Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Altıncı Irk
Altıncı Irk

Altıncı Irk

Nermin Berrak Yurdakul

“NE YANILAN, NE DE GÖZDEN KAÇIRANIM BEN. ÇÖLLERDEKİ KUM TANELERİNİN SAYISINI, GÖKYÜZÜNDEKİ YILDIZLARIN SAYISINI BİLENİM!” * “Sevgilim, uğruna tapınaklar yapılmayan, adaklar adanmayan, küçümsenmiş ve…

“NE YANILAN, NE DE GÖZDEN KAÇIRANIM BEN. ÇÖLLERDEKİ KUM TANELERİNİN SAYISINI, GÖKYÜZÜNDEKİ YILDIZLARIN SAYISINI BİLENİM!”

*

“Sevgilim, uğruna tapınaklar yapılmayan, adaklar adanmayan, küçümsenmiş ve unutulmuş tanrılar şahidim olsun ki senden ayrıldığım günden beri ağladım. Bereketli yağmurlara dönüştü, senin güzel yüzünde rengârenk çiçekler açtırdı kederli gözyaşlarım; sayısız mevsimler boyu ağladım. Defalarca solup yeniden yeşerdi ağaçlar; ben hem sonbaharlarda, hem ilkbaharlarda ağladım.”

*

Antik zamanlarda günün birinde Yunanistan’ın Delos Adası açıklarında, denizde bir kız çocuğu bulunur. Balıkçı Navagos’un sarıp sarmalayıp eve götürdüğü bu soluk benizli kızda bir gariplik vardır. Hiç konuşmaz, yemez, içmez. Gözleri de tuhaftır. Kızın acayip halleri ev halkını korkutur ama adadaki kâhin gerçeği bir bakışta anlamıştır. Kâhine göre bu kız sıradan biri değildir.

O, gereklilik tanrıçası Ananke’dir ve dünyaya çok önemli şeyler yapmak için gelmiştir.

Zamanın başka bir yerinde Adrastia adlı genç bir kadın insanların ve tanrıların hikâyesini yazarken Delos açıklarında bulunan bir kızdan bahsetmektedir. Denizden gelen gök gözlü kız ve her şeyi olması gerektiği gibi yapan kudretli tanrıça Ananke, onun romanının baş kahramanıdır. Adrastia yazdıkça, içinde büyüyen karşı konulmaz bir arzu onu romanının geçtiği adaya, Delos’a çağırmaya başlar.

Berrak Yurdakul sizi Olympos’un zirvelerinden Hades’in derinliklerine, oradan da günümüze uzanan 2500 yıllık bir yolculuğa çıkarıyor. Genç bir kadının kaderi, dünyanın kaderine dönüşürken, Yurdakul insanlığı değiştirecek gücün yine sadece kadınların içinde olduğunun altını çiziyor…

“Siz, benim çocuklarım nasıl bu uğursuzluğun gölgesi
altındaysanız, sizin çocuklarınız da öyle incinecek.”
– Sofokles

URANÜS

“Anlat, geçişlerin, dönüşümlerin ve eşiklerin tanrısı Hermes; toprak ananın yüz çevirdiği gökyüzünün kederini anlat. Yıldızlı gök ile bereketli toprağın ayrılıklarını anlat. Onları birbirine düşüren hangi tanrı?” “Anlatacağım önceden olanları, şimdi yaşananları ve bundan sonra olacakları. Her şeyin en başından başlayacağım anlatmaya, çünkü öyle yapmam gerekli. Ben anlatacağım, çünkü ben seçildim bu iş için bütün tanrılar arasından, görev bana verildi. Ölümsüzlerin bile çekindiği güç tarafından verildi bu görev bana. Bana ilham verildi… Zaman henüz sonsuzluğun koynunda derin bir uykudayken, şimdi semaların bulunduğu yerde vahşi kaos hüküm sürerken, Gaia-toprak ana kendini tamamlayan, her yeri saran gökyüzünü yarattı.

Geniş göğüslü Gaia, onu hiç kimseye ihtiyaç duymadan, kendi içinden çekip çıkarırcasına doğurdu. Toprak kendine eşit olanı yaratınca, düzen gelmeye başlamıştı artık kaosa. Dişi Gaia ve erkek Uranüs bir çift oldular ve bu iki gücün birleşmesinden doğdu birbirinden farklı varlıklar. Ölümsüzlerin kökeniydi onlar, insanoğlunu yaratan tanrıların soyu da onlardan türediler. Ama Uranüs, hiç istemedi çocuklarının doğmasını ve akıl almaz bir kötülük etti toprak anaya. Boylu boyunca uzandı, yasladı güçlü bedenini Gaia’nın şişkin karnının üzerine, ışığa çıkması gerekenleri hapsetti yerin altına. Doğum zamanı geldi geçti, sancılar içinde kaldı, isyan etti toprak ana; babalarının cezasını vermeleri için seslendi çocuklarına.

Toprağın rahminde sıkışıp kalanların en haini, kötü niyetli Kronos hemen yanıt verdi annesinin yakarışlarına. ‘Mademki, babamız bizi istemiyor’ dedi. ‘Ben de acımayacağım ona!’ Uzanıp bembeyaz bir çelik aldı kendi derinliklerinden; sivriltti, keskin dişli bir tırpana dönüştürdü, oğlunun eline tutuşturdu toprak ana. ‘Seni pusuya yatırıp saklayacağım,’ dedi Kronos’a. ‘Baban Uranüs gelince, beni sarıp sarmalayınca, bütün gücünle saldıracaksın ona.’ Geceleyin gökyüzü toprağa iyice sokulduğu vakit pusudan çıktı Kronos. Sol eliyle yakaladı babasının cinsel organını, tuttu sıkıca ve bir hamlede kesti onu, sağ elindeki tırpanla. Şimşeklerin gürültüsüne benzeyen tanrısal sesiyle bir çığlık attı ve acılar içinde kıvranarak geri çekildi Uranüs. Hiç aldırış etmedi onun çektiği ıstıraba Kronos, en ufak bir pişmanlık duymadı yaptığına. Arkasına bile dönüp bakmadan geriye doğru fırlattı babasının hayalarını. Kabahatinin getireceği uğursuzlukları kolayca defedebileceğini zannediyordu, omzunun üzerinden savurup atarak onu. Oğlunun tuzağına işte böyle düştü Uranüs; böyle çakılıp kaldı dünyanın üzerinde. İşte böyle ayrıldı yıldızlı gök ile bereketli toprak birbirinden. Böyle açıldı araları…”

“Anlat, tanrıların en akıllısı Hermes; sisli karanlığa sarılmış, uğursuz bir gecede hadım edilen Uranüs’ün kederini anlat. Kıskançlık mıydı, gökyüzünün çocuklarını istememesinin nedeni? Niçin engellemeye çalıştı onların doğmasını?” “Anlatacağım önceden olanları, şimdi yaşananları ve bundan sonra olacakları. Uranüs’ün dertlerini dinlediğim zamandan başlayacağım anlatmaya, çünkü öyle yapmam gerekli. Ben anlatacağım, çünkü ben seçildim bu iş için bütün tanrılar arasında, görev bana verildi. Ölümsüzlerin bile çekindiği güç tarafından verildi bu görev bana. Bana ilham verildi… Bütün ölümlülerin ve birçok ölümsüzün sıradan bir gün zannettiği olağanüstü bir vakitte, sebepsiz bir sızı süzüldü tanrısal varlığımın içine.

Başımı kaldırdım, dikkatle inceledim kuşları ve nasıl uçtuklarını; görebilmek için kimin felaketinin bildirildiğini göklerde. Tanrısal gözlerim yıldızların, güneşin ve ayın kan kırmızısı olduğunu seçince; tanrısal kulaklarım engin semaların ölüm sessizliğine büründüğünü duyunca sezinledim, Uranüs’ün her zamankinden daha kederli olduğunu. ‘Gel, tanrıların habercisi Hermes!’ diye seslendi bana, tam o sırada. ‘Gel, yaklaş! Kulak ver bu zavallının sözlerine.

Korkma, bulaşıcı değildir felaketim, geçmez senin de üzerine.’ Hemen gittim Uranüs’ün yanına, yanıt verdim onun çağrısına. Binlerce yıldır tuttuğu yasın rengine bürünmüş, gözyaşı döküyordu. Tıpkı yüreği gibi zifiri karanlıktı kendisi de. ‘Ağlama, koca Uranüs’ dedim ona. ‘Ağlama, ne de olsa bir tanrısın sen. Islatmaz gözyaşları tanrıların yüzünü.’ ‘Ah, ölüler diyarının rehberi Hermes’ dedi Uranüs. ‘Bir bilsen, öyle çaresizim ki! Çocukları doğmasın diye üzerine yaslandığım günden beri hiç bakmıyor Gaia yüzüme, yanıt vermiyor yakarışlarıma. Onları kıskandığım için yok etmeye çalıştığımı zannediyor; oysa ben yalnızca önlemeye çalışmıştımgetirecekleri felaketleri. Yeryüzüne ayak basamasınlar, analarına zarar veremesinler diye uğraştım ben. O zaman da şimdiki gibi öngörmüştüm çünkü kendilerini doğurup büyüten Gaia’yı yok edeceklerini. Yazık, pek yazık ki, başarısız oldum onu korumakta. Sevgilimin bitmek tükenmek bilmez nefreti ve hiç dinmeyen öfkesinden başka bir şey geçmedi elime.’ ‘Ey Uranüs; bu düşüncelerini söyledin mi sen, Gaia’ya?’ diye sordum.

‘Çocuklarının doğmasına neden engel olmaya çalıştığını söyledin mi?’ ‘Söyledim, tanrıların en genci Hermes. Bütün bunları ve daha fazlasını söyledim. Şöyle seslendim ona: Sevgilim, uğruna tapınaklar yapılmayan, adaklar adanmayan, küçümsenmiş ve unutulmuş tanrılar şahidim olsun ki, senden ayrıldığım günden beri ağladım. Bereketli yağmurlara dönüştü, senin güzel yüzünde rengârenk çiçekler açtırdı kederli gözyaşlarım; sayısız mevsimler boyu ağladım. Defalarca solup yeniden yeşerdi ağaçlar; ben hem sonbaharlarda, hem ilkbaharlarda ağladım. Öyle ağladım, öyle ağladım ki evrenin en ıssız köşelerinde yankılandı dinmeyen acımın feryatları. Yüreğinin en sevdiği oğlunu zamansız gömen bir anneninkinden daha büyüktü yasım ve karanlığın kapılarında gezinen lanetli ruhlardan daha çok ıstırap çektim.

Gelin olamadan, başlarına süslü düğün taçları takamadan ölen genç kızlarınkinden daha kötüydü kaderim. Henüz yaratılmamışların bir cana kavuşmak için beklediğinden daha uzun bekledim seni ve dört yol ağızlarında kim olduğunu anımsamadan dolaşmaya mecbur tutulmuş hayaletlerden daha çaresizdim. Cehennemin gün ışığı görmeyen, sisli uçurumlarından bile derin bir yalnızlığa düştüm ben. Sensizliğin acısından yitirdim aklımı. Her şeyi doğuran ve her şeyi doyuran sevgilim; bu ölümcül pusuyu sen kurmadın bana, bu affedilmez günahı sen işlemedin.

Hiç doğmamış olması gerekenler işlettiler bu büyük suçu sana; onlar kendi bozuk yaradılışlı tohumlarını senin en gizli kuytularına bile ektiler. Uğursuz ellerine aldılar yazgımızı, bizi ayrılık ve acı dolu ezeli bir geçmişe mahkûm ettiler. Hiç doğmamış olması gerekenler mahrum ettiler beni senden, gök ile yeri ayırdılar birbirinden ve yaratılışın kurallarını kibirli ayaklarının altında çiğnediler. En yüksek olanla bir tuttular kendilerini, göklerin kanununa karşı gelmeye cüret ettiler.

Ak çelikten bir tırpanla biçtiler geleceğimizi, onlar yaşama ve aşka ihanet ettiler. Çoğaldıkça çoğaldılar, azgın boğa sürüleri gibi yayıldılar dört bir yana ve günahkâr bedenlerinin ağırlığıyla seni istila ettiler. Nefret ve şiddet götürdüler gittikleri her yere ve sayıları arttıkça, arttı kötülükleri de. Yalnızca saldırmayı ve öldürmeyi bilirler onlar. Önce benim kanımı, sonra birbirlerininkini döktüler. İlk ve tek aşkım; sonradan yaratılmış, zayıf ve zavallı kâfirlerdi hepsi de, ama kendilerine ‘Güçlü Kronosoğulları’ dediler. Ne sana ne de bana karşı en ufak bir sadakat duygusu vardı yüreklerinde; yine de senin üzerinde yüzyıllar boyu hüküm sürdüler. Yerlerin, göklerin ve tanrıların kralları biziz diye böbürlendiler.

Onlar, göğün altında sonsuza dek taht kurabileceklerini zannettiler. ‘Gaia sana yanıt verdi mi?’ diye sordum, Uranüs sözlerini bitirince. ‘Endişelerini anlayıp, sitemlerine hak verdi mi?’ ‘Yanıt vermedi, gecenin bekçisi Hermes’ dedi Uranüs. ‘Ben işte böyle konuştum geceden daha güzel olan sevgilimle, ama o bana hiç yanıt vermedi. Şimdi ben onun sessizliğine, kendi yalnızlığıma nasıl bir çare bulayım? Bana yardım etmesi için hangi tanrıya dua edeyim, hangi tanrıya yalvarayım?’ ‘Ey Uranüs, yıldızlı gök!’ dedim ona. ‘Bilmez misin ki, yeryüzünün ve gökyüzünün üzerinde, insanların ve tanrıların üzerinde geçmişten geleceğe bir yasa sürüp gider.

Sen bu yasanın gücünü bilmez misin, Uranüs? Yasayı koyanın ve koruyanın, yasanın sahibinin gücünü bilmez misin?’ ‘Anlat, şans getiren, armağanlar getiren Hermes’ dedi Uranüs. ‘Anlat, nasıl bir güçtür bu?’ ‘Zorunluluğun kudretidir o’ diye yanıtladım onu. ‘Buyruğu değiştirilemez, verdiği hükümler dönüştürülemez olandır. Onun adını duyunca dağlar ve denizler, yerin yedi kat altındaki dehlizler, güneş, ay ve yıldızlar, ölümlüler, ölümsüzler, hatta ölümün kendisi bile tir tir titrer. Onun gücü kaosun, ilk baştaki karmaşanın gücünden de üstündür.’ ‘Söyle, tanrıların habercisi Hermes’ dedi Uranüs, heyecanla. ‘Söyle, kimdir bu gücün sahibi?’ ‘Gereklilik tanrıçası Ananke’dir o’ dedim Uranüs’e. ‘Her şeyden önce var olan Ananke’dir, tanrıların boy ölçüşemediği. Yerlerin ve göklerin kaderini belirleyendir o, hepimizin yazgısı onun elindedir.’ ‘Söyle, ölümlülerin ve ölümsüzlerin dostu Hermes’ dedi Uranüs. ‘Söyle, o kudretli tanrıça, dehşetli zorunluluğun hâkimi, beni dinler mi? Benim sözlerime kulak asar mı, dertlerime aldırış eder mi?’ ‘Etmesi gerekiyorsa eder, ey Uranüs!’ diye cevapladım onu.

‘Bakarsın, senden yana çıkar o tanrılar arasında en saygın olan tanrıça. Bakarsın şiddetli gücüyle senin düşmanlarını yerle bir eder, yok eder sana karşı koyanları.’ ‘Söyle yolları bulduran, gecenin gizlerini bildiren tanrı Hermes’ dedi Uranüs. ‘Söyle, nerede buluruz biz o kudretli tanrıçayı? Nasıl çıkarız onun huzuruna?’ ‘Yeryüzüyle gökyüzü birbirine ne kadar uzaksa, Uranüs’ dedim ona. ‘Gökyüzüyle kaos da birbirine o kadar uzaktır. Şunu biliyorum ki, göğün üstünden tunçtan bir örs bırakıldığında dokuz gün dokuz gece aşağı düşer de, ancak onuncu günyere ulaşır. Şunu da biliyorum ki, o aynı örs yerden aşağı, cehennemin derinliklerine doğru bırakıldığında karanlık, sisli Tartaros’a ulaşması için de o kadar zaman geçer.

Şunu biliyorum ki Uranüs, yukarı çıkan yolların hepsi aşağı inen yollara benzerler. Göğün doruğundaki geçitten geçersek, dokuz gün dokuz gece yukarıya tırmanırız. Öyle yol almayı sürdürürsek eğer, onuncu günde kaosun sınırına ulaşır, onuncu gecede zorunluluğun hükümranlığına yaklaşırız. Şunu da biliyorum ki, kaosun merkezine doğru ilerlersek bir o kadar süre daha, varırız karşı konulmaz gereklilik tanrıçasının görkemli sarayına. İşte tam orada kuruludur Ananke’nin tahtı. Kaosun kalbinde oturur o.’ ‘O halde, hemen gidelim, yolcuların tanrısı Hermes’ dedi Uranüs. ‘Daha fazla tahammülüm yok, bekleyemem artık.

Bir an önce yola koyulalım hadi.’ İşte böyle dedi Uranüs, yıldızlı gök ve böylece çıktık beraber kaosun kalbine giden yolculuğa. On dokuzuncu günün gecesinde ulaştık, Ananke’nin ihtişamlı sarayının kapısına. Varlığımızı sezince alçaldı beyaz karga Telios, tanrıçanın sonsuz hizmetkârıdır o. Başladı uçmaya önümüzde, yolu göstermek için eşlik etti ikimize. Som altından tahtında oturan tanrıçanın bir heykel gibi yükselen endamıyla karşılaşınca ürperdik, kesildi nefesimiz, eğildik yerlere kadar, selamladık onu saygıyla. Zarifçe süzülüp konuverdi Telios, tanrıçanın sol omzuna. Bir daha da ayrılmadı oradan, ziyaretimiz boyunca. Gerekliliğin ve zorunluluğun tanrıçası Ananke, kıpırdamadı bizi görünce. Hiçbir duygu ve düşünce sızmıyordu büyüleyici güzellikte, ama bir o kadar da ürkütücü olan yüzünden. Gür, erguvan rengindeydi saçları ve lüleleri sarkıyordu ensesinden aşağı. Upuzun, derin bir yara izi vardı sağ yanağında, gözünün hemen altında. Belki bir bıçak darbesi yol açmıştı buna, ama daha fazla bakamadık biz o tarafa.

Onun kudretli varlığından yayılan mor ışık kör edecekti neredeyse gözlerimizi, indirmek zorunda kaldık başımızı yere. Kaosun kalbiyle aynı renkti Ananke’nin gözleri, soğuk ve ilgisizdi bakışları. Yine de hissettik bizi delip geçen gücünü onun; anladık gördüğünü bütün düşüncelerimizi, bildiğini bütün sırlarımızı. Güçbela tuttuğu gözyaşlarını saklayabilmek için büyük bir çaba harcıyordu Uranüs. Tanrıça ak çelikten bir taçla süslenmiş başını ona doğru çevirince, Uranüs de hemen diz çöktü onun önünde ve başladı zorunluluğun dehşetli hâkimiyle konuşmaya: ‘Ey yerlerin ve göklerin üzerinde hüküm süren, her şeyi olması gerektiği gibi yapan görkemli tanrıça, senin huzuruna çağrılmadan geldiğim için beni bağışla.’ Bu sözlere şöyle yanıt verdi her şeye gücü yeten Ananke: ‘Uranüs, sen buraya çağrılmadan gelmedin. Gelmen gerektiği için çağrıldın ve çağrıldığın için geldin. Sen beni tanımıyorsun Uranüs, ama ben seni tanıyorum.

Gaia seni doğurduğunda ben seni izliyordum. Çocuklarınız gün ışığına çıkamasınlar diye Gaia’nın üzerine yaslandığında ben seni izliyordum. Karısının, onu doğurduğu çocuklarından daha çok sevdiğini zanneden her erkek gibi yanılıp da pusuya düşürüldüğünde, oğlun Kronos seni hadım ettiğinde ben seni izliyordum. İlk günahı işledi o, bu evrenin dokusundaki ilk yarayı Kronos açtı.’ ‘Ey her şeyi bilen, gizli yerleri gören Tanrıça’ dedi Uranüs. ‘Sevgilimden ayrılınca nasıl çaresiz kaldığımı, intikamımı almak için ne kadar çok beklediğimi de biliyorsun elbet.’ ‘Ne çaresizliğin umurumda Uranüs, ne de intikamın umurumda’ dedi tanrıça Ananke. ‘Seni buraya yakarışlarını duyup da merhamet ettiğim için çağırmadım. Ben gaddar da değilim, merhametli de. Ben Ananke’yim, buyruğu değiştirilemeyen,verdiği kararlar dönüştürülemeyen. Yaşamın başlamasını da, devam etmesini de sağlayan benim irademdir. Ne sen Uranüs, ne de senin çocukların bu evreni yarattınız.

Senin gücün nasıl sana ait değilse, senin soyundan gelenlerin güçleri de onlara ait değildir. Sizin sahip olduklarınız yalnızca ödünç alınmış güçlerdir ve size o güçleri ben ödünç verdim. Ben onları size yaşamı koruyup, büyütmeniz için verdim. Ama size verilen şeyleri yaşama zarar vermek için kullandınız, önceden oluşturulmuş sınırların dışına taştınız, benim koyduğum yasaları çiğnediniz siz!’ ‘Ey acıyan, yüce tanrıça Ananke’ dedi Uranüs umutsuzca. ‘Bana yardım etmeyecek misin?’ ‘Yüceyim, ama acıyan değilim, Uranüs’ dedi Ananke. ‘Ben yalnızca yapılması gerekeni yaparım ve şimdi de öyle yapacağım. Kötülüğün kapısını siz açtınız, bu evrenden içeri siz buyur ettiniz. İşte ben bu yüzden hepinizin kaderini zorunluluğun zincirleriyle bağladım. Kötülüğün büyüyüp serpilmesini bekledim bir süre daha, ama çoktan kesinleşmişti yazgınız.

Vakit geldi artık, ölümsüzlerin de ölümlülerin de belirlendi yolları. Ben onların kaderlerini çözülemeyen, gevşetilemeyen bağlarla bağladım. Ayağa kalk Uranüs, sil gözyaşlarını da! Ağıt yakmaya bir son ver, kederlenme daha fazla. Yardım edeceğim sana, kendi gücümü katacağım seninkine. İntikamını da alacaksın, daha fazlası da geçecek eline. Yaşamı onurlandıracak yepyeni bir nesil armağan edeceğim ben sana ve Toprak Ana’ya.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Edebiyat
  • Kitap AdıAltıncı Irk
  • Sayfa Sayısı224
  • YazarNermin Berrak Yurdakul
  • ISBN9786254415654
  • Boyutlar, Kapak13,5*19,5, Karton Kapak
  • YayıneviDestek Yayınları / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

  1. 7 Çeşit Evet ~ Nermin Berrak Yurdakul7 Çeşit Evet

    7 Çeşit Evet

    Nermin Berrak Yurdakul

    ZİHİN İYİ BİR UŞAK AMA BERBAT BİR EFENDİDİR. Zihninize istediğinizi yaptırabiliyor musunuz? Ona sözünüz geçiyor mu?Zihniniz size huzur ve güven veriyor mu? İçinde rahat...

  2. Senin Hakkında Yedi Şey Düşündüm ~ Nermin Berrak YurdakulSenin Hakkında Yedi Şey Düşündüm

    Senin Hakkında Yedi Şey Düşündüm

    Nermin Berrak Yurdakul

    Bu kitabın baş kahramanı daima korku ve kaygı içinde yaşayan, hata yapıp durmaktan yorulmuş, zihninin içinde sürekli konuşan sesin esiri olmuş, kendine tapmak ve...

  3. İki Cihanın Bekçisi ~ Nermin Berrak Yurdakulİki Cihanın Bekçisi

    İki Cihanın Bekçisi

    Nermin Berrak Yurdakul

    “Benim efendim iki cihanın bekçisidir; kâh o âlemde kâh bu âlemde dolanır. Dilediği vakit dilediği kılığa girendir o; kâh hancı kâh yolcu olarak görünür.”...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur