Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Çemberin Altında 2 Son Görüş
Çemberin Altında 2 Son Görüş

Çemberin Altında 2 Son Görüş

Gamze Aydeniz

Gelecek görüşlerinin değişkenliğiyle başa çıkmaya çalışan Hera, planladığı gibi sonuçlanmayan kurtarma girişiminin ardından yaşananları telafi etmeye çalışır. Üzerinde durmadığı bir gelecek görüşünü fark etmesi…

Gelecek görüşlerinin değişkenliğiyle başa çıkmaya çalışan Hera, planladığı gibi sonuçlanmayan kurtarma girişiminin ardından yaşananları telafi etmeye çalışır. Üzerinde durmadığı bir gelecek görüşünü fark etmesi ile hayatı tekrar bir çıkmazın içine girer.

Çağlar Ataman ise birdenbire koparıldığı basketbol kariyerinin sarsıntılarıyla bambaşka bir adam hâline gelmiştir. Sevdiği insanlar tarafından sevgi ve destekle çevrelenmiş olsa da geleceğine dair ışık göremediği bir çukurun içine düşmüştür.

En başında hiç tanımadığı bir adamı kötü bir kazadan kurtarmaya çalışan Hera, sevdiği adamın düştüğü bu çukura ışık tutabilecek midir?

Üstelik bir kere yüreğine dokunmuşken…

“Benimleyken bile tükendiğini bilseydim onu hiç yalnız bırakmazdım. Ne olursa olsun, bir an bile…”

*

2001 Antalya

Küçük kız, camdan dışarıyı izlemesini engelleyen emniyet kemerini kendi gibi küçük parmaklarıyla çekiştirdi. Oturduğu yerden ancak bulutları izleyebiliyordu. Bulutları izlemekle bir sıkıntısı yoktu ama sıkılmıştı. Küçük bir kız çocuğunun sessiz sakin oturabileceği süreyi çoktan geçmişti. Annesi ve babası ön koltuklarda yarı tartışmalı bir sohbetin içinde kendisini unutmuşken haylazlık yapmanın tam sırasıydı.

Emniyet kemerini oynatmayı başaramayınca annesinin kemeri nasıl taktığını hatırladı. Henüz altı yaşında olsa da zekâsı kuvvetli, her küçük çocuk gibi taklit yetenekleri ailesine huzursuz anlar yaşatacak kadar başarılıydı. Kemerin kırmızı butonuna tüm gücüyle bastırıp demiri yuvasından çıkardığında sessizce gülümsedi. Kırmızı, kadife elbisesinin eteklerini toplayıp dizlerinin üzerinde yükseldi ve dirseklerini camın kenarına yasladı. İşte, şimdi yolculuk daha keyifli hâle gelmişti.

Hava çok aydınlık değildi belki ama temizdi. Çok geniş olmayan; bir yanı dağa, bir yana ormana bakan bir dağ yolunda ilerliyorlardı. Babası, biraz da bu yüzden kızgın olmalıydı. Her zamankinden daha sarsıntılı bir yolculuktu.

“Taş toprak merakın yüzünden bir köye gitmediğimiz kalmıştı,” dedi adam çatık kaşlarla engebeli yolda dikkatli olmaya çalışırken.

“Ayda yılda bir istediğim bir taş, onu da söylenmeden yapamıyorsun, Mehmet. Sen sevmiyor olabilirsin ama şu hayatta bir tane hobim var.” Genç kadın, kırgın bir tavırla kollarını göğsünde birleştirip yolu izlemeye devam etti. Kocasını seviyordu fakat anlayışlı olmadığı ya da gereksiz yere ortamı gerdiği anlarda üzülmeden edemiyordu.

“Ev, adını bile bilmediğim taşlarla doldu. Yetmez mi?”

“Yetmez!” diye yükseltti sesini farkında olmadan. “Bu, çok önemli bir parça. Ne Sevim ne de Gülay ulaşabildi bu taşa. Ben de güç bela buldum. Alıp gideceğiz hemen.”

Mehmet’in gözünde karısı iflah olmaz bir doğal taş avcısıydı. Evin her tarafında irili ufaklı bir sürü adını bilmediği taş vardı. Hatta kulağındaki küpeden tutun, parmağındaki yüzüğe kadar doğal taşlardan oluşuyordu. ‘Neyse ne!’ diye geçirdi içinden derin bir nefes alarak. Çok yorgun ve işi yüzünden gergin hissediyordu ama belli etmemeye karar verdi. Şu anda tek istediği, üçlü koltuğunda gerine gerine oturup tatil gününü sakince geçirmek olsa da karısına sevimli bir bakış attı.

“Değerimi bil bak. Sevim de bulmuş adresi ama kocası götürmedi. Söylemişti bana iş yerinde. Ben de dinlenmek istiyordum ama kıyamadım sana.” Dirseğiyle kadını dürtüp az önce hobisini önemsemediğini belli ettiği için gönlünü almaya çalıştı.

“Merak etme sen,” diye mırıldandı kadın utangaç bir tavırla. “Hele bir eve dönelim de ben dinlendireceğim seni. Masaj da yaparım omuzlarına.” Dudaklarındaki hınzır gülüş, ilgisiz kalmaya çalışsa da ne hissettiğini ele verecek kadar güzeldi.

“İşte, şimdi anlaştık,” dedi adam gülerek.

Bu sırada sonbaharın sararttığı ağaçları izleyen Hera, aynı babası gibi, “Anlaştık!” diye bağırdı. İlk başta gülse de arkasını dönüp baktığında kadının yüreği ağzına geldi.

“Mehmet, Hera yine emniyet kemerini çözmüş. Kenara çek de yanına oturayım.”

“Hayır, hayır, gelme. Burası benim tek kişilik evim. Sana yer yok,” derken küçük kız, evi olan arka koltuğa davetsiz bir misafir geldiği için üzgündü.

“Kenara çekmeme gerek yok çünkü geldik. Sen in, şu parayı da al, ihtiyacın olursa kullanırsın. Ben Hera’yla ilgilenirim.” Genç kadın, uzanıp kocasının dudaklarına ufak bir öpücük kondurdu.

“Bazen beni sinirlendiriyorsun ama nasıl gönlümü alacağını iyi biliyorsun.”

“O kadar da olsun. On senedir karımsın, bileceğim tabii ki.” Havanın çok iyiye gitmediği, esmeye başlayan şiddetli rüzgârdan anlaşılabilirdi. “Haydi, gidip gel de hava iyice bozmadan şehir merkezine geri dönelim.”

Derya, heyecanla arabadan indiğinde tahmininden daha yıkık dökük görünen kulübeye doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Ardında bıraktığı seslere bakılırsa Hera, çoktan babasının üzerine atlamış ve arabayı sürecek yaşa geldiği konusunda bilmem kaçıncı ısrarını yeniliyordu. Hem de bağıra bağıra. İşini çabucak halletse iyi olacaktı.

Kulübenin kapısına geldiğinde etrafına bakındı ama kimseyi göremedi. Bir akrabasından öğrenmişti burayı. Kendi gibi doğal enerjilere inanan bir kadının, ülkenin belirli bölgelerinden topladığı taşlarla yaptığı koleksiyonu çok ünlüydü. Köyde adı deliye çıkmış olsa da kadın onu anlayabiliyordu. Herkes en kötü zamanlarında kendini iyi hissettirecek bir şey bulurdu, ne olursa olsun. Bu da buna benzer bir şeydi.

Tahta kapıyı çalıp içeri doğru seslendi: “Kimse var mı?” Bir süre cevap gelmeyince tekrar çaldı. Bunca yolu boşuna gelmiş olmak istemediği için birileriyle karşılaşma isteği yoğundu. Bir yandan da tatlı boğuşmaları arabanın dışına taşan kocası ve kızına bakıyordu. “Merhabalar?” diyerek yükseltti sesini. Derken kapı gıcırdayarak açıldı ve yeni uyandığı belli olan yaşlı kadın homurdanarak gün ışığına çıktı. Kadın beklediğinden daha yaşlı ve huysuz görünse de gülümsemeye devam etti. Peşinde olduğu kuvars kristali bu kadındaydı. En azından öyle olduğunu tahmin ediyordu.

“Hoş geldin,” dedi kadın çatık kaşlı bir simayla. Gelişigüzel bağladığı tülbendi bollaşmış, beyaz saçlarının bir kısmı açıkta, eskimiş krem rengi hırkası ve basma eteğiyle karşısında dikiliyordu. “Taşı sana vermek istemiyorum.”

Derya bir an için duraksadı. Ne için geldiğini henüz söylememişti. “Taş için geldiğimi nereden biliyorsun? Akrabalarım mı haber verdi? Ben de buralıyım,” derken tane tane konuşmaya özen gösteriyordu.

“Kimseyle konuşmadım ben. Geleceğini sabah görmüştüm. Bir işin peşine düşmüşsün ama nafile.”

Kadının dediklerinden hiçbir şey anlamıyordu Derya. Neyi görmüştü, taşı istediğini nereden biliyordu? Dedikleri gibi köyün deli kadınına denk gelip gelmediği düşüncesi, saniyeler içinde zihnini yokladı.

“Teyzem, madem neden geldiğimi biliyorsun, elim boş gönderme beni. Nicedir para biriktiriyorum bunun için. Kristal kuvarsın en eski ve büyük hâlinin sende olduğunu duydum. Para istersen para, takas istersen bendeki en değerli taşı da getirdim.”

“İnsan şaştı mı belasını kendine çeker derlermiş, kızım. Bendeki kuvars nadirdir ama enerjisi kötüdür. Bu taş enerjiyi tutar, saklar, neyi yansıtacağını bilemezsin.” Kadının uyaran bakışları bu sefer işe yaramayacak gibiydi. Yakın zamanda bu taştan kurtulacağını hissediyordu ama alıcısının böyle ışıl ışıl bir kadın olacağını düşünmemişti. “1992’de kimsenin sağ çıkmadığı büyük bir yıkımın içinden geldi bu taş bana. Bir sürü ruhun enerjisi olduğuna inanıyorum. Satamam ya da veremem.”

Genç kadın tedirgin olmuştu olmasına ama o an gözü sadece kadının omzunun üzerinden gördüğü parlak, sivri uçları asilce uzanan ve koleksiyonunun eksik parçalarından biri olan o taştaydı. Hiç de yaşlı kadının anlattığı kadar korkunç görünmüyordu. Aksine, gördüğü andan itibaren taşlarının olduğu geniş dolabında nasıl güzel görüneceğini düşünüyordu. Semra ve Gülay bayılacaktı; bir parçası için kendisine sürekli ısrar edecek olsalar da kadın, şimdiden takınacağı tavrı düşünüyordu.

Hiç düşünmeden çantasındaki keseyi çıkarıp içinden yaşlı kadının bile gözlerini parlatan bir taş çıkardı: Diaspor. “Bunun ne kadar değerli olduğunu biliyor musun, teyze?” dedi iki taştan birini kadına uzatırken. “Bu taştan sadece bende iki tane var.”

Yaşlı kadını bu şekilde ikna eden Derya, kadının izniyle içeri girip teklif ettiği taşı ve parayı masaya bıraktıktan sonra büyük kuvars kütlesini kucağına aldı. “Ağırmış,” derken dikkatlice evden çıktı.

“Evine koymadan önce bir haftalığına toprağa göm. Yoksa çok başın ağrır, benden söylemesi,” diyen yaşlı kadın, hâlâ huysuz bir tutumla yaklaşıyordu kendisine. “İçim hiç rahat değil. Buradaki şeyler onu dengeliyordu.”

“Hakkını helal et, teyzem. Belki yakında yine gelirim. İçerideki taşları görmedim sanma. Daha önce hiç o kadar parlak bir akik görmemiştim.”

“Gelmeyeceksin.” diye mırıldandı yaşlı kadın tülbendini düzeltirken. Derya kendisinden uzaklaşırken elleri dolu olduğu için el sallayamıyordu belki ama son kez başıyla selamlamayı ihmal etmedi. Arabaya ulaştığında bir an bagaja baksa da bagajın kapısı bozuk olduğundan herhangi bir tümsekte taşın düşebileceğinden korktu. Açık olan arka kapıya yaklaştı ve kucağındaki taşı koltuğa bırakıp emniyet kemerini, taşı sıkıca saracak şekilde bağladı.  

“Ne kadar büyük!” diye bağıran Hera, babasının omuzlarından indi ve merakla arka koltuğa yaklaşırken annesinin uyaran bakışlarıyla durdu.

“Dokunmak yok, küçük hanım.” Bu kısa uyarının yeterli olmayacağını bildiğinden kızını kucaklayıp koltuğa oturtan Derya, tüm direnişine rağmen kızının kemerini bağlayabildi. “Elini ver bakalım.” Elini uzatan Hera, neler olacağını merakla beklerken annesi, minik elini taşa götürdü ve sivri ucuna hafifçe dokundurdu. “Dokunma diyorum çünkü bak, ne kadar sivri. Kirpi gibi düşün, anlaştık mı?”

“Çikolatalı pasta yememe izin verirsen dokunmam.” Annesi, küçük kızının sevimli yanaklarını bir güzel öptü. Bazen öyle tatlı oluyordu ki…

“Tamam, eve döndüğümüzde sana en sevdiğin çikolatalı pastadan yapacağım.”

“Derya, haydi artık, işin bittiyse gidelim. Yağmur çiselemeye başladı.”

Kocasının yeniden söylenmeye başladığını fark eden genç kadın ön koltuktaki yerine oturduğunda yola koyuldular. Dağ yoluna girdiklerinde çiseleyen yağmur sağanak yağışa dönüştü. Mehmet, her zamankinden daha dikkatle sürmeye özen gösterirken gerginleşti ve karısıyla tatlı sert bir sohbete daha tutuldular. Bu, Hera’nın en sevdiği zamandı. Sadece olaya odaklanan anne ve babasından kaçıp istediği gibi davranabileceği tek zaman olduğunu biliyordu küçük kız. Taşa doğru eğilip fısıldadı. Kendine yeni bir oyun arkadaşı bulmuş gibiydi.

“Sen de dışarıyı merak ediyor musun?” dedikten bir süre sonra ekledi: “Ben ediyorum.”

Tekrar taşa yaklaştı. “Şu kolu döndürebilsem camı açardık ama ona gücüm yetmiyor.”  

Anne ve babası tartışırken ilk önce kendisinin sonra da taşın emniyet kemerini sessizce açtı. Çikolatalı kek bir an için aklına gelse de dışarıyı izlemek daha cazip geliyordu. Yine dizlerinin üzerinde yükseldi ve yağmurun yıkadığı ormanı hayranlıkla izledi. “Vay canına!” dedi fısıltıyla. “Her şey ıslanmış.”

Bir anda oldu her ne olduysa.

Hava şartları ve dikkat dağınıklığı birleştiğinde karşı yoldan kontrolsüzce üzerlerine gelen aracın paniği, Mehmet’in direksiyon hâkimiyetini kaybetmesine neden olmuştu. Ormanın içine doğru giden dik yokuşa sürüklenen araba, takla atıp büyük bir ağaca tosladığında göz açıp kapayana kadar bir ailenin hayatı tehlikeye girmişti. Ön cam parçalanmak üzereydi, yarısı eğilmiş kaputun içinden dumanlar yükseliyordu, takla ve çarpmanın etkisiyle paramparça olan yan camlar aracın içine yayılmıştı.

Derya, çoktan bilincini kaybetmiş, sıkıştığı koltukta iki büklüm yatarken Mehmet, başını çarptığı direksiyonun üzerine doğru yığılmıştı. Savrulmasını engelleyen emniyet kemeri nefesini keserken ince ve kesik nefes sesleri geliyordu kulağına.

Hera,” diye mırıldandı uyanmaya çalışırken. İçinde bulunduğu durumun vahameti içinde bile attığından emin olmadığı kalbi, küçük kızı için endişe doluydu. Tüm bu duyguları aynı anda yaşarken sadece başını çevirebildi. Gördükleri ızdırabını katladıkça katladı ve kızını kurtarmak için son gücüyle hareketlenmek isterken yanındaki karısı gibi bilinmezliğe gözlerini yumdu.

Gördüğü dehşet verici görüntü, bırakın yaralı bir sürücüyü, sağlıklı bir insanı bile etkilerdi. Eli, kolu, bacakları, yüzü… Her tarafı kesiklerle dolu küçük Hera, iki camdaki kan izlerine bakılırsa araba takla atarken emniyet kemeri takılı olmadığı için iki tarafa da sertçe savrulmuştu. Arka koltuğu, uçları keskin bir taş kütlesiyle paylaşmasının da etkisiyle büyük yara almış, arabanın duruşuyla taşın üzerine sertçe kapanmış ve orada kalmıştı. Kırmızı, kadife elbisesi ile altına giydiği beyaz külotlu çorabı yırtıklar ve kanlar içindeydi. Taştan kopan parçalar hâlâ yaralarının üzerindeydi. Yüzünden akan kan; üzerinde yattığı, parıl parıl parlayan kristal taşı kırmızıya boyamaya devam ediyordu.

Bir an için gözlerini araladı Hera. İçinden bir ses gözlerini açmasını ve etrafındaki ışıkları izlemesi gerektiğini söylüyordu. Altı yaşında bir çocuk için kabul edilebilir bir oyun değildi bu. Küçük kız, geçen her saniyeden büyük memnuniyetsizlik duyuyor, ağlayıp ağlamadığından emin olamıyordu.

Bir şeylerin değiştiğini hissetmesi en belirgin duyguydu. Üzerinde yükseldiği taşın sivri uçlarını hissettiği bedeninin her yerinde karıncalanmalar hissediyordu. Gözlerini tekrar araladığında etraftaki parıltıları gördü. Bir şey kendisini yavaşça aşağı çekiyor, kesiklerinden çıkan parıltılar arabanın içini dolduruyor, küçücük kalbinde henüz adını bile keşfetmediği birçok duyguyu hissediyordu.

Çaresizlik, utanç, pişmanlık, öfke… Taşın hapsettiği tüm enerjinin, etrafında ruha bürünen duygularla sarıldığının farkında bile değildi. Kimi duygu geçmişe hasret duyuyordu ama çoğunluk, gelecek diye fısıldıyordu küçük kızın kulağına. Tüm o enerji, tüm yarım kalmışlıklar, saniyeler içinde eriyip Hera’ya karışan kuvars kristalinin her damlası geleceğe haykırıyor gibiydi.

Parıltılar gittikçe kuvvetlendi. Hera, inatçı benliğiyle ruhuna tutunmaya devam ederken gri havayı aydınlatan turkuaz bir bulut, içinde barındırdığı tüm enerjiyi arabanın içindeki açık yarası olan tek kişiye vermeye devam ediyordu.

Emsali görülmemiş bir şekilde taş eridikçe eridi. Yaşaması bile mümkün olmayan küçük kızın yaraları, eriyen taşın etrafında iyileştikçe iyileşti. En son sivri uçlarla zedelenmiş kalbi iyileştirildi.

Anlamlandıramadığımız her kurtuluş hikâyesine mucize deriz. İkinci şanslar biz farkında olmadan -isteyip istemediğimiz mühim değil- beraberinde iyi ya da kötü bedelleriyle gelir.

Onları kurtarmaları bir saati buldu. İlk önce Derya, sonra Mehmet… En kolay Hera çıkarıldı arabanın içinden. Ambulans ve sağlık ekipleri her biriyle özel olarak ilgilenirken herkes bir gariplik olduğunun farkındaydı ama kimse adını koyamadı.

Hera’nın hiç yarası yoktu. Arka kapı güçlükle açıldığında uykudan uyanır gibi gözlerini açmış ve sağlık ekiplerine gülümsemişti. Sadece ilk karşılaştıklarında birkaç saniye öylece kalmış ve seslenmelere rağmen kimseye cevap vermemişti.

“Merak etme kızım, annen ve baban seni bırakmayacak,” diye teselli etmeye çalıştı sağlık görevlisi kadın. Kendince küçük kızın şoka girdiğini düşünüyordu ama Hera, kendine geldiğinde genişçe gülümsedi.

“Biliyorum, siz bizi hastaneye götürdükten sonra uyanacaklar.”

Kimisi ikinci şans, kimisi verilmiş sadakası varmış, dedi. O günkü haberlerde ise burnu bile kanamadan atlatılan mucize kurtuluş olarak geçti. Fakat burnu da kanadı, kolu bacağı da, kalbi de…

Mehmet Bey gördüklerinden emindi. Hera’nın taşın üzerinde yattığını iddia etse de herkes travma olduğuna kanaat getirdi. Taşın yuvarlanıp gittiğini düşündüler ama hiçbir yerde parçalarını dahi bulamadılar.

İlerleyen hayatını etkileyecek bile olsa küçük kız, geçtiği tüm kapılardan geri döndü hayata. Artık gelecek kapısı aralanmıştı onun için. Belki düşündüğünüzden biraz daha fazla…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yerli)
  • Kitap AdıÇemberin Altında 2 Son Görüş
  • Sayfa Sayısı304
  • YazarGamze Aydeniz
  • ISBN9786257382243
  • Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Ciltli
  • YayıneviEphesus / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Yarın Etkisi ~ Gamze AydenizYarın Etkisi

    Yarın Etkisi

    Gamze Aydeniz

    Zamana meydan okuyan iki yazarınçarpışan kalemlerinden mürekkep değil, görünmez kelimeler dağılır etrafa… Tükenmiş kelimeleriyle yazarlık kariyerininen durgun dönemini yaşayan ünlü yazar İnci Sözeri, kaleminin...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Bir Kadını Öldürmeye Nereden Başlamalı? ~ Hatice MeryemBir Kadını Öldürmeye Nereden Başlamalı?

    Bir Kadını Öldürmeye Nereden Başlamalı?

    Hatice Meryem

    Bir kadını öldürmeden önceki birkaç saat içinde yemek yemeyin. Aranızda, öldüreceği kadının pişirdiği yemeği yiyenler var ki, siz onlardan olmayın. Midenize fesadı sokmayın. Gazlı...

  2. İtin Biri ~ Bülent Akyürekİtin Biri

    İtin Biri

    Bülent Akyürek

    Yayınlandığı yıllarda underground romanın Türkiye’deki öncüsü olan “İtin Biri” şizofrenik bir arkaplânla kurgulanmış ve biçim, kurgu, dil özellikleriyle yeni romanın öncüsü olmuştu. İtin Biri,...

  3. Sarıkasnak – Denize Dair Hikâyat ~ Vecdi ÇıracıoğluSarıkasnak – Denize Dair Hikâyat

    Sarıkasnak – Denize Dair Hikâyat

    Vecdi Çıracıoğlu

    Denize giden insan farklıdır ve aşka çağrılan deli divane bir âşık gibi gözden kaybolana kadar, ellerini sallayarak vedalaşır sevdicekleriyle. Yazgısının arkasından koşan deniz insanı...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur