“Toprak ayağımızın altında yumuşacık, kırmızı. Bacaklarımızı ısıran dikenlere aldırmıyoruz. Çalıların içinde bin bir çeşit hışırtı, kıpırtı, çıtırtı, vızıltı… Kuşlar, böcekler, taşlar… Uçanlar, koşanlar, sürünenler, sıçrayanlar ve dahi öylece durmayı seçenler. Doğa, yavaş yavaş yükselen güneşle birlikte başlıyor günlük serüvenine. Hep birlikte uyanıyoruz. Hep birlikte yaşayacağız gelen günü. Birimiz diğerimizden ne daha az ne daha çok var olacak. Her şey yan yana ve her nasılsa öyle.”
Başlayıp biten aşklar, terk edişler, mutsuzluklar… Annelik halleri, yalnızlıklar, çaresizlikler… Yarım kalan hesaplar, pişmanlıklar… Denize dönüşler, tekrar ayağa kalkışlar… Çocukluktan kalan tatlı hisler, yüzleşmeler, umutlar…
Melisa Kesmez, iç içe geçmiş birbirinden farklı hayatları, kendine özgü diliyle her birine ince ince bakarak, usul usul anlatıyor; insan ilişkilerini bir kuyumcu titizliğiyle işleyip, “büyük resmin” detaylarını ustalıkla ortaya koyuyor. Üstelik doğayı, denizi, güneşi, doğumu ve ölümü de atlamadan…
Küçük Yuvarlak Taşlar, kaybedişlerin ve hayata yeni başlangıçların kitabı…
İÇİNDEKİLER
I
Nergis’in Hikâyesi
7
II
Elif’in Hikâyesi
43
III
Mehmet’in Hikâyesi
71
I
Nergis’in Hikâyesi
Gece yıldızsızdı. Bulutların arkasına saklanan ay cılız ışığıyla önümüzde bir tepenin yükseldiğini haber veriyordu. Araba farlarını asfalta dikmiş, karanlığı delerek ilerliyorduk. Yol, önümüzde uzanan birkaç metrelik aydınlıktan ibaretti. Işığın henüz düşmediği yerler sanki yok… Her şey birden karşıda beliriyor, yanından geçip gidince arkamızda kayboluyordu. Bazen solda uzak bir odanın sarı ışığı, bazen bir tahta parçasının üzerine kırmızı boyayla çalakalem boyanmış “köy yumurtası” yazısı, bir tarlanın ortasında tek başına bir dişbudak, bazen de bir kara köpek… Yanından doksanla geçen mavi Fiat’ı görünce havlamaya başladı. Bir süre arkamızdan koştu, mıntıkasının görünmez sınırına varınca önünde bir duvar yükselivermiş gibi aniden durdu. Aynada küçülüp küçülüp diğer şeyler gibi karanlığın içinde kayboldu.
Saatlerdir araba kullanıyordu Gülsüm. Gözlerini baykuş gibi yola dikmiş, “Sen uyu,” demişti. Yorulmuştu ama yorulmanın durmak için bir gerekçe oluşturmadığı insanlardandı. “Yola sabah çıkalım,” dedimse de ikna edememiştim. “Benalışığım gece yolculuğuna,” dedi, “hem gittiğim yere sabah varmayı seviyorum. Karanlıkta varınca vardığımı anlamıyorum.” Karşı çıkmadım. Birine karşı çıkmaya mecalim yoktu. Çabasız, munis, tabii bir güzelliği vardı Gülsüm’ün. Kemerli burnu, dalgalı perçeminin döküldüğü geniş alnı, küçük ağzıyla antik Yunan heykellerini hatırlatırdı bana. Ellili yaşlar büyüsünü bozmamış, bilakis taşlar yerine oturmuş, toyluk demini almış, mavi boncuk gözlerindeki körpeliğin yerine kendinden emin, bilge bir ifade gelmişti. Dünyada tanıdığım en mavi gözlü insandı. Odaya kendinden önce gözleri girerdi. Onunla göz göze gelmek sıradan bir bakışma olmazdı hiç.
Üzerinde çiçekli bir gömlek vardı yine. Bu defa turuncu kadife çiçekleriyle bezeli, neşeli bir gömlek. Semt pazarlarından, kıyıda köşede kalmış kumaşçılardan, rağbet görmeyen pasajlardan topladığı kumaşlarla terziye diktirdiği gömlekleri meşhurdu. Bazen çilli beyaz kollarını açıkta bırakan bir papatya tarlası. Bazen güneşli bir yamaçta açmış, manşete kadar uzanan sarı katırtırnakları. Bazen japone kesim poplin üzerinde pıtır pıtır pıtırdamış mine çiçekleri. Ya da bir ovayı çılgınca beneklemiş kırmızı gelincikler. Gittikçe rengini yitiren dünyaya inat, ne olursa olsun insana güzel şeyler düşündüren ışıklı bir bahar günü gibi geziyordu aramızda. Olmuştu epey görüşmeyeli. Niye koptuğumuzu hatırlamaya çalıştım. Birkaç burnu büyük e-posta geldi gözümün önüne. Bir şey yüzünden küsmüştüm yine, huyumdur, yine alınganlık etmiştim, arayıp sormuyordum ne zamandır, üstelememiş, “Sen bilirsin,” demişti, “nasılsa ararsın beni lazım gelince.” İyi tanıyordu beni. Gücenmezdi bana. İçimde bir hınç aradım, ona karşı bilenmiş bir bıçak, ayların törpülemediği keskin bir kenar, küçük de olsa bir kızgınlık. Bulamadım. Zaman, dedim içimden, demek öfkeyi yenmiş. Yumuşacık örtülerini örtmüş tatsız hatıraların üzerine.
Eski arkadaşımdı Gülsüm. Yurtta tanışmıştık. Evrendeki tek sabit noktamdı. Her şey biteviye altımdan kayıp, üstümden uçup kaçmış, insanlar bir istasyona uğrayan trenler gibi ömrüme uğrayıp gitmiş, kimsecikler kalmamış ama Gülsüm kocaman bir kaya gibi orada durmuş, yıllara ve yollara meydan okumuş, beni hiç bırakmamıştı. Ben binlerce kez eşeklik etmiştim, o yine de “Yetti be” deyip gitmemişti. Darılmamış, yorulmamıştı. Bu sabah da çağrıma kulak vermiş, koşup gelmiş, beni yine ters dönmüş bir böcek gibi debelenirken bulmuştu.
“Bir daha bana küsersen gebertirim seni.” Kapıyı açar açmaz tutup kendine çekti, sımsıkı sarıldı. “Of. Ne fena biriyim ben, Gülsüm.” “Nasılsın? İyi misin?” “Değilim.” Üzerimde eski bir pijama, yüzümü büyük memelerine gömüp gözlerimi kapadım. Paçuli kokuyordu. Başkasında duysa irkilir insan ama bu eski koku onun nadide varlığını layıkıyla tamamlıyordu. Zihnimde bir eski bahçe aydınlandı kollarında. Ayaklarımın altında öğle güneşinde ısınmış taş basamaklar, hortumdan akan suyun çizdiği yılankavi yollar, yere sürten çalı süpürgesinin sesi, annem avluyu yıkıyor, ben elimde bir papatya, seviyor-sevmiyor oynuyorum. “Neden açmıyorsun telefonlarımı?”
Cevabım yok. “Kaçtım, Gülsüm, böcek gibi kabuğumun içine kaçtım,” diyemiyorum. İçim paramparça, diyemiyorum. Yaz başından beri evdeydim. Markete gidiyordum sadece. Tuzlu fıstık, bira. Çok içiyordum. Pek bir şey yemiyordum. Epey zayıflamıştım. Saçlarım uzamış, boyanın altına sakladığım beyazlarım omzuma kadar inmişti. Artık handiyse gri saçlı bir kadındım. “Seni çok merak ettim.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı
- Kitap AdıKüçük Yuvarlak Taşlar
- Sayfa Sayısı84
- YazarMelisa Kesmez
- ISBN9789750533594
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yaban Hayvanı Koleksiyonu ~ Emir Çubukçu
Yaban Hayvanı Koleksiyonu
Emir Çubukçu
Sesin ne garip, ne kadar yabancı. Kendi kendine konuşanlara deli denilen yerlerden gelmişsin buraya. Kalktığın yere çömeliyoruz biz.Ya da senin boşluğuna yerleştiğimizi düşlüyoruz sadece....
- Bize Kalsa Böyle Geçerdi Akşamlar ~ Serhan Ergin
Bize Kalsa Böyle Geçerdi Akşamlar
Serhan Ergin
Bize kalsa böyle geçerdi akşamlar. Ama Filiz geldi. Filiz’in istekleri senin de isteklerin oldu (zaten her ilişkinde kendini değiştirmeye teşne oldun), sizin isteklerinize de...
- Soğuk ve Temiz ~ Melike Uzun
Soğuk ve Temiz
Melike Uzun
Yılanların her biri öbürüne benziyordu. O, derisi en parlak olanı seçti, başına koydu; gözleri kırmızı olanı, pörtlek olanı, turuncu renkliyi, boz çizgiliyi saçlarının arasına...