Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Siyasi Düşüncenin Tarihi
Siyasi Düşüncenin Tarihi

Siyasi Düşüncenin Tarihi

Mathew Guest

Fransız ve Amerikan Devrimlerinin Batı’da yarattığı deprem krallıkları yıktı, eskimiş düzenleri tarihe gömdü. Toplumda yeni aktörler, yeni çıkarlar, yeni çatışmalar ve yeni bağlılıklar yarattı….

Fransız ve Amerikan Devrimlerinin Batı’da yarattığı deprem krallıkları yıktı, eskimiş düzenleri tarihe gömdü. Toplumda yeni aktörler, yeni çıkarlar, yeni çatışmalar ve yeni bağlılıklar yarattı. Yeni bir dünyanın kurulduğunu ilan ederek insanlara yeniden başlama, dünyayı tekrar kurma umudu aşıladı. Başarısızlıklarıyla da bugün bile etkisini hissettiğimiz korkutucu hayaletleri dünyanın başına musallat etti. Siyasetin ne olduğu, ne olması gerektiği ve ne olamayacağı sorularının eskisinden bile daha güçlü bir şekilde sorulmasına ve yanıtlanmasına vesile oldu.

Bu kitap, Fransız Devrimi’nden günümüze kadar olan dönemde, Batı’da çatışan çıkarları temsil eden ve çoğu zaman birbiriyle taban tabana zıt olagelmiş siyaset düzenlerini ve siyaset yapma tarzlarını ele alıyor. Siyasi düşünceyi modern dünyanın yükselen kurumsal, kültürel ve ekonomik çerçevesi bağlamında ele alan felsefi ve tarihsel bir çözümlemede birleştiriyor. Devrim, tepki, ulus devleti, özgürlük, totalitarizm gibi Batı’nın düşünce ve siyaset dünyasında yer etmiş temel izlekleri ve siyaset tartışmalarını ele alıyor. Kant, Burke, Hegel, Cuoco, Mazzini, Tocqueville, Marx, Mill, Lenin, Schmitt, Hayek, Oakeshott, Foucault, Hardt, Negri, Gray ve Rawls gibi isimler üzerinden siyasetin neliğinin ve nasıllığının izini sürerek modern siyasetin ve siyaset felsefesinin fotoğrafını çekiyor.

İÇİNDEKİLER

Teşekkür 11
Giriş 13
1
Devrim 26
2
Tepki 52
3
Anayasal Devlet 79
4
Ulus Devleti 108
5
Özgürlük 135
6
Refah 160
7
Totalitarizm 186
8
Islah Edilmiş Siyaset 213
9
Parçalanmış Siyaset 240
Okuma Önerileri 266
Dizin 276

TEŞEKKÜR

Bu kitaptaki bazı konular kariyerim boyunca benimle birlikte oldular. Özellikle Leicester, Oxford, Swansea ve Cardiff’teki öğretmenlerime ve meslektaşlarıma yardımları, tavsiyeleri ve teşvikleri için minnettarım. Christopher Hughes, John Day ve Maurice Keens-Soper’ın çalışmalarım üzerinde yıllar geçtikçe artan bir etkisi oldu. David Boucher, Peri Roberts, Peter Sutch ve Paul Furlong harika destekleyici meslektaşlarımdı. Benimle başka konularda çalışan ama düşüncelerime katkısı son derece önemli olan Ovidiu Caraiani’ye de minnettarım. Bu kitabın hazırlık çalışmalarının bir kısmını, Don ve Molly Verene’nin ideal çalışma koşullarına sahip olmamı sağladıkları Emory Üniversitesi’nin keyifli ortamında yapabildim. Polity Press’teki isimsiz hakemler yararlı tavsiyelerde bulundular. Louise Knight ve Polity Press’teki meslektaşları her zaman cesaretlendiriciydiler. Bir yazar, herhâlde Jean van Altena’dan daha özenli ya da hassas bir redaktör isteyemezdi. Asıl borcumsa aileme.

Simon, Jessica, Lizzie ve Nellie bana her zaman yardım ettiler ve beni hep desteklediler. Sheila olmasaydı hiçbir şey yapamazdım. Bu kitapta daha önceki denemelerimden ve makalelerimden bazılarını temelden gözden geçirerek kullandım. Aşağıdakilerin editörlerine ve yayıncılarına teşekkürlerimi sunarım: Themes in Modern European History: 1830-1890 (Unwin Hyman, 1990); The Political Classics: Hamilton to Mill (Oxford University Press, 1993); The Political Classics: Green to Dworkin (Oxford University Press, 1996); History of Political Thought, 20 (1999); The Edinburgh Companion to Contemporary Liberalism (Edinburgh University Press, 2001) ve Multiculturalism, Identity and Rights (Routledge, 2003).

Giriş

“Siyaset”in hayatımızın temel görünümleri üzerindeki etkisi, modern bir devletin düşünen her yurttaşı için artık aşikâr olsa gerektir. Ama bu her zaman böyle değildi. Modern devletin bir dizi toplumsal, iktisadi, kültürel ve siyasi hedefin gerçekleştirilmesinde birincil araç olarak görülmesiyle statü ve iktidar mücadelesi de nitelikçe dönüştü. Bu kitap, Fransız ve Amerikan devrimlerinde bu yeni siyaset tarzının patlak vermesiyle başlıyor. Her iki devrim de siyasi yaşamı kamusal açıdan savunulabilir ilkeler doğrultusunda yönetme ve denetleme arzusunun doruğu olarak görülebilir.

Bununla birlikte bu devrimlerde tehlikede olan, dar anlamda siyasi iktidardan çok daha fazlasıydı. Siyasi düzenler artık birbirine taban tabana zıt yaşam biçimleri olarak resmediliyordu (bir tarafta monarşi, aristokrasi ve yerleşik hiyerarşi, diğer tarafta herkes için eşit hak talebi bulunuyordu). Bu konumlanışlar arasında orta yolsa –en azından bir süreliğine– yokmuş gibi görünüyordu. Savaşçılara göre siyasi yelpazenin neresinde durursanız durun, her şey tehlikedeydi. Elbette siyasi tartışmalar bu arada bir boşlukta yürütülmediler. Gelişen ulusal ve uluslararası piyasalar, nüfus hareketleri ve büyüme siyasi yönetim ve denetim gerektirdiğinden, modern devletin gerilimleri ekonomide ve toplumda meydana gelen esaslı değişiklikleri yansıtıyordu. Sanayi Devrimi, kıtasal (ve en soununda küresel) ölçekte toplumsal ve iktisadi uygulamaları altüst edecek üretken potansiyeli açığa çıkaracaktı. Bu güçlerin siyasi düzenler tarafından ne kadar denetlenebileceği ve sınırlandırılabileceği bugün bile tartışmalı bir konudur. Bununla beraber kesin olan bir şey varsa, o da yurttaşların ve tebaanın hırs ve çaresizlikle siyasi liderlerinden zaman zaman karşı konulamaz olduğu kanıtlanan taleplerde bulunmaya başladığıdır.

Modern devletler birbiriyle çatışan –ve çoğu zaman kesinlikle uyuşmayan– talepler tarafından şekillendirildiler. Devrimci ve tepkici hareketlerin ve savların 1789’daki ilk çatışmasını, siyasi uzlaşma sağlamaya yönelik çabalar izledi. Modern anayasal devlet, çok çeşitli çıkarlarının peşinde koşan yurttaşların –hepsinin olmasa da– çoğunun kabul edebileceği bir referans çerçevesi oluşturmaya çalıştı. Savaş ve iktisadi çöküşün yol açtığı krizler, siyasi seçkinleri ve yurttaşları daha doğrudan kamu yönetimi ve denetimi yöntemlerini benimsemeye itmiş olsa da modern anayasal devlet aslında olağanüstü dirençli olduğunu bu süreçte kanıtladı. Kriz zamanlarında gördüğümüz, daha ziyade referans çerçevesine ilişkin tartışmalardır. Yapılan her siyasi plan elbette herkesin yararına olmayacaktır. Zor ve tehlikeli zamanlarda, bu tartışmalar çoğu zaman siyasi kaybedenler için fazlasıyla gerçek olan maliyetlere odaklanıyordu.

Örneğin özgürlük ve refah, kamu siyasasının hedefleri olarak sık sık uzlaştırılamaz ögelermiş gibi sunuldular. Yurttaşlarının özgürlüklerini en üst düzeye çıkarmaya odaklanan bir devlet, kaynakları yoksullara yeniden dağıtma çabalarında başarısız olabilirdi. Yine de bu hedeflerden birini ya da diğerini vurgulayan siyasi kuramlar, en azından bazı karşıt konumlanışları barındırmak zorundaydılar. Yine, orta yolu bulmak için gösterilen özenli çabaları ve devletler krizlerle yüzleştikçe siyasada (zaman zaman dramatik) değişimleri görüyoruz.

Bildiğimiz şekliyle devlet, kurumsal talepleri daha geniş hırslar ve değerlerle uzlaştırmaya çalışan söylemsel bir yapıdır. İyi huylu biçimlerinde bile zorlayıcı olmaya devam eder ve bu nedenle bireylerin yaşamlarına kitlesel müdahaleyi meşrulaştırmak üzere bize sürekli meydan okur. Devlet, iktisadi ve siyasi yönetim ve denetimin yanı sıra kültürel, toplumsal ve ahlaki reform için de bir araç olarak görülegelmiştir. Devletin işlevleri genişledikçe, yurttaşların şikâyetleri ve tartışmaları da arttı. Nitekim uygulamaya dönük en ufak ayrıntı bile –bir çocuğun sınıfta giyebileceği kıyafetlere kadar– hararetli bir siyasi tartışma için fırsat hâline gelebiliyor. Kendimize bunun neden böyle olması gerektiğini ve aslında kamu tutumlarının hayatımıza neden bu kadar nüfuz edici olması gerektiğini sormalıyız.

Siyasi düşünce bizi, kendimizi tartışmalı ve ihtilaflı bir kamusal alanla ilişki içinde görmeye davet eder. Siyasi seçkinler malî ve teknolojik karşılıklı bağımlılık zemininde özellikle de iktisadi işleri yönetmek için mücadele ederlerken, kamusal yaşamın ve sorumluluğun somutlaşmış hâli olan devlete odaklanmamıza bile son on yıldır itiraz edilmektedir. Yurttaşlar olarak kendi işlerimizle ilgili bir sorumluluğu paylaştığımız düşüncesi, özel sermayenin uluslararası piyasalardaki tahakkümü karşısında tehlikedeymiş gibi görünüyor. Bu koşullar altında kamusal alan kavramlarımızı gözden geçirmek zorunda kalabiliriz. Geriye kalansa hayal edilemeyecek kadar farklı durumlarda yabancılar arasında toplumsal işbirliğini sürdürme ihtiyacıdır.

Dolayısıyla son 200 yıldaki siyasi düşünce, çoğu zaman son derece rahatsız edici sonuçlara yol açan, benzeri görülmemiş durumlara yanıt vermek zorunda kaldı. Bununla birlikte, 1789’dan bu yana siyasi düşüncenin “modern” yönüne yapılan vurgu, bizi herhangi bir örgütlü toplumdaki siyasi düşüncenin temel özelliklerine karşı duyarsızlaştırmamalıdır. Kamu alanı nasıl karakterize edilirse edilsin, siyasi düşünüşün kamusal bir boyutu daima vardır ve olacaktır. Toplumsal işbirliğine ilişkin savlar, belirli bir dizi düzenlemeye katılması ya da tabi olması beklenen kişilere yansıtılmak zorundadır. Fakat bu, bir toplulukta herkesin aynı şekilde değerlendirileceği anlamına gelmez. Rızaya dayalı ikna seçkin bir azınlık için ayrılmış olabilirken, çoğunluk baskıyla karşılaşabilir ya da manipüle edilebilir. Asıl sorun, siyasi iktidarın etkin bir şekilde kullanılmasının ilgili gruplar arasında asgari düzeyde paylaşılan hedefler ve değerler gerektirmesidir. Bu hedeflere ve değerlere hoşnutsuzlar, dışlanmışlar ve hayal kırıklığına uğramışlar tarafından her zaman meydan okunabilir.

Siyasi tartışmalarda referans çerçevesi zaman içinde değişir. Yine de erken dönem Yunan siyaset felsefesinden gelen ve siyasi düşünceye hâkim olmaya devam eden birbirine karşıt iki izleği burada saptayabiliriz. Bir tarafta, evrensel ve ebedi bir adalet ölçütünün savunucuları, gerçek siyasi kurumları ve uygulamaları soyut bir ideale vurarak ölçmeye çalışmışlardır. Diğer tarafta ise insanların belirli koşullarda gereksinimlerini karşılamak için geliştirdikleri sözleşmelere vurgu yapılmıştır. Bunu Platon ile Protagoras ya da ütopya savunucuları ile gelenek savunucuları arasındaki bir tartışma olarak da düşünebiliriz. Bu savların pratikte nasıl işlediği ise karmaşık koşullara bağlı olagelmiştir. Siyasi düşünce tarihçileri olarak, gördüğümüz şey sabit izleklerin çeşitlemeleri değil, son derece belirli bağlamlarda yeni katmanlarla karmaşıklık kazanan savların yinelemesidir. Felsefi soyutlama bu savların biçimini anlamamıza yardımcı olabilir fakat bizi, belirli savları ve krizleri diğerlerinden farklı kılan ayırt edici özelliklere karşı duyarsız hâle getirmemelidir.

Siyaset felsefecileri zaman zaman yaşayan muarızlarından ziyade gelecek kuşaklara seslenseler de toplumlarının kaygılarından ve tartışmalarından asla tamamen kopuk olmamışlardır. Ama çalışmaları sırasında geleneksel varsayımlara da meydan okumuşlardır. Bir dağıtım planında kimin neyi alması gerektiğine dair esaslı tartışmalar, neyin savunulabilir sayılacağına dair anlaşmazlıklara dönüşebilirler. Bir dönemde sorgulanmayan söylem kozları, başka bir dönemde dikkat dağıtıcı unsurlar olarak görülebilirler. Dolayısıyla siyasi düşünce tarihinde çeşitli düzeylerde yürütülen tartışmalara rastlarız. Referans çerçevesinin sabit kalacağını varsayamayız. Yine de başlangıçta çok dar kitlelere hitap edebilen özgül tartışmaların daha geniş içerimlerini de görmezden gelemeyiz.

Dolayısıyla siyasi düşüncenin tarihi çok özel bir tarih türüdür. Biçimsel akıl yürütmede ustalaşmanın yanı sıra bağlamlara ve duruma karşı duyarlı olmayı da gerektirir. Belirli filozoflar ve kuramcılar da siyasi düşüncenin daha geniş öyküsüyle bağlantılı olarak okunmalıdırlar. Bu alandaki sorunların kendine özgü bir zorluğu vardır. Metinleri ya da dönemleri yalıtamayız çünkü tercih ölçütlerimiz, anlatmamız gereken daha geniş öykü tarafından yönlendirilecektir. Bu öykü de kendi içinde kuramsal bir tartışmanın konusu olacaktır. Tarafsız ya da masum bakış açıları yoktur. Siyaset felsefecileri ya da kuramcılar sıfatıyla sahip olduğumuz kaygıları, tarihçiler sıfatıyla sahip olduğumuz kaygılarıdan fiilen ayıramayız.

Olumsal koşullarda toplumsal işbirliğini yönetmek her zaman siyasi düşünce ve eylemin temel bir özelliği olagelmiştir. Son 200 yılda değişense olumsallığa verilen kuramsal yanıtın kendimizi görme biçimimizin merkezinde yer almasıdır. 17 ve 18. yüzyılın siyasi düşüncesinin kuramsal temeli olan “insan doğası”, modern siyasi düşüncede artık kendine pek yer bulamamaktadır. Bu terim, insanların her yerde ve her zaman temelde birbirine benzediği ve içinde yaşadıkları rastlantısal koşulların doğaları üzerinde yalnızca yüzeysel bir etkiye sahip olabileceği içerimini taşımaktadır. İnsan yaşamının zaman içinde gerçekleştiği ve gelecek kuşaklara aktarılan anlayışlara bağlı olduğu gerçeğine ise ikincil, tali bir mesele gözüyle bakılmaktadır. Yine de bir başlangıç noktası belirlememiz gerekirse, Vico’nun 1725 tarihli Yeni Bilim’inden1 bu yana bir dizi metin, insan dünyasının bir bütün olarak tarihin bir ürünü olduğu görüşünü savunagelmiştir.2 Bilginin kendisinin bile, toplulukların kendilerini içinde buldukları belirli koşulları yansıttığı, yani tarihin bir ürünü olması itibarıyla “göreli” olduğu ifade edilmiştir. Bu bakış açısına göre, bir zamanlar güvenle evrensellik kisvesine büründürülen değer yargılarını belirli kültürlerin ve toplulukların tercihlerinin ifadeleri olarak görmek daha doğru bir tutumdur.

Tarih bilincinin modern zamanlarda ortaya çıkışının ayrıntılı öyküsü bu kitapta anlatılamayacak kadar karmaşıktır.3 Bununla beraber, altı çizilmesi gereken önemli bir nokta, evrensel ölçütleri varsayan tüm düşünme tarzlarının bir süredir sorunlu hâle geldiğidir. Artık kendimize insanların ideal olarak topluluklar hâlinde nasıl birlikte yaşayabileceklerini sorduğumuzda, söylediğimiz şeyleri kastettiğimiz varsayılamıyor. İşte, elinizdeki kitabın konusunu, son 200 yılda siyaset kuramcılarının bu ikileme nasıl yanıt vermeye çalıştıkları meselesi oluşturuyor. Burada basitçe şunu belirtmemiz gerekiyor: Sorunsuz bir siyaset felsefesi geleneğinden bahsetmek ne kadar mantıklı olursa olsun, artık siyasi savların içinde formüle edildiği olumsal bağlamlar ve koşullar tali meseleler olarak görülemezler.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Siyasal Düşünce Siyaset
  • Kitap AdıSiyasi Düşüncenin Tarihi
  • Sayfa Sayısı280
  • YazarBruce Haddock
  • ISBN9786258242874
  • Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviFol Kitap / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Neoliberal Din – 21. Yüzyılda İnanç ve Güç ~ Mathew GuestNeoliberal Din – 21. Yüzyılda İnanç ve Güç

    Neoliberal Din – 21. Yüzyılda İnanç ve Güç

    Mathew Guest

    Küreselleşmenin ardındaki ideoloji olan neoliberalizm, tüketicinin özgürlüğünü ortak kimliklere tercih eden abartılı bir bireyciliği teşvik etmesi, piyasa rekabetinin en iyi değer ölçüsü olduğu varsayımını...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur