“Basit ve doğal olanı, dolayısıyla özlü, açık olanı hızla tek bir hareketle yakalayıp olduğu gibi kâğıda dökmekten başka şansım olmadığını düşünüyordum.”
Çağdaş Japon edebiyatının önemli isimlerinden Osamu Dazai, sıradışı hayatına rağmen gündelik hayatın sıradanlığına hapsolmuş renkleri bize gösteriyor. Bir verandada otururken veya Fuji Dağı’nı izlerken fark edilen hayatın incelikleri ile çocuklukta kalmış ve büyüdükçe kaybedilmiş incelikler veya dışarda savaşın gürültüsü arasında bir kadının kocasıyla arasında süreğen gürültülü sessizlik… Bütün bu telaşe arasında kralların değil, basit hayatını idame ettirmeye çalışan çobanın çıplak kalışını ve hayatın daha birçok yönünü anlatan Dazai’den yedi hikâye, yedi hayat…
OSAMU DAZAI Asıl ismi Suji Tsuşima olan Dazai, 19 Haziran 1909’da Kanadi’de doğmuştur. Ailesinin birçok üyesinin aksine politika yerine edebiyatla ilgilenmiştir. 1930 yılında Tokyo Üniversitesi Fransız Edebiyatı Bölümü’ne başlamıştır. Alkol ve uyuşturucuya düşkün biri olmasının yanı sıra birçok kez intihar girişiminde bulunmuş ve 1948 yılında Tokyo’daki Tamagawa barajına atlayarak hayatına son vermiştir. Başlıca eserleri: Shayoo (1947), [Batan Güneş], Tsugaru (1944) [Mor Bir Serserinin Gezinotları], Ningen Şikkaku (1948) [İnsanlığımı Yitirirken], Sekibetsu (1945) [Buruk Ayrılık].
İÇİNDEKİLER
11 | Tutulan Söz
14 | Fuji Dağı’ndan 100 Ünlü Manzara
35 | Öğrenci Kız
74 | 8 Aralık
85 | Koş Melos!
99 | Tokyo’nun Sekiz Manzarası
129 | Karlı Geceden Bir Hikâye
1
TUTULAN SÖZ
Bu, dört yıl öncesinin hikâyesi. İzu Eyaleti’ndeki Mişima şehrinde ikamet eden bir tanıdığımın evinin ikinci katında bir yazı geçirdiğim ve “Romanesk” hikâyesini yazdığım sıralardı. Bir gece, sarhoş bir hâlde bisiklet sürerken yaralandım. Sağ ayak bileğimin üst tarafı kesildi. Kesik çok derin değildi ancak hâlâ içki içtiğimden kanamam korkunçtu. Telaşla doktora koştum. Şehir doktoru 32 yaşlarında, Saigo Takamori’ye benzeyen biriydi. Çok sarhoştu. Benim gibi yalpalayarak, sarhoş bir hâlde muayene odasına girince, durumu komik buldum. Tedavimi olurken kıkır kıkır gülüverdim. Bunun üzerine doktor da kıkırdamaya başladı ve sonunda daha fazla dayanamayıp hep beraber kahkahalarla gülmeye başladık.
O geceden sonra yakın arkadaş olduk. Doktor edebiyattansa felsefeyi seviyordu. Bu konular hakkında konuşmak benim de zihnimi rahatlandığından, konuşmalarımız canlı oluyordu. Doktor, ilkel ikicilik2 diyebileceğimiz bir dünya görüşüne sahipti. Toplumun durumunu tamamen iyi insan, kötü insan savaşı olarak gördüğünü açıkça söylerdi. Aşk denilen tek tanrıya inanmak isteyerek kalpten çabalıyordum ancak doktorun iyi insan, kötü insan teorisini duyunca, ağırlaşan göğsüm tazelenmiş ve ferahlamış hissetti. Mesela benim akşam ziyaretlerimi dostça karşılayıp hemen karısına bira getirmesini emreden doktorun kendisi iyi bir insan, gülerek bu akşam bira içmek yerine briç (Bir tür Batı kart oyunu) oynamamızı öneren karısı kötü insan diyen doktorun örneğini, ben de dürüstçe kabul ettim. Karısı minyon tipli, düz biri olmasına rağmen beyaz tenli ve zarifti. Çocukları yoktu ancak Numazu’daki ticaret okuluna gidip gelen, sessiz bir oğlan olan karısının küçük erkek kardeşi, ikinci katta kalıyordu.
Doktor, evine beş çeşit gazete aldığından, okumak için neredeyse her sabah yürüyüş sırasında uğrar, yarım saat ya da bir saat kadar kalırdım. Arka kapıdan girip tatami3 odasının verandasında oturarak evin hanımın getirdiği soğuk arpa çayını içer, esen rüzgârda hışırtıyla çevrilen sayfaları bir elimle sıkıca tutarak gazeteyi okurdum. Verandanın üç, dört metre uzağında olmayan, derenin yanındaki ince yolda bisikletiyle geçen süt dağıtıcısı genç, her sabah istisnasız günaydın diyerek, bir yolcu olan beni selamlardı. O saatlerde ilaç almaya gelen genç bir kadın olurdu. Hafif giysilerle takunya giyen, sağlıklı görünen bir kadın, sık sık doktorla muayene odasında gülüşür, bazen de doktor tarafından giriş kapısına kadar uğurlanarak, “Hanımefendi, biraz daha sabretmelisiniz.” diye yüksek sesle azarlanırdı.
Doktorun karısı, bir keresinde bana kadının durumunu açıkladı. Bir ilkokul öğretmeni olan kadının kocasının, üç yıl önce akciğerleri kötüleşmiş ve şu sıralar durumu yavaş yavaş düzeliyormuş. Doktor elinden geldiğince sert bir şekilde, bir süre daha genç kadına, kocasıyla birlikte olmasını yasaklamış. Kadın da talimatlarına uymuş. Yine de zaman zaman biraz acınası yakarışları olmuş. Böyle zamanlarda doktor kalbini acımasızlaştırıp, “Hanımefendi, biraz daha sabretmelisiniz.” diye sözlerine imalı bir anlam katarak azarlıyormuş.
Ağustosun sonunda, güzel bir ana şahit oldum. Sabah, doktorun evinin verandasında gazete okurken, yakınımda bana yan tarafını dönmüş hâlde oturan doktorun karısı, “Ah, ne kadar mutlu görünüyor.” diye kısık sesle, gizlice fısıldadı. Aniden başımı kaldırdığımda, hemen gözümün önündeki yolda hafif giysiler giyen, sağlıklı görünen kadın uçar gibi yürüyordu. Beyaz şemsiyesini döndüre döndüre etrafta dolaşıyordu.
“Bu sabah izin çıktı.” diye hanımefendi tekrar fısıldadı.
“Üç yıl.” diye, kısaca karşılık vermeme rağmen… Yüreğim dolup taştı. Zaman geçtikçe, kadının o görüntüsü bana güzel görünmeye başladı. Bu, doktorun karısının kışkırtması da olabilir.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- İyi İnsan Bulmak Zor ~ Flannery O'Connor
İyi İnsan Bulmak Zor
Flannery O'Connor
i İnsan Bulmak Zor, yirminci yüzyıl Amerikan edebiyatının en ilginç isimlerinden biri olan ve "güney gotiği" diye adlandırılan akım içinde başarılı eserler veren Flannery O'Connor'ın on öyküsünü içeriyor.
- Kazı ~ Orhan Duru
Kazı
Orhan Duru
“Kazı”, klasik öykünün kalıplarını bozarak yeni bir anlatı dili geliştiren 1950 Kuşağı’nın ele avuca sığmaz yazarı Orhan Duru’nun onuncu öykü kitabı. Kitaba adını veren...
- Kayıtsız Adam ~ Marcel Proust
Kayıtsız Adam
Marcel Proust
Kısa ömürlü bir dergide yayımlanan, sonra herkes tarafından unutulan Proust’un bu öyküsü, Philip Kolb tarafından yeniden bulunmuştur. Öykü 1896 yılında La Vie contemporaine dergisinde...