İnsan çocukken bir büyük saadet ülkesinde yaşıyor, sağa sola şuursuzca koşturup neşeyle kişniyor. Sonra büyüyor, büyüdükçe salaklaşıyor, salaklaştıkça unutuyor o mesut diyarı, bir nevi ölüyor. Çocuklukla yaşlılık arasındaki dönem araf misali; kitabesi ağır mesailerle, küçük hesaplarla, kesif mutsuzluklarla yazılan bir mezar taşının gölgesinde azap gibi boktan hayatlar. Yetişkinler zombilere benziyor.
Murat Uyurkulak, ilk öykü kitabı Bazuka’da okurlarına birbirinden acayip dokuz öyküyle sesleniyor. Hayatla arasına bir çizgi, bir katman koymaya gerek duyulmamış öyküler bunlar. Hınzır bir gülümsemeyle yazılmış çoğu ve yazarının murat ettiği gibi, çoğu zaman hınzır bir gülümsemeyle okunuyor.
Edebiyatımızın kayıp isimlerini selamlayarak başlıyor, hayatımızın her ânına dokunup kaybolan figürlerle, hayatımızın her ânına dokunan ama çoğumuzun görmezden geldiğimiz toplumsal yüzleşme hikâyeleriyle devam ediyor.
Bazuka, usta bir romancının, derdini, neşesini bu defa öyküye kattığı keyifli bir kitap.
“Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez…”
William Shakespeare, Can Yücel
İÇİNDEKİLER
Tutkular Kitaplığı……………………………………………………… 13
Kurtuluş On İki………………………………………………………… 23
Kuş Yuvası ……………………………………………………………….. 31
Pembe …………………………………………………………………….. 41
Aşk, Yalnızlık ve Bazuka…………………………………………….. 49
Şarap………………………………………………………………………. 59
Derviş …………………………………………………………………….. 71
Kırmızı……………………………………………………………………. 85
Gülsüm…………………………………………………………………… 95
TUTKULAR KİTAPLIĞI
Ettore Scola’yı neden seviyorum? Tuhaf bir soru. Sinemadan döndük. Telesekreteri, radyoyu açtım. Sekreterde, “Sayın Murat Davman. Bu kez bir reklamcı kaçırıldı. Merkezi aramanız rica olunur,” vardı, radyoda ise kürdilihicazkâr.
Sarışın, duştan önce mutlaka öper ve bir soru sorar.
Öptü, sordu:
“Bu kaçıncı?”
“Beş.”
Ş harfine müstehcen bir ilgi duyardı, ürperdi, suya gitti. Neden Şakir veya Şaban değilim?
Merkezi aradım; ince sesli, kalın gövdeli yardımcım teferruatı saydı:
“Orta halli bir dâhi. Pencere, boru, çikolata reklamları. İki gün önce işe diye çıkmış, dönmemiş. Karısı sinirli, metresiyle kaçtığından şüphe…”
Lafını bitirmesini beklemedim, kapattım. Beyazların hikâyeleri sinirlerime iyi gelmez. Sanırım zekâmı bir tür ahlakla doldurup bozduğundan…
Defterimi çıkardım. Kim bilir kaçıncı kez listeyi tetkik ettim. İlki büyük bir yayınevinin editörüydü. Yurtdışından dönüşte havaalanından kaçırılmıştı. Bir teyp kasedine kaydedilen talep gayet basitti: Adı hiç duyulmamış bir şiir kitabı için ülkenin satkın gazetelerinden birinde tam sayfa ilan isteniyordu. Editör oyunbaz bir şahıstı; ciddiye alan olmamış, cesedi bir iç şehrin nehrinde bulunmuştu.
İkincisi gazeteciydi. Kokteylin birinde, “Pardon yahu,” deyip çıkmış, onu bir daha gören olmamıştı. Talep e-postayla gelmişti. Adı daha da duyulmamış bir şiir kitabı için iki büyük gazetede iki gün ilan verilecekti. Bu kez ciddiye alınmış, ilanlar çıkmış, gazeteci bir sabah kokteylin yapıldığı barın tuvaletinde ağlarken bulunmuştu.
Ben üçüncü vakada devreye girdim. Teşkilatta alengirli işlerin çoğu eninde sonunda benim üzerime kalırdı. Üçüncü talebin konusu olan edebiyatçıyı merak ettim. Kaçırılan eleştirmenin hayatı karşılığı ülkenin beş büyük gazetesinde kitabı için ilan verilmesi istenen genç romancı suskun biriydi. Medyanın çoktan keşfedip diline doladığı bir hikâyenin yeni yıldızı olarak hayran olunası bir umursamazlıkla annesini görmesi gerektiğini söyleyip Tunceli otobüsüne bindi ve gitti.
Geriye dönük çalışmaya karar verdim. İlk kitabın şairi telefonuma bile çıkmadı. Olay onu fazlasıyla sarsmış, adının böyle bir cinayetle anılmasına dayanamayıp evine kapanmıştı. İkincide kaçırılan gazeteciyle görüşmemiz, “İki klozet arası inanın hiçbir şey hatırlamıyorum,” cümlesiyle başladı ve bitti. Gazetecinin tuvalette ağlak ve sağ bulunduğu vakaya vesile olan şair ise şenlikli biriydi. Kaçırılma olayına dair zerre bilgisi yoktu ama dolabında kanyağı boldu. İçtik, şiirler okuduk, sabah onun evinde baş ağrısıyla uyandım.
En çok gürültü koparan ise dördüncüsüydü. Bir yayınevinin aynı zamanda milletvekili olan sahibiydi ve güpegündüz bürosundan buharlaşmıştı. Vekili kaçıran kişi veya kişiler bu kez “ölü” bir talepte bulunmuştu. Büroya bırakılan notta, antika dergilerin sayfaları arasında unutulmuş merhum bir öykücünün ürünlerinin derlenmesi ve büyük çaplı bir reklam kampanyası eşliğinde yayımlanması isteniyordu. Milletvekili nüfuzlu biriydi, bütün yayın dünyası bu iş için seferber oldu, arşivlerin tozu atıldı ve kitap kısa sürede hazırlanıp bilbortlarla tanıtıldı. Vekili bir otelin terasında, kıskıvrak bağlanmış halde bizzat ben buldum. Şakacı biriydi, ağzındaki bant çıkar çıkmaz neşeli bir Urfa türküsü söylemeye başladı. Ve o da hiçbir şey hatırlamıyordu.
* * *
Sabah nihaventle uyanıp merkeze yollandım. Saf yardımcımın ağzını açmasına fırsat vermeden dosyayı elinden kaptım, ofisime girdim. Kaçırılan reklamcının çalıştığı şirkete çekilen faksla şartlar bildirilmişti. Reha Mağden adlı birinin Yazgıların Tableti diye bir kitabı için muazzam bir tanıtım isteniyordu. Gazete ilanları ve bilbortlardan gayrı televizyonlar da vardı bu kez işin içinde. Dosyadan kitabı çıkardım, yüz sayfa kadardı, kapağındaki siyah beyaz fotoğrafta canhıraş bir çığlık duruyordu. Okumaya başladım ve kayboldum.
Cin, dul ve esmer sekreterim elinde sade kahveyle, “Hayrola Murat Bey? Sesiniz soluğunuz çıkmıyor, öldünüz sandım,” deyip kahkahalarla içeri girdiğinde, gözlerim son hikâyenin son satırındaydı. “Müthiş bir kitap,” diye düşünürken kaldırdım başımı ve sordum:
“Reha Mağden ismi sana da tanıdık geliyor mu?”
“Ayol yılların gazetecisi, bilinmez mi hiç?”
“Yazarlığı da varmış…”
“Bakın bunu bilmiyordum.”
Her zamanki gibi oyalanıyordu içeride, saksıları gözden geçirdi, dosya rafını dağıtıp düzenledi. Belliydi, iltifat duymadan çıkmayacaktı.
“Orta halli bir iltifatla yetinebilir misin bugün?”
Güldü, başını salladı.
“Gözlerinizin hareli karası başımı döndürüyor Hale Hanım…”
“Oooo, bu beklediğimin de fevkinde,” diyerek kıkırdayıp gitti.
Önümdeki yeşil dosyaya baktım. Hale Hanım’a kocasını zehirlediğini bildiğimi söyleyeceğim. Hep ertelediğim o meçhul sabahı hasretle bir kez daha hayal ettim, sabırsızlık ve sıkıntıyla iç geçirdim. Güneş öğleni çoktan dürmüştü, işe koyulmak lazımdı…
* * *
Karaköy’ü hep sevmişimdir, okşar. Reha Mağden, şehir dışına çıkıp plazalaşmaya mecali olmayan ama iddiası gani bir gazetede çalışıyordu. Kapıyı ciddiyetli bir güvenlik görevlisi açtı, dedektif oluşumdan hiç etkilenmeyip beni telefon kablolarına dolanmış bir sekretere yönlendirdi. Oyuncak bebekler gibi konuşan sekreter, dahiliden Reha Mağden’e ziyaretçisi olduğunu bildirdi ve yolu tarif etti. Upuzun bir koridorun iki tarafına serpiştirilmiş odalardan odalara telaşlı insanlar girip çıkıyordu. Koridorun sonundaki geniş salonun kapısında durup bir avuç çatapat misali neşe saçan şirin bir kıza Reha Mağden’i sordum. İleride, bir bilgisayar ekranının başında, elinde sigarasıyla dikilen adamı işaret etti.
Kır saçlı, orta boyluydu adam, yakışıklı sayılırdı. Güçlü kuvvetli görünümüne rağmen yorgun bir hali vardı. Yanına yaklaşıp elimi uzatırken yorgunluğunun sebebini anladım, içkiliydi.
Beni odasına davet etti. Aydınlık bir gülüş, kederli bir bakış, hırıltılı bir ses, devrilmeli bir yürüyüş… Böyleleri varlıklarıyla daha ilk andan hayatı sorgulatır insana.
Tedirgin olmuştum.
“Çay mı kahve mi?”
“Sizin içtiğinizden olsun.”
“Sizin için erken olmasın?”
“Olsun.”
“Sizi dinliyorum.”
* * *
“… velhasıl bu kez seçilen kitap sizinki,” şeklinde bitirdim hikâyeyi.
“Allah Allah!” deyip kahve-kanyağını yudumladı, yumruklarını şakaklarına bastırıp başını eğdi, düşünceli bir suskunluk takındı.
Gitmem gerektiği duygusuna kapılacaktım ki içeri, yüzünü kaplayan kıvırcık sakallardan genç mi ihtiyar mı olduğu anlaşılmayan biri girdi.
“Reha Abi, toplantı…”
“Siz başlayın, benim biraz işim var.”
Sakallı bana gözucuyla bakıp çıktı.
Bir yerden başlamalıydım:
“Reha Bey, bu sabah hikâyelerinizi okudum, çok etkilendiğimi söylemeliyim…”
Düşünceli hali, çapkın bir ilgiye doğru kayıverdi hemen.
Tebessümle devamına hazırlanarak teşekkür etti.
“Biraz iş” olarak muhabbete vaktim yoktu ne yazık ki, mevzuya girdim:
“Kaçırılan kişiyle herhangi bir tanışıklığınız var mıydı?”
“Hayır.”
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı Roman (Yerli)
- Kitap AdıBazuka
- Sayfa Sayısı104
- YazarMurat Uyurkulak
- ISBN9789750763090
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Unufak ~ Rober Koptaş
Unufak
Rober Koptaş
“Evimiz orada, o kavaklı şehirdeydi, sonra İstanbul’a geldik, çünkü başka İstanbul yoktu. İstanbul yuvamız oldu ama aslında hep yuvasızdık. Sirkeci’deki iş hanının tepesinde iki...
- Bilmecenin İzinde Maceranın Peşinde ~ Dursun Ege Göçmen
Bilmecenin İzinde Maceranın Peşinde
Dursun Ege Göçmen
Kimliği belli olmayan kişilerce bambaşka yerlere gizlenmiş beş değişik bulmaca, çözülmeyi bekleyen beş esrarengiz şifre, yazarı tarafından beş ayrı kâğıt parçasına yazılarak gelecek nesillere...
- Cani Mi, Masum Mu? ~ Fazlı Necip
Cani Mi, Masum Mu?
Fazlı Necip
Arka sokakları, kafeşantanları ve eğlence hayatıyla Selanik merkezli bir aşk ve cinayet anlatısı olan Cani mi, Masum mu? romanında Doktor Refik, babasının adının karıştığı...