Bu garip, her şeyin birbirinin içine girdiği memlekette, olabilecek bütün ihtimallerden daha fazla ihtimalin bulunduğu, her şeyin müphem, her şeyin her şeyde mündemiç olduğu memlekette, her ipin ucunun bir başka ipe bağlı olduğu, her ipin ikiden fazla ucu olduğu, olan bitene mânâ arayanların biçare kaldığı bu memlekette, kimsenin kendisi olmadığı, herkesin başkası olduğu bu memlekette Cezmi Kara’nın tuhaf kaderinin değişmemesini asla anlayamıyorum.Cezmi Kara, babasını defnetmek için uzun yıllar sonra çocukluğunun geçtiği kente gelir.Tam tüm işlerini bitirmiş İstanbul’a dönecekken tren garında işlenen bir cinayete şahit olur. Gitmekten vazgeçer, daha doğrusu yaşananlar gitmemesi için tüm ortamı yaratır.Kendini hiçbir şekilde anlayamadığı birtakım olayların ortasında bulur ve hikâye başlar.
Tayfun Pirselimoğlu, Kerr’de sırlarla örülü bir atmosfer yaratırken bir taraftan da memleketin faili meçhullerle, katliamlarla, haksızlıklarla dolu geçmişi üzerine düşündürüyor.
İçindekiler
Zorunlu bir önsöz………………………………………………………………………………………………………………9
BIR Hikâye başlıyor……………………………………………………………………………….15
İKI Karar…………………………………………………………………………………………………………19
ÜÇ Karakol…………………………………………………………………………………………………..23
DÖRT İfadem şöyle……………………………………………………………………………………..30
BEŞ Eve dönüş……………………………………………………………………………………………..36
ALTI Morg ………………………………………………………………………………………………………….45
YEDI Sayın müdür………………………………………………………………………………………50
SEKIZ Uykular, rüyalar, karlar, Meryem………………………………..57
DOKUZ Berber, lokanta, tuhaflıklar………………………………………………..67
ON Geçmiş zamanın peşinde ……………………………………………………….76
ON BIR Çok tuhaf şeyler oluyor………………………………………………………….84
ON İKI Panayır……………………………………………………………………………………………………95
ON ÜÇ Merakaver bir toplantı………………………………………………………….103
ON DÖRT Şu veraset işleri……………………………………………………………………………114
ON BEŞ Ufo……………………………………………………………………………………………………………122
ON ALTI Sıkıntılı bir gece daha……………………………………………………………130
ON YEDI Hayat kendini tekrarlar mı?…………………………………………… 135
ON SEKIZ Tuhaf bu işler, çok tuhaf……………………………………………………..144
ON DOKUZ Cennet Pavyon……………………………………………………………………………..154
YIRMI Timsah………………………………………………………………………………………………….165
YIRMI BIR Bir başka cenaze ………………………………………………………………………..168
YIRMI İKI İmam hazretleri…………………………………………………………………………..176
YIRMI ÜÇ Memlekette garip şeyler oluyor, çok garip…………184
YIRMI DÖRT Cezmi Kara’nın uykusunun verdiği fırsatla;
onun bilmediği kısa ve tuhaf bir hayat:
Mahmut Küçük……………………………………………………………………………186
YIRMI BEŞ Bu memlekette olan biteni anlamakta
güçlük çekiyorum……………………………………………………………………….197
YIRMI ALTI Bayram………………………………………………………………………………………………..204
YIRMI YEDI Nedir bütün bunlar?………………………………………………………………..213
YIRMI SEKIZ Bir kere daha…………………………………………………………………………………222
YIRMI SEKIZ Meryem!…………………………………………………………………………………………….229
YIRMI DOKUZ Kemikler, kemikler…………………………………………………………………..235
OTUZ Acayip bir mahkeme ………………………………………………………………238
OTUZ BIR Sen neler olduğunun farkında mısın?……………………..245
OTUZ İKI Memleket altında 20.000 fersah………………………………….249
OTUZ ÜÇ Kısa süren uzun bir yolculuk…………………………………………260
OTUZ DÖRT Yolun sonu………………………………………………………………………………………..265
Zorunlu bir son söz……………………………………………………………………………………………………..270
Zorunlu bir önsöz
Yeniden bir kitap yazma, daha da fenası bir kitabı yeniden yazma arzusu birdenbire nasıl ve neden içimde beliriverdi tam bilemiyorum. Apansız, şiddetli, umulmadık bir şekilde ortaya çıktı. Bu gaflet halinin, onu gömdüğümü sandığım delalet denizinin dibinde çoktan boğulduğunu zannediyordum. (Lakin ve galiba, bu küfre bir kere bulaştıktan sonra kurtulmak mümkün olmuyor, olamıyor.) Bu tahripkâr heves her nasılsa neşet ettiğinde, daha ilk anda, önceki günahımın bedelini hatırladım ve haklı olarak önü alınmaz bir telaşa kapıldım. Onu hemen boğmaya, eski derinliklerine göndermeye çabaladım. Böylece bu tehlikeli arzu, güya başlangıçtaki iştiyakını kaybeder gibi oldu. Ama –itiraf ediyorum– hiç dinmedi. Usul usul, olmadık anlarda depreşmeye başladı. Bu sefer de bunun arızi bir hal olduğuna, giderek eriyeceğine, yok olacağına kendimi inandırmaya çabaladım. İlk ağızda işe yarar gibi göründü ama çok geçmeden bunun da nafile bir çaba olduğunu kabullenmek zorunda kaldım. Zaman içerisinde huzursuzluğum katmerleşti; bu zalim, bu zehirli istek damla damla artan bir şehvetle sürekli içime aktı durdu. Ucuz olduğundan kullanmaktan hicap duysam da tam yerinde bir mecaz olacak; suyun içerisine durmadan sızan mürekkebin onun rengini giderek değiştirmesi gibi bir halle karşı karşıya kaldım.
Bunun derin mavi bir denize dönüştüğünü fark ettiğimde çok geçti; bu cezzab arzu beni teslim almıştı. Küfre esir düşmüştüm. Bunu dehşet içerisinde idrak ettiğimde önü alınmaz bir heyecana ve bir o kadar da büyük bir çaresizliğe kapıldım. Neredeyse vacip olan bir günah bu. Üstelik hep kovalayanken, kaçamayan bir kovalanan olmak da nasıl bir ıstıraptır. (Anlayan için ne dehşetli bir ironidir bu!) Bunun kaçınılmaz bir kader olduğuna inanmaya çabalamam daha önceki tecrübemden bildiğim üzere bir teselli yaratmıyor. Aynı günahı tekrarlamanın bedelinin çok daha ağır olabileceğini tahmin etmek de güç değil.
Lakin kendimi çaresiz hissediyorum; iki kutbun arasında kalıp da, batıla doğru meyletmenin düşüncesi bile korkunç iken bunun bir de fiiliyata dökülmesi karşısında sığınabileceğim ne olabilir ki? Tekrar ve tekrar mağfiret dilenmekten başka? Bir yandan bu korkunç şer içerisinde debelenip, diğer yandan bağışı sonsuz güçten yardım talep ederken bir ferahlama ihtimali bir şekilde beliriverdi. Belki de, bu derin ıstırabın beni sürüklediği yerde korkularımı az çok dindirecek diye bu fikre sarılmak mecburiyetinde kaldım. Sonunda bir ölçüde çareyi umarım gerçekten bir çaredir bu kitabı zavallı bir ölümlüye yazdırmada buldum. (Okuyucunun bunun nasıl olduğunu sormayacak kadar bir izana sahip olduğu umudundayım.) Açıkçası, böyle birini çok da aramadım. İlhamın gelişini kendilerine ait bir marifetmiş zanneden, bunun böyle olduğuna gerçekten inanan çok sayıda kalem oynatıcısı var. İlerideki satırların böyle bir elden çıkmasının ‘hafifletici bir sebep’ yaratacağı umudu umarım ki, bir hüsnükuruntudan ibaret değildir. Böylece, kelimelere ‘gerçek’ bir kalem ucu değecek ve bu hal ‘işin’ uhrevi sorumluluklarını az ya da çok, izole edecektir diye bir umuda kapılmış olmam umarım ki bir başka küfür kapısını aralamamıştır. Bu, bir günaha ortak bulma çabası değil, okuyucunun hemen yapışacağı bir tenakuz hali hiç değil; olsa olsa zahiri olanın ardındaki meczub aczin bir işaretidir. Bu seçimin, bulaştığım küfrün yaratacağı celali asla yok etmeyeceğini biliyorum ama bana ait olmayan bir elden çıkacak kelimelerin o gazabı biraz olsun hafifleteceği fikrinin de bir vesveseden ibaret olmadığına inanmak istiyorum. Umuyorum ki, en azından bu ‘naif’ çaba gereken makamda karşılığını bulur.
Bunun edebi ahlâk açısından –var mıdır sahiden böyle bir şey?– sıkıntıları olduğunu öne süreceklere bir cevap verme niyetinde değilim. Nedir ki, şu da bilinsin isterim; kapıldığım ve kurtulamadığım bu küfür dolu cezbenin muhtemel bedeli olarak ödeyeceklerim bütün vicdanların katlanabileceği ıstırabın ötesindedir. Açıkçası, tıklım tıkış dolu olan sefil edebiyat mahfillerinden değil, muazzez bir mertebeden bir şefaat bekliyorum. Umarım öyle olur.
Öyle değilse, bir zavallıyı da beraberimde sürüklüyorum demektir. Kısacası, bu kitabı bir başka aczin farkında olmayan, tumturaklı cümlelerin sahibinin kendisi olduğunu zanneden birine yazdırmak zorunda kalmış olmamı açıklama nedenim zihinlerde bir bulanıklık yaratma ihtimalini bilmeme rağmen– edebi vesveselerden çok daha önemli bir derdi işaret etmek içindir. (Kabul etmeliyim ki, bunun biraz da beğenisi yüksek, burnu kıl dolu okuyucu karşısında kendimi daha rahat hissettirmeye yarayan bir yönü de var. Ancak bunu önemsemiyorum.) Bu itirafımın –zaman içerisinde edindiğim tecrübelerimle öğrendiğim şekilde kitap sahiplerinin kalplerini cesurane bir şekilde açma zırvalamalarını bir hakikatmiş gibi sunmalarıyla bir ilişkisinin olmadığının da böylece anlaşılmış olduğunu umarım. Neticede, ölümlü yazarlar dünyasında her itiraf aslında gizli ve yeni bir yalanı barındırır.
Mahvına vesile olmayacağımı umduğum –bu ‘itiraftan bihaber’– bu kalem sahibi de buna dahildir. Bu hususla, bunca gevezelikten sonra, bulaştığım ve kurtulamadığım böyle bir günah düşünülürse ‘edebi samimiyet’ konusunun da çok önemsediğim bir mesele olmadığının anlaşılmış olmasını bekliyorum. Yazar görünen kişinin talep edeceği bir başka şefaat talebi olursa onun da kendi muhatabına müracaat etmesi gerekiyor. Zavallı yazarlara –aslında bunlardan ne kadar da çok var– biat eden bülheves okuyucu bunları ne kadar idrak eder; bilemiyorum. Anlatmaya çabaladığım –ve aşikâr ki, neredeyse bir savruklamaya dönüşen düşüncelerin menzilinde çok önemli bir başka ‘şey’ daha var; kitabın içinde hiç de öyle durmasa bile çok felsefi bir problem. Her şeyin belli ve şaşmaz bir nizama uygun olarak belirlendiğine olan imanımda en ufak bir değişim olmamasına rağmen ‘ihtimal’ denen vehimden kurtulamamam nasıl mümkün olabilmektedir?
Hem tamamıyla teslim olmak, hem de şüphe barındırmak nasıl açıklanabilir? Yukarıda sözünü ettiğime benzer bu çok insani maraza nasıl bulaştım ve daha da önemlisi, neden bulaştım? Anlamakta güçlük çekenler için soru şu: O öyle değil de, böyle olsaydı nasıl olurdu? Ne kadar naif, sefil ve küfür dolu bir soru bu. Lakin, bunu sormadan edemiyorum. Cezmi Kara’yı trene bindiren irade neden öyle yaptı? Ya yapmasaydı? Çok tehlikeli sorular bunlar. Üstelik bu seferki Cezmi Kara tuhaf şekilde, trene binip gidenden farklı bir ruh taşıyor. Neden böyle? Neden hep uyuyor ve merak etmiyor, etse de çok geç ediyor? Neden olanın bitenin hiç mi hiç farkında değil? Neticeyi değiştirmeyeceğini bilerek sorular sormak, manasız ihtimallerden söz etmek ne yaman bir çelişki, ne derin bir günahtır. Lakin küfre bir kere bulaşmak…
Hayır, bu tehlikeli mevzudan daha fazla söz etmek istemiyorum. Bu kadar anlaşılması güç problemleri arka arkaya sıralamak beni de bunaltıyor, zaten bozulmuş insicamı hepten dağıtıyor. Bunca çaresiz taklalar attırdıktan sonra sözü bağlamam gereken bir yer varsa, o da şudur: Feraset sahibi okuyucular başlangıcın ve sonun değişmeyeceği ‘hakikatine’ sadıklarsa ki, öyle olduklarına inanıyorum iki kapı arasında olan bitenlerle ilgilenmekle yetineceklerdir. Açıkçası, kaçınılmaz bu iki gerçek arasında akanları benim kadar merak edeceklerini umuyorum. Bütün bunların manasız bir oyundan ibaret olduğunu düşünenler için ise söyleyecek bir sözüm yok. Onların varlığından az çok şüphe duyduğum hoşgörülerine daha da fenası izanlarına– sığınmayı zaten talep etmiyorum. Yüce Yaradan beni bir kere daha affetsin. Sayın okuyucu, seni de affetsin…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı
- Kitap AdıKerr
- Sayfa Sayısı271
- YazarTayfun Pirselimoğlu
- ISBN9789750534935
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Arı Fısıltıları ~ Menekşe Toprak
Arı Fısıltıları
Menekşe Toprak
İşittiğini tanımlamaya kalkışsa, ufak tefek, zayıf bir gövdenin çıkarabileceği bir ses bu, derdi… Derviş’e öyle geldi ki, bir soru soruyordu bu ses. “Ellerim nerede?”...
- Gençlik Güzel Şey ~ Ekin Kadir Selçuk
Gençlik Güzel Şey
Ekin Kadir Selçuk
“Güneşe kanan öğrenciler Kırmızı Kantin’in etrafındaki sandalyeleri yeşilliklere yaydılar, Hasan Efendi camdan gülümseyerek bakıyor onlara. ‘Gençlik güzel şey,’ diyor, ‘hayat, coşku, umut hep sizde.’...
- Cevizin Şarkısı ~ Aslı Tohumcu
Cevizin Şarkısı
Aslı Tohumcu
“Toynakların sesi yükseldi. Dağ taş, yaratılmış tüm mahlukat gözünü kapattı manzaraya şahit olmamak için, nafile. Biri gebe üç yavrusunu boynuzlarına takmış, tüyleri kırmızısiyah ve...