Nobel Edebiyat Ödüllü yazar Doris Lessing, Alfred ile Emily’de, Birinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde annesiyle babasının izini sürüyor. Kitabın ilk yarısını “savaş olmasaydı nasıl bir yaşamları olurdu”dan hareketle kaleme alan yazar, kitabın ikinci yarısında savaşın yaşamlarında yol açtığı onarılmaz hasarı gözler önüne seriyor. Hayalinde yaşattıklarını ve gerçekte yaşananları etkileyici bir anlatımla kâğıda döküyor.
Alfred ve Emily yazarın hayalinde umut ettikleri gibi mutlu bir yaşam sürerlerken, aslında Alfred savaşta sakat kalır, Emily hastanede hemşirelik yaparak askerlerin acılarını paylaşır.
Annesiyle babasının savaşla bölünmüş yaşamları, Lessing’in üzerinde derin izler bırakmıştır. Yazar bu kitapla, onlara olan gönül borcunu ödüyor ve umuyor ki, “onlarla Büyük Savaş’ı hiç yaşamamışlar gibi karşılaşsaydı, her ikisi de onlar için hayal ettiği yaşamı onaylarlardı.”
1902
Geçen yüzyılın başındaki uzun yazların güneşleri salt huzur ve bolluk vaat ediyordu; tabii refahla mutluluğun yanı sıra. Güneşin sürekli parladığı o yaz günleri gibisini kimse anımsamıyor. Bunun doğruluğunu kanıtlayan binlerce anı kitabı ve roman var, dolayısıyla, 1902 ağustosundaki, Longerlîeld köyündeki o cumartesi ikindisinin, muhteşem bir ikindi olduğunu büyük bir güvenle iddia edebilirim. Birleşik Essex ve Suffolk bankalarının yıllık kutlaması yapılmaktaydı; şenlik yeri, her yıl Çiftçi Redway’den kiralanan, genellikle ineklerini saldığı, geniş tarlaydı.
Çeşitli etkinlik odaklan vardı. Tarlanın karşı ucundan yükselen heyecanlı çığlıklardan, haykırışlardan anlaşıldığı üzere, çocuk oyunları orada sürmekteydi. Bir meşe kümesinin allına yerleştirilmiş olan uzun piknik masasının üzeri akla gelebilecek her türlü yiyecekle doluydu. İlginin merkezi, kriket maçıydı; izleyicilerin çoğunluğu beyaz giysili karaltıların çevresine toplanmıştı. Bütün sahne, tarlayı bitişikteki arsadan, bugünlük yerlerinden sürülmüş olan ineklerin, çenelerini dalgın dalgın, anıları yâd edercesine, dedikoduya dalmış yaşlılar gibi oynata oynata yan tarladaki hareketliliği izlediği yerden ayıran iri karaağaçların gölgeleri tarafından ele geçirilmek üzereydi. Günün sonunda azıcık tozlanmış olsa da, bembeyaz formalı oyuncular bu yaz şenliğindeki önemlerinin farkındaydı; bir çitin üzerine abanmış, maçı seyreden, eğlencenin dışında bırakılmaya hiç niyeti olmayan birtakım köylüler de dahil, bütün bakışları topladıklarının bilincindeydiler.
Kriket sahasından pek de uzak olmayan bir noktada, otlara atılmış yastıkların üzerinde, al basmış yüzünden sıcakla başının hoş olmadığı anlaşılan, iriyarı, açık tenli bir kadın, onun ufacık tefecik kızı ve söylediklerini duymak için ona, Bayan Lane’e doğru eğilmiş, gözlerini onun yüzüne dikmiş genç bir kız oturuyordu. “Bu çok ciddi bir mesele, tatlım, babanla kavga etmen yani.”
Tam o anda bir delikanlı, elinde kriket sopası ilerledi, üç hedef sopasının yanında durdu; açık tenli kadın eğilip ona el salladı, delikanlı da bir gülümseme ve baş selamıyla karşılık verdi. Dikkat çekecek kadar yakışıklıydı, esmer, yapılı; orada öylece duruşunda, ani bir sessizliğe yol açan, özel, seçkin bir şey vardı. Atıcının yolladığı topa vurdu, kolayca, hiç zorlanmaksızın uzaklaştırdı.
‘”Şişşt,” dedi Mary Lane. “Bir dakika, şunu seyretmek istiyorum…”
Daisy, küçük kız, çoktan eğilmiş, izliyordu bile; şimdi öteki kızın, yani Emily McVeagh’ın gözleri de savrulan toptaydı; her ne kadar baktığı yeri görmediği kesinse de. Yüzü heyecandan, kararlılıktan kızarmıştı, yan gözle orta yaşlı kadını süzüyor, dikkatini çekmeye çalışıyordu.
Bir başka top hızla yakışıklı gence doğru yuvarlandı, yine süratle, çevikçe geri püskürtüldü, bir alkış dalgası yükseldi.
“Aferin,” dedi Bayan Lane, ol çırpmaya hazırlandı, ama atıcı çoktan ön tarafa doğru koşmaya başlamıştı bile. Bir kez daha… yeniden., loplardan bin. kadınların oturduğu yere yuvarlandı, oyuncu da yakalamak üzere ona doğru koştu. Vuruşlar başladı, on oyuncu da oyun dışı bırakılıncaya kadar sürdü, tek tük alkışlar duyuldu, sonra delikanlı topu ta çocukların oyun oynadığı yere gönderince, topluca, güçlü bir alkış yükseldi.
Çay zamanı gelmişti. Uzun piknik masasına hücum edildi; kadınlardan biri semaverin başında duruyor, fincanları dağıtıyordu.
Annesi, “Bir fincan çay iyi gidor şimdi,” deyince, Daisy bir koşu gidip kuyruğa girdi.
Aynı anda, Emily’nin ondan çok daha fazlasını beklediğini ayrımsayan Bayan Lane. dikkatini ona yöneltti: “Bana kalırsa, neye kalkıştığının Um olarak farkında değilsin.”
Yararlı yerlerde dostları olan, nüfuzlu bir kadındı; Emily McVeagh’ın neye niyetlendiğini bir düzine farklı kaynaktan soruşturmuştu.
Genç kız babasına karşı gelmiş, açıkça söylemişti: Hayır, üniversiteye gitmeyecekti, hastabakıcı olacaktı.
Kızın kararından şaşkına donen Bayan Lane, kendi kendine söylenmişti: “Anlaşıldı, erkek gibi olup çıkacak.”
John McVeagh’ı, aileyi çok iyi tanırdı; Emily’nin zafer dolu okul günlerini gıptayla karışık bir hayranlıkla, kendi kızının bu kadar zeki, alımlı ve girişken olmamasına hayıflanarak, yakından takip etmişti. Kızlar arkadaştı; böylesine benzeşmeyen iki kişinin dostluğu, insanları oldum olası şaşırtırdı. Biri geri planda kalmayı seven, silik, kolayca gözden kaçan, kırılgan görünüşlü; öteki ne istediğini bilen, kendine ve koşullara anında hâkim olabilen, her şeyde daima ilk, okulda mümessil, ödülleri silip süpüren: Emily McVeagh, küçük Daisy’nin dostu ve kahramanı.
“Başarabileceğimi biliyorum,” dedi Emily sakince.
“İyi ama neden, neden?” diye sormak istiyordu Bayan Lane, belki sorardı da, ama Um o sırada, hak ettiği alkışı toplayan delikanlı yanına geldi, kadın da onu öpmek için uzandı, “Aferin sana,” dedi. “Ah, çok iyiydin.”
Tanışıklık lan çok eskiye dayanıyordu.
Genç adam Daisy’nin uzattığı çayla kocaman pasta dilimini aldı, dostunun. Bayan Lane’in yanına oturdu. Kadın onu doğduğu günden beri tanıyordu.
İki erkek kardeş: Büyüğü, Harry. annesinin gözdesiydi. Hüsrana uğramış bir kadın olduğunu bilmeyen yoktu, çünkü kocası, oğlanların babası, bir bankada memurdu ve işinden nefret ediyordu; her boş dakikasını kilisede, org çalarak geçirmekteydi. Kadın da, açıkça görüldüğü üzere, “durumu sineye çekmeye” çalışıyordu. Adamda hırsın zerresi yoktu, ama büyük oğlan, henüz okulu bile bitirmesine kalmadan, çoğu öğrencinin ummayacağı kadar iyi bir iş teklifi almıştı. Emily gibi o da zeki olandı; sınavları kolayca veren, takdirnameler alan. Ancak bu anne küçük oğlundan, Alfred’den hoşlanmıyordu, ya da hoşlanmazmış gibi davranıyordu.
O günlerde çocukları dövmek, Tanrı’nın buyruklarına kulak vermek olarak görülürdü, o kadar. “Sopayı sakınırsan, çocuğu tepene çıkarırsın.” Ama Bayan Lane gözlemledikçe, dehşete düştü. Kendisi de bir banka memurunun karısıydı, kıdemli bir kâtibin, fakat onun kocası kiliseyi ayakta tutan sütunlardan bin olmanın yan: sıra, toplumsal etkinliklerden ele hiç geri durmazdı Alfred’in anneden yana şanssızlığı epeydir bilinen, tartışılan bir konuydu. dolayısıyla haline üzülen insanların engin hoşgörüsüyle, özel iltimaslarıyla kuşatılmaktaydı Okulla başı pek hoş değilse de. sporda özellikle krikette çok iyiydi. Bir hafta kadar Önce on altısına basmıştı, erkeklerin maçında yer alamayacak kadar gençti. Ama işte buradaydı, oynuyordu; Bayan Lane, delikanlıya kendiri kanıtlama fırsatı verilmeli, diyerek kulis yapmış, sözü geçen kişileri razı etmek için çabalamış olabilirdi, ama bundan kimin haberi olacaktı ki? Alfred’in annesi izleyicilerin arasındaydı; bu parlak, göz alıcı evlat için insanlar onu kutlarken, huzursuz, rahatsız görünüyordu, asıl ve sürekli alkışlanması gereken kişinin Öteki oğlan olduğuna inandığı her halinden belliydi.
Alfred’e kendini, yiğitliğini göstermesi için bir fırsat verilmişti; Bayan Lane gururluydu, hem kendisinden hem de ondan hoşnuttu. Oğlanı öz oğluymuş gibi sevdiğini zaten sıkça dile getirirdi; keşke gerçekten de onun oğlu “olsaydı. Alfred’in annesinden hiç hazzetmezdi; her ne kadar bu, herkesin herkesi tanıdığı bu küçük toplulukta açıkça dile getirebileceği bir şey olmasa da.
“Alfred,” dedi, elindeki etkinlik programıyla yelpazelenirken, “Alfred, hepimizi gururlandırdın.”
Tam o sırada Alfred vuruş noktasından çağrıldı üçüne birden, tıpkı annesi gibi ona tapan Daisy ile tanıştırılmadığı öteki genç kıza gülümsedi, hızla o yana seğirtti.
Vuruş noktasının başında, Alfred’in de dahil olduğu küçük fikir alışverişini bir süre seyreden Bayan Lane dikkatini yeniden Emily’ye yöneltti.
“Maaşın ne kadar düşük, yetersiz olduğundan haberin bile yok,” dedi kıza. “Resmen hademelik yapacaksın, korkunç, hem çalışma saatleri de çok uzun. Yiyeceklerse berbat.” Diğer itirazını sözcüklere dökmekte zorlanıyordu. Becerebilseydi, hastabakıcı adayı olan kızlar en alt kademedekiler, derdi; onlar çalışan kızların en hor görülenleri Oysa sen, Emily McVeagh, rahat, kolay bir yaşam sürdün, her şeyin en iyisine sahip oldun, dolayısıyla çok ama çok zorlanacaksın.
Oyun yeniden başlamış, yakışıklı delikanlı top hedefinin arkasındaki yerini almıştı.
“Nedenini bir anlayabilseydim,” dedi Bayan Lane, ağzındaki baklayı çıkararak. “Nedenini bana bir açıklayabilseydin, Emily. Biliyorsun, kızının üniversiteye gitmesini isteyen baba sayısı fazla değil. Ne büyük bir hayal kırıklığına uğradığını tahmin edebiliyorum ”
John McVeagh’dan aman aman hoşlanmazdı, pek de’ azametli, diye düşünürdü, kendinden fazla hoşnut ama adamın Emily’yle nasıl gururlandığı, her yerde, her fırsatta onunla nasıl övündüğü aklına gelince, üzülmeden edemedi; şimdi kim bilir neler hissediyordur
“Bana, ‘Bir daha asla eşiğimi aşındırma.’ dedi ” Emily yaşla dolmuş, parlak gözlerini halasına çevirdi Ona. “Keşke annem olsaydın,” dem, sık SIK Şefkatsiz bir üvey annenin elindeki bu anasız ki?, şu an yüzünde derin bir hayal kırıklığıyla ona bakmakta olan Bayan Jane’ı kendi ne anne bellemişti, “iyi düşün, Emily, çok iyi düşün.”
Oysa Emily gelecek hafta işe başlıyordu; aşağının da aşağısında, Londra’daki Gray’s ınn Yolu’nda bulunan …
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıAlfred ile Emily
- Sayfa Sayısı260
- YazarDoris Lessing
- ISBN9750710773
- Boyutlar, Kapak 13x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2009
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Agnes Grey ~ Anne Brontë
Agnes Grey
Anne Brontë
Richard Grey aile birikimlerini riskli bir yatırımda kaybedince ümitleri suya düşen ailenin küçük kızı Agnes, hem ailesine maddi destek olmak hem de kendi hayatını...
- Bir Parmak Bal ~ Ian McEwan
Bir Parmak Bal
Ian McEwan
1970’ler, İngiltere. Cambridge mezunu Serena Frome, MI5’ta memur olarak işe alınır. Fakat bir süre sonra, Serena’nın edebiyat merakına güvenen patronları, onu Soğuk Savaş’ın kültürel...
- Düşes ~ Daisy Goodwin
Düşes
Daisy Goodwin
1890’ların Amerika’sının muhtemelen en zengin vârisi olan Cora Cash, paranın kendisine her kapıyı açacağına inanarak yetiştirilmiştir. Fakat annesi aristokrat bir eş bulmak için onu...