Eski sevgilisinden gelen çeklerle bir süre Paris’te yaşayan Julie parası tükenince Londra’ya döner ve her şeye yeniden başlamak ister. Ne ki, aşk kırgını bir kadın olan Julie, eski sevgililerde de, yeni sevgililerde gerçekten aradığı şeyi bulamamıştır. Aradığı şeyin, gerçek aşkın bedeli çok yüksektir…
Ayrılıktan Sonra, erkeklerle ilişkilerinde kendini çok yaşlı ve çok yorgun hisseden, ama onlarsız yapamayacağını da bilen bir kadının romanı
BİRİNCİ BÖLÜM
Rıhtımdaki Otel
Bay Mackenzie’den ayrıldıktan sonra, Julia Martin, Quai des Grands Augustins’de ucuz bir otelde kalmaya başladı. Merdivenlerine ev sahibesinin kedilerinin kokusu sinmiş, bakımsız bir yeri andırıyordu, ama odalar beklenildiğinden temizdi. Üç kedi vardı beyaz Ankara kedileri genellikle otelin bürosunda uyuklar dururlardı.
Ev sahibesi ince, kırmızı gözkapaklı, soluk renkli bir kadındı. Alçak, fısıltıyı andıran sesi, kendine güvenmeyen davranışları, “Bu kadın Fransız olamaz,” duygusu verirdi insana. Aslında umurunuzda olmaz, hangi milletten acaba diye düşünmezdiniz bile.
Odalara ilişkin bilgi edinmeye gittiğiniz zaman bile konuşkan sayılmazdı. Fiyatları söyler, önünüze bir kart uzatırdı.
Julia, gecede on altı frank Ödüyordu. İkinci kattaki odası geniş ve yüksek tavanlıydı, ama can sıkıcı, tek gözü kör bir odaydı, çünkü yalnız başına bırakılmış tek penceresi, bir yana daha yaklaşıktı.
Odanın kişiliği vardı. Duvar kâğıdındaki desenlerin daha da ortaya çıkardığı bir tuhaflık, kasvetine ekleniyordu. Bir ağacın dalına tünemiş büyük bir kuş, gagasını açmış, ne idüğü belirsiz, yarı kuş, yarı kertenkele bir yaratıkla karşı karşıyaydı ve onun da gagası açıktı ve kavga etmek üzere boynunu ileri uzatmıştı. Üzerine tünemiş oldukları daldan mantarlar, tuhaf yapraklar, meyveler filizleniyordu.
Bu görünümün etkisine gelince; korkutacak yerde iç açıcı, hatta uyarıcıydı. Hem Julia, çizgili duvar kâğıtlarından bıkmış usanmıştı. İçki içip uyandıktan sonraki baş ağrılarını daha da artırdıklarını anlıyordu.
Yatak geniş ve rahattı, soluk pembe saten taklidi bir yorganla Örtülüydü. Aynasız bir gardırop, kırmızı gösterişli bir divan, yatağın karşısında, görüntüsünü yansıtan, altın yaldızlı çerçeveli, çok lekeli bir ayna vardı.
Aynanın altındaki masaya Julia’nın tuvalet malzemeleri yayılmıştı düzensiz ruj kutuları, pudra ve göz makyajı için gerekenler. En uçta ise, “J. Grykho, 1923” imzalı, yan boş kırmızı şarap şişesi, bir bıçak, bir parça gravyer peyniri bulunan, çerçevesiz bir yağlıboya resim duruyordu. Borç ödemek amacıyla orda bırakılmış olmalıydı.
Resimdeki her nesne azıcık çarpıtılmış, belirsiz anlamlarla doluydu. Yatakta yatarken, resme bakmamazlık edemeyen Julia, zaman zaman düşünürdü: “Bu resim iyi bir resim mi acaba? Olabilir; bana kalsa çok iyi bir resim… Bahse girerim çok da iyidir.”
Aslında resimden nefret ediyordu. Gösterişli divanın rengiyle birlikte, bilinen bir iç sıkıcı niteliği paylaşıyordu. Kafasında, resim ve divan birbirine kenetlenmişti. Resim, çarpıklığı içinde daha kaygı verici, divansa daha kasvetliydi. Resim fikri, ruhu, divansa eylemi simgeliyordu.
2
Julia altı ay önce bu otele rastlamıştı beş Ekimde. Ev sahibesine, bir hafta ya da on beş gün için bir oda istediğini söylemişti. Kendi kendine, saklanacak, İyi bir yer diye düşünmüştü. Yine kendi kendine. May Mackenzie’nin mirası, acıyla korkunun getirdiği yaltaklık duygusu yok olana kadar orda kalmayı kararlaştırmıştı.
Başlangıçta ev sahibesi kuşkulanmış, düşmanca bir eğilim göstermişti; çünkü Julia’nın her akşam eve bir şişe eşliğinde dönme alışkanlığını tutmuyordu. Bir erkekle, evet; bir şişeyle, hayır. Ev sahibesinin görüşü buydu.
Ama Julia sessizdi, saldırgan da değildi. Hem de hoş bir kadın sayılırdı.
Ev sahibesi kendi kendine düşündüğü zaman, Julia’nın yaşamını inanılmaz, olağanüstü görüyordu: “Odasında hep yalnız. Köpeklere yaraşır bir yaşam.” Sonunda Julia’nın deli, biraz fıttırık olduğuna karar verdi. Daha sonra, kiracısına alışıp hakkında fikir yürütmekten vazgeçti, yavaş yavaş unuttu onu.
Julia çok da mutsuz sayılmazdı. Odasına kapanmış özellikle odasına kapanınca güvenlik içindeydi. Zamanını çoğunlukla okuyarak geçiriyordu.
Bazı günler, tekdüze yaşamı, düşünceleriyle karmasıklaşıyor, korkutucu oluyordu. O zaman dinginliğini yitiriyordu. Dünyaya, dünyada yaşayan herkese özellikle Bay Mackenzie’ye nefret dolu, odada beş aşağı beş yukarı dolaşmak zorunda kalıyordu. Odada dolanırken sık sık kendi kendine konuşurdu.
Sonra korkunç yorularak yatağa girer, uzun süre kıpırdamaksızın uzanırdı. Kendi dışındaki yaşamın gümbürtüsü, giderek çevresinde kabaran denizin sesini andırırdı.
Yaşlı bir kadınmışçasına anılarından hoşlanırdı. Kafası anılar ve hayaller karmaşasıydı. İnsanlardan çok, gitmiş olduğu, yaşadığı yerleri düşünürdü Yatağa uzanmış, güneş ışığının beyazlaştırdığı bir caddedeki evlerin karanlık gölgelerini, ya da baharda, Londra’nın bir alanındaki ağaçları andıran, ince, kara dallı, genç yeşil yapraklı ağaçları, ya da hiç görmemiş olduğu tropik bir ülkenin taş basma denizini, koyu mor denizi düşünürdü.
Son günlerde bir şeyler olmuştu; yorgundu. Erkekler ya da aşk, aklına hiç gelmiyordu.
3
Salı sabahları dokuz buçukta, Liliane, oda hizmetçisi, tepside kahve ve çörekle birlikte Bay Mackenzie’nin avukatının mektubunu getirirdi.
İri ve açık renkli, sabahın altısından gecenin on birine ya da on ikisine kadar durup dinlenmeksizin çalıştığı, ya da sıradan bir kişi olduğu için ölünceye kadar böylesine çalışmak zorunda olduğunu belki de bildiği için, somurtkan ve kötü niyetliydi. Geniş suratının ortasında sert küçük gözlerinin, bir kedinin gözbebeklerindeki iğne başı ışıltılarını andıran, iğne başı gözbebekleri vardı.
Julia’ya iyi sabahlar diledikten sonra kapıyı çarparak dışarı çıkardı ve tepsinin üstünde İngilizce, daktiloyla yazılı mektup dururdu:
Madam,
İlişikte, üç yüz franklık çekimizi yolluyoruz (fes 300), aldığınızı bildirmenizi rica ederim, saygılarımla,
Henri Legros, N. E. adına.
4
Liliane gittikten sonra. Julia kendini toparlayarak isteksizce gözlerini açtı. Ve bu sabah mektup yerinde yoktu. Bazı bazı daha geç bir postayla gelirdi.
Kahvesini içti. Perdeler hâlâ kapalıydı. Lambayı yaktı, okumaya başladı.
Okuduğu sürece, yuvarlak, soluk, gözaltları derin, mavimsi halkalı yüzünden, gergin ve kaygılı bir görünüm silinip gitmedi. Kaşları ince ve titizlikle çizilmişti; çok gür koyu saçları aşırı kırmızı ışıklarla aydınlanmış, kafasında yabanıl bir biçimde dağınıktı. Elleri, doğulu bir kadının ellerini andırırcasına dar avuçlu, çok uzun parmaklı ve inceydi.
Mesleğinin iniş çıkışları belirgin izlerini silip süpürmüş olduğundan, yaşını, milliyetini ya da toplumdaki gerçek yerini anlamak kolay olmuyordu.
Saat on ikide hizmetçi kapıyı vurarak ters bir sesle odayı ne zaman temizleyebileceğini sordu.
Julia, “Peki, peki,” diye seslendi. “Yarım saate kadar.”
Kaloriferler iyi işlemediği İçin üşüdü. Giyindi, yüzünü boyamak, hemen hemen çocuksu bir görünümü olan, çok içten, uzun, koyu, gerçekten güzel gözlerine sürme sürmek üzere pencerenin yanına gitti.
Gözleri kendisini ele veriyordu. Gözlerinden ve altlarındaki derin çizgilerden hayalci olduğunu, çabuk incindiğini şansa dayanan bir meslekte başarılı olamayacak kadar çabuk incinen bir kişiliği olduğunu anlıyordunuz.
Titizlikle, gösterişli bir biçimde boyandı; yine de yaptığı işin severek yapılan bir uğraş olmadığı, mekanik bir süreç olduğu, takmaktan hoşlanacağı maskenin yerini alan bir uğraş olduğu apaçık ortadaydı.
Boyanmaktan vazgeçmek, yaşının ve yorgunluğunun itirafı olacaktı. Bay Mackenzie’nin onu bitirmiş olduğu anlamına gelecekti. Yukarı kattaki, her zaman karalar giyen, beyaz yüzlü, kara tırnaklı, artık boyamadığı için diplerinden beş santim korkunç tuzbiber karışımı griliğin uzamış olduğu boyalı saçlı kadının haliyle sona eren yolun ilk adımı olacaktı.
Kadının alçakgönüllü, yaltak bir davranışı vardı. Ne parası ne de ahlâkı olmadığı için, kendisi için en iyi şeyin, elbette, alçakgönüllü olmak olduğunu keşfetmişti Yine de gözleri haindi yaşlı, terk edilmiş bir kadının korkunç hain gözleri. Kendisini uzun zaman önce unutmuş olan birisine karşı beslenen nefretin aleviyle canlılığını sürdüren bir gölgeydi.
Julia, pencereden dışarı, rıhtımdaki kitap sergilerine baktı. Sergilerin gerisinde, asık suratlı, kahverengi, yeşil Seine Nehri vardı. Bir nehir gemisi geçince köpürüp çalkalanacaktı. Sonra, hemencecik yeniden dinginleşip tembelleşecekti.
Nehre bakınca titredi. Suyun, odasını daha da soğuttuğundan emindi. Yalnız gece olunca seviyordu nehri. O zaman, gizemli bir biçimde genişliyor, akıntısı güçleniyordu. Sarhoşken insana denizmiş gibi geliyordu.
5
Saat birde hizmetçi yeniden kapıyı vurdu.
Julia, söylenircesine, “Evet, evet,” dedi.
Mantosu çok eskimişti. Son birkaç ayda şişmanlamıştı. Manto çok dar, çok kısa geliyordu. Özellikle arkadan çok gülünç bir görüntüsü olduğunu sanıyordu. Mantosu aklına gelince, gerçekten çok az rastlanan kıpırdama güdüsü bir anda yitip gitti.
“Şimdi çıkıyorum,” diye seslendi.
Yağmur çiseliyordu. Julia, kitap sergilerinin önünden hızla geçti, Place St. Michel’deki büyük kahveden köşeyi döndü. Karşıdaki büfede durup bir gazete aldı.
Öğle yemeğini hep Rue Huchette’teki Alman lokantasında yiyordu. İçeri girdiğinde, lokantanın sahibi mutfağa inen merdivenlerin başındaki stratejik yerinden, iyi günler diledi. Bulunduğu yerden garsonları, servisi ve kadın müşterilerin bacaklarını gözetleyebiliyordu.
Julia her zamanki masasında yerini aldı, gazetesini önüne açtı, bir yandan yemeye, bir yandan da okumaya başladı.
Bay Mackenzie
Yemeğini bitirdikten sonra Julia yürüyüşe çıktı. Hava nasıl olursa olunsun her gün yürüyüşe çıkıyordu. Tanıdığı birisine rastlayacak diye çok kaygılanıyordu, elinden geldiğince arka sokaklarda dolaşıyordu. Kahvelerin açık kısımlarının önünden geçtikçe, yüzü, sert yasaklayıcı bir görünüm alıyor, ama dükkânların vitrinleri önünde oyalanıyordu. Kitaplar, kitaplar, yine kitaplar. Sonra çarpık ayakların eğriliklerini, doldurulmuş köpek ve tilki postlarını ya da ayın fotoğraflarını sergileyen vitrinler de vardı.
O gün öğleden sonra, Rue de Seine’de, açık mor bir şişe açacağına benzer bir şeyin çevrelediği bir er kek deseni resmine uzun bir süre baktı. Resmin altında, “La vie est un spiral, flottant dans l’espace, qne les hommes grimpent et redescendent tres, tres, tres grieusment,”1 yazılıydı.
Dingin, rahat bir duyguyla rıhtıma doğru yürüdü. Kolları, bacakları yumuşak hareket ediyordu; ıslak yumuşak hava, hoş bir biçimde yüzüne çarpıyordu. …
“Ayrılıktan Sonra” için bir yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıAyrılıktan Sonra
- Sayfa Sayısı168
- YazarJean Rhys
- ISBN9750708480
- Boyutlar, Kapak 13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2008
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Zenginliklerimiz ~ Kaouther Adimi
Zenginliklerimiz
Kaouther Adimi
Ödüllü yazar Kaouther Adimi’nin imzasını taşıyan Zenginliklerimiz, Edmond Charlot adında Cezayirli bir kitapçının genç yaşta giriştiği muazzam yayıncılık ve editörlük serüveninin izlerini süren, sürükleyici bir...
- Gölge ~ Michael Morpurgo
Gölge
Michael Morpurgo
Özgürlüğümüz için savaşmalı ve asla pes etmemeliyiz… İngiliz Çocuk Edebiyatı Elçisi, efsanevi yazar Michael Morpurgo, Gölge adlı romanıyla bu kez gözünü 2000’li yıllarda Asya kıtasında yaşanan insanlık...
- Can ~ Andrey Platonov
Can
Andrey Platonov
Can. Bu, vaktizamanında zengin beyler tarafından onlara verilen ortak bir lakaptı, zira can ruh demektir; kırılan garibanların ise ruhlarından, yani hissetme ve acı çekme...
arkadaşlar kitap hakkında yorum yapabilecek olan var mı?