Kendisinden beklenilen yalnız güldürmek. Bak, kalbinin kırık olduğu bu durumda, gözyaşları içinde boğulduğu şu ümitsiz ve dargın halde herkes kahkahalarla gülüyor.“Pandomima” adlı öyküdenSamipaşazade Sezai’nin kısa hikâyelerden oluşan Küçük Şeyler adlı öykü kitabı Türk edebiyatının modern anlamda “ilk hikâyesi” olarak kabul edilir. Küçük Şeyler eserinde yazar, sıradan ve gündelik olayları, acıları, hayal kırıklıklarını ve ümitleri karakterleri üzerinden etkileyici bir dille anlatmıştır. Kitabın son hikâyesi olan Pandomima’da, kimsesiz ve yalnız bir pandomim sanatçısı olan Paskal’ın platonik aşkını ve onun aşkından habersiz güzel Eftelya’nın dramatik öyküsünü okuyoruz.
İçindekiler
Bu Büyük Adam Kimdir? 9
Hiç 15
Kediler1 25
İki Yüz Elli Kuruşa Bir Asır 35
Düğün 45
Bir Kitabe-i Seng-i Mezar 69
Arlezyalı 73
Pandomima 81
Bu büyük adam kimdir?
O zaman îtiyat (alışkanlık) etmiştim. Pederimin yüz kişiye ikametgâh olan konağında tertip edilmiş derslerimizi bitirdikten sonra akşam üzeri ekser (genellikle) Taşkasap’tan Beyazıt’a kadar yayan gidip gelirdim. Mukannen olan (şaşmayan) akşam azimet ve avdetinde (geliş-gidişinde) daima bir adama tesadüf ederdim ki kayıtsızlıktan uzamış saçları geniş nâsiyesinin (alnının) üzerine dökülerek tefekkürât-ı umûmiye (genel düşünceler) içinde dalgın dalgın attığı adımlarıyla iki de bir de sendeler ve düşmemek için hemen kendini toparlardı. Bir kere kendi kendime “Bu büyük adam kimdir?” diye sordum. Bu zannım bu sualim sebepsiz değildi. Çünkü bu adamın her hâl ve tavrını o günlerde Fransızca hocamızdan okuduğum “Büyük Adamların Hayatı” ünvanlı kitabın tarifat ve tavsifatına (tarif ve tanımlamalarına) tamamıyla mutabık (uygun) buluyordum. Ekseriyât üzere Laleli yokuşundan, istidlâlce (çıkardığım sonuca göre) ya bir ihtira-ı fenni (bilimsel keşif) ya bir bedîa-yı edebi (edebiyat eseri) velhasıl bir maksad-ı aliyeye (yüce bir amaca) matuf (yönelmiş) ve mensup olan gözlerini göğe dikerek o geniş nâsiye-i irfanı (kültürlü alnı) semâdan aldığı bir ziyâ (ışık) ile münevver (aydınlanmış) bir halde Aksaray’a doğru inerdi. İlm-i kıyâfetin2 ehemmiyeti (önemi) inkâr olunamaz. Bir allâmenin (alimin) hakayık-ı eşyaya (eşyanın hakikatine) bakışıyla, bir şairin kâinata nazarı (bakışı) bir midir? Evvelkinin cüst ü cû hakayıka (gerçekleri araştırmaya) mensup olan nazarından bir küçük iğbirar (kırgınlık), bir büyük sükûnet (sakinlik) göründüğü gibi ikincisinin bir hayal bi-misal (emsâlsiz) behiştiyeye (cennet hayaline) matuf (yönelik) çeşmân-ı bi-kararda (kararsız gözlerinde) bir hüzün, bir ıstırap mevcut ve meşhut (şahit) değil midir? İkisi de ihtiyar olmuş bir şairle bir allâmeye ilm-i kıyafet nokta-i nazarından (bakış açısından) bakalım. Allâmenin ser-sefidi (beyaz başı) hiçbir hararete (sıcaklığa) karşı erimez karlarla mestur (örtülü) bir dağ gibi hissiz, soğuk, büyük görünmez mi? Şairin ki ise sisler, dumanlar içinde kalmış şevahik-i cibâl (dağların doruklarını) andırmaz mı? İşte çocukluğumda böyle muhakeme ediyordum (düşünüyordum).
Bu büyük adamın gözleri cezbe-i kemalat (olgun bir çekicilik) ile o kadar illiyin-nazar (yücelere bakar) idi ki bir kere etrafındaki Koska’nın sütçü, tütüncü dükkanlarına, bir kere önündeki Aksaray’ın sokaklarına baktığını, başını döndürüp bir kimseye bir kere selam verdiğini görmedim.Victor Hugo mu, Jean-Jacques Rousseau mu? Mesele burada.
Yavaş yavaş Jean-Jacques Rousseau olduğuna hükmetmeye başladım. Zira bir adama selam verdiğini, hiçbir adamla konuşmadığını görmediğim bu allâme-i mürdümgiriz (insanlardan kaçan alim), ekser tramvay yolunun üstünden geçen çıngıraklı kömürcü develerinin arkasından ser-nüma-yı huşmendî olurdu (bilge başını gösterirdi).
Bâlâ-yı sereş zi-huşmendî / Mi taft sitare-i bülendî.
(3 Bilge başının üstünde / Yüceliğin yıldızı parlıyor.)
Belki o günlerdeki deve takibi itiyâdı (alışkanlığı) tarih-i tabiiyeye (tabiat tarihine) dair bir fikr-i tetkik (araştırma) ve te’life (eser yazmasına) müstenit idi (dayanıyordu). Âsar-ı tabiatın (tabiat eserlerinin) mezarı olan ateşli sahraların bu seyyah-ı bi-kararı (kararsız gezgini), badiye-nişinin (çölde oturanların), kum alemleri içinde bu yar-ı cefakarı, kendisine mahsus bir tavrı mânidar ile ara sıra o uzun boynunu çevirerek bu büyük adamı meşmûl-ü nazar-ı dikkat ederdi (bakışlarını yoğunlaştırırdı).
Bir gün Laleli’de birçok halkın tecemmu ettiğini (toplandığını) ve aralarında birisinin bağırıp çağırdığını işitince kalabalığın içine sokuldum.Ortada kemal-i şiddet ve hiddetle tahaşşüd-ü kıymet (yığılanların) nişanesinden feryat eden meğer bizim allameymiş. Büyük adamların hiddeti de büyük olur. Ne ulviyet! Ne ulviyet! Bu zaman-ı hiddetinde (öfke anında), heyecana gelen imanı-ı bi-payân (sonsuz bir iman) gibi mehib (heybetli), müthiş, âli (yüce) bir hal kesbetmişti (kazanmıştı).Etrafındakilere, “Adam olmaz, insaniyet bilmez cahiller, benim buradan geçtiğimi görmüyor musunuz? Gelip koluma dokunacak ne vardı? Meğer siz ne yaman cahillermişsiniz” diye feryat ediyordu. O kalabalığın içinde en ziyâde muhatap ve muateb olan (azarlanan) bir herif: “Asıl kara cahil sensin!” demişti. O anda büyük adamın sabır ve ihtiyarı elinden giderek herifin boğazından yakaladı. Herif te allâmenin yakasına sarıldı.
Belki o günlerdeki deve takibi itiyâdı (alışkanlığı) tarih-i tabiiyeye (tabiat tarihine) dair bir fikr-i tetkik (araştırma) ve te’life (eser yazmasına) müstenit idi (dayanıyordu). Âsar-ı tabiatın (tabiat eserlerinin) mezarı olan ateşli sahraların bu seyyah-ı bi-kararı (kararsız gezgini), badiye-nişinin (çölde oturanların), kum alemleri içinde bu yar-ı cefakarı, kendisine mahsus bir tavrı mânidar ile ara sıra o uzun boynunu çevirerek bu büyük adamı meşmûl-ü nazar-ı dikkat ederdi (bakışlarını yoğunlaştırırdı).Bir gün Laleli’de birçok halkın tecemmu ettiğini (toplandığını) ve aralarında birisinin bağırıp çağırdığını işitince kalabalığın içine sokuldum.
Ortada kemal-i şiddet ve hiddetle tahaşşüd-ü kıymet (yığılanların) nişanesinden feryat eden meğer bizim allameymiş. Büyük adamların hiddeti de büyük olur. Ne ulviyet! Ne ulviyet! Bu zaman-ı hiddetinde (öfke anında), heyecana gelen imanı-ı bi-payân (sonsuz bir iman) gibi mehib (heybetli), müthiş, âli (yüce) bir hal kesbetmişti (kazanmıştı).
Etrafındakilere, “Adam olmaz, insaniyet bilmez cahiller, benim buradan geçtiğimi görmüyor musunuz? Gelip koluma dokunacak ne vardı? Meğer siz ne yaman cahillermişsiniz” diye feryat ediyordu. O kalabalığın içinde en ziyâde muhatap ve muateb olan (azarlanan) bir herif: “Asıl kara cahil sensin!” demişti. O anda büyük adamın sabır ve ihtiyarı elinden giderek herifin boğazından yakaladı. Herif te allâmenin yakasına sarıldı.
Û der-men ü men der-û fütâde Halk ez-pey-i mâ devân u handân Engüşt-i taaccüb-i cihânî Ez-güft ü şenîd-i mâ be-dendân
(Cihan şaşırıp parmaklarını ısırdı. O derviş ve ben birbirimize düştük. Halk koşarak ardımıza düştü.)
Ben de halk ile beraber arkalarından gitmeye başladım. Biraz yürüdükten sonra halk ikisinin de arasını bularak marifet-i pençe-i cehaletten (cehalet pençesinden) kurtardılar.Bu büyük adamın yırtılmış yakasını düzelterek çamurlar içindeki fesini giyerek Aksaray’da Karanlık Sokak’taki hane-i ilm-i âşiyanına (ilim yuvasına) o perişan haliyle gittiğini görmek gerçekten pek rikkatengiz (dokunaklı) idi. Bu büyük adamın hal-i infialinde (kızgınlık durumunda) gelen dehşetle, kapıyı kapatıp ta kaybolduğu zaman dedim ki: “Şairlerin, allamelerin en büyük eserleri hal-i yeis (ümitsizlik) ve hiddetlerinde yazdıklarıdır.”Victor Hugo’nun bir eseri, Jean-Jacques Rousseau’nun Emillie’i öyle bir zamanda telif edilmemiş midir (yazılmamış mıdır)? Cehaletten şikâyet eden adam kim bilir şimdi maarif (öğretim) ve terbiye-yi umumiyeye (halkın eğitimine) dair ne büyük bir telif-i hükmi (düşüncelere dair eser) ile meşgul olmaya başlamıştır. Niçin bu sokağın karanlığından bir şems-i marifet tulû etmesin (yetenek güneşi doğmasın)?
Bu iştigalât mühimme eser (önemli bir eser ile uğraşması) ve esbabından (sebeplerinden) olmak gerekir ki kendisine birçok zaman hiçbir yerde tesadüf edemedim. Eğer hafızam beni aldatmıyor ise yirmi gün sonra ta uzaktan bir tütüncü dükkanında tütüncünün kendisine okumakta olduğu bir kâğıdı kemâl-i dikkat ile dinlediğini görerek o tarafa doğru gidince büyük adam da dükkândan çıkıyordu. Tütüncüye: “Bu büyük adama okuduğun kâğıt ne idi?” diye sordum. Tütüncünün verdiği şu cevap aradan seneler geçtiği halde hala hatırımdan çıkmaz.
“O büyük bir adam değil, orta boylu. Memleketten aldığı mektupları her zaman bana okutur. Onun okuması yazması yoktur.”
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Öykü
- Kitap AdıKüçük Şeyler
- Sayfa Sayısı90
- YazarSamipaşazade Sezai
- ISBN9786257909662
- Boyutlar, Kapak12x19 cm, Amerikan Bristol
- YayıneviHayy Kitap / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Aramızdaki Şey ~ Tomris Uyar
Aramızdaki Şey
Tomris Uyar
İsteğine uyup seni aramadım. Ölüm haberini bir dostumdan aldım telefonda. Bana haber verilmesini istemişsin, sevdiğin birkaç kişiye daha. Dizlerim çözüldü. Nedense önce öbür sevdiklerini...
- Rüzgâr Geri Getirirse – Eşikli Öyküler ~ Mehmet Zaman Saçlıoğlu
Rüzgâr Geri Getirirse – Eşikli Öyküler
Mehmet Zaman Saçlıoğlu
Rüzgâr Geri Getirirse – Eşikli Öyküler Sözcükleri gezdiren, onları gökte işleyen Rüzgâr’ı önceleri birden çok sandılar ve farklı adlar taktılar. Lodos, Poyraz, Karayel, Yıldız...
- Ölümle Baş Başa ~ Peter Nadas
Ölümle Baş Başa
Peter Nadas
Zihnim, aslında hazin bir yok oluş olarak anlaşılması gerekeni olağanüstü bir tepkisellikle değerlendiriyor, çünkü artık başkalarının deneyimiyle kıyaslama imkânı yok. Bu dünyevi bir şey...