”Metin Kaçan ‘ Ağır Roman’ da kendi fantezisinin mitolojik ve masalsı olanaklarına başvurarak yeni bir evren yaratıyor. Bir büyük kent ‘cangıl’ ıdır bu evren. Bir kültür metropolülnde yaşamlarına karşılık, o kültürle iletişim kuramayan, sistemdeki çürümüşlüğün ürünü bir toplum kesimindeki insanların evrenidir bu; pezoların, kevaşelerin, yengeç heriflerin, malbuçların, zarboların dünyası… Bu dünyanın odağında ise, içinde bulunduğu koşulları şiddet aracılığıyla pretosto eden ya da uyuşturucu yoluyla düş dünyasına sığınan bir ‘olum Don Kişot’ u yaşamaktadır. Türk edebiyatının bugüne dek ortaya çıkardığı en etkileyici insan portrelerinden biridir Gıli Gıli Salih. Bu ürkün çolduğu kadar büyüleyici dünyanın en çarpıcı özelliği ise, alışılmış kalıpları yıkan olağandışı özgünlükteki ‘dil’idir. Dolapdere’nin bıçkın argosunu fantastik öğeyle bütünleştiren, yeni türetilmiş sözcükler/deyişlerle oluşturulmuş bu farklı dil aracılığıyla, ‘sarkastik ironi’den ‘groteks’ e, oradan da ‘kitsch’ e uzanan provokatif bir imgeler dünyası yaratıyor Metin Kaçan metninde. İçinde kanlı canlı sözcüklerin neredeyse somutlaştığı; dilden insanlar, dilden uzamlar içeren gerçek bir sanat ürünüdür ‘Ağır Roman’.”
Kolera Sokağı’nın en kral kevaşesi Edâ, yatıştan sonra apış arasını yıkadığı suyu, hurdaya çıkmış metal artıklarından yapılma kerhanenin pencere iskeletinden şık bir figürle boşluğa saldı. Sahte ipek gömleklerini rüzgârın asaletine satmış olan pezolar, yuttukları hapların patlamasını beklerken, Edâ’nın vizite suyuyla ıslanan Gıli Gıli Salih’e “Ulan artık hayatın boyunca kan derdin olmaz, bütün mitralar ayaklarına kapanıp tapacaklar sana,” diyerek balinalar gibi gülüştüler. Bu esnada bir konsomatris yıldız güpegündüz mahalleyi yalayarak geçti.
Hayatını bu bin tılsımlı ânın çarşafından geçirecek olan Gıli Gıli Salih, havada gezinen kılları takip ederek babasının berber dükkânına doğru ikiledi.
Kolera’nın çalgıcıları Fil Hamit’in tamirhanesinin yanında koftisine taksim atarak aletlerinin tansiyonunu ölçüyorlardı. Parke taşlarının arasındaki nemli topraklardan çıkan buharlar, Gıli Gıli Salih’in saçlarındaki pis su ve spermlerle birleşti. Ancak kurnaz sokak delikanlılarının uyanabileceği bir büyü oluştuğunda, klarnetler parladı. Çalgıcılar darbukalarını gerip, kemanlarına inceden ayar geçtikten sonra ağır roman havası çalarak yampiri adımlarla Çitiki düğün salonuna uzadılar. Gıli Gıli Salih, taş binaları inleten, boşluğu okşayan darbuka sesleri kaybolana kadar buğulu ela gözleriyle kara şoparların peşinden baktı.
Gıli, daha çok tıfılken, ağır roman havasının ‘zımbam zımalda zımbam’ sesleriyle omuzlarını dikip gözlerini iki uzun bir kısa yakarak heriflerin peşinden Çitiki düğün salonuna gitmiş ve orada da sızaki olmuştu. Darbukacı Balık Ayhan, onu yüzünde tamdık bir gülümsemeyle uyurken bulmuş, “Yıkık köprülü Berber Ali abi, oğluna dikkat edesin, böylesi yılan gibi oynar, ama bıçaklara rast gelmesin,” diyerek babasına teslim etmişti. O günden sonra Gıli ne zaman arazi olduysa babası onu Çitiki düğün salonunun bahçesinde bulur olmuştu.
Güneş buluttan sıyrılırken Kolera’nın alemci kadınları bir omuz darbesiyle yıkılacakmış gibi duran evlerinin önünde oto tamircileriyle, marangozlarla, tornacılarla aslanlar gibi muhabbete koyuldular. Bir yandan da kaynak yaparken elleri titreyen ustalara, esrarı daha kallavi içmeleri için zıvana hazırlamaya başladılar. Köylü kadınlar, kocalarının mahalle hakkında anlattıkları korku hikâyelerinden tırstıklarından mahkûmlar gibi camdan bakıyorlardı.
Aniden ortalıkta beliren Gaftici Fethi, Fil Hamit’in arabasını şanına yakışır biçimde tavladı. Gaftici’nin hünerli ellerine kapılan araba, kapı ve pencerelerini cömertçe açtı. Fethi yatakta dostuyla beraber doldurduğu seks kasetini de teybe sürdü. Teypten çıkan seksi çığlıklar, inlemeler Kolera Sokağı’nı kapladı. Köylü kadınlar başörtülerinin uçlarını ağızlarının önüne çekip içi gözüken tül perdelerin gerisine devrildiler. Alemci kadınlar ve tamirhanede çalışanlar Gaftici Fethi’ye “Helal olsun usta sana bu yollar,” dercesine baktılar. Helal olsun çekmelerinin tabii ki haklı sebepleri vardı. Romantik bir otomobil hırsızı olan Fethi, mahalledeki bütün mitraları incitmeden ayıklamıştı. “Kulağınızı açın da beni dinleyin leylekler! Ben Kolera açık hava üniversitesi seksoloji bölümü mezunuyum. Bugün size manitalar hakkında iki tane tüyo vericem. Bunları yeri gelince en güzel şekilde kullanın. Manitanın yatakta güzel sevişip sevişmediğini anlamak için ayak bileklerine bakmanız kâfidir. Eğer bilekleri inceyse mesele yok demektir. Sizi sabaha kadar zevkten bayıltır. Manita ‘Seni seviyorum, evlenelim,’ ayağı yapıyorsa, önce yüz mumluk ampule yarım metre mesafeden bakın. Sonra gözlerinizi ampulden kaçırıp manitanın gözlerine dikin. Eğer cıvırın gözlerini görüyorsanız hemen evlenin, allanma. kadar sizi seviyor demektir. Hadi şimdi yaylanın bakayım kese kâğıtları!” Gafticinin bu bayıltıcı muhabbeti Kolera’da bir süre yankılandı.
Fil Hamit’in çırağı Tilki Orhan, ustasının kaynattığı çamurluğun üzerindeki çapakları taş motoruyla temizlerken gözlerine yüzlerce metal parçası kaçtı. İlk başka delikanlılığa verip gözündeki acıyı unutmaya çalışan Orhan, gözü harbiden yanmaya başladığında tamirhanenin üst katında oturan Puma Zehra’nın kapısında metal gözyaşlarıyla ağladı. Kimseye görünmeden ağladığını zannederken Puma Zehra, Orhan’ı biraz daha ağlatıp ardından haşlanmış patatesi ortadan ikiye bölerek Tilki’nin metal döken gözlerine koydu.
Mevzuya fırtına gibi dalan Fil Hamit, tamirdeki arabanın çıtasını çaldırdığı için Orhan’ın suratına tokadı giydirdi. Oksijen kaynağından yanmış Fil’in elleri kıpkırmızı balonlar gibiydi. “Ulan köpek, ne anan var ne baban, seni bu dükkâna zanaat öğren de sağda solda dilenme diye aldım.” Tilki Orhan’ın gözünden fırlayan patatesler babasının dükkânının önünde oturan Gıli Gıli Salih’in ayaklarının dibine kadar yuvarlandı. Tilki Orhan tokatlardan sıyrılır sıyrılmaz en baba arkadaşı Gıli’ye koştu. Orhan bir soluk alıp, Gıli’ye kaybolan çıtayı bulamazsa ustasının kendisini öldüreceğini anlattı.
Gözbebeklerini topaç gibi çeviren Gıli, yoldan hızla geçmekte olan bir arabanın çıtasını usta bir tırnak darbesiyle uçurdu. Çıtayı öfkeyle Fil Hamit’in gaz pedalı büyüklüğündeki ayaklarının gölgesine fırlattı. Zaman bile Gıli’nin bu süratli hareketine hasta olup bir an duraksamıştı.
Hafiften ve bir inceden yağan yağmur Kolera’yı ıslatırken Gıli’nin abisi Reco, dükkânın buharlanmış aynasına parmağıyla komik resimler çiziyordu. Geri gelen Salih, abisinin çizdiği resimleri her zamanki gibi seyre daldı.
Reco, okulda teneffüse çıktığı zaman kantinden aldığı galeta ve sandviçten kaplumbağa yapmıştı. Okul müdürü çocuğun bu hareketini görmüş ve Reco’yu yaratıcı kabiliyetinden dolayı geri zekâlılar sınıfına atmıştı! Ancak sınıf öğretmeni Perrin Hanım, ruh hastası ve hafif denyo olduğundan, ders bitene kadar geri zekâlılar sınıfına roket ateşleme antremanı yaptırmıştı. Perrin Hanım her gün bu dersi tekrarladığından, haşan, aym zamanda da hakikaten geri zekâlı çocuklar, tamirhanelerin önünden topladıkları metal parçalarını tahtaya saplamaya başlamışlar, bazıları da kâğıttan yaptıkları uçakları tahtaya saplı metaller arasından geçirip okulun bahçesine uçurmuşlardı. Berber Ali okul müdürüyle sert ve acıklı bir pazarlık yaptıktan sonra, oğlu eski sınırına dönmüştü.
Reco’nun geri zekâlılar sınıfında üç gün kalması mahallede ve okulda alay konusu olmasına, evde ise babasının onunla “Geri zekâlı oğlum, odun kafalı oğlum,” diyerek dalga geçmesine yaramıştı.
İmparatorlar alemci kadınların hazırladığı zıvanaları bir köşeden çıkarıp kallavi bir tek kâğıtlı hazırladılar. Zanaatlarında ustalıktan sonra ulaşabilecekleri en yüksek mevkiye gelen kaportacılara bu âlemdeki insanlar imparator gözüyle bakmaya mecburdu!
Kısılan yağmurla beraber gökkuşağının birtakım renkleri kara şoparlann sadece tahtadan ve ipten yapılmış barakalarının üstünde sevişti. Kiliselerden gelen çan sesleri, kısa bir zaman sonra hafif esrar kokusu ve ezan sesiyle kanşıp havayı kapladı. Adam Mickiewicz’in şair ruhu yüzyıllık müzesinden kalkıp balıkların ve sokağa gönül vermiş çamaşırların arasından geçip kilisenin istavrozuna kondu. Kolera’da böyle bir görüntü turalarken, imparatorlar, cıgaralarından babacasına çektikleri dumanı kara şoparların bulunduğu yıkıntılara doğru üflediler. Aynı esnada, akşam gaspa çıkacak şoparlar, bıçaklayacakları adamların rahat ölmeleri için dillerinin ucunu tükürükleyerek bıçaklarının oluklarını temizliyorlardı.
Yıkık köprülü Berber Ali, Orso’nun kahvesinden, mekânına geldiğinde Reco’nun aynaya çizdiği helikopter ve uçan adam resmi, Ali’nin sertliğinden ürküp buharlaştı. Reco, gözünden rulman bilyası gibi döktüğü yaşlarla havluları katlayıp sokağa damladı. En ağlayan elbiselerini giymiş, ellerinde çiçeklerle kiliselerine giden Rumları, Ermenileri ve Süryanileri seyrederek kendini avuttu. Bütün bu covinolar kiliselerden gelen çan seslerine müthiş derecede tutkundular.
On üç yıldır aynı mekânda berberlik yapan Yıkıkköprülü Ali, yakışıklılığı ve zarif kavgalarıyla en korkunç adamları bile yıldırmıştı. Haybeye racon kesmediğinden covinolarla bitirimlerin arasında kendisine demir gibi hava yaratmıştı. Askerliği sırasında gördüğü bu mahalleden bir daha kopamamış, hemşehrilerinden uzaklaşıp karısıyla beraber Kolera’ya yerleşmişti. Papikçilerden, psikopatlardan ve haybeci kabadayılardan korunmak için, aynı zamanda Kolera’da tutunabilmek için kelle koltukta çarpışıyordu. Bu da Kolera’da yaşamanın cabasıydı.
Berber Ali, Kolera’daki hayatın ciğerine ve sertliğine daldıktan sonra hesapta hiç yokken zevk düşkünü kevaşelerin aşk tuzağına kendini kaptırmıştı. Çapkınlık yaparken ayakbağı olmasın diye karısına öyle tırsmç hikâyeler anlatmıştı ki, kadıncağız ‘Dışarı çıkarsam boğulurum,’ korkusuyla uzun yıllar sokağa ayağını göstermemişti. Şehrin sokaklarının sularla kaplı olduğunu, yağmur yağdığında denizin yükselip taşacağını, küçük bir yıldırım hareketinden şehrin tamamıyla yıkılacağını sanan İmine yaşamını cam kenarına satmıştı. Bu yüzden evde Reco ve Gıli’nin bakışlarını altüst eden bir gerilim saklıydı.
Reco, aynada kaybolan resimlerini düşündükçe suratı matem siyahına döndü. Kiliseye giden covinoların arkadan ve yandan görünüşünü boşluğa çizerek teselli buldu. Dükkânın önünde paslı sandalyede oturan kardeşini şeytanca bir numarayla ekti. Taş binaların altında kurulan sokak sergisine gazlamak, resimli roman dünyasına ruhunu satmak Reco’nun tek zevkiydi.
Gıli’nin terbiyeli bakışlarını yere dikip sert bir hayale daldığı sıra, kırık şırıngıların gölgesinde büyüyen Kolera’nın çocukları, marangoz Mimi Usta’nın dükkânına doluşup tahta oyuncak yapması için yalvarmaya başladılar. Mimi Usta çalıştığı pulanya makinesinin şalterini kapatıp makine tam anlamıyla durana kadar başından ayrılmadı. Alet durunca çocukların üstüne silkeledi. Çocuklar kar yağıyormuş gibi sevindiler. Mimi Usta’nın kafasındaki talaşlar uçuşunca, ahşap renkli saçları, sapsarı, eksik ve çürük dişleri, binlerce manaya gelen ince kavisli yüz çizgileri ortaya çıktı. Çocuklar iki dakika sonra Mimi Usta’nın dükkânından ellerinde kılıçlar, tabancalar, ok ve yaylarla dışarı fırladılar. Mimi Usta çocukların arkasından sevgilerin en güzeli, en namuslusu ile baktı. Kimisi kızılderili, kimisi kovboy olan Kolera’nın çocukları, güzel bir çocukluk hatırası olacak günü, olanca terleriyle yaşamaya çalıştılar. Dükkânın önündeki paslı sandalyede oturan Salih, oyun oynayan arkadaşlarını her zamanki gibi cıvalı gözlerle seyre daldı.
Kolera’da olup biten her şeye kansan zengin ve softa takımı, hiç aksatmadan tertemiz giyinip kiliselerinde Rumlara bir pislik yapmadan rahat edemiyorlardı. Bu defa, çocukların ellerindeki okların ucuna teneke sarıp okların ucunu sivri ve saplanır vaziyete getirerek, ahenkli adımlarla kiliseye gitmekte olan Rumların üzerine saldırttılar. Çocuklar, savaş baltalarının topraktan çıktığına inanıp ‘Hoka hey’ ve ‘Allah Allah’ naraları atarak kiliseye girmekte olan Rumlara oklarını çekip çekip bıraktılar. Oklar, Süryani kadınlarının cazur cuzur kızarttıkları iğrenç kuyrukyağı kokusunu delip kilisenin nakış gibi işlenmiş kapısından gerisingeriye döndü. Kolere’ya yayılan bayıltıcı kuyrukyağı kokusu Gıli Gıli’nin midesinde fırtına gibi esip gözlerini kararttı. Nefes almakta güçlük çeken Salih, dükkâna sürünerek girip havlu dolabının arkalarında sota bir yere sakladığı ojeyi çıkarıp defalarca koklayarak kendine gelmeye çalıştı.
Kiliseye saldıran kurnaz çocuklardan birkaçı alçak duvarların üzerinden tekrar oklarını çektiler. Oklardan biri hedef gibi hareketsiz bekleyen kilisenin görevlisi Panayot’un ayakkabısının topuğuna saplandı. Panayot, kilisenin bahçesinde duran çalı süpürgesini kapıp sakat ayağım zorlayarak, seke seke çocukları mahallenin içine kadar kovaladı. Çocuklar Panayot’un üzerlerine gelişinden tırsıp ellerindeki baltalan, okları Panayot’a gelişigüzel atmaya başladılar. Atılan oklardan biri kahveci Orso’nun oğlu Şenol’un gözüne saplandı. Şenol çığlıklar atarak Kolera Sokağı’nı inletirken, softa takımı, çocuğun gözünde saplı duran oka hiç el sürmedikleri gibi onu alıp hastaneye götürmeyi akıllarının ucuna bile getirmediler. Gıli Gıli Salih, inlemeler arasından Panayot’tan tarafa sert bir bakış fırlattı. Salih yürümekte yeni yeni ustalaştığı bebeklik günlerinde kilisenin çan kulesine tırmanmış, çıplak ayaklarını kuleden aşağıya sarkıtıp boşluğu seyre dalmıştı. Panayot onu kuleden indirip babasının ateş kusan ellerine atmıştı. Sandalyeden fırlayan Salih, Şenol’un gözüne saplanan oku direk bir el hareketiyle korkusuzca çekip çıkardı. Dükkâna koşup pamuk ve kolonya getirdi, Şenol’un gözünden akan kanı dindirmeye çalıştı. Şenol, acılar içinde kıvranırken Gıli Gıli’nin bu hareketini beyninin unutulmaz dostluklar bölümüne yazmayı ihmal etmedi. Orso, olayı duyar duymaz seyyar ciğerci Tıbı’nın atıyla dörtnala oğlunun yanma uçtu. Yerde ayılıp ayılıp bayılan Şenol’u Gaftici Fethi’nin yardımıyla atın arkasına koyup doludizgin hastaneye gazladı.
Kolera’da oturanlar akşamın olduğunu yoğurtçunun çan seslerinden anladılar. Ansızın şak diye yanan sokak lambaları, ezelden tersoların suratlarındaki hüznü silmek, lavukları mutlu etmek için rüzgârın yardımıyla yine titrek ışık oyunları yaptı.
Gecenin öncülüğünü, sonuna kadar açtığı hoparlörlerden mahallenin dört tarafına yayın yapan Gaftici Fethi kaptı. Elindeki yarım duble rakıyı erkekten dönme manitasının şerefine kaldırıp şova başladı. “Lombaklar, zevk soframa gelin, bana doğru uzayın! Bir kere kuyruklu yıldızı kesin olarak bilmeniz lazım. Çünkü onun içinde insanlar olduğuna eminim. Erkek değilse bile kadınlar olduğuna eminim. İnanın ki o yıldız geçerken bütün erkeklik damarım kabarıyor, acayip hisler duyuyorum. Sanki bir cıvırla yatıyormuş gibi oluyorum. İnanın o bir yıldız değil. Daha doğrusu uzay gemisinden başka bir şey değil. Diğer galaksilerde yaşayan kadınlar, kocalarının uzay gemilerini kapıp öylece dolaşıyorlar. Hatta bir akşam, ay senin dünya benim hesabı gezen o kanlardan birine rastladım, ama boyu bizden kısaydı. Ancak çok güzeldi. Bir gözünün içinden nehirler, şelaleler akarken, öbür gözünde açelyalar açıldı. Anında Özel bir formül yaratıp çok kolay yedim onu. Uzaydaki manitaların bile problemleri …
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıAğır Roman
- Sayfa Sayısı147
- YazarMetin Kaçan
- ISBN9750702709
- Boyutlar, Kapak 13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2003
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Korkma Ben Varım ~ Murat Menteş
Korkma Ben Varım
Murat Menteş
“Tuhaf adamlar acayip koşullarda lazım olabilir.” Fu, Gönül İşleri Bakanlığı’nın 22 üyesini katledenleri bulabilecek mi? Müntekim Gıcırbey başkalarının intikamını alarak nereye varacak? Enver Paşa...
- Bülbülün Kırk Şarkısı ~ İskender Pala
Bülbülün Kırk Şarkısı
İskender Pala
Gönüllere Şifa Bir Hayat Hikâyesi: Hazret-i Muhammed… Selamlar ki, şeker dudaklıların vuslatı gibi içtendir, elbette onadır. Hasretler ki, âşıkların avazı kadar yanıktır, elbette onadır....
- Nahide – Yarım Kalan Mucize ~ Şebnem Atılgan
Nahide – Yarım Kalan Mucize
Şebnem Atılgan
Küçük Nahide. Öğrenci Nahide. Öğretmen Nahide. Kadın Nahide. Eş Nahide. Anne Nahide. Nahide isminin öyle hoş anlamları var ki… Nahide ‘genç kız’ demek. Farklı...