J.M. Coetzee’nin romanlarında kurduğu ikilemler, ırk ayrımı ve sömürgeciliğin pençesindeki Güney Afrika gerçekliğinden temellenir, ama bireyin böylesi bir toplum içindeki yabancılaşması ve umursamazlığının derinliklerine yönelir. 1983’te Michael K, 1999’da da Utanç adlı romanlarıyla, İngiltere’nin en saygın edebiyat ödülü Booker’a iki kez değer görülen ilk yazar olan, 2003’te de Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Coetzee, Michael K’da hem bedensel hem de ussal bakımdan ayrıksı bir karakterin, anlayamadığı ve denetleyemediği koşullar karşısındaki trajik ikilemini anlatıyor. Öykünün kahramanı Michael K, Franz Kafka’nın çektikleri acının anlamını hiçbir zaman çıkaramayan karakterlerinin soyundan geliyor. Coetzee, siyah olsun beyaz olsun , kendi çocuklarını bağımlılara, asalaklara ve mahpuslara dönüştüren Güney Afrika’nın hüznüne sessiz bir ağıt yakıyor.
Bir
Michael K’nın doğumuna yardım eden ebenin ilk gözüne çarpan, çocuğun tavşan dudağı oldu. Dudak sümüklüböcek gibi kıvrık, sol burun deliğiyse yarıktı. Ebe, annesine göstermemeye çalışarak o minicik gonca ağzı zorlayıp açtı, damağın sağlam olduğunu görünce içinden şükretti. Anneye, “Sen buna sevin, böyle çocuklar aileye uğur getirir,” dedi. Ne var ki ilk gördüğünden beri Anna K bu kapanmayan ağzı ve açık kaldığı için hep gözüne ilişen o canlı pembe eti sevmemişti. Aylar boyunca içinde neyin büyüdüğünü düşününce ürperdi. Çocuk memeyi ememiyor, açlıktan ağlıyordu. Anne biberonu denedi, o da olmayınca çocuğu çay kaşığıyla doyurmaya çalıştı. Öksürüp tıksırıp ağlayınca sabrı taşıyor, ne yapacağını bilemiyordu. Ebe, “Büyüdükçe kapanır,” diye güvence vermişti, ama ne dudak kapandı –ya da yeterince kapandı– ne de burun düzeldi. Kadın çocuğu işe götürüyordu, bebeklikten çıktıktan sonra da götürmeye devam etti. Bıyık altından gülmeler, fısıltılar anneyi çok incitiyor, onu öbür çocuklardan uzak tutmaya çalışıyordu.
Yıllar boyu Michael K oturduğu battaniyede annesinin el âlemin evinin yerini cilalamasını izleyerek susmayı öğrendi. Biçimsizliğinin yanı sıra, kafasının da hızlı çalışmaması sonucu, kısa bir deneme sürecinin ardından Michael okuldan alınarak Faure’daki Huis Norenius’un korumacılığına teslim edildi. Burada çocukluğunun geri kalanını öbür özürlü, bahtsız çocukların arasında devlet parasıyla okumayı, yazmayı, sayı saymayı, yer süpürmeyi ve ovmayı, yatak yapmayı, bulaşık yıkamayı, sepet örmeyi, dülgerliği, toprak bellemeyi öğrenerek geçirdi.
On beş yaşına gelince Huis Norenius’tan ayrıldı, Cape Town Belediyesi’ne bağlı Park ve Bahçeler Bölümü’ne üçüncü dereceden bahçıvan olarak girdi. Üç yıl sonra Park ve Bahçeler’den de ayrıldı, yattığı yerden ellerine bakıp durarak geçirdiği bir işsizlik döneminden sonra Greenmarket Alanı’ndaki umumi helalarda gece bekçiliğine başladı. Bir cuma, geç saatlerde evine giderken iki adamın saldırısına uğradı, adamlar Michael’ı dövdüler, saatini, parasını, ayakkabılarını aldılar, onu da kolunda bir yarık, çıkmış bir başparmak ve iki kırık kaburgayla bırakıp gittiler.
Bu olaydan sonra Michael gece işini bıraktı, Park ve Bahçeler’e döndü ve yavaş yavaş bahçıvanlıkta birinci dereceye yükseldi. Yüzünden ötürü K’nın kadın arkadaşı yoktu. Yalnızken başı dinçti. Gerçi helalarda çalışırken ak fayanslardan yansıyan parlak neon ışıklarının gölgesiz bir boşluk yaratmasından içi daralmıştı, ama iki işi de aradığı yalnızlığı bir dereceye kadar sağlamıştı. Ulu çamların, loş, zambaklı yolların olduğu parkları yeğliyordu. Kimi zaman cumartesileri öğle paydosunu haber veren top atışının gümbürtüsünü bile duymaz, tüm öğle sonrası boyunca bir başına çalışır dururdu. Pazar sabahları geç saatlere kadar uyur, öğleden sonraları da annesine giderdi. Bir haziran sabahı geç saatlerde, yaşamının otuz birinci yılında De Waal Parkı’nda tırmıkla yaprakları toplarken Michael K’ya bir haber geldi.
Üçüncü elden ona ulaşan haber, annesindendi. Hastaneden taburcu edilmişti, gelip onu almasını istiyordu. K gereçlerini toparladı, bir otobüse binip Somerset Hastanesi’ne gitti. Orada annesini giriş kapısının dışındaki güneş vurmuş bankta oturur buldu. Yanında duran yabanlık ayakkabıları dışında tepeden tırnağa giyinikti. Oğlunu görünce, öbür hastalarla ziyaretçiler görmesin diye elini gözlerine siper ederek ağlamaya başladı. Anna K aylardır kollarıyla bacaklarının aşırı şişmesinden sıkıntı çekiyordu, son zamanlarda karnı da şişmeye başlamıştı. Hastaneye yatırıldığında yürüyemiyor, zorlukla soluk alıyordu. Bunca genç adam dört bir yanda korkunç ölümlerle ölürken yaşlı bir kadını eğlendirecek zamanı olmayan hemşirelerce savsaklanarak, bıçaklanmış, vurulmuş, dövülmüş bir sürü yaralının arasında gürültülerinden gözünü bile kırpmadan bir koridorda beş gün boyunca yattı. Oksijen verilerek kendine getirildikten sonra iğne ve haplarla şişlerin inmesine çalışıldı. Sürgü istediğinde getirecek biri binde bir çıkıyordu. Sabahlığı yoktu.
Bir seferinde zorbela helaya gitmeye çalışırken gri pijamalı bir adam yolunu kesmiş, ağza alınmayacak şeyler söyleyerek cinsel organını göstermişti. Bedeninin gereksinimleri bir işkence kaynağıydı. Hemşireler hapları alıp almadığını sorduklarında aldığını söylüyordu, ama çoğu kez bu yalandı. Solunum zorluğu giderilmişti, ama bacaklarında öyle bir kaşıntı başlamıştı ki, kendini tutup kaşımamak için ellerinin üstüne yatmak zorunda kalıyordu. Üç güne kalmadı eve gitmek için yalvar yakar oldu, ama elbette ki yetkili birine rastlayamadı. Altıncı günün gözyaşlarıysa daha çok bu araftan kurtulmanın ferahlığındandı. Çıkışta Michael K bir tekerlekli iskemle istedi, isteği reddedildi.
Annesinin çantasıyla ayakkabılarını eline alarak otobüs durağına kadar olan elli adımlık yolda ona destek oldu. Uzun bir kuyruk vardı. Direğe yapıştırılmış tarifenin vaadine bakılırsa her on beş dakikada bir otobüs vardı. Bekledikleri bir saat boyunca gölgeler giderek uzadı rüzgâr da sertleşmeye başladı. Daha fazla ayakta duramayan Anna K, sırtını duvara verip ayaklarını uzatarak dilenciler gibi yere çöktü, bu arada Michael kuyruktaki yerinde kaldı. Otobüs geldiğindeyse yer yoktu. Michael madenî boruya tutunarak düşmemesi için annesine sarıldı. Annesinin Sea Point’ teki odasına vardıklarında saat beş olmuştu. Anna K sekiz yıldır Atlas Okyanusu’na tepeden bakan Sea Point’teki beş odalı dairelerinde oturan yaşlı çorap fabrikatörüyle karısının hizmetçiliğini yapıyordu. Anlaşmaları gereği sabah dokuzda işe geliyor, öğleden sonra üç saatlik bir dinlenmenin ardından akşam sekize kadar kalıyordu.
Sırayla bir hafta beş, ertesi hafta altı gün çalışıyordu. On beş günlük ücretli izni, aynı blokta bir odası vardı. Ücret uygun, patronları aklı başında insanlardı, iş bulmak zor olduğundan Anna K hoşnutsuz sayılmazdı. Ne var ki bir yıl önce her eğildiğinde başının döndüğünü, göğsünün sıkıştığını fark etti. Derken bedeni su toplamaya başladı. Buhrmann’lar yalnızca yemek işini ona bırakarak ücretinin üçte birini kestiler ve ev işleri için daha genç bir kadın tuttular. Buhrmann’ların hesabına bloktaki odasında kalmasına izin verildi. Şişler giderek kötüleşiyordu. Hastaneye yatmadan haftalar önce yataktan çıkamaz, çalışamaz olmuştu. Buhrmann’lar iyilikseverlikten cayarlarsa korkusuyla yaşıyordu. Cote d’Azur Apartmanı’nın merdiven altındaki odası bina yapılırken havalandırma aygıtı için düşünülmüş, ama sonradan aygıt konmamıştı. Kapıda kırmızıya boyanmış bir kurukafayla altında çapraz iki kemik işareti vardı, en altta da büyük harflerle “TEHLİKE” yazıyordu. Elektrik, havalandırma yoktu, oda hep küf kokardı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıMichael K / Yaşamı ve Yaşadığı Dönem
- Sayfa Sayısı216
- YazarJ.M. Coetzee
- ISBN9789750736698
- Boyutlar, Kapak, Karton kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Film Kulübü ~ David Gilmour
Film Kulübü
David Gilmour
“Okul Yok. İş Yok. Sorumluluk Yok. Sadece Haftada Üç Film İzlenecek.” Oğlunun okulu bırakmasına izin veren -birlikte haftada üç film seyretmek şartıyla- bir babanın...
- Fransız Teğmenin Kadını ~ John Fowles
Fransız Teğmenin Kadını
John Fowles
İngiliz edebiyatının en büyük ustalarından biri olan John Fowles, anlatı kurmaktaki mahareti, çarpıcı üslubu ve deneyciliğiyle dikkati çeken bir yazar. Hiç abartmadan yüzyılın en...
- Limit Yok ~ Alan Glynn
Limit Yok
Alan Glynn
“Hızlı, zeki ve dehşet verici…” DAILY MAIL Yazamamaktan muzdarip New Yorklu bir yazar… Dahası yakın zamanda kız arkadaşı tarafından da terk edilmiş… Kendi çaresizliğinde debelenirken...