Yapı bittiğinde Don Anselmo onu tepeden tırnağa yeşile boyatmaya karar verdi. Güneş ışınlarının değer değmez çiçekbozuğu yansımalarla kırılıverdiği duvarları gören çocuklar bile şaşıp kaldı, ardından kahkahayı bastılar. İster genç olsun ister yaşlı, ister kadın olsun isterse erkek, hatta ister zengin olsun ister yoksul, herkes Don Anselmo’yu evini böyle garip biçimde boyatmaya zorlayan dürtünün ne olduğunu tartıştı, çekiştirdi uzun süre.
Göz açıp kapayana kadar yapıyı Yeşil Ev diye vaftiz ediverdiler. Yeşil Ev kimileri için ahlakın çöküşünü simgeleyen bir mekân, kimileri içinse yasak hazların doyasıya tadılabildiği bir cennet. Çölün kıyısından Amazon ormanlarının kalbine uzanan Yeşil Ev, modernleşmeye ayak uydurmaya çabalayan bir toplum üzerinden Latin Amerika’nın amansızlığını gözler önüne seren bir roman. William Faulkner ve Gustave Flaubert etkilerinin hissedildiği bu ikinci romanıyla Llosa, Rómulo Gallegos Ödülü’nü kazanan ilk yazar olmuştur.
BİR
Çavuş gözucuyla Patrocinio Ana’ya bakıyor: Eşekarısı hâlâ orada. Kayık bulanık suyun üstünde öne arkaya salınıp duruyor. Suyun her iki yakasında birer duvar gibi yükselen sıra sıra ağaçlar var. Dalların arasından yakıcı, yapışkan bir buhar yayılıyor. Muhafızlar belden yukarısı çıplak, birbirlerine sokulmuş, uyuyorlar. Tam tepede sarı yeşil bir öğle güneşi var ama hurma dalları onları koruyor: Mikrop, Miskin’in göbeğine dayadığı başını dinlendiriyor. Sarı kocaman kocaman terliyor. Kuzgun ise ağzı açık horlayıp duruyor. Bir çeçe sineği filosu kayığa doğru inişe geçiyor. Kelebekler, arılar, koca sinekler uyuyan bedenlerin çevresinde dönüp duruyor. Motor biteviye homurdanıyor. Hıçkırık gibi bir homurtu. Kılavuz Nieves, sol eli dümende, sağ elinde sigara, kaskatı duruyor. Hasır şapkanın altındaki bronzlaşmış yüzde tek kıpırtı yok.
Bu orman adamları da neden normal insanlara benzemez sanki? Neden öteki Hıristiyanlar gibi doğru dürüst terlemezler? Angélica Ana gözlerini yummuş, dimdik, kayığın kıçında duruyor. Yüzü kırış kırış. Arada dilini şöyle bir bıyıklarında dolaştırıp biriken terleri topluyor, tükürüyor. Zavallı kadın! Bu yaşta bu gezintilerin âlemi var mı! Eşekarısı birden mavimsi kanatlarını çırpıp Patrocinio Ana’nın pembe alnını terk ediyor, bembeyaz ışığıniçinde çemberler çizerek gözden kayboluyor. Şimdi kılavuz motoru durdurup, “Çavuş geldik, Chicais bu yarın ardında bir yerde,” diyecek. Ama çavuşun içine öyle doğuyor ki, kimsecikler yok orada. Motor gürültüsü diniyor, rahibeler, askerler gözlerini açıyor, başlarını kaldırıp bakıyorlar.
Kılavuz Nieves ayakta, kancayı bir sağa bir sola daldırıyor ve kayık sessizce kıyıya yanaşıyor. Askerler doğrulup gömleklerine, keplerine el atıyor, tozluklarını düzeltiyorlar. Irmağın sağ yakasındaki ağaçların geçit töreni bir dalga darbesiyle duruveriyor. Kayık kumsala oturuyor. Burası çakıltaşı ve balçık, öbek öbek kamış, fundalık kaplı küçük bir koy. Kayığın burnu kırmızı toprağa hoş bir parantez çiziyor. Ağaçların bittiği yerde dik bir yar yükseliyor. Kıyıda bir tek kayık, yarın üstünde tek bir insan silueti yok. Kayığın dibi kuma gömülüyor. Nieves ve askerler aşağıya atlayıp kurşuni çamura bata çıka yürüyor. Kalbi çarpmakta haklı; mezarlık burası. Zaten Mangache’ler1 her zaman doğru söyler.
Çavuş kayığın burnundan aşağı sarkıyor. Kılavuzla askerler kayığı toprağın kuru olduğu yere çekiyorlar. İyi yürekli rahibelere yardım ediyor, onları kucakta taşıyorlar. Aman ıslanmasınlar. Angélica Ana Miskin ile Kuzgun’un kollarındayken bile ciddiyetini koruyor. Mikrop ile Sarı kucaklamak için kollarını uzattıklarında Patrocinio Ana bir an tereddüt edip sonra ıstakoz gibi kızararak kollarına düşüyor. Askerler zar zor, paytak paytak yürüyüp kumsalı aşıyor. Rahibeleri çamursuz bir yere indiriyorlar. Çavuş atlayıp yarın ayağına ulaşıyor. Angélica Ana kararlı adımlarla yokuşu tırmanmaya başlamış bile. Ardında Patrocinio Ana var. İkisi de emekleyerek ilerliyor, tozu dumana katıyorlar. Yarın üstünde incecik bir toprak tabakası var. Adım attıkça kayıyor. Çavuş ve askerler dize kadar toprağa gömülmüş toz içinde, iki büklüm ilerliyorlar.
Ağızlarını mendille örtmüşler. Miskin’i aksırık tutuyor, tükürüyor. Tepeye varınca birbirlerinin tozunu silkeliyorlar. Çavuş çevreye göz atıyor: yuvarlak bir düzlük, sivri damlı birkaç kulübe, bakımsız muz ve manyok tarlaları ve bütün bunları çepeçevre saran yoğun, sık bir orman. Kulübelerin arasında dallarına küçük oval keseler asılı ağaçlar var: Paucar1 yuvası bunlar. Daha önce bu konuda uyarmıştı Angélica Ana, bu yüzden şaşıracak bir şey yok. İşte görüldüğü gibi burası bomboş. Ama Angélica Ana bir o yana bir bu yana koşuştuyor; bir eve dalıyor, çıkıp burnunu bir başkasına sokuyor; sinek avlamak için ellerini şaklatıyor, bir an durmuyor. Öyle ki, yaşlı bir kadından çok toza bürünmüş kıpır kıpır bir rahibe giysisini andırıyor uzaktan. Dimdik, enerji yüklü bir gölge. Patrocinio Ana ise tersine, hiç kıpırdamadan olduğu yerde duruyor. Ellerini giysisinin altına saklamış, gözleri terk edilmiş köyün içinde koşturup duruyor.
Dallar kıpırdıyor, canhıraş çığlıklar kaplıyor ortalığı. Yeşil kanatlardan, masmavi gövdelerden, siyah gagalardan oluşan bir filo ıssız Chicais kulübelerinin üstünde gürültüyle uçuşuyor. Askerler ve rahibeler çalılıkların ardında kaybolana kadar onları izliyor gözleriyle. Kopardıkları patırtı bir an havada asılı kalıyor: Papağan olduğuna göre yiyecek bir şeyler bulunabilir demek ki burada. İnsanın açlıktan ölmeyeceğini bilmesi ne iyi her şeye rağmen. Ama öyle her şeyi yiyemezsiniz anacığım, insanın midesi perişan olur. Anlayacağınız bağırsaklarınız bozuluverir yani. Tırmandıkları yarın bittiği yerde hasır bir şapka peydahlanıyor önce, sonra da Kılavuz Nieves’in bronzlaşmış yüzü: İşte anacıklar, Agurana’ları1 korkutan şey bu. Bu kadar dik kafalı olmanın âlemi var mıydı sanki, neden dinlememişlerdi ki onu?
Angélica Ana yaklaşıp kısık gözleriyle çevreyi kolaçan ediyor. İri, boğum boğum ve çillerle kaplı elleri çavuşun gözünün önünde dans ediyor; yakında bir yerdeler, hiçbir şey götürmemişler yanlarında, oturup dönmelerini bekleyeceğiz, o kadar. Adamlar bakıyor. Çavuş sigara yakıyor. İki paucar gökyüzünde bir o yana bir bu yana uçup duruyor. Siyah, yaldızlı tüyleri ıslak bir parıltıyla yanıyor. Chicais’ta her şey var, küçük kuşlar bile. Olmayan yalnızca Agurana’lar ve bu Miskin’i güldürüyor. Neden ansızın basmıyoruz ki onları? Angélica Ana şaşırmış görünüyor. Anacık pek tanımıyor herhalde onları, çenesinin altındaki beyaz kıllar usul usul titriyor. Hıristiyanlardan korkuyorlar, bu yüzden de kaçıp bir yerlere saklandılar. Dönecekler diye beklemenin de yararı yok. Biz burada olduğumuz sürece yerlerinden kıpırdamazlar.
Ufak tefek şişman Patrocinio Ana da burada. Kuzgun ile Sarı’nın arasında. Geçen yıl böyle kaçmamışlardı ama değil mi, hatta karşılayıp dumanı üstünde bir gamitana2 bile ikram etmişlerdi? Çavuş hatırlıyor mu acaba? Ama o zaman hiçbir şey bilmiyorlardı ki, Patrocinio Ana şimdi durumu herhalde kavramışsındır. Askerler ve Kılavuz Nieves yere çöküp ayakkabılarını çıkarıyor. Kuzgun matarasını açıp içiyor, sonra derin derin iç çekiyor. Angélica Ana başını kaldırıyor: Çadırlarımızı kuralım çavuş –yüzü kırış kırış, bakışları bomboş, sesi kırgın– cibinliklerimizi takalım, dönmelerini bekleyelim, hem sakın hayır deme bana; epey görmüş geçirmiş bir kadınım ben. Çavuş sigarasını atıyor, topuğuyla ezip toprağa gömüyor. Keyfiniz bilir. Haydi beyler, kıpırdayın biraz. Ve tam o sırada bir gıdaklama duyuluyor, sık fundalıklardan bir tavuk fırlıyor. Sarı ve Mikrop neşeyle çığlığı basıyor. Yer yer beyaz lekeli kara bir tavuk bu. Peşinden seyirtip yakalıyorlar. Angélica Ana’nın gözlerinde şimşekler çakıyor. Haydutlar, ne yapıyorsunuz, sizin mi ki o? Yumruğuyla havayı dövüyor. Bırakın çabuk. Çavuş da diyor istemeye istemeye bıraksınlar, ama anacığım, burada kalınacaksa eğer, bunu yemek pekâlâ hakları, açlıktan geberecek değiller ya! Angélica Ana hiç gelemez istismara. Zavallı tavuklarına da göz dikersek nasıl bekleriz ki bize güvensinler?
Patrocinio Ana da onaylıyor bunu. Evet çavuş, çalmak Tanrı’ya saldırmaktır. Yüzü yusyuvarlak ve her tarafından sağlık fışkırıyor. Tanrı’nın buyruklarını görmezden mi geliyorsun yoksa? Tavuğun ayağı yere değiyor. Keyifle gıdaklayıp kanat çırpıyor, salına salına uzaklaşırken çavuş omuz silkiyor: O emirlerin ne demek olduğunu en az onun kadar, hatta daha da iyi bildikleri halde böyle dürüstlük numaraları yapmak da neyin nesi? Askerler kıyı boyunca uzaklaşıyor. Ağaçlarda papağan ve paucar’lar cıvıl cıvıl. Sinek vızıltıları. Chicais’ın damlarını örten yarina1 yapraklarını kımıldatan hafif bir yel. Çavuş tozluklarını gevşetip mırıldanıyor. Çarpık çurpuk bir ağzı var. Kılavuz Nieves sırtına bir şaplak konduruyor: Canını sıkma böyle, olayları sakin sakin olduğu gibi kabul et. Çavuş ise çaktırmadan rahibeleri işaret ediyor. Ah, Don Adrián; oldum olası sevmem böyle tombulları. Angélica Ana susuzluktan yanıyor ama bilen kim? İnsanı hararet bastı mı bir kere, ruhu daha bir canlanır belki ama vücut bu kadar sıkıntıyı kaldıramaz Patrocinio Ana.
Ama yok, böyle konuşmamalısın Angélica Ana. Şimdi askerler yukarı çıkar, bir limonata verdiler mi bir şeyciğin kalmaz. Kendini iyi hissedersin. Bu kadınlar böyle fısır fısır ne konuşuyor? Çavuşu mu çekiştiriyorlar yoksa? Çavuş dalgın dalgın çevreyi seyrediyor. Onu enayi mi sanıyor bu kadınlar? Serinlemek için kepini sallıyor yelpaze gibi. Ah, şu iki piliç yok mu! Birden Kılavuz Nieves’e dönüyor: Fısıldayarak konuşmak ayıptır. Kılavuzsa, bak çavuş, adamların geliyor koşa koşa, diye uyarıyor onu. Kano mu o? Evet, diye yanıtlıyor Kuzgun. Agurana’lar mı var? Evet çavuş, diyor Sarı; evet, diyor Mikrop; evet evet, diye yineliyor Miskin ve rahibeler. Sonra gidip birtakım sorular soruyor, ne yapacaklarını bilemeden dönüyorlar. Çavuş, yarın başında bekle, yukarı çıkarlarsa haber ver, diye emrediyor Sarı’ya.
Ötekilerden de saklanmalarını istiyor. Kılavuz Nieves tozlukları, tüfekleri topluyor. Çavuşla muhafızlar bir kulübeye dalıyor. Rahibelerse köy meydanında kalakalıyor. Annecikler, saklanmalısınız. Patrocinio Ana çabuk, Angélica Ana haydi. Rahibeler bir an bakışıp fısıldaşıyor, sonra seke seke koşarak tam karşıdaki kulübeye giriyor, içerideki çalı çırpının ardına saklanmaya çalışıyorlar. Sarı, parmağıyla ırmağı gösteriyor; işte iniyorlar çavuş, kanoyu bağlıyorlar, hah şimdi de yukarı çıkıyorlar. Çabuk ol Miskin, saklan, Sarı sen de gözünü ayırma onlardan, diye çıkışıyor çavuş hareketlenerek. Mikrop ve Miskin yerde tam siper. Chonta1 kütükleriyle örülü duvarın çatlaklarından dışarıyı gözlüyorlar. Kuzgun ve Kılavuz Nieves ise duvarın dip köşesine çekilmişler. Derken Sarı koşarak geliyor, çavuşun yanına varır varmaz da yere çömeliyor. İşte oradalar; Angélica Ana yaşlı maşlı, ama gözleri…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıYeşil Ev
- Sayfa Sayısı584
- YazarMario Vargas Llosa
- ISBN9789750757884
- Boyutlar, Kapak, Karton kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Londra Yanıyor ~ Peter Ackroyd
Londra Yanıyor
Peter Ackroyd
Film yönetmeni Spenser Spender, çocukluğunu geçirdiği sokaklara uğradığı bir gün, Charles Dickens’ın romanı “Küçük Dorrit”in filmini çekmeye karar verir. Eski Londra’nın ruhunu ve Dickens’ın...
- Aşk Tutulması ~ Christie Ridgway
Aşk Tutulması
Christie Ridgway
“Katıksız bir romantizm.” -Jennifer Crusie- “Komik ve seksi” -Susan Wiggs- Baci kardeşler, nesillerdir ailelerinde olan Tanti Baci üzüm bağlarını kurtarmak için el ele verirler....
- Aşk Engel Tanımaz ~ Candace Camp
Aşk Engel Tanımaz
Candace Camp
TUTKULU BİR AŞKIN ÖNÜNDE HANGİ ENGEL DURABİLİR Kİ! Artık pek de genç sayılmayan ve evlenmeye dair bütün ümitlerini yitirmiş Constance Woodley, Londra sosyetesinin parlayan...