1946 yılında Hikâyeler İkinci Kitap, 1958’den itibaren Mendil Altında adıyla yayımlanan bu öykülerinde Memduh Şevket Esendal, yine kendine has bir atmosfer yaratıyor. Büyükelçilik, müfettişlik ve milletvekilliği gibi görevlerde bulunan Esendal, bürokrasinin ağırlığının ve işleri içinden çıkılamayacak bir yumağa dönüştürmesinin doğrudan tanığıdır. Bu yumağın unsurları memurlar, öğretmenler, doktorlar, müdürler bir yerden girerler hep öykülerine… Yine aynı şekilde bir yandan köy ve köylüler öykülerinin başlıca konukları arasında yer alırken, şehir ve şehirli ailenin buhranları da unutulmaz.
Değişimleri, alt üst oluşları toplumun bu birbirinden farklı kesimlerinden öykü kişilerinin hayatlarından aktarılan kesitler üzerinden takip etmek mümkündür.Esendal, aksaklıkları, insan hayatını zorlaştıran sorunları canlı bir şekilde gösterirken “büyük sözler” de söylemiyor. Olanı olduğu gibi anlatıyor, akıp giden hayata müdahale etmiyor. Bu yüzden her bir öykü okurlar için dönüp dönüp okumak isteyecekleri başucu metinlerine dönüşüyor.Mendil Altında, hayata dair, hayatın sahiciliğine dair unutulmaz
öyküler…
“Bugünden yaklaşık yüz yıl geriye dönüp bakınca her biri ayrı bir tarz ve tavrın temsilcisi olan yazarlar arasında, Esendal’ın kendi sesini yaratması ve koruması (…) ‘büyük yazarlığına’ bir delil gibi.”
EMRE BAYIN
İÇİNDEKİLER
ESENDAL’IN ÖYKÜLERİNİ YAYIMLARKEN 7
ÖNSÖZ
BÜYÜK YAZARLAR ÇAĞINDA ESENDAL’I GÖRMEK
EMRE BAYIN 11
Mendil Altında
Avni Hurufi Efendi 21 / El malının tasası 27
İki ziyaret 35 / Rüya nasıl çıktı 61
Ana baba 67 / Şair Tavafi 73
Haşmet Gülkokan 81 / Keleş 97 / Hasta 103
Gevenli Hacı 107 / Mendil altında 117 / Feminist 121
Düğün 127 / Müdürün züğürdü 137
Karga yavrusu 141 / Kızımız 143
Gül Hanım’ın annesi 157 / Sinema 163
Kaçırdık mı? 173 / Kuvvetli hükümet 179 / Saide 197
Dursunhacı 227 / Celile 233 / İhtiyarlık 245
Hayat ne tatlı 251
Mendil Altında
Avni Hurufi Efendi
Kına gecesinde hizmet eden ev sahipleri, onlara yardıma gelen hamarat, becerikli komşular, saz takımından, sarhoşlaşmış davetlilerden daha çok gürültü eğiyorlar, bağırıyorlardı. Meze isteniyor, su getiriliyor, boş yere gidip geliniyor, bardaklar tabaklar kırılıyor, küfürler ediliyor, bir karışıklık, bir kargaşalıktır gidiyor… Tahrirat Müdürü Avni Hurufî Efendi –elli yaşlarında, tıknaz, kırca kısa sakallı, kırmızı yüzlü, çıplak kafalı bir efendi– bütün hatırlı misafirlerin alındıkları büyük odaya alınmış, bir köşeye yerleştirilmiş. Yaşlı adam, hatırlı adam, derviş adam. Şimdiye kadar kimseyi kırıp incitmemiş. Bütün memleketli ile hoş geçinmiş, yerli değil ama, yerli gibi olmuş. Herkes hatırını sayıyor. Ortaya rakı masasına kalkıp yorulmak olmasın deye yanına bir küçük masa, üstüne rakısını, peynir mezesini, şekerli elmasını koymuşlar; sonra da sanki unutmuşlar. O da kimseyi istemiyor. Kesrette vahdet… Gıdasını içecek, sonra usulca evine savuşacak. Hem kendi âdeti bozulmamış, hem de düğün sahiplerinin hatırı hoş edilmiş olacak.
Oturmuş içer, etrafını seyreder, ahkâmını çıkarırken yanına uzunca boylu, soluk benizli, gençten bir adam sokuldu. Selâm verdi, çok terbiyeli, çok mahçup bir tavırla Avni Hurufî Efendi’nin yanındaki sandalyaya ilişti. Avni Hurufî Efendi bu genci tanımıyor ama, düğün evinde, biraz da sarhoş olduktan sonra adam tanımak ister mi? İltifat etti, hatırını sordu, rakı ikram edecek oldu. Yeni gelen bu iltifata, bu hatır soruşlara ayağa kalkıp oturmakla, elini kaşına götürüp askerce selâmlamakla cevap vermiş oluyordu. Biraz tuhaf ama, eh, sarhoşluktur! Bu zavallı çokça içmişe benziyor, gözleri buğulanmış, biraz da kaymış… Yeni gelen, birkaç dakika sustuktan, önüne baktıktan sonra birdenbire söylemeğe başladı. Yavaş sesle söylüyor, dili de dolaşıyordu: – Ayak türabıyım. Âciz kulunuz… Allah sizi bana çok görmesin… Her zaman muhtacım. Âciz, Şevki bendeniz, efendimizin… Bandırma’da Salih Çavuş’un evinde efendimin hizmetine yetişmiştim. Sabık Liman Çavuşu Şevki bendenizim. İki bendezadeniz vardı, ömürlerini efendimize bağışladılar… Kölenizim. Gece gündüz… Avni Hurufî Efendi, iki ölmüş çocuk babası olan bu adama acıdı. Bu bir ricada bulunacak, bir yardım isteyecek sandı. Ona yardım etmeğe, ona bir iyilik etmeğe hazırdı. Eğer söz sırası gelirse, diyecekti ki: “Merak etme, erenler, derdi veren devasını verir. Her şeyin bir kolayı bulunur.” Şevki, sözüne aralık verdi ama kaymış gözlerini Avni Hurufî Efendi’nin gözleri içine dikti kaldı. Çok çirkin, ağır, kanlı olan bu bakış karşısında, Avni Hurufî Efendi, sıkıldı. Bu adamı çocuklarını döve döve öldürmüş, karısını da öldürecek bir adama benzetti. Şevki, sandalyasını biraz yaklaştırmak ister gibi yaparak söze yeniden başladı:
– Âciz kulunuz, Şevki köleniz… Ellerinizi, ayaklarınızı öperim. Merhamet ediniz. (Meze tabağından ekmek alıp öperek) Şu nimet hakkı… Eğer bilsem efendimizin kurbanı olurum. Kurban… Sıkıyorsam, köpeğiniz olurum. Efendimize karşı benim kusurum çok. Füüüüüüü… Sıkıyorsam, ellerinizden öperim, ayaklarınızdan öperim. Eğer kusurum oluyorsa… (Ekmeği alır öper.) Şu nimet hakkı. Ellerinizi… Şevki, Avni Hurufî Efendî’nin elini öpmek istedi. Avni Efendi çekinerek: – Şevki Efendi, oğlum, ne yapıyorsun? Senin bana karşı ne kusurun olur! Erenler hoş görürler! Sen halden anlar adamsın…
Şevki, iri gözlerini dikmiş, Avni Efendi’nin yüzüne bakıyor, sözlerini sanki anlamamış gibi duruyordu. Böyle biraz baktıktan sonra, yutkundu, söze başladı: – Efendim, sen beni ne yaptın? Sen beni erittin, dedi, sen beni erittin… Füüüü… Ben elinden öpmeliyim. Ben. Şevki tekrar Avni Hurufî Efendi’nin eline sarılmak istedi. O da nedense elini vermekten çekiniyor. – Canım be evlâdım, bırak şu el öpmeyi! Güzel güzel konuşalım. Şevki, dinlemedi.
Avni Hurufî Efendi, çok inat etse, güreş etmek lâzım gelecek. Masa, sandalya devrilecek, çaresiz elini öptürdü. Canı da sıkıldı. Odada hiç kimse bunların köşesi ile meşgul değil. Biri ötekine sarhoş hulûsu çakıyor, bir başkası yanındakini öpmeğe çalışıyor, bir köşede genç bir efendiye gazel okutmak istiyorlar, o da nazlanıyor, biri kendi kendine zeybek oynuyor; ev sahipleri hizmet ediyorlar, hepsi bir ayrı havada… Şevki, el öptükten sonra biraz sustu, yeniden başladı: – Şevki kulunuzum, sabık Liman Çavuşu. Benim kusurumu affedin. Affetmezseniz şu nimet hakkı ateşte yanarım. Ölmüş bendezâdelerinizin ölülerini öpeyim ki hilâfım varsa…
Şevki, durdu dinlendi, söyledi. Yarım saat böyle geçti. Avni Hurufî Efendi’nin kulakları kızarmış, Şevki ekmek öpüp çocukları üzerine yemin ettikçe onun içine baygınlıklar çöküyordu. Bir aralık savuşmak istedi, ama sarhoş bırakıyor mu? Avni Efendi’nin kaçacağını anladıkça daha çok asılıyor:
– Ayağınızın türabıyım, çakeriniz efendimizi dünyada bırakmam… – Ancak sıkıldım, erenler, bayılacağım… – Benim efendimize karşı olan kusurlarımı affetmezseniz ben kimsenin yüzüne bakamam… Çakeriniz Şevki bendeniz. Sabık Liman Çavuşu. Bandırma’da efendimizin hizmetinize yetiştim. Âciz… Avni Hurufî Efendi kurtulmak istedi, çok çalıştı, “Kabahatin yoktur,” dedi, “afettim,” dedi, “kusur bendedir,” dedi, iyi söyledi, kötü söyledi, sözün kısası ne dedi ise olmadı. Kendisini kurtarmaları için ev sahiplerine seslenecek, işaret edecek oldu; onlar kendi havalarında, hizmet ediyorlar, gözleri dünyayı görmüyor.
Şişman adam, yaşlı adam köşeye sıkışmış, bir yanında masalar, bir yanında Şevki, biraz da içmiş, yerinden fırlayıp kalkacak halde değil. Bütün kanı başına çıktı, üstüne bir fenalık gelir gibi idi. Son kuvvetiyle: – Ya Ali! Deye bağırdı. Birdenbire ortalığa bir sessizlik çöktü, ev sahipleri koştular. – Ne var, ne oldu? deye sordular. Avni Hurufî Efendi: – Aman erenler, dedi, “Kusurun yoktur” diyorum, “vardır” diyor; “pek güzel, vardır’’ diyorum, “yoktur’’ diyor. Kalkacak oluyorum, salvermiyor. Bayılacağım erenler, imanınız aşkına beni kurtarın! Şevki’yi hemen aşırdılar. Avni Hurufî Efendi’yi bir boş odaya götürdüler, pencereleri açtılar, en hamarat en becerikli komşulardan Saraç İbrahim Efendi’yi yanına bıraktılar. Avni Hurufî Efendi, açık pencerenin önünde, mindere uzanmış, başını dinlemek istiyor, gecenin serinliği ona hoş geliyordu. Saraç İbrahim, minderin yanına oturmuş, konuşuyor: – Ben, diyor, akşamdanberi onu kolluyordum. Bilirim sarhoşluğu suludur.
Ben içmem ama, içenleri benden sor. Nasılsa gözümden kaçmış. Hay Mektubçu Bey hay! Demek sizi sıktı ha! – Sıktı da lâkırdı mı erenler! Boğulacaktım. – Ya, öyledir! Bilirim. Bir defa rakı adamın beynine vurdu mu, çekiver kuyruğunu. Ben içmem ama, sarhoşluk nedir, bilirim. Nasıl da gözümden kaçmış! Fena oğlan değildir, değildir ya, yalnız bu sarhoşluğu var. İçti mi, sulanır. Hay Mektubçu Bey, hay! Desene bayıltacaktı…
Bayıltır bilirim. Ben akşamdanberi onu kolluyordum ya, gözümden kaçmış. Saraç İbrahim Efendi, oda kapısından bir delikanlıya seslendi: – Nizamettin! dedi, karşıki odaya baktın mı? Rakı isterlerse anahtar Hacı’dadır. Ben burada Mektubçu Bey’in yanındayım. Haydi oğlum göreyim seni! Komşu hatırıdır. Avni Hurufî Efendi, bu sefer de Saraç’tan kurtulmak için olmalı: – İbrahim Efendi, dedi, senin işin vardır erenler, bak işine. Ben burada biraz hava alıp sonra eve giderim. İbrahim Efendi razı olmadı: – Yok, yok, dedi, akşamdanberi ben koştum, biraz da onlar yorulsunlar. O değil, ben şu Şevki’yi düşünüyorum, nasıl da gözümden kaçtı! Sarhoşları sen benden sor. Yalnız Şevki’yi değil, kimi istersen. Ben Şevki’nin bu gece bir halt edeceğini biliyordum ya! Nasılsa gözümden kaçtı. Herif, seni bayıltacaktı, desene.
Bayıltacaktı, erenler. – Bayıltır, bilirim. O, öyledir. Onun için ben de onu kolluyordum ya! Nasılsa gene bir aralık bulmuş. Avni Efendi kendini yorgun duyuyor, dinlenmek istiyordu. Eve gitmeği düşündü, “olmaz” dediler. Gene mindere uzandı. İbrahim Efendi anlatıyor: – Sen sarhoş dedin mi, bana sor. Kim sulanır, kim kusar, kim uyur, hepsini bilirim. Bu Şevki’yi de hep bu gece kolluyordum ya. Neden mi dersen, tabiatını bilirim. Sulanır. En nihayet dediğim de çıktı. İbrahim Efendi’yi dışardan çağırdılar, gitti. Gene geldi. Avni Efendi başını köşe yastığına dayamış, gözlerini kapamış, uyuyor gibi duruyordu. İbrahim Efendi gene söze başladı: – Ya, dedi, insan ne kadar gözetlese gene oluyor. Sarhoş hali ayık adama hiç benzemez. Ben içmem ama, sen sarhoşluktan ne istersen bana sor. Sana cevabını vereyim.
Bir aralık bağırmak ister gibi, Avni Hurufî Efendi ağzını açtı, gene kapadı. Saraç İbrahim farkında değil, söylüyor, onu dinliyor sanıyordu. Avni Hurufî Efendi’yi kendinden geçmiş buldular. Evine bir yorgan içinde götürdüler. Sağ yanına inme inmiş. Hekimler epeyce çalıştılar, ilâç verdiler, kan aldılar ise de fayda etmedi. Bir hafta sonra kalıbı dinlendirdi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı
- Kitap AdıMendil Altında
- Sayfa Sayısı255
- YazarMemduh Şevket Esendal
- ISBN9789750534621
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Oltacı – Denize Dair Hikâyat ~ Vecdi Çıracıoğlu
Oltacı – Denize Dair Hikâyat
Vecdi Çıracıoğlu
Deniz küser mi diye içinden geçirdi. Küsegelen ruhlu deniz, tıpkı insanlar gibidir. İyi huylu insanlar da küsegelendir. Kendini düşündü. Küsegelen miydi? Deniz gibi miydi?...
- Deli Bal – Kanatları Ölü Açıklığında ~ Pelin Buzluk
Deli Bal – Kanatları Ölü Açıklığında
Pelin Buzluk
Yıllar sonra da ne zaman gizli bir yerden söz edilse hepimiz terk edilmiş bir elma bahçesi düşledik. Ayaklarımızın altında küçük, kurtlu elmalar ezildi. Kokuya...
- Gün Ortasında Arzu ~ Behçet Çelik
Gün Ortasında Arzu
Behçet Çelik
Kaldırımın altında cinayetlerden, katliamlardan, sahipsiz cesetlerden, tuzaklardan, havaya uçan, uçuran, uçurulan hayatlardan oluşmuş, katılaştıkça katılaşmış, yanık kokan bir alaşım akıyor. Dünya kanıyor, çürüyor kaldırımın...