Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Arlekenlere Bak!
Arlekenlere Bak!

Arlekenlere Bak!

Vladimir Nabokov

“Bu gezinti sırasında ya da belki daha sonralarında, ama kesinlikle aynı bölgede, aniden kopan bir fırtına o Temmuz gününün tüm ihtişamını silip süpürdü. Gömleklerimiz,…

“Bu gezinti sırasında ya da belki daha sonralarında, ama kesinlikle aynı bölgede, aniden kopan bir fırtına o
Temmuz gününün tüm ihtişamını silip süpürdü. Gömleklerimiz, şortlarımız ve mokasenlerimiz donuk sisin içinde sanki silinip gitmişti. İlk dolu tanesi bir konserve kutusuna, diğeri tam kelime çarptı. Bir kaya çıkıntısının altındaki kovuğa sığındık. Gök gürültülü fırtınalar ıstıraptır benim için. Körolasıca basınçları mahveder beni, şimşekleri beynimi ve göğsümü delip geçer. Bel de bunu biliyordu; koynuma sokularak (kendisinin değil benim rahatlığım için!) her gök gürüldemesinde şakağıma minik bir öpücük kondurdu, sanki bak, geçti işte, güvendesin, demek ister gibi.”
ARLEKENLERE BAK!

“Arlekenlere Bak!’ın ana karakteri Vadim, Nabokov’un gerçek hayatına dair ayrıntılarla edebi üslubunun hikâyesini iç içe geçiren özgün bir dünya kurar.”
DAVID RAMPTON

“Arlekenlere Bak! zaman ve mekâna özel ve stilize bir tarzda odaklanmasıyla nadir bir romandır.”
SUSAN ELIZABETH SWEENEY

*

Véra’ya

Birinci Kısım
1

Sırasıyla evlendiğim üç ya da dört eşimden ilkiyle tuhaf denebilecek şartlarda tanıştım; gerek anlamsız ayrıntıları, gerek asıl hedefinden bihaber olmasının yanı sıra en ufak bir başarı olasılığına da engel olan saçma hamlelerinde ısrar eden tertipçisiyle bu şartların oluşumu gözümde acemice bir komployu andırıyordu. Gelgelelim bu şahıs farkında olmadan o hatalardan bir ağ ördü; ben de cevaben bir dizi yanlışlık sonucu bu ağa bulaşmış ve komplonun yegâne amacı olan yazgıyı yerine getirmiş oldum.

Cambridge’deki son senemin (1922) Paskalya dönemiydi; Ivor Black adlı yetenekli bir amatör oyuncunun rejisörlüğünü yaptığı Ateşböceği Kumpanyası, sahneye koyacakları Gogol’ün Müfettiş’inin İngilizce uyarlamasında “bir Rus olarak” sahne makyajının bazı incelikleri hususunda bana akıl danışmıştı. Black’le Trinity’deki2 öğretmenimiz aynıydı; Pitt’te öğle yemeği boyunca adamcağızın o çıtkırıldım hallerini usanmadan taklit ederek içime fenalık getirmişti. Üstünkörü konuştuğumuz işle alakalı kısım daha da tatsız çıktı. Ivor Black, Gogol’ün İlçe Başkanı gecelik giysin istiyordu; ne de olsa “bütün olanlar o ihtiyar namussuzun kâbusu değil miydi ve eserin Rusça başlığı olan Revizor da Fransızca ‘rüya’ anlamındaki rêve’den gelmiyor muydu”? Feci bir fikir olduğunu düşündüğümü söyledim.

Provalar yapıldıysa da bensiz gerçekleştiler. Düşününce o proje hiç sahne yüzü görebildi mi bilmiyorum.

Kısa bir süre geçtikten sonra Ivor Black ile bu kez bir kokteylde tekrar karşılaştık; beni ve beş diğer adamı o yazı Côte d’Azur’de geçirmemiz için, söylediğine göre yaşlı bir teyzesinden kendisine yeni miras kalmış villasına davet etti. O esnada körkütük sarhoştu ve bir hafta kadar sonra, yola çıkmasının arifesinde içten davetini ona hatırlattığım zaman epeyce afalladı; daha sonra öğrendim ki bu daveti kabul eden yalnız benmişim. İkimiz de pek sevilmeyen yetimleriz, bu yüzden güç birliği etmeliyiz, dedim ona laf arasında.

Hastalık beni bir ay kadar daha İngiltere’de kalmaya mecbur etti; ertesi hafta içinde Cannes ya da Nice’e varmış olacağımı kibarca haber verdiğim bir kartpostalı Ivor Black’e gönderdiğimde Temmuz başı olmuştu bile. En muhtemel tarihin cumartesi günü ikindi saatleri olduğunu belirttiğimeyse neredeyse eminim.

Gardan telefon etme çabalarım hüsrana uğradı, hat sürekli meşguldü; ben de arızalı soyut alanlara karşı azimle mücadele edebilen biri değilimdir. İkindimin tadı tuzu kaçmıştı, ki ikindi en sevdiğim zaman dilimidir. Uzun yolculuğumun başından beridir kendimi sapasağlam olduğuma ikna ediyordum; perişan haldeydim şimdi. Mevsime göre cansız mı cansız, nemli mi nemli bir gündü. Palmiye ağaçları yalnız seraplarda göze hoş gelir. Neden bilmem, taksi bulmak da sanki kötü bir rüyadaymışım gibi mümkün olmadı. Nihayet ağır kokular yayan mavi teneke bir minibüse attım kendimi. O hurda yığını dolambaçlı yolda neredeyse her dönüşte bir “müsait yerde inecek var”la dura dura gideceğim yere anca yirmi dakikada varabildi; o sihirli yaz boyunca her bir taşını, her bir çalısının her bir sapını ezberleyeceğim kestirme yolu kullanarak sahilden yürüsem yaklaşık o kadar vakit alırdı. O korkunç yolculuk sırasındaysa yaz sihirli mihirli değildi! Gelmeyi kabul edişimin tek sebebi, “enfes enginler”de (Bennett’ten mi bu? Barbellion’dan mı?) deliliğin kenarından geçen bir sinirsel şikâyetimi tedavi etmekti. Başımın sol yanı sızım sızımdı, toplar labut deviriyor gibiydi. Diğer yandaysa bön bir bebek önümde oturan annesinin omzu üzerinden dik dik bana bakıyordu. Simsiyah giyimli siğilli bir acuzenin yanına sığışmış, yeşil denizle gri falezlerin arasında yalpalanırken mide bulantımla mücadele ediyordum. Nihayet Carnavaux köyüne vardığımızda (benekli ağaç gövdeleri, sevimli barakalar, postane binası, kilise) hislerimin tümü kaynaşarak altuni bir resme dönüşmüştü; bavulumun içinde duran, Ivor’a getirdiğim ve o daha göremeden tadına bakmaya ant içtiğim viski şişesiydi bu. Minibüsçü ona yönelttiğim soruyu duymazdan geldi ama benden önce inecek olan koca ayaklı, tosbağa kılıklı küçümen bir rahip yüzüme bakmadan çapraz yönde bir caddeyi işaret etti. Villa Iris, dedi, yürüyerek üç dakika. Tam iki valizimi yüklenip güneşin aniden bir üçgen halinde düştüğü yola çıkıyordum ki karşı kaldırımda muhtemel ev sahibim belirdi. Yanıma doğru giysileri alıp almadığımı aklımdan geçirdiğimi –aradan yarım asır geçti ama!– hâlâ hatırlıyorum. Ev sahibim kısa pantolon ve kundura giymişti ama çorapsızlığı göze batıyordu; bacaklarının görünen iki santimlik kısmı feci derecede pembeydi. Postaneye gidiyor ya da gidiyormuş gibi yapıyordu; ziyaretimi Ağustos ayına kadar ertelememi önerdiği bir telgraf gönderecekti, o zaman Cannice’teki işi eğlencemize mani olmayacaktı. Hem Sebastian’ın da –o kimse artık– bağbozumuna ya da lavanta şenliğine yetişebileceğini umuyordu. Bu lafları mırıldanarak, içinde tuvalet eşyamın, sağlık malzemelerimin ve neredeyse yazmayı bitirdiğim (sonunda Paris’te bir émigré dergisine gönderilecek) sone derlemesinin bulunduğu küçük valizimi aldı. Sonra pipomu doldurmak için yere bıraktığım büyük çantamı da aldı. İncir çekirdeğini doldurmayacak bu ayrıntıların bol bol aklımda kalması, büyük bir olayın öncü ışığına yakalanmış olmalarından herhalde. Ivor sessizliği bozdu ve kaşlarını çatarak beni bir misafir olarak ağırlamaktan memnuniyet duyduğunu, ancak Cambridge’deyken söylemeyi unuttuğu bir konuda beni uyarmak durumunda olduğunu söyledi. Hazin bir vaka nedeniyle bir haftaya feci sıkılabilirmişim. Eski mürebbiyesi Miss Grunt kalpsiz ama akıllı bir insanmış; Ivor’un kız kardeşinin “çocukların asla sesi çıkmamalıdır” kaidesini asla çiğnemediğini, hatta bunu kimsenin ağzından duymaya gelemediğini tekrar tekrar söylemekten çok hoşlanırmış. Hazin vaka da şuymuş, kız kardeşi – ama onun hikâyesini anlatmayı biz en iyisi valizlerimizle birlikte eve yerleştikten sonraya bırakalım.

2

“Peki senin nasıl bir çocukluğun oldu McNab?” (Ivor, beni yaşamının ya da şöhretinin son demlerinde bu takma adı kullanan hırpani ama yakışıklı bir jöne benzettiğinden bana bu isimle hitap etmeyi alışkanlık edinmişti.) …

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. İhtişam ~ Vladimir Nabokovİhtişam

    İhtişam

    Vladimir Nabokov

    “Yıldızlı evrenin trapezlerinde uçaninsan düşüncesi, altında uzanan matematikle birlikte, ağla çalışan ama birdenbire ağın aslında orada olmadığını fark eden bir akrobata benzer – Martin...

  2. Ada ya da Arzu ~ Vladimir NabokovAda ya da Arzu

    Ada ya da Arzu

    Vladimir Nabokov

    Ada, Adoçka, Duşka! Vaniada, Nevada, Theresa! Voltemand, Vaskö dö Gama! Vaniçka, Adalucinda! Vandemonian, Ladore! Adore, Ada, Hades! Ada ya da Arzu’da Nabokov okura, hafızamız...

  3. Göz ~ Vladimir NabokovGöz

    Göz

    Vladimir Nabokov

    “O kadınla, o Matilda’yla Berlin’deki émigré varoluşumun ilk yıllarında tanıştım, iki zaman diliminin yirmili yıllarının başlarında: bu yüzyılın ve kendi berbat hayatımın…” Göz, s.11...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Peygamberin Şarkısı ~ Paul LynchPeygamberin Şarkısı

    Peygamberin Şarkısı

    Paul Lynch

    Başkalarının kâbusu sizin kâbusunuz olmasın! İrlandalı yazar Paul Lynch’in 2023 Booker Ödülü’ne değer görülen “anıtsal” romanı Peygamberin Şarkısı, totaliter güçlerce iç savaşa sürüklenen bir...

  2. Domuz Baba ~ Terry PratchettDomuz Baba

    Domuz Baba

    Terry Pratchett

    Bu yıl uslu bir çocuk oldunuz mu? Sör Terry Pratchett’ın kaleme aldığı “Diskdünya” serisinin ilk kez Türkçeye çevrilen yeni kitabı Domuz Baba, kadim yılbaşı geleneklerinin...

  3. Silas Marner ~ George EliotSilas Marner

    Silas Marner

    George Eliot

    Yıllar önce, haksız yere hırsızlıkla suçlanarak kilise cemaatinden kovulan dokumacı Silas Marner, gönüllü sürgün olarak Raveloe köyüne yerleşir. Köy halkıyla görüşmeyen, özel yaşamını sır...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur