Yokuşun başında ha düştü ha düşecek bir siluet görüyorum. Yaklaşıyor mu, uzaklaşıyor mu… Birazdan odamız odun ateşiyle, kandil aleviyle, ıhlamur kokusuyla, radyonun duyulur duyulmaz sesiyle ısınıyor. Kar uyuşturuyor aklımızı. Neredeyse yeniden uykumuz gelecek. Yokuştan inip gelen adam unuttuğum bir anda pencerenin dibinde beliriveriyor.
Ay batarken, ay susarken… Uzun ve eski acılarla sokaklar, siluetler, arsız gözler, kimsesiz sesler, dolmuşun kokusu, başka türlü olsaydı acısı, kuytu pencereler, ölmeye yatan aşk. Radyoda şarkılar şarkılar… Pelin Buzluk, şehrin en koyu gecesinin öykülerini yazıyor En Eski Yüz’de. Kuruyan, gelip geçen. Doğan güne karşı. Hayat, izbe bir meyhanede tek başına bir kadın…
İÇİNDEKİLER
Su İşi…………………………………………………………………………………………………… 9
Tozlu Cennet …………………………………………………………………………….. 17
Dördüncü……………………………………………………………………………………. 25
Başka Esnada……………………………………………………………………………. 31
Gemisiz………………………………………………………………………………………….. 41
Deray………………………………………………………………………………………………. 47
Ağırlama………………………………………………………………………………………. 55
Yaz Geldi………………………………………………………………………………………. 59
Uçurum………………………………………………………………………………………… 65
Ortanca Oysa…………………………………………………………………………… 71
Güllabi …………………………………………………………………………………………… 77
Su İşi
Dönüp duruyorum yatakta. Cemil’i rahatsız etmemeye çalışıyorum, koca karnımı bir sağa bir sola devirirken. Kar aydınlığı, ay ışığıyla bir, odaya dolup aydınlatıyor gecemizi. Uyumak zor. Düzenli soluklarından uyuyor sandığım Cemil kalkıyor birden. Yüklükten bir battaniye alıp odadan çıkıyor. Arkasından güçlükle, neredeyse yuvarlanarak kalkıyorum ben de. Ön odada perdeleri açmış. Sokak görünüyor, karla kaplı. Pamuk pamuk yağıyor hâlâ. O aydınlık şimdi iyice girmiş evimize. Cemil geldiğimi fark etmiyor. Dalgın. “A!” diyor beni görünce. “Niye kalktın?” diyorum. “Hasta olacağım,” diyor. Hep böyle söyler. “Hasta oldum” ya da “olmuşum” demez. Ama şimdi başka bir durumdan söz ediyor sanki. Bir sinir bozukluğundan, bir bezginlikten. Göğsüne sokuluyorum. “Canım, sana bulaşmasın,” diyor. Sahiden çekincesi bu belki, yine de bir alınganlık baş veriyor içimde. Gururuma rağmen daha da sokuluyorum. Dışarıyı seyrederken:
“Burayı seviyorum,” diyorum.
“Dikmen’i mi?” diyor. Sesinde açık etmekten çekinmediği
bir alay var. Yine alıngan:
“Burayı,” diyorum ayamı göğsünde gezdirip. “Burası, benim memleketim.”
Birden öfkesinin, kırgınlığının, hırçınlığının, acı alayının nedeni neyse, bunu yönelteceği en son kişinin hamile karısı olduğu ayrımına varmış gibi alnımdan öpüyor beni. “Hamile kadınlar ille alnından mı öpülür?” diye takılıyorum. Aslında yuvaya çağırıyorum onu. Kendi dünyamıza. Bakışlarını, düşüncelerini bir şeylerden sökmeye çalışıyorum. İlkin burnumu, sonra dudağımı öpüyor. Bebek karnımda kelebekleniyor. Belki öpücüklerden. Pijamamın altında büyük hava kabarcıkları gibi gezindiğini görüyorum. “Ihlamur kaynatayım karıma,” diyor Cemil. Cam kenarındaki sandalyeye çöküyorum. Hırkama sarınıyorum. Sokak lambaları yanmıyor. Yine de solgun bir aydınlık var. Henüz çekilmeden sararmış fotoğrafı. Sokağın belleğindeki eski kışlardan anılar…
Masayı cama yanaştırırken “Demleniyor,” diyor Cemil. Ulus’tan aldığımız güzelim kandili yakmış. Altın halesinde birbirimize yaklaşıyoruz. Soluklarımız beyaz buğu. “Soba geçmek üzere,” deyip yine ayaklanıyor sonra. Battaniyeyi sırtıma veriyor. Yokuşun başında ha düştü ha düşecek bir siluet görüyorum. Yaklaşıyor mu, uzaklaşıyor mu…
Birazdan odamız odun ateşiyle, kandil aleviyle, ıhlamur kokusuyla, radyonun duyulur duyulmaz sesiyle ısınıyor. Kar uyuşturuyor aklımızı. Neredeyse yeniden uykumuz gelecek. Yokuştan inip gelen adam unuttuğum bir anda pencerenin dibinde beliriveriyor: Bekçi. Kasketinin üzerinde iki parmak kar var. Yüzündeki sert ifadeyle tezat, gülünesi. Bıyıkları ıslak, belki donmuş. Kürklü gocuğunun içine çekmiş kafasını. Camı açmamızı beklemeksizin bağırıyor: “Işık sızıyor dışarı. Söndürseniz iyi olur.” Cemil, yine bağırarak: “Ihlamur kaynattık, içer misin?” diyor. Bekçi belki canı çektiğinden, belki Cemil’in umursamaz cevabına, teklifsiz yakınlığına şaşkın, bir an durup düşünüyor. “Lambayı söndürün,” diyor. Dönüp avluyu geçiyor yeniden. Karın ölgün aydınlığı her yere sızmışken bizim minik alevimizin kime ne zararı olur ki? “Olur,” diyor Cemil uzaklaşan bekçiye. Ama kandili söndürmüyor. “Tıh!” diyor arkasından. Sadece tülü çekiyor.
Sokaktan vazgeçip birbirimize dönüyoruz. Bebeğimizin hangimize daha çok benzeyeceğiyle ilgili tahminler yürütüyoruz yine. Bu bizi çok eğlendiriyor. İç odada üşüyüp üşümeyeceğini düşünüyoruz. Doğacağı günü hesaplıyoruz. Radyoda “Baba bugün…” diye başlayan uzun havaya mırıltıyla yalan yanlış eşlik ederken camı sertçe tıklatıyor biri. Sıçrıyorum. Kandilin külahını hemen kapatıyor Cemil. Tülü aralıyor. Korkunç bir surat: Çatık kaşlı, fırlak dişli. Bekliyor. Herhalde camı açalım diye. Gözünü bizden ayırmadan avuçlarına hohluyor. Cemil battaniyeyle beni iyice sarıyor ilkin. Sonra camı açıyor.
“Çalışıyor musun ağbi?” diyor adam hemen. “Şimdi mi?” “Acil bir su işi var da…” “Nasıl acil?” “Bir gecelik iş. En geç yarın akşama biter. Üç yevmiye veriyorlar.” “Nerede? Kimin işi?” “Ağbi sen gel. Yolda konuşuruz. Acil,” diyor. Üçü duyunca, Cemil elini sandalye arkalığına atmış zaten. Ceketini arıyor. Duymamışım gibi:
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı Hikaye
- Kitap AdıEn Eski Yüz
- Sayfa Sayısı84
- YazarPelin Buzluk
- ISBN9789750520297
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Mücadeleciler ~ Ekin Kadir Selçuk
Mücadeleciler
Ekin Kadir Selçuk
“Fevkalade iyi giyinmişler, disiplinli bir fiziki görüntüleri var. Konuşmaları son derece disipline edilmiş, birbirlerine söz hakkı veriyorlar. Ama fasılasız olarak bize beynelmilel Yahudi emperyalizmini...
- Cam Irmağı Taş Gemi ~ Nazan Bekiroğlu
Cam Irmağı Taş Gemi
Nazan Bekiroğlu
Taşın boyanmasıydı âdet olan, sıra boyamalara geldi. Yontucunun, kullandığı boyalara güveni sonsuzdu. Asırlarca dayanacaklarını, solmayacaklarını, bambaşka renklere dönüşmeyeceklerini biliyordu. Kimi bir deniz kabuğunun, kimi...
- Peygamberimizin Dilinden Hikmetli Öyküler ~ M. Sinan Adalı
Peygamberimizin Dilinden Hikmetli Öyküler
M. Sinan Adalı
SEVGİLİ Peygamberimiz (asm), sahabileri ile, uzun uzun sohbetler eder, Vahiy Meleğinin getirdiği yeni ayetleri okur, öğretir ve açıklardı. Sahabiler türlü türlü sorular sorar; cevap...