“Kardeşler arasına para pul, mal mülk girmesin, büyük büyüklüğünü, küçük küçüklüğünü bilsin.”
Curcunabazlar’da, babaları İshak artık işgöremez duruma düşünce şirketin başına kimin geçeceği üzerine çetin bir mücadeleye girişen iki kardeşin, Mustafa ve Ömer’in hikâyesini anlatıyor Mehmet Anıl. Aslında ilk bakışta bir mücadeleye girişilmesine gerek yok gibidir, her şey nettir. Çünkü babaları, kendisinden sonra şirketin başına büyük oğlunun geçmesi isteğini zamanında yazılı hale getirtmiştir. Ancak bir sorun vardır, kardeşler ikizdir ve hangisinin büyük olduğuna dair hiçbir bilgi kesin değildir!
Mehmet Anıl, Hazreti İbrahim’in torunları arasındaki kardeş çatışmasından ilhamla, eğlenceyi de ihmal etmeyen modern bir masal yaratıyor.
– 1 –
“Şu yanında oturan soysuz Hileci’yi gerçekten öldürmek istedim Mehmet Abi. Hani öyle bir anlık öfkeyle falan değil.
Sahiciydi. Kafasına sıkıp alıvereyim dedim şu iki paralık canını. Yalansa yalan de Hileci! Annem seni uyarınca korkak
bir fare gibi Çeşmealtı’na, dayımın yanına kaçmadın mı namussuz herif! Öfkem nedensiz değildi Mehmet Abi. Bir insan durup dururken öz kardeşini neden öldürmek istesin?
Her kurban mazlum, her katil acımasız cani sayılır mı Mehmet Abi?”
Bilmiyorum. Hayata dair hiçbir şey bizi şaşırtmamalı. Artık öğrenmiş olmalıyız. Kadim zamanlardan bu yana yinelenen kimi olaylar bugün handiyse tıpatıp aynı. Size anlatacağım ikiz kardeşlerin hikâyesi de öyle.
Önceden kulağıma üstünkörü çalınan olayların ayrıntılarını, beni aralarındaki derin anlaşmazlıklara hakem olmamı
istedikleri zaman öğrendim. Ciddi mali, hukuki ama daha önemlisi kişisel sorunları yetkisiz biri olarak sonuca ulaştırmam elbette beklenemezdi. Zaten benden bunu talep ettikleri de yoktu. Tüm beklentileri, kimin haklı kimin haksız olduğunu, vicdan ve adalet sahibi bildikleri benden duymaktı hepsi o kadar. Artık ne işlerine yarayacaksa.
Yazar olduğumu kuşkuya yer bırakmayacak şekilde bildiklerine ve konuşulanların aramızda kalmasını tembihlemediklerine göre, yazabileceğimi akıllarına getirmiş –izin vermiş de diyebiliriz– olduklarını varsayıyorum. Belki de yazılsın, başkaları okusun istemişlerdir. Bundan, her ikisinin de kendini haklı gördüğü sonucu çıkar ki, bunda şaşılacak bir şey yok. Öyle olmalı, zira sonlara doğru hemen hemen her sözlerini, “Yaz bunu Mehmet Abi, bunu da yaz Mehmet Abi!” diye bitirir olmuşlardı. Üç kişilik buluşmalar dışında iki kardeşle diğerinden gizli görüşmeler de yaptım. Ne var ki bunlar üçlü görüşmelerde dile getirilmeyen kimi dayanaksız suçlamalardı. Çoğunlukla birbirlerinin çocuklarından, eşlerinden –ve metreslerinden tabii– şikâyet etmişlerdi. Bunları pek de dikkate aldığımı söyleyemem (belki de daha fazla ayıplamamak için görmezden gelmişimdir). Gündelik koşuşturmaların kesintileri nedeniyle aylara yayılan müzakereleri (!) derli toplu bir özet halinde, tarafsızlığımı koruyarak anlatmak, onlara değilse de kendime karşı bir vicdan borcudur.
– 2 –
Benden beşer yaş küçük ikiz kuzenlerimin doğumlarını annemle babamın konuşmalarından hatırlıyorum. Refika Hala ve İshak Enişte’nin uzun süre çocukları olmadı. Evlendiklerinde İshak Enişte kırk yaşındaymış. Kaba demeyeyim de sert ve dikine giden bir adamdı enişte. Vaktiyle kendi sorunlarım için gittiğim terapist bana, bazı kişilik özelliklerinin aktarım yoluyla altsoylara geçtiğini anlatınca aklıma İshak Enişte’nin babası İbrahim Dede gelmişti. Bir gün artık ne olduysa oğlunu az kalsın boğazlayacakmış da son anda insafa gelmiş derler. O derece. İshak Enişte’nin Rifka Hala’yı –Refika Hala’ya aile arasında öyle denirdi– kısır olmakla suçladığını gene anne ve babamın konuşmalarından hatırlıyorum. Kendinde, Allah yazdıysa bozsun, katiyen kusur aramazdı. Normalde, “İshak Abi,” diyen annem böyle zamanlarda, ki son zamanlarda başka adla anmaz olmuştu– “Koca İshak Ağa,” diye söz eder olmuştu. İshak Enişte’ye rahatlıkla köy ağası denebilirdi, çünkü bir bakıma öyleydi. Harran dolaylarında atadan kalma, içinde iki de köyü bulunan yüzlerce dönüm toprağın tek sahibiydi.
Bugün Suriye sınırları içinde bulunan çok daha geniş topraklar üst üste savaşlar sonucu kapanın elinde kalmış, yıllarca sürdürdüğü hukuki mücadeleden sonuç çıkmayınca aklına geldikçe zihninde acıyla hatırladığı bir anı olarak yer etmiş. Yıllar önce İzmir’e göçmüş olmalarına karşın bulduğu her fırsatta memleketteki baba yadigârı taş konağa koşar, yapacak çok işi olmasa da sağa sola para saçıp ağalık etmeyi görev bilinci sayardı. Ya da şöyle söyleyeyim; şehirde sıradan bir zengin olmaktansa, kahveden girdiğinde köylünün ayağa fırlayıp ellerine sarılmasının itibarından vazgeçemezdi.
Hamilelik döneminde halamın bize sık sık geldiğini gayet iyi hatırlıyorum. Abartılı bir rivayete göre halamı ikizlere hamile bıraktığında İshak Enişte altmışlarındaymış. Gerçekten o kadar yaşlı mıydı bilmiyorum ama, ikizlerin o yıllarda Türkiye’de yapılmadığı için Almanya’daki bir hastanede tüp bebek yöntemiyle döllendiği aile içi bir sır olarak elbette kalamazdı. Aşı ilk defasında tutmamış, kaç deneme yapılmış Allah bilir. İshak Enişte gene de bu hamilelikten dolayı doktorlardan çok Allah’a şükretti.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı Hikaye
- Kitap AdıCurcunabazlar
- Sayfa Sayısı216
- YazarMehmet Anıl
- ISBN9789750535932
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bir Şeyim Yok Anne, Ben İyiyim ~ Hüseyin Kıyar
Bir Şeyim Yok Anne, Ben İyiyim
Hüseyin Kıyar
“Ne yapıyorsun anne?” diye sordu Mahmut. “Araştırıyorum.” “Neyi araştırıyorsun?” “Buzdolabında ne var ne yok, onu araştırıyorum.” Bu sırada, tak tuk sesler çıktı, bir şeyler...
- Bu Yollar Uzar ~ Memduh Şevket Esendal
Bu Yollar Uzar
Memduh Şevket Esendal
Memduh Şevket Esendal, alışık olduğumuz üslubuyla, sakin dünyaları ve kendi yağında kavrulan insanları anlatmaya Bu Yollar Uzar’da da devam ediyor. Taşra-şehir, bürokrasi-toplum, Doğu-Batı gibi...
- Vaktinden Evvel Bir Zemherir ~ Taner Ay
Vaktinden Evvel Bir Zemherir
Taner Ay
Edebiyatımızın unutulan isimlerine ve İstanbul’un edebiyatçılarına dair denemeleriyle bilinen Taner Ay, bu uzun hikâyesinde, 1902 ile 1916 arasındaki İstanbul’u, mahalleleriyle, sokaklarıyla, ahşaplarıyla, meyhâneleriyle ve...