“Çıt diye kırılıyor iki insan. Bir vakit kaynadıkları yerden. Kimse duymuyor. Arabalar geçiyor sokaktan. Çocuklar koşuyor. Küfrediyorbiri. Bir kadın camdan bağırıyor mahalle bakkalına: ‘Kadir, iki ekmek!’ ‘Tamam, abla! Hemen!’ (…) Kimse duymuyor o incecik kırılma sesini, hayatın gürültüsü patırtısı içinde. Bir tek ikisi.”
Melisa Kesmez ilk kitabı Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz’deki öykülerinde derin yaşanmışlıkların, büyük hayal kırıklıklarının, küçük mutlulukların, irili ufaklı şaşkınlıkların, yenilgilerin, tatlı sarhoşlukların, anların, olasılıkların fotoğraflarını çekiyor usul usul. Bu fotoğraflarda melankoli de var, tatlı bir esinti de; yalnızlıklar da var, yanlışlıklar da; mutsuzluklar da var, mutsuzluğa nanik yapanlar da…
Kesmez’in bir arkadaşla sohbet ediyormuş gibi hissettiren kalemi dertli ama ruhları karanlık olmayan insanların -en çok da şehirli kadınların- hallerini içtenlikle ve doğallıkla anlatıyor…
Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz hayattan sızan ayrıntıların kitabı.
İÇİNDEKİLER
Balık Kraker
9
Sakin Göllerin Kuğusuyduk
13
Şubat
27
Bir Dost
35
Kıpırtısız
41
O Yaz…
45
Karpuz Dilimleri
49
Şiirsiz
53
Arif
61
Bozkır
69
İyiyiz
75
Sirk
81
Girlfriend in a Coma
87
Süslü Annem
93
Ada
99
Halam
107
Karton Koliler
115
Kurtuluş Gecesi
121
Sevgili Müslüm Baba
127
Düğün
131
Ceyda’nın Dizleri
141
Kırıldık
145
Sarı Elmalar
147
Anneannemin Takma Dişleri
151
Balık Kraker
Zili çaldık. Son sekiz yıldır yaşadığımız, iki buçuk ay önce annem tarafından gecenin bir yarısı uyandırılarak apar topar terk ettiğimiz evin zili bu. Babam “Çocukları çok özledim” diye haber göndermiş, “Bir göreyim” demiş. Bir görüp çıkacağız. Annem aşağıda arabada bekliyor. Çok kalmak yok, yaramazlık yapmak yok, arka odalara girmek yok, söz verdirmiş. “Kardeşine sahip çık” diye seslenmiş arkamdan, biz heyecanla tırmanırken bizim kata çıkan merdivenleri. Açılıyor kapı. Babam. Sakalları uzamış, beyazmış babamın sakalları, biraz da zayıflamış sanki. Gülümsüyor bizi görünce, “Girin, girin” diyor biz ayakkabılarımızı alışık olduğumuz üzere kapıda çıkarmaya çalışırken. Sekiz yıldır yaşadığım eve, olacak iş değil, ilk kez ayakkabıyla giriyorum. Annem görse delirir diye endişe edip parmak ucunda yürümeye çalışsam da buranın artık annemin evi olmadığını, onun kurallarının çoktan hükmünü yitirdiğini anlıyorum girer girmez. Aynı ev değil burası. Başkası. Babam da sanki aynı adam değil gibi. Salona geçiyoruz. Tuhaf geliyor odanın hali. Perdeler kapalı. Televizyon kapalı. Ekşi bir koku içerde.
Yemek masasının beyaz, dantel örtüsü ortaya kadar açılmış, açıkta kalan yere gazete serili, üzerinde yumurtası ekmekle sıyrılmış bir tava. Dibinde çayı kurumuş birkaç bardak. Yerde iki torba dolusu boş bira şişesi. Bitmiş Samsun paketleri, çerçöp. Sağda solda top yapılmış çoraplar. Sandalyelerin arkasına asılmış çeşit çeşit gömlek, ceket. Beri yanda annemin dantelleri, annemin menekşeleri, annemin bordo koltuk takımı, annemin zigon sehpası, annemin vitrinin içine dikkatle dizilmiş kristal bardakları. Annemin her şeyi. Hâlâ orada. “Bir toplu iğne bile istemiyorum,” demiş annem iki gün evvel mutfakta anneanneme, ben dinlemiyor gibi yapmışım ama duymuşum hepsini, “Her şey onun olsun!” Arka planda annemden kalan eşyalar, önde bekâr babamın omuzları düşük yalnızlığı. Yıllar sonra tüm detaylarıyla hatırlayacağım bir resim bu. Bir yabancı gibi ucuna iliştiğim kanepede, karşımda gördüğüm, körpecik çocuk kalbimi lime lime eden bu tezat unutulacak gibi değil. O zamanın modası mermer sehpanın üzerinde, sadece misafirlerin sigaralarını silkmesi için konmuş dev kristal küllük, ağzına kadar izmaritle dolu. Babam, ütüsüz gömleği ve uzamış sakalıyla, pembe çiçekli perdenin önünde, elindeki sigarayı silkiyor kristal küllüğe. Annemin kabartmaktan bir hal olduğu yastıklar, üzerinde uyunmaktan sünmüş.
Odayı boydan boya kaplayan gül desenli halının her daim muntazam, evde koşturup da dağıttığımız vakit illaki azarlandığımız saçakları feleğini şaşırmış. Devetabanının susuzluktan boyu bükük. Perdenin bir ucu kornişten kurtulmuş, kendini asmış uzun elbiseli bir kadın gibi, boşlukta salınıyor. Babamın bir kahraman değil de sıradan bir adam olduğunu fark ettiğim ilk an, onca hüzünlü hatıramız arasında, sanırım o andan başkası değil. Karşımda kılıcını yere indiriyor usulca babam, pelerinini çıkarıp sandalyenin üzerine atıyor. Sokakta gördüğüm sıradan adamlardan biri şimdi. Kara gözlerindeki ışıklar sönmüş. Sigaradan sararmış bıyığını yakalıyor alt dudağıyla, omuzları önde, yere bakıyor. Lafa nereden başlayacağını bilemezken, sigarasının külü uzayıp uzayıp sonunda annemin beyaz dantel örtüsüne düşüyor. Fark etmiyor külünün düştüğünü.
Üzgün babam, yorgun. Yine de belli etmemeye çalışıyor. Ben de onun üzgün olduğunu anladığımı… Karşılıklı bir “her şey yolunda, iyiyim ben, merak etme” tiyatrosu oynuyoruz yarım yamalak gülümseyerek. Hakkında konuşmamak icap eden şeyler var, içimizi kemirse de sormamak lazım gelen sorular. “Aç mısınız?” diyor, sonunda sıradan bir soru sorabilmenin sevinciyle. Biz aynı anda “hayır” anlamında başımızı sallıyoruz. Annemin misafirlik adabı adı altında habire tembihlediklerinin arasında bu da var: “Açlıktan ölseniz bile, aç olduğunuzu söylemeyin, ayıp.” Evimiz çoktan başkasının evi olmuş, kendimizi misafirlikte sanıyoruz. Mutfağa gidip iki litrelik bir Fanta’yı getirip koyuyor önümüze babam, iki kristal bardak indiriyor vitrinden, şu annemin sadece misafire çıkardıklarından. Şaşırıyoruz, çünkü annemin bize Fanta içirdiği görülmemiş hiç. “Dişleriniz dökülür valla” diye korkutmuş, elimiz varmıyor hiç asitli meşrubatlara.
Canımız ne kadar çekse de söz dinliyoruz, içmiyoruz. Koltuğun kenarındaki siyah bakkal poşetlerinden birine elini daldırıp, bir şey arıyor, sonra bir paket balık kraker çıkarıyor, açıp önümüzde koyuyor babam. Tereddüt etmeden birer tane alıyoruz kardeşimle. Balık krakeri hep yaptığımız gibi, iki dişimizin arasında dikine ikiye bölüp, sırayla ağzımıza atıyoruz. Biz gittikten sonra her şeyin bambaşka bir hale büründüğü o evde, eski bir ritüeli hayata geçirmek tatlı bir hava estiriyor. Tanıdık bir his. Balık krakerler gibi gülümsüyoruz kardeşimle. Galiba içeri girdiğimizden beri ilk kez. Yasak olduğunu bile bile bir dikişte içiyoruz Fanta’yı kristal bardaktan. Hayatımız boyunca annemin kurallarla dolu dünyasına tezat bu paralel baba evreninde, hayat hep bayram olacak, henüz bilmiyoruz. Bunun babamın sevgisinden mi, yoksa babalık maharetlerinden yoksunluğundan mı olduğunu ise hiçbir zaman bilemeyeceğiz. İkinci bardağı dolduruyor babam.
Eve girdiğindeki şokunu atlatıp neşesi yerine gelen kardeşim, birkaç komiklik yapıyor. Okulda öğrendiği bir fıkrayı anlatıyor. Ona gülüyoruz hep birlikte. Babam, ben, kardeşim. Annemsiz gülüyoruz, bizim evimizde. Ne zaman sonra bir korna sesi geliyor dışarıdan. Annemin kornası bu. Panikle kalkıyoruz ayağa, kapıya koşuyoruz. Kısacık bir veda anı. Sarılamıyoruz babama. O saçlarımızı okşarken, kurtuluveriyoruz elinden, eli havada kalıyor. Kardeşim önde, ben arkada merdivenleri inerken arkama bakıyorum, tırabzanın demirlerinin arasından babama bakıyorum son bir kez, göz göze gelmiyoruz. Basamakları koşa koşa inerken “Anneme bir şey anlatmak yok!” diye tembihliyorum kardeşime. “Herıld yani” diyor. Neşesi yerinde. Tam apartmanın kapısından çıkacağız, bir ayağını kapanmasın diye ağır kapıya dayamış, çocuk bıyıklarındaki turuncu ıslaklığı koluna silerken “Hele Fanta’yı, sakın söylemeyelim!” diye fısıldıyor. Babama ne kadar benziyor.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı
- Kitap AdıAtları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz
- Sayfa Sayısı154
- YazarMelisa Kesmez
- ISBN9789750527081
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Küçük Meseleler ~ Güzin Yalın
Küçük Meseleler
Güzin Yalın
“Beceriksizliklerimin arasına ağlayamamak da katıldı. Olmuyor bir türlü! İçimdeki katıla katıla, salya sümük ağlamak dürtüsü eyleme geçemiyor. Onu gerisin geri yerine bastırıp bir türlü...
- Silinmiş Sahneler ~ Hakan Bıçakcı
Silinmiş Sahneler
Hakan Bıçakcı
“Gırç, gırç, gırç. Uykuma karışan dikenli gıcırtılarla kaskatı bir halde uyanıyorum. Salıncaktaki arkası dönük çocuk. Sesler salondan geliyor. Gırç, gırç, gırç. Yatakta büzüşüp kalıyorum....
- Düş Kırgınları ~ Mehmet Eroğlu
Düş Kırgınları
Mehmet Eroğlu
Bugün ölecek miyim? Öleceksem hazırım; cümlem dudaklarımda. Sıra son söze geldiğinde insanın mutlaka söyleyecek bir şeyi olmalı. Benim sözlerim, “İçtim, hem de çok içtim,”...