Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Ordu ve Siyaset 27 Mayıs- 12 Mart
Ordu ve Siyaset 27 Mayıs- 12 Mart

Ordu ve Siyaset 27 Mayıs- 12 Mart

Kurtuluş Kayalı

Kurtuluş Kayalı, ordu+siyaset ilişkisinda Cumhuriyetin kuruluşundan 12 Mart sonrasına dek yaşanan gelişmeleri, asker-sivil aydınlar ile halk arasındaki kopukluklar açısından irdeliyor. Halk kitlelerinden Tanzimattan beri…

Kurtuluş Kayalı, ordu+siyaset ilişkisinda Cumhuriyetin kuruluşundan 12 Mart sonrasına dek yaşanan gelişmeleri, asker-sivil aydınlar ile halk arasındaki kopukluklar açısından irdeliyor. Halk kitlelerinden Tanzimattan beri süregelen gizil muhelefetinin aydınların tahakkümcü tutumuna gecikmiş ve dolaylı da ola tepkisini Türkiyenin bir temel geleneği olarak yorumluyor. Gerek resmi, gerekse yerleşik muhalif yaklaşımlardan farklı bakış açısı sunan bir kitap.

ÖNSÖZ
Sina Akşin’in yönettiği bu çalışma 1978 Nisan’ında tamamlandı. 14 Haziran 1978 tarihinde de Prof. Dr. Mümtaz Soysal, Doç. Dr. Taner Timur ve Doç. Dr. Sina Akşin’den müteşekkil jüri tarafından doktora tezi olarak kabul edildi. Bu çalışmadan önce ve sonra, aynı konuda, daha ziyade de daha dar alt alanları kapsayan çok sayıda çalışma yapıldı. Önemlice bir kısmı yayımlanan bu çalışmaların ekseriyeti çok dar alanlara inhisar etti. Aynı zamanda da yaygın ve etkin kimi görüşlerin gölgesinde kaleme alındı. Yaygın ve etkin temel görüşleri iki ana başlık altında toplamak mümkündür.
1970’lere doğru Demokrat Parti hakkında yapılan bir doktora çalışması, yaygın ve etkin temel görüşlerden birinin çerçevesini çizmekte vesile olabilir. Demokrat Parti Tarifli ve ideolojisi* dönemin somut olaylarının ayrıntılandırılmış bir anlatımı olup, yazıldığı sıralardaki başat görüşlerin hem genel, hem de özel anlamda etkisi altında kaleme alınmıştır. Bir anlamda 27 Mayıs öncesinin etkin muhalif yayın organları olayların değerlendirilmesinde temel olmakta, darbe ortamının öne çıkmış görüşlerinin de belirgin etkisi görülmektedir. 27 Mayısın meşruiyetinin gerekçelerini bu yapıtta görmek mümkündür. Metin Heper bir yapıtında, aydınların 1960 sonrasında ayrıştığını belirtmekle pek de belirgin bir hata yapmamaktadır Nitekim 27 Mayısın sınıfsal yapısını tahlil eden bir düşünce adamının esas olarak Gölgedeki Adam’a dayanmasının bir anlamı vardır. Örnekleri çoğaltmak mümkün Ancak benzeri bir perspektiften bakıldığı o kadar aşikârdır ki… Üstüne üstlük “İkinci Cumhuriyet”, “İkinci Kuvay ı Milliye” ve “İkinci Kurtuluş Savaşı” tabirleri de o dönemde ortaya çıkmıştır. Durum o hale getirilmiştir ki, Türkiye’nin kurtarılmasının yolu apaçıktır ve bunu görmemek için kör olmak lâzımdır.
Verilebilecek sürüsüne bereket örnek, 1960’ların ortalarından itibaren sosyalizmle Kemalizm’in ilginç bir senteziyle oluşan nev’i zamanına münhasır bir yaklaşım biçiminin o dönemde itibar bulduğunu ve özellikle akademik çevrelerde tahakkümünü kurduğunu düşündürtmektedir. Türkiye’nin o sıralar ciddîye alınmayan sayılı düşünce adamlarından biri, Şerif Mardin, üniversitedeki aynı kişilerin otuz yıl önce Türkiye’nin sınıfsız olduğunu savunurken, 1960’larda sınıflı olduğunu savunmaları arasındaki çelişkiyi vurgulamakla ve ülkemizde aydınların grup halinde düşünce değiştirdiğinden bahsetmektedir. Bu çerçevede düşünüldüğünde zihniyetin sürekliliği ortaya çıkmaktadır. 1960’lann ortalarından itibaren bedihî gerçeklerin çerçevesini bu düşünceler çizmekle, Yön’ün görüşlerinin biraz rötuş!andırılmış bir biçiminin Türkiye’de uzunca bir süre etken olduğu görülmektedir. İşte ordusiyaset ilişkisini konu alan bu çalışma, sözü edilen görüşün belki de en etkin olduğu bir kurumda, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yapılmıştır. Kim bilir, muhtemelen bu dürtüyle, kendisinin de benzeri şeylerden şikâyetçi olduğunu unuttuğu bir an Sina Aksin tezi yazan kişiye “27 Mayısı eleştirme. Bahri Savcı ve Muammer Aksoy jüriye girerse kesin çakarsın!” diyebilmiştir. Sonradan tâbiyet değiştiren bir zatı muhterem de, bu çalışmadan bahisle, ordunun reformist olduğu gerçeğini hiçbir şeyin unu duramayacağını telaffuz etmiştir. Bu çalışmanın temel doğrultusunun 1960’lı yılların yaklaşımı olan Kemalizmsosyalizm karışımıyla hiçbir ilişkisi yoktur. O nev’i şahsına münhasır yaklaşım, dönemin düşünsel anlamda istikrarlı olan her insanında şu veya bu ölçüde sürmektedir. Bunun etkisinin apaçık olması gerekmez, örtük etkisi çok daha yaygındır. Sözü edilen düşünce çok derinlere yerleşmiştir, söküp çıkarılması zordur.
Bu çalışmanın, dönemin etkin düşüncesinin dışında bir mantıkla yapılmasının yanında, oldukça geniş bir tarihsel zamanı kapsadığı da belirgin bir biçimde görülebilir. Özellikle ordusiyaset ilişkileri konusundaki çalışmaların çoğu, ya konuyu sınırlandırmakta ya da herhangi bir askersivil ilişkisini, örneğin 27 Mayıs’ı veya ondan sonraki darbe teşebbüslerini ele almaktadır. Bunun nedeni de geneldeki yaklaşımın apaçık ortada olduğunun, doğrunun çok bari; olarak görüldüğünün sanılmasıdır. Dolayısıyla araştırmacının görevinin, belli olan yaklaşımın ayartılarla zenginleştirilmesi olduğu düşünülmektedir. Bir başka deyişle, Türkiye’deki eski zihniyetin ve 1960 sonrasındaki yeni yönelimin esasını tanışmak gibi bir anlayışı yoktur. Bariz gerçekliklerin ayrıntılarla zenginleştirilmesi ülkedeki mufassal yazıcılık eğilimini güçlendirmektedir Bu çalışma böylesi bir anlayıştan da uzaktır.
1960’lı yıllarda, daha sonraları ve özellikle şimdilerde Tür kiye’de her konuda, ağırlıklı olarak da ordusiyaset ilişkileri konusunda düşünce beyan edenler güncellikle çok ilgilidir Bir anlamda günün sarılan çerçevesinde geçmişe bakarlar o da bakarlarsa. Durum hemen hep böyledir. Hilmi Zıya Ülkenin deyişiyle, Türkiye’de aydın günübirlik düşünür. 1960’I arda ülkemizde siyaset biliminin etkisi günübirlik düşünme eğilimini güçlendirmiştir. Günübirlik düşünme eğilimi insanın bir siyasal etikete sığınmasının yolunu da açmıştır. Bu durum yazılanların siyasal boyutunun öne çıkarılmasını ve yazarın bir siyasal eğilimle özdeşleşmesini getirmiştir. Dolayısıyla Türkiye’nin toplumsal ve siyasal sorunlarına değinen hemen her yapıt, bir düşünsel doğrultunun haklı gösterilmesinin vesilesi olmuştur. Çoğu olay da, belli bir siyasal hareketin temel görüşlerini savunan yapıtların doğrultusunda yazılmıştır Durumun farkına varılmaması gerçeği değiştirmez Örneğin, yakın zamanlarda yayımlanan, ordusiyaset ilişkilerinin bir alt alanını değerlendirmeye yönelik bir kitap, belki yazarının Türk siyasal hayatına yabancılığı nedeniyle kimi eksiklikler taşımaktadır* Kitapla Türkiye’de ordusiyaset ilişkilerine kuramsal bir çerçevede değil, sağduyuyla yaklaşıldığı belirtilmekte, yazarın kendisi de iradesi hilafına sağduyuya dayanan bir değerlendirme denemesinden kendisini kurtaramamaktadır. Bu, belki de siyasetin sıcak etkisinden kaynaklanmakta, günübirlik düşünmenin Türk siyasal hayatının yabancısı olan kişilere de sirayet ettiğini göstermektedir. Üstüne üstlük aynı kitap 1960 sonrası dönemi ki kitabın konusu zaten o dönemdir belli bir siyasal çizginin sözcüsünün aktardığı bilgilerle yorumlamaya çalışan yapıtlar serisinin mantığıyla değerlendirmeye çalışmaktadır. Nitekim Türkiye’de bu ve benzeri konularda yazanların doğrultusunu Cüneyt Arcayürek Açıklıyor seri kitapları önemli ölçüde etkilemektedir. Doğal olarak Arcayürek’in düşünceleri, aktarılan siyasal kişilikle bağlantılıdır. Çoğu ilgili bu durumun pek farkında değildir. Sözü edilen türde etkiler, özellikle 1980den sonra oldukça yaygındır.
Türkiye’de konuyla ilgilenenler 1980’e kadar ana hatlarıyla CHP’nin anlayışı çerçevesinde olayları değerlendirmişler, örnegin, CHP’nin 27 Mayıs’ın ne içinde, ne de bütünüyle dışında olduğunu düşünmüşlerdir. Her tür yorum da, bir ölçüde sosyal içerik kazandırılmış Kemalist bir anlayışa dayandırılmıştır. 1980 sonrasında da en azından önemli bir kesit itibarıyla 1960 sonrası gelişmeler, hattâ 1950’lerden itibaren tarih, karşı olunan siyasal güce, DP ve AP’ye haksızlık yapılmaması gereğini onaya çıkarmış; bu da en veciz ifadesini, bir anlamda, her tür askeri darbeye karşı tutum takınılmasında bulmuştur. Düşünce değişikliğinin elbette 12 Eylül Darbesi’yle ve AP’nin 12 Eylül’den sonraki konumuyla ilişkisi vardır Burada anılması yakışık almaz, ama 1980’li ve ’90’lı yıllarda yayımlanan konuyla ilgili kitaplarda bu farklılaşmanın işaretlerini bulmak mümkündür. Ancak Türkiye’de geçmiş dönemle ilgilenmek pek alışılmış bir tavır olmadığından kimse de kalkıp kırk elli yıl öncesinin konularıyla uğraş m a maktadır. Bu çalışmanın bir ilgine özelliği de, 1980 öncesinde yazılmış olmasına karşın, daha sonra yayımlanan çalışmaların anılan niteliğini taşımasıdır.
Anlatılmak istenen, iki dönemin özelliklerinin belirgin bir biçimde farklı olduğudur. Fakat bunun ötesinde, konunun ele alınışı bakımından çok değişiklik görülmektedir. Örneğin, 1950 öncesine bir ölçüde daha eleştirel yaklaşılmaya başlanmış, dinin siyasallaşması eğiliminin hem tarihsel hem de güncel görüntüsüne daha soğukkanlı bakılmış, Türkiye’de yerleşik sol yaklaşımlar da eleştiriden nasibini alarak solun İttihatçılığın bir uzantısı olduğu düşünülmüş ve Kemalizm daha mesafeli değerlendirilir olmuştur. Tüm bunlar ve değişik düşün odaklarının mantalite benzerliği, 1980 öncesinde bir biçimde düşünülmüş olduğu için bu çalışma hiç değiştirilmeden yayımlanmak istendi Gene o zamanda yazılan, fakat tez yöneticisinin tepkisi nedeniyle ve tezin döneceği endişesiyle çalışmaya konulmayan 12 Mart bölümü eklendi. Çalışmanın aynen yayımlanmak istenmesinin bir başka nedeni de, Türkiye’nin 196ffh yıllan bir başka bağlamda ve bir başka anlamda yeniden yaşayacak gibi görünmesidir. Alışkanlıklar tekrar depreşmekledir
Halbuki, bu çalışmadan sonra Osmanlı Toplumunda Ordu Siyaset ilişkileri, Birinci Meclis’te Muhalefet, Hürriyet ve itilâf Fırkası ile Kadro Hareketi üzerine daha mütekâmil makaleler yazdım ve 12 Eylül sonrasında ordu siyaset ilişkilerini inceleyen önemli görünen yapıtları eleştirdim. Bunların getirdikleri, bunların düşündürdükleri ile bu çalışmayı gözden geçirip yayımlamak, kimilerine göre daha olumlu olabilirdi. Ancak Türkiye’de 1960’ların düşünsel ortamının yarattığı, halen de yaşanan, komplekse kapılmamanın özellikle önemi vardır. Türkiye’de çoğu düşün akımı 1960’lann nev’i şahsına münhasır düşünsel yapısı karşısında ezikliklerini yaşıyor. En aykırı görünenleri bile…
O kadar zaman geçtikten sonra bu çalışmanın sadece Türkçesi eskidi, onun dışında hiçbir yerini değiştirmeye gerek yok, “Geliştirdiğim temel tezlerle ilgili düşüncelerim ne kadarda doğruymuş” demenin de mizahi olmanın ötesinde bir anlamı yok. Bu çalışmanın zaafları çok fazla. Daha sonra yönetilen zihniyet sorunu ve Türk düşünce tarihi konusu, çalışmanın zaaflarla malûl olduğunu gösteriyor. Sahi, 1960 sonrasında insanlar Niyazi Berkes’in ya da Mümtaz Turhan’ın düşüncelerinin gündelik siyasete tercümesinden öte şeyler düşündü mü? iki mümtaz bilim adamının sathî etkisi herhalde 1960’lı yılların düşünsel çerçevesini verir. Basit siyasal mücadelenin taraflarının dışındaki önemli düşün adamlarına yönelindiği oranda, ordusiyaset ilişkileri de dahil olmak üzere toplumsal ve siyasal konuların daha sağlıklı değerlendirilebileceği düşünülebilir. Abdüllıak Adnan Adıvar birikim yokluğunun insanın değişmesindeki etkisini belirtirken, sanki 1980 sonrası Türkiye’sini anlatıyor. Türkiye’de gündelik sorunlarla ilgili kafa siyasetle meşbu. Öncelikle bundan kurtulmak gerek.
Bu çalışmayı önce, hep gündelik sorunlarla ilgili ve siyasetle meşbu olan Nermin AbadanUnat yönetmek istedi. Matbuat Hazretleri’ni okumuş olduğum için kabul etmedim. Kendisi 19601ı yılların temel özelliklerini taşıyan bir öğretim üyesiydi. Sonra Sina Aksin yönetti. Yönettiği ilk doktora teziydi. Titiz davrandı. Özellikle anlatım bakımından yardımcı oldu. Ama kendisi tarihsel geçmişle ilgili olmasına karşın dönemin rüzgârından etkilendiği için zaman zaman sorun çıkardı. Çalışmanın serüveni Fuad Köprülü’nün edebiyat tarihi için belirttiklerinin başka bilim adamları için de geçerli olduğunu düşündürttü: “Düşünüş itibariyle şahsiyete sahip olmak ve araştırma ve tedkik ihtiyacı, memleketimizde henüz manasız birer mefhum gibi telâkki olunduğundan, her bilgi şubesinde hüküm süren mutasallifâne, umumî ve ekseriyetle yanlış telâkkilerden edebiyat tarihi de kurtulamamıştır.”
“Düşünüş itibariyle şahsiyete sahip olmamak”, Türk aydınının yaygın bir niteliği. Fuad Köprülü’nün sahte mütehassısların varlığına müteâllik sözlerinin putların yıkılma geleneği olduğu bir ülkede hâlâ gerçeklik taşımasının bir anlamı olmalıdır. Köprülü’nün düşünceleri değişik bilim alanlarının gündeminden henüz çıkmamıştır: “Eğer cehalet, insana her şeyi o kadar basit ve bedihi göstermese, bugün her bilgi şubesinde bu kadar sahte mütehassıslara rast gelmezdik! işle, ilmî usûllerle edebiyat tarihimizi tedkik etmek isteyen bir adam, evvelâ bu gibi fikir ve mütâlâalardan dimağını tecrit ettikten sonra işe başlamalıdır.” Çıkacağına dair bir işaret de yok gibidir.
Ağustos 1999
II
“Bu adamların hepsi büyük bir tezat ve ikilik içinde çırpınıyorlar. Hiçbiri sırtında taşıdığı ve muhafazaya mecbur olduğu mevki veya paye ile ahenk halinde yaşamıyor. Kafaları, zekâ itibariyle olsun, yarım yamalak bilgileri itibariyle olsun, merhamete muhtaç bir halde. Şahsiyetleri kırpıntı bohçası gibi.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur