Çoğunlukla bir edebiyatçı olarak tanınsa da, Çehov aynı zamanda başarılı bir hekimdir. Tedavi ve ilaçların, hastalığın her zaman yegâne çözümü olmayabileceğini vurgulayan Kara Keşiş, Çehov külliyatında özel bir yere sahiptir.Müstakbel felsefe profesörü Andrey Kovrin, deha sandığının aslında bir akıl hastalığı olabileceği ihtimalini sorgulamaya başlayınca, yaşamı halüsinasyonlarla dolu bir kâbusa dönüşür. Sadece kendisine görünen siyahlar içindeki keşiş sureti, onu anlayan tek kişidir artık. Belki de söylenenin aksine bir akıl hastası değil, insanlığa büyük faydaları dokunacak bir felsefe dehasıdır… Çöküşünün sonlarına doğru nerede hata yaptığını sorgulayan Kovrin için, yazgısını değiştirecek zaman kalmamıştır.
KARA KEŞİŞ
1
Üniversitede yüksek lisansını bitirmiş Andrey Vasilyiç Kovrin sürekli çalışmaktan yorgun düşmüş, sinirleri iyice yıpranmıştı. Gidip bir doktorla konuşmanın tam zamanıydı. Ancak o böyle yapmadı, yakın arkadaşı bir doktorla birkaç kadeh içtikleri bir gün laf arasında konuyu açtı; beriki de ona köye gidip bütün baharı, hatta yazı orada geçirmesini salık verdi. Kovrin tam o sırada uzun bir mektup aldı. Mektubu gönderen Tanya Pesotskaya, Kovrin’den kendi köyleri Borisovka’ya gelmesini, bütün yaz onlarla birlikte kalmasını istiyordu. Eh, bu durumda değerli yakınlarının yanında tatil yapmak Kovrin için kaçınılmaz oldu. Aylardan nisandı. Kovrin önce kendi köyü Kovrinka’ya uğrayıp herkesten uzak üç hafta geçirdi. Havaların iyi olduğu bir gün arabaya atladığı gibi eski vasisi, onu yetiştirip eğiten Pesotski’lerin köyüne yollandı. Baba Pesotski, Rusya’nın ünlü meyve yetiştiricilerinden biriydi. Kovrin’in kendi köyü Kovrinka ile Pesotski’lerin yaşadığı Borisovka’nın arası yaklaşık dört yüz kilometreydi; yağmurların köy yollarını iyice yumuşatması, üstelik arabanın yaylı olması sayesinde yolculuk zevkli geçti.
Pesotski’lerin, önü sütunlarla, aslan heykelleriyle süslü, kocaman bir evi vardı. Girişte Kovrin’i üniformalı bir uşak karşıladı. Eskiliğinden dolayı konağın sıvaları yer yer çatlayıp dökülmüştü. Evi çepeçevre kuşatan İngiliz stili park, kasvetli ve ciddi görünüyordu. Alabildiğine büyük alan, arkaya doğru neredeyse beş kilometre kadar uzadıktan sonra dik bir yamaçla ırmağa iniyordu. Dik yamaçta kökleri, kıllı hayvan pençeleri gibi toprağın üstüne çıkmış iri çam ağaçları vardı. Irmağın ıssız kıyılarında acıklı acıklı ötüşen kızkuşlarını dinlerken insan ister istemez hüzünlü bir aşk şarkısı söyleme isteği duyardı. Buna karşılık, konağın önündeki avlu ile yandaki otuz dönüm fidanlık ve meyve bahçesinde neşeli bir canlılık, cıvıl cıvıl bir hareketlilik sürüp giderdi; hatta kötü havalarda bile…
Kovrin, Pesotski’lerin bahçesinde gördüğü güllere, zambaklara, kamelyalara, en beyazından tutun da duman rengi koyuluğunda lalelere kadar böylesine çeşitli ve bol çiçeğe başka hiçbir yerde rastlamamıştı. Baharın ilk günleriydi, çiçeklerin çoğu seralardan çıkarılmamıştı; gene de bahçe yollarında, şuraya buraya serpiştirilmiş çiçek tarhlarında, özellikle çiy damlacıklarının yapraklarda ışıl ışıl parladığı erken saatlerde, insan kendini körpe çiçeklerden oluşmuş bir masal diyarında hissediyordu. Baba Pesotski’nin “saçmalık” diye nitelediği bahçenin bu çiçeklik ve süsleme bölümü, çocukluğunda Kovrin üzerinde masalsı bir etki bırakırdı. Gerçekten de doğruydu Pesotski’nin söylediği “saçmalık” sözü; çünkü doğayla alay edercesine çok garip süs ağaçları yetiştirmiş, meyve ağaçlarına akla gelmedik tuhaf biçimler vermişti. Anayolun iki yanında sıkça dikilmiş, duvar gibi tıraşlanmış her çeşitten meyve ağacı mı istersiniz, piramit görünümlü armutlar mı, küre biçiminde meşeler, ıhlamurlar, dalları şemsiye gibi açılmış elmalar, şamdan ya da kemer biçimi verilmiş, bazıları soylu ailelerin armalarına benzeyen, hatta baba Pesotski’nin bahçıvanlığa merak sardığı 1862 yılının rakamlarına benzeyen erikler mi?.. Hele güçlü gövdeleriyle palmiye gibi dimdik uzayan öyle biçimli ağaçlar çarpardı ki gözünüze, şöyle yakından bakınca, bunların bizim bahçelerimizdeki çarpuk çurpuk frenküzümü, bektaşiüzümü asmalarının düzgünleri olduklarını görürdünüz. Kovrin’i en çok şaşırtansa bahçedeki sürekli hareketlilik, neşeli kaynaşmaydı. Sabah erken vakitlerden akşam geç saatlere değin ellerinde çapalar ve süzgeçli kovalarla, el arabalı insanlar ağaçların, fidanların çevresinde, bahçe yollarında, çiçek tarhlarında karınca yorulmazlığıyla koşuşturur dururlardı. Kovrin konağa geldiğinde saat akşamın onunu bulmuştu. Tanya ile babası Yegor Semyonıç Pesotski gene büyük bir koşturmaca içindeydiler.
Gökyüzünün bulutsuzluğu ve termometre sabaha doğru sert bir ayaz çıkacağını gösteriyordu. Bahçıvan İvan Karlıç kente gönderilmişti; bu durumda ağaçların durumunu yakından gözleyecek kimse yoktu. Bu işi ister istemez kendileri yapacaklardı. Akşam yemeğinde sabahleyin ayaz çıkacağı konuşulmuş ve böyle karar verilmişti: Tanya o gece uyumayıp gece saat birde bahçeyi dolaşacak, Yegor Semyonıç ise gece üçte, belki daha erken kalkarak aynı işi sürdürecekti. Kovrin yatmayıp gece yarısına dek Tanya’yla oturdu, sonra birlikte bahçeye çıktılar. Hava epey soğumuştu.
Her yerden yanık kokuları geliyordu. Pesotski ailesine yılda birkaç bin ruble gelir sağlayan meyve bahçesi –Yegor Semyonıç buraya ticari bahçe diyordu– koyu bir duman altındaydı. Bahçeye baştan başa yayılıp ağaçları saran bu acı duman, ailenin bu binlerce rublelik gelirini sabah ayazından koruyacaktı. Satranç tahtasındaki da malar gibi birbirine dik, düz diziler halinde uzayıp giden ağaçlar, sıra sıra dizilmiş askerlere benziyordu. Her biri aynı boy ve kalınlıktaki ağaçların birbirine benzerliğiyle oluşan bu katı düzen insana hayranlık veriyordu. Kovrin ile Tanya ağaç dizileri arasında bahçeyi boydan boya gözden geçirdiler. Gübre, saman, kuru yaprak… ne bulunursa yakılmıştı. Dumanlar içinde, arada bir gölge gibi dolaşan işçilere rastlanıyordu. Ağaçlardan yalnızca vişneler, erikler, bir de bazı elma türleri çiçek açmıştı; gene de bütün bahçe duman altı olmuştu. Kovrin ancak fidanlığa vardıklarında temiz havada derin derin soluk alabildi.
Omuzlarını silkerek, “Çocukluğumdan beri bu duman bana dokunur, öksürürüm. Dumanın nasıl bir yarar sağladığını bugüne kadar anlamış değilim,” dedi. Tanya’nın açıklaması şöyle oldu: “Hava açık olduğu zaman duman, bulutların yerine geçer…” “Peki ama bulut ne işe yarıyor?” “Kapalı, bulutlu havalarda sabah ayazı çıkmaz da onun için…” “Ha, şöyle desenize!” Kovrin gülerek Tanya’nın koluna girdi. Kızın soğuktan üşümüş, ciddi, geniş yüzü, incecik kara kaşları, başını serbestçe çevirmesine engel olan mantosunun kalkık yakası, zayıf, biçimli bedeni, çiyden ıslanmasın diye eteklerini kıvırdığı giysisi onu çok duygulandırmıştı. “Aman Tanrım, kocaman kız olmuşsunuz!” dedi. “Sizden son ayrılışımda, yani beş yıl önce küçücük bir çocuktunuz. Upuzun bacaklı, saçlarını taramasını bile beceremeyen, sıska bir kız çocuğu. Kısacık bir entari giyerdiniz, o yüzden ‘balıkçıl’ diye kızdırırdım sizi. Şu zaman denen şey neler yapıyor insana!” “Dile kolay, beş yıl geçip gitmiş!” dedi Tanya. “O günden beri köprülerin altından çok sular aktı.” Kovrin’in yüzüne dikkatle baktı, çabuk çabuk, “Andriyuşa, bana doğruyu söyler misiniz?” dedi. “Bizden tamamen koptunuz, öyle değil mi? Aman Tanrım, benim de sorduğum soruya bakın! Yetişkin bir adamsınız, kendi başınıza sürdürdüğünüz ilginç bir yaşamınız var, önemli birisiniz. Bizlere yabancılaşmanız çok doğal. Gene de Andriyuşa, isterdim ki, bizleri birer yakınınız sayın. Sanırım buna hakkımız var.”
“Öyle sayıyorum zaten.”
“Doğru mu söylüyorsunuz?”
“Ona ne şüphe!”
“Bugün evde birçok fotoğrafınız olduğunu görünce şaşırmışsınızdır. Babam sizi taparcasına sever. Bazen sizi benden daha çok sevdiği hissine kapılıyorum. Ne kadar gurur duyuyor sizinle, bir bilseniz! Bir biliminsanı olmanızın yanı sıra, olağanüstü bir kişiliğiniz var, mesleğinizde hayli ilerlediniz, babam başarılarınızda kendinin de payı olduğuna inanıyor; çünkü sizi yetiştiren o. Böyle düşündüğü için karışmıyorum kendisine. Nasıl isterse öyle düşünsün.” Ortalık aydınlanmaya yüz tutmuştu. Havanın derece derece aydınlandığı ağaçların tepeleri ile öbek öbek dumanların gittikçe daha çok belirginleşmesinden belli oluyordu. Bülbüller ötmeye başlamıştı, uzaklardan bıldırcın sesleri geliyordu. “Eh, epeyce dolaştık. Gidelim de yatalım artık. Hem ben üşümeye başladım… Geldiğiniz için teşekkürler, Andriyuşa. Çevrede topu topu birkaç tanıdığımız var, onlar da can sıkıcı insanlar. Böyle olunca bahçe işleriyle uğraşmaktan başka yapacak şey kalmıyor. Bahçenin sulanması, gübrelenmesi, toprağın kabartılması, ağaçların ilaçlanması…
Bir yandan da bir sürü tarım bilgisi ve yabancı terim öğreniyoruz… Ben geceleri yalnız elma, armut düşleri görmeye başladım. Elbette yararlı şeyler hepsi de, yaptığımız işten hoşlanıyorum, gene de yaşamında bir değişiklik olsun istiyor insan. Anımsıyorum da eskiden tatillerinizi bizde geçirmeye geldiğiniz ya da birkaç günlüğüne uğradığınız zamanlar sanki koltukların ve avizelerin kılıflarını çıkarmışız gibi bir yenilenme olurdu evde. Ben küçücük bir kızdım, ama anlardım.” Tanya’nın bunları söylerken büyük bir mutluluk duyduğu belliydi, o nedenle konuşması bitmek bilmedi. Genç kız bu havada konuşadursun, Kovrin onlarda geçireceği yaz boyunca bu zayıf, geveze varlığa bağlanabileceğini, ona kapılıp gönül verebileceğini düşünüyordu. Aslında bundan daha doğal bir şey olamazdı. Ansızın aklına gelen bu düşünceyle duygulandı, yüzünde bir gülümsemeyle yanındaki kaygılı ama sevimli genç kıza doğru eğilerek alçak sesle mırıldanmaya başladı:
Onegin, gizlemeyeceğim kimseden,
Çılgınca seviyorum Tatyana’yı…
Eve geldiklerinde Yegor Semyonıç ayaktaydı. Kovrin, canı uyumak istemediği için, ev sahibiyle sohbete daldı; bunun üzerine yeniden bahçede dolaşmaya çıktılar. Yegor Semyonıç uzun boylu, geniş omuzlu, iri göbekli bir adamdı. Şişmanlığı yanında bir de nefes darlığı çektiği halde öyle hızlı yürüyordu ki, ona yetişmek kolay olmuyordu. Kızı gibi onun da kaygılı bir yüzü vardı; sanki bir dakika gecikse dünya başına yıkılacakmış gibi her işi bir an önce yapıp bitirmek isterdi. Adam soluklanmak için durdu. “İlginç değil mi?” dedi. “Toprak buz gibi soğuk; ama termometreyi sopanın ucuna takıp şöyle üç-dört metre yukarıya kaldırınca havanın ısındığını görürsün. Hadi, nedenini açıkla bakalım!” Kovrin gülmeye başladı. “Ne yalan söyleyeyim, bilmiyorum.” “Öyledir, insan her şeyi bilemez. Beynimiz kocamandır ama içine her şeyi sığdıramazsın. Bir de çalıştığın asıl konu felsefe olunca…” “Evet. Psikoloji dersi veriyorum; genel anlamda felsefeyle ilgileniyorum.” “Hiç sıkıldığın olmuyor mu?” “Tam tersine, ben bunun için yaşıyorum.” Yegor Semyonıç kırlaşmış favorilerini sıvazladı, dalgın dalgın, “Aman aman, öyle olsun! Senin adına çok mutluyum. Öyle seviniyorum ki!” derken bir an dikkat kesildi, yüzünde tasalı bir ifade belirdi, ardından yana doğru hızlı adımlarla yürüyerek duman bulutları arasında gözden kayboldu.
İleriden avaz avaz bağırıyordu: “Bu atı, elma ağacına kim bağladı?” Kovrin uzaktan yürek parçalayan, çaresiz bağrışlarını duyuyordu. “Hangi namussuz… Hangi namussuz, hangi alçak yaptı bu işi? Aman Tanrım, aman Tanrım! Bahçeyi mahvettiniz, ağaçlarım rezil oldu, her yeri kirlettiniz, bozup dağıttınız! Bu ne kendini bilmezlik! Bu ne alçaklık! Aman Tanrım!..” Yeniden Kovrin’in yanına geldiğinde sanki biri onu incitmiş gibi yüzü allak bullak olmuştu. Ellerini iki yana açarak ağlamaklı bir sesle, “Bu kahrolası insanlarla başım dertte!” dedi. “Stepka denen piç kurusu geceleyin bahçeye gübre getirmiş, atını hemen dışarıya götüreceği yerde hemen oracıktaki elma ağacına bağlamış. Atın yuları ağacı öyle sıkı sarmış ki, kabuk üç yerden soyulmuş. Gördün mü itoğluitin yaptığını! Herife kaç kez söyledim ama kafası almıyor! Gözlerini kırpıştırarak dikilip duruyor karşımda! En iyisi böylelerini ipe çekmek!”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Öykü
- Kitap AdıKara Keşiş
- Sayfa Sayısı56
- YazarAnton Çehov
- ISBN9789750754029
- Boyutlar, Kapak14 x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kuş Kulesi ~ Ferda İzbudak Akıncı
Kuş Kulesi
Ferda İzbudak Akıncı
Son Tren’de dershaneden çıkan Sinan ve İrem’in uyuyakalışı, Papatyalar’da ayağı alçıda Pınar’ın annesine çok sevdiği papatyalardan toplayamayışının üzüntüsü, Kuş Kulesi’nde Mustafa’nın ışıklı hayalleri, Kasabalı Çocuk’ta tanıştığı yazar...
- Hayalet Süvari ~ Theodor W. Storm
Hayalet Süvari
Theodor W. Storm
Olayın geçtiği yer, Kuzey Denizi’nin kıyı şeridi. Bir yanda, her zaman son sözü söylemeye inat eden Doğa, öte yanda ise, denizin saldırılarına karşı koymak...
- Sır Perdesi ~ George Eliot
Sır Perdesi
George Eliot
Victoria döneminin öne çıkan kadın yazarlarından George Eliot, Sır Perdesi’nde her zamanki gerçekçiliğinden uzaklaşarak romantik, trajik hatta doğaüstü denebilecek bir anlatıcı yaratıyor. Döneminin frenoloji ve...