Felsefe ve din arasında nasıl bir ilişki var? Felsefe dinin hizmetçisi mi? Görevi onu savunup temellendirmek mi? Felsefenin amacı bizi dinî bir dünya görüşüne ve yaşam tarzına ulaştırmak mı? Yoksa bu ikisinin alanları tamamen ayrı mı olmalı? Belki de felsefenin görevi imanın imkân koşullarını belirlemektir sadece. Peki ya postmodernist bir din felsefesi mümkün mü?
Avustralyalı filozof Max Charlesworth bu eserinde, Platonculuktan Aristotelesçiliğe, Kantçı devrimden çağdaş Wittgensteincı analiz ve postmodernizm akımlarına kadar uzanan felsefi serüven boyunca, din ile felsefe arasındaki ilişkiye dair bütün bu seçeneklerin nasıl değerlendirildiğini ayrıntılı ve net bir biçimde gösteriyor.
İskenderiyeli Philon’dan Kierkegaard’a, Augustinus’tan Heidegger ve Derrida’ya uzanan bu felsefi serüvende din felsefesi yapma tarzları sade bir dille ele alınıyor.
Felsefi düşüncenin bütüncül ve tarihsel bir bakış açısına ulaşmaya çalışan herkes için bir başucu kitabı.
İÇİNDEKİLER
Sunuş 13
Giriş
1. Din Felsefesinde Devrim 17
2. Din Felsefesinin Çeşitleri 21
3. Din Felsefesine Beş Yaklaşım 25
1
Din Olarak Felsefe 29
1. Giriş 29
2. Platon’un Felsefi Dini 35
3. Aristoteles: Tefekküre Dayalı İdeal 42
4. Yeni Platoncular: Felsefe ve Mistisizm 52
5. Ortaçağ İslam Düşüncesi ve ‘İki Hakikat’ Teorisi 58
6. Aydınlanma: Saf Akıl ve Din 62
7. Özet ve Değerlendirme 73
2
Dinin Hizmetçisi Olarak Felsefe 83
1. Giriş 83
2. İskenderiyeli Philon 84
3. Hristiyan Platoncular 87
4. Aziz Augustinus’ta İman ve Akıl 91
5. Ortaçağda Felsefe ve Teoloji 96
6. Musa İbn Meymun 99
7. Aziz Thomas Aquinas 106
8. Aquinas’ın Tutumunun İki Eleştirmeni 123
9. Eleştiri ve Sonuç 130
3
İmana Yer Açma Olarak Felsefe 137
1. Fideizmin Hizmetinde Agnostisizm 137
2. Gazzali: Filozofların Tutarsızlığı 147
3. Pascal: Kalbin Akletmeleri 150
4. David Hume: Kuşkuculuk ve İman 155
5. Kant: Din ve Pratik Akıl 161
6. Kierkegaard: Spekülasyon ve Öznellik 187
7. Dinî Bir Tutum Olarak Agnostisizm 208
4
Din Dilinin Analizi Olarak Felsefe 212
1. Metafiziksiz Din Felsefesi 212
2. Dilbilimsel Analiz 213
3. Doğrulamacılık ve Din Dili 216
4. Din Dilinin İndirgemeci Açıklamaları 219
5. Dil Oyunları ve Yaşam Biçimleri 228
6. Wittgenstein ve Din 231
7. Post-Wittgenstein 234
8. Dil Oyunları ve Gerçeklik 238
9. Metafiziğin Yeniden Tesisi 239
5
Dinî Alanın Postmodernist
Eleştirisi Olarak Felsefe
241
1. Postmodernizm ve Dilbilimsel Analiz 241
2. Postmodernizm ve Aydınlanma 242
3. Temelciliğe Saldırı 245
4. Temelcilik Karşıtlığı ve Dinî Alan 248
5. Postmodernizm ve Hristiyan Teolojisi 251
6. Heiddegger ve Derrida 254
7. Dekonstrüksiyon ve Teoloji 256
8. Rorty’nin Postmodernizmi ve Sekülerizm 260
9. Sonuç 263
6
Sonuç 267
Kaynakça 272
Dizin 288
Sunuş
Avustralyalı filozof M. J. Charlesworth entelektüel hayatının büyük bir bölümünde felsefe ve dinle ilgilenmiştir. Bu ilgisini sadece çalışmalarıyla değil aynı zamanda uzun yıllar görev yaptığı Melbourne Üniversitesi felsefe bölümünün ders içeriğinde birtakım yeniliklerin yapılmasında oynadığı rollerle de göstermiştir. Söz konusu yeniliklere zemin hazırlayan en temel faktör ise Charlesworth’ün entelektüel ilgisinin yoğunlaştığı felsefe ve din ilişkisine dair uzlaşmacı yaklaşımı olmuştur. Charlesworth, görev yaptığı üniversitede teolojik ve dinî çalışmalara sıcak bakmayan, felsefenin teoloji veya din ile ilişkisini dışlayan akademik oluşuma rağmen Ortaçağ felsefesi ve din felsefesi derslerini üniversitesinde başlatarak bu derslerin Avustralya’da öğretilmesinde öncülük etmiştir. Öyle ki onun zamanına kadar, Avustralya felsefe çevrelerinde Ortaçağ felsefesi büyük ölçüde göz ardı edilmişti. Bunun en önemli gerekçesi ise Ortaçağ felsefesinin tamamen teolojiden veya dinî savunuculuktan ibaret olduğuna yönelik indirgemeci bir yaklaşımın hâkim olmasıydı. Böyle bir yaklaşıma rağmen Charlesworth, Ortaçağ felsefesi üzerine bir ders açmıştır. Ayrıca üniversite camiasındaki pek çok kişi, seküler bir kurum olan üniversitede dinle ilgili herhangi bir şeyin öğretilmesinin yeri olmadığına da inanmaktaydı. Üniversitenin neredeyse tamamında yaygın olan tüm bu katı düşüncelere rağmen Charlesworth din felsefesi üzerine de bir ders açmıştır.1 Charlesworth’ün, ülkesindeki felsefe camiasında din felsefesinin kabul görmesine ve öğretilmesine yönelik çabası elbette sadece bunlarla sınırlı değildir. Melbourne Üniversitesinde Graeme Ernest de Graaff ile birlikte o, din felsefesi alanında önemli bir dergi olan Sophia’yı kurmuştur. Bu akademik dergi, felsefe ve teolojiyi/dini buluşturan bir din felsefesi dergisiydi. Bu dergiyle aslında amaçlanan ise felsefe ile teoloji/din çalışmaları arasında bir diyalog başlatarak din felsefesi çalışmalarını teşvik etmekti.2 Nitekim bunda başarılı da olundu. Charlesworth 2007’deki bir yazısında din felsefesine yönelik bu çabalarının başlangıç öyküsünü ve bu çabalarının başarıyla sonuçlanmasını şöyle dile getirmektedir: “Derginin kurucularından biri olarak, fikir babası olduğum [Sophia dergisinin] bu kadar başarılı olmasından son derece gurur duyduğumu söylemeliyim. Melbourne Üniversitesi Felsefe Bölümüne katıldığımda, bölüm büyük ölçüde kısmen Wittgensteincı kısmen de (Oxford/Cambridge ekolü) mantıksal pozitivist dilbilimsel analizden etkilenmiş meslektaşlarımın hâkimiyetindeydi. Bu bağlamda, din felsefesine çok az ilgi vardı, çünkü din ‘hakkında konuşulamayan’ bir alan olarak görülüyordu. Ayrıca herhangi bir dinî bağlılığı olmayan ‘seküler’ bir kurum olduğu için Melbourne Üniversitesinde bir şekilde dinle ilgili dersler vermenin yasak olduğuna dair köhne bir inanış vardı! O günler ne mutlu ki sonsuza dek geride kaldı.”
Burada en dikkat çekici noktalardan biri, din felsefesinin dinle ilgili bir ders olarak görülmesi ve bundan dolayı bir felsefe bölümünde din felsefesi dersinin uzun süre müfredatta olmaması ve olunca da çok tepki almasıdır. Bu durum, günümüz dünyasında hâlâ sık sık deneyimlediğimiz bir gerçekliktir. Din felsefesini felsefenin bir alt disiplini olarak kabul etmeyenler, din felsefesinin varlığını inkâr edenler hâlâ bulunmaktadır. Din felsefesinin bu şekilde reddedilişi, ‘Dinin felsefesi mi olur?’ şeklinde dile getirilmektedir. Din felsefesini bu şekilde konumlandıranlar olsa da, bunların aksini savunan, hatta bu tür kişilerle entelektüel mücadele içinde olan Charlesworth gibi filozoflar da bulunmaktadır. Charlesworth’e göre din felsefesi Grek felsefesi ile Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam olarak üç monoteist dinin ‘mutlu birlikteliği’nden doğmuştur. Bu durumda din felsefesi, “tarihsel bir olgu olarak, Grek felsefesi ile Ortadoğu’nun büyük monoteist dinleri arasındaki birleşimin bir çocuğudur.” Bu tanımlamaya göre dinin felsefesini yapmada hem felsefenin hem de dinin serüvenini dikkate almak bir zorunluluk gibi görünmektedir. Dolayısıyla din ve felsefenin, hem düşüncenin serüveni içinde hem de kendi serüvenleri içinde, tekrar tekrar yeni formlarla yeniden varlığa geldikleri ve birbirleriyle etkileşim içinde oldukları gerçeği göz ardı edilemez. Bu gerçek, aynı zamanda din felsefesinin varlığının inkâr edilemeyecek derecede önemli olduğunu da vurgulamaktadır. Nitekim din felsefesi, felsefe(ler) ve din(ler)den ayrı düşünülemez. Bunun en iyi örneklerinden biri Charlesworth’ün bu kitabıdır.
Avustralya’da din felsefesi alanında önde gelen bir düşünür olarak Charlesworth’ün hem felsefeye hem de dine yönelik çoğulcu yaklaşımı, tarihsel serüvenleri içinde felsefe ve din ilişkisinin farklı şekillerde kendilerini gösterdiğini imlemektedir. Bununla beraber felsefe ve din ilişkisinin her bir biçimi, bir din felsefesi yapma anlayışını da ifade etmektedir. Bu bakımdan Charlesworth’ün çevirisini yaptığımız bu kitabı, felsefe ve din ilişkisinin bir tarihi olarak nitelendirilebileceği gibi bir din felsefesi tarihi olarak da nitelendirilebilir. Onun bu çalışmasındaki en temel amacı “Batı düşüncesinin son iki bin yılında felsefe ve dinin birbiriyle mücadele ettiği ana yolları tanımlamak ve eleştirel bir şekilde analiz etmektir.” Bu doğrultuda Grek filozoflarından postmodernist filozoflara kadar uzanan felsefi bir serüveni ele alan bu kitap, felsefe ve din arasındaki uzun süreli etkileşimi içermektedir. Bu bağlamda felsefenin monoteist dinlerle ilişki kurabileceği çeşitli yolları ve kronolojik bir sıra izleyen din felsefesi yapmanın beş farklı yolunu ortaya koymaktadır. Charlesworth’ün bu kitabının ana tezi, din felsefesinin üzerinde konumlandırılabileceği bir ‘ızgara’ oluşturan beş din felsefesi anlayışı olduğudur: ‘din olarak felsefe’, ‘dinin hizmetçisi olarak felsefe’, ‘imana yer açma olarak felsefe’, ‘din dilinin analizi olarak felsefe’ ve ‘dinî alanın postmodernist eleştirisi olarak felsefe’. Buna göre kitabın ana konusunu da bu beş din felsefesi anlayışı oluşturmaktadır. Charlesworth bu beş anlayış arasında bir yargıya varmaya kalkışmadığını belirtse de, yine de bunlar arasında bir yargıda bulunma girişiminde başvurulacak kriterlerin türlerine dair kısa bir tartışmayla kitabını bitirmektedir.
Charlesworth’ün tartıştığı ‘beş din felsefesi anlayışı’, aslında birbirinden farklı din felsefesi yapma biçimlerini ifade etmektedir. Bu bakımdan biz bu beş anlayışı, ‘din felsefesi yapma biçimleri’ olarak adlandırmaktayız.7 Bununla birlikte onun bu kitabında kullandığı yöntemin tarihsel bölümleme ve serüven olarak, İslam düşüncesine de uygulanabileceği, hatta burada daha açık din felsefesi yapma örneklerinin ortaya çıkarabileceğini düşünmekteyim. Bu anlamda bu çalışmanın düşünce hayatımızda tek tip düşünce zorbalığından çoğulcu düşüncenin var ettiği zenginliğe götürecek örnek yollardan biri olmasını umuyorum.
Bu çalışmayı Türk okuruyla buluşturdukları için, Fol Kitap’ın her bir çalışanına, yayına hazırlayan Ekrem Berkay Ersöz’e ve editör Ebubekir Demir’e çok teşekkür ediyorum. Ayrıca metni okuyan ve önerileriyle katkı sağlayan değerli hocam Prof. Dr. Mevlüt Albayrak’a çok teşekkür ediyorum.
Kevser Çelik
Isparta 2022
Giriş
1. Din Felsefesinde Devrim
Bu çalışma, ilk olarak 1972’de yayımlanan kitabın gözden geçirilmiş hâlidir.1 Tesadüfen, 1972 ile 2002 yılları arasındaki 30 yıllık süreçte din felsefesi alanında hem muhtevası veya kapsamı hem de yöntemi bakımından olağanüstü bir devrim yaşanmıştır. Öncelikle din felsefesinin kapsamı, esasen dinlerin ne kadar çeşitli olduğunun nihayet anlaşılmasının bir sonucu olarak büyük ölçüde genişlemiştir. Sonuç olarak, artık ‘din’ hakkında, sanki insan hayatının belirli ve birleşik bir alanıymış gibi konuşamayız; bunun yerine ‘dinlerden’ onların indirgenemez çoğulluklarını gözeterek bahsetmemiz gerekir.
Bu dinler, Yahudilik, Hristiyanlık, İslam, Hinduizm ve çeşitli Budizm türleri gibi büyük dünya dinlerinden Avustralya Aborjinleri ve Kızılderili grupları gibi yerli halkların azınlık veya ‘yerel’ dinî sistemlerine kadar uzanır. Bunlar aynı zamanda Batı’da antik dönemdeki Stoacılık, Epikurosçuluk, Plotinosçu Yeni Platonculuk gibi yarı dinsel ‘yaşam tarzları’nı ve Gnostisizmin2 pek çok biçiminin yanı sıra İngiltere’deki 17. yüzyıl Muggletoncuları gibi küçük ve pek tanınmayan mezhepleri ve günümüzün çok çeşitli ‘Kaliforniya’ senkretik mezheplerini de içerir.3 Tabii ki tüm bu dinî sistemlerin melez ve ortodoks olmayan pek çok biçimi de vardır. Ayrıca dinî düalizmin güçlü ve son derece etkili biçimlerini de dikkate almalıyız: Zerdüştlük, Maniheizm ve Ortaçağ Katharizmi.4 Kısaca söylemek gerekirse dinler insan dilleri kadar çeşitli ve farklıdır. Hatta dinî bir Babil Kulesinin var olduğu da söylenebilir.
Dinlerin bu çeşitliliği, tabiri caizse, her zaman var olmuştur, fakat Batılı din felsefecileri bunu çok yakın bir zamana kadar kabul etmemiş ve ciddiye almamıştır.5 Çoğunlukla, dışa dönük ifade biçimlerine rağmen tüm dinlerin temelde aynı olduğunu ve bir tür özel çabayla neticede birbirleriyle uzlaştırılabileceğini varsaymışlardır. Bununla birlikte, beğenelim ya da beğenmeyelim, büyük küçük tüm dinlerin çeşitliliği görmezden gelinemeyecek veya açıklamalarla geçiştirilemeyecek, gerçek ve indirgenemez bir ‘kaba olgu’dur.
Bu çeşitlilikle karşı karşıya kaldığımızda, sanki tüm dinler arasında ortak bir paydayı ayırt etmek mümkünmüş gibi ve sanki Batı Hristiyanlığı ‘gerçek’ veya otantik dinler için bir tür altın standart ya da ölçütmüş gibi, artık ‘dini’ basit bir şekilde ‘Kutsal’ [Holy], ‘numinous’ (Rudolf Otto),6 ‘Mukaddes’ [Sacred] (Emile Durkheim) ya da ‘koşulsuz ilgi’nin [unconditional concern] nesnesi (Paul Tillich) diye tanımlayamayız. Ayrıca tüm dinlerin temelde aşağı yukarı aynı şeyi söylediğini de gönül rahatlığıyla kabul edemeyiz.
Dünya dinlerinin tanınmış bilgini Jacques Dupuis şöyle yazar: “Çeşitli dinî inançları aşan evrensel bir dinler teolojisini reddetmeliyiz… Dinlerin evrensel teolojisi diye bir şey yoktur; sadece bir teolojiler çoğulluğu vardır.”7 Başta Hristiyanlık ve İslam olmak üzere başlıca monoteist dinlerin evrensel ve dışlayıcı geçerlilik iddiaları, bu dinlerin her birinin Tanrı’nın tüm insanlığa vahyinin tek meşru aracının kendisi olduğuna dair varsayımlarının birbirleriyle nasıl uzlaştırılabileceği konusunda prima facie [ilk bakışta] çözümsüz görünen sorulara yol açtığı için, dinlerin radikal çoğulluğunun ve çeşitliliğinin bu şekilde kabulü din felsefesine doğrudan doğruya meydan okur. Aynı şekilde dinlerin birbirlerine karşı nasıl ölçülebileceği ve birbirleriyle nasıl karşılaştırılabileceği konusunda da zor sorulara yol açarlar. Böylece dinî sistemlerin karşılaştırılmasının ve bunların az çok ‘evrimleşmiş’, ‘gelişmiş’ ya da (19. yüzyılın din felsefesinde çoğunlukla yapıldığı gibi) nispeten ‘ilkel’ diye değerlendirilmesinin en iyi ihtimalle çok hassas ve belki de kuşkulu bir iş olduğunun artık kesinlikle farkındayız.
Din felsefesinin kapsamının genişlemesinin ikinci nedeni antropoloji, sosyoloji, psikoloji ve tarih gibi sosyal bilimlerin dinî sistemlerle ilgili çalışmaları istila etmesiyle ilgilidir. Çağdaş antropologların ve sosyologların çoğu, 19. yüzyılın sonlarına doğru pozitivist eğilimli sosyal bilimcilerin aksine, artık dini herhangi bir insan kültürünün asli bir parçası olarak görüyorlar. Bu yüzden Geertz ve başka antropologlar, dinî mitleri, ritüelleri ve uygulamaları, kültürleri mümkün kılan ve onlara belirli bir şekil veren anlam ağlarını destekleyen unsurlar olarak görürler.8 O hâlde dinleri ve dinî fenomenleri kendi kültürel bağlamlarından ayrı incelemek ve din felsefe cilerinin antropologları ve sosyologları göz ardı etmesi artık mümkün değildir. Örneğin dinlerin çeşitliliği konusundaki farkındalığımız, antropolog ve sosyologların birbirleriyle kıyaslanamazmış gibi görünen kültürlerin çoğulluğuna yaptıkları vurguyla güçlü bir şekilde desteklenmiştir.
Bununla beraber sosyal bilimcinin dine ve dinî fenomenlere olan ilgisinin din felsefecisinin ilgi ve odağından esasen farklı olduğu da bir gerçektir. Din felsefesi, örneğin etik-politik alandan, estetik alandan veya bilimsel araştırma alanından ayrı olarak dinî alanın, Kantçı terimlerle ifade edilirse ‘imkân koşulları’nın genel hatlarını belirlemekle uğraşır. Diğer taraftan sosyal bilimlerin dinî fenomenlere yönelik araştırmaları ise, ne kadar kabaca tanımlanırsa tanımlansın böyle bir alanın mevcut olduğunu varsayarlar ve olağan deneyimlerimizin dünyasını aşan ve empirik araştırmaya açık olmayan bir alanın gerçekten var olup olmadığını kendileri araştıramazlar.
Üçüncüsü, yanıltıcı bir şekilde ‘postmodernizm’ diye isimlendirilen çeşitli eğilimlerde olduğu gibi, felsefe yapmanın yeni yollarının ortaya çıkması, dinlerin ne ölçüde (Klasisizm ve Romantizm gibi büyük sanat akımlarına benzer) ‘yapılar’ [constructs] veya ‘icatlar’ [inventions] olduğunu ve dine ve dinî fenomenlere yönelik uygun araştırma yönteminin neden ‘dekonstrüktif’ bir yöntem, yani insan düşüncesine özgü bir söylemin, bir disiplinin ya da bir alanın inşasının tarihsel, kültürel ve diğer yollarını ortaya çıkarmaya yönelik bir girişim olduğunu vurgulamıştır.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Din Felsefesi Felsefe
- Kitap AdıPlaton'dan Derrida'ya - Felsefe ve Din
- Sayfa Sayısı296
- YazarMax J. Charlesworth
- ISBN9786258242720
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviFol Kitap / 2023