in yaşadığı dönemden bu yana bir yüzyıldan fazla zaman geçti ama yılanın zehiri hâlâ iş başında. Zamanımızda da bir yandan tütünün zararları anlatılmaya devam edilirken diğer yandan da tütün mamüllerinin ambalajları neredeyse on metreden dahi okunabilecek büyüklükte ölüm tehditleriyle dolu.

Bununla da yetinilmiyor, 1997 yılından itibaren tütün içme yasağı toplu taşıtlardan başlayarak kamuya açık her yere, ofislere ve hatta restoranlara kadar yaygınlaşıyor. Ama nafile, insanoğlu dumandan aldığı zevki, dumanın vereceği zararlara tercih ediyor. Tütün içicisi tütün içme biçimini değiştiriyor, ancak tüttürmekten vazgeçmiyor. Tütün tüketim biçiminin bir tarzdan diğerine geçmesinde eskiden savaşların rolü büyük olurdu. Örneğin puro kullanımı Napolyon savaşlarıyla Avrupa’da yaygınlaşmıştır. Kırım savaşı ve takiben Birinci Dünya Savaşı da sigaranın yaygınlaşmasına damgasını vurmuştur. Bu defa da sigara içenler üzerinde oluşan baskılar eskiden savaşların tütüne yaptığını yapıyor. Sigara üzerindeki baskılar arttığı oranda gençler nargileye, orta yaş ve üzerindekiler ise puroya rağbeti artırıyorlar. Puroya 1990’lı yıllardan bu yana büyük bir dönüş başladı. Bunu puro imalatçılarının satışlarındaki artış kanıtlıyor. İmalatçılar dışarıda içemeyenlerin evde rahatlıkla duman altı olabilmelerine bağlıyorlar bu gelişmeyi.

Bu görüşe göre, “Madem ki dışarıda sigara tellendiremiyorum, bari evimde puro tüttüreyim!” tepkisi puro tüketimini artırmaktadır. Puroya talebin diğer tetikçisi ise sigaranın kâğıdı. O kadar yazılıp çizildi ki sigaranın kâğıdının yandığında dumana salıverdiği partiküllerin insanın sağlığına zararı, tütün tiryakisi, kâğıda sarılı olmayan tütünü zararsız olarak görmeye başladı. 17. ve 18. yüzyılların yaygın tütün kullanım biçimi pipo içmekti. On sekizinci yüzyılın sonunda pipo tahtını puroya bıraktı. On dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar puro baş tacı edildi. Taa ki sigaranın imalatı başlayıncaya kadar. Sonra sigara aldı sazı eline ve günümüze kadar bir numaralı tütün mamulü olma özelliğini sürdürdü.

Bu evrim gündelik yaşamın gittikçe hızlanması ve insanların kendisine ayırdığı zamanın azalmasıyla ilgilidir. Sevinç Çokum şöyle anlatıyor: “…Eskiden mandolin çalarken beni dinlerdiniz. Ağır ağır geçerdi zaman sofralar kurulurken; bir güvercin sebilde yıkanır gibi. Kimsenin acelesi yoktu. Dinlerdiniz beni. Gün ışığı dahi bir oyalanırdı pencerelerde,halılarda, insan yüzlerinde; acelesi yoktu. Bahçelerden balkonlardan geçerdi eteklerini sürüyüp şarkılarla. Yaprakların gidesi yoktu teşrinlerde. Yarenlik ederlerdi yol kenarlarında…”

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Aşkın İlacı Çikolata ~ Deniz GürsoyAşkın İlacı Çikolata

    Aşkın İlacı Çikolata

    Deniz Gürsoy

    Çikolata ile aşk öteden beri birbirinden ayrılmaz bir ikili hâlinde gezinir yeryüzünde. Aşkın ikiz kardeşi olan acılarla titreyen bir yüzü çikolata güldürür ancak. Kimi...

  2. Baharat ve Güç ~ Deniz GürsoyBaharat ve Güç

    Baharat ve Güç

    Deniz Gürsoy

    “Bir varmış bir yokmuş… Deve tellal iken, pire hammal iken ve ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, develerin hörgücüne asılı keçi kılından yapılmış...

  3. Son İntikam ~ Deniz GürsoySon İntikam

    Son İntikam

    Deniz Gürsoy

    Babasını katletmiş olan eski anarşist, yeni iş adamı Bedir’den intikamını almış ve onu tek kurşunla eşek cennetine göndermişti. O eylem ilk intikamıydı. Sonra ikinci...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. İkinci Waliz ~ Küçük İskenderİkinci Waliz

    İkinci Waliz

    Küçük İskender

    Yolumda ilerliyorum. Waliz’im kamaşıyor. Karanlığın Işıltısı gözlerimi alıyor. Bir sevdaya içini dökmek olmasın şelale Waliz’in ikincisindeyiz. küçük İskender’in şiirle, anılarla, düşüncelerle ördüğü, sürdürdüğü bir...

  2. Uyanışlar ~ Oliver SacksUyanışlar

    Uyanışlar

    Oliver Sacks

    Uyanışlar, 1920’lerde dünyanın çeşitli yerlerinde görülen “uyku hastalığı” salgınının kurbanı yirmi hastanın ve kırk yıl sonra, Doktor Sacks’ın gözetiminde aldıkları “mucize ilaç” L-DOPA sayesinde...

  3. Samizdat – Hakikatlere Dayanacak Gücünüz Var mı? ~ Soner YalçınSamizdat – Hakikatlere Dayanacak Gücünüz Var mı?

    Samizdat – Hakikatlere Dayanacak Gücünüz Var mı?

    Soner Yalçın

    • Benim ülkemde; düşünce hayatın düşmanı, kötülüğün simgesi olarak görülür. Düşünsel değerlere tutkuyla bağlı, soru soran – arayan – kovalayan zihne sadece düşmanlık edilir....

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur