Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Sen Çok Yaşa E mi Çocuk
Sen Çok Yaşa E mi Çocuk

Sen Çok Yaşa E mi Çocuk

Eda Veciz Doğan

Bazı süper kahramanların, pelerini yoktur. Onlara ‘baba ‘ denir. Kız çocukları aşıktır babalarına gözlerini açtıkları ilk andan itibaren ,ilk göz göze geldikleri anda, aşık…

Bazı süper kahramanların, pelerini yoktur. Onlara ‘baba ‘ denir.

Kız çocukları aşıktır babalarına gözlerini açtıkları ilk andan itibaren ,ilk göz göze geldikleri anda, aşık
olurlar babalarına. Güçlü, merhametli ,güvenilir, hoşgörülü ,şefkatli insan figürüdür baba. Olmalıdır!
‘Baba Çınar gibidir, meyvesi olmasa da, gölgesi yeter… Sözü boşa söylenmemiştir. İnsan babasına sırtına dayayabilse, dünyayı fethedebileceğini düşünür. Babasının dizlerine yatıp, saçları okşansa ,tüm sorunları
biter, o küçük kız çocuğunun! Ve o gün, son gün geldiğinde, babasını kaybettiğinde, büyür o kız çocuğu!!!

MART 2020 

SEVGİLİ BABAMA; 

ÖNSÖZ 

1992 yılının Ağustos ayında babamı ani kaybetmemizin hemen ardından, babamın amatörce yazdığı şiirlerini bir kitapta toplamış ve hatıra kalması amacıyla,  bunu tüm sevenlerine dağıtmıştım.O zamandan ,bu zamana babama olan özlemim hiç bitmediği gibi giderek arttığı için ,kendi anılarımdan oluşan ,bir anı kitabı yazmaya ve bu kitapta babamı anlatmaya karar verdim.Bu kitap sayesinde, hem çocukluğumu tekrar yaşama fırsatı bulabilecek, hem de o dönemde ki gelenek ,görenek ve yaşantımızı anlatabilecektim.Ve bu kitaba yazılacak en uygun önsözün de, Şubat 92te babamın şiir kitabına ablamın yazdığı ‘önsöz ‘ olabileceğini düşündüm.Çünkü o duygularla yazdım ben bu cümleleri.Size olup biteni anlatır gibi, sizinle sohbet eder gibi düşündüm bu kitabı.Hadi sizde bir fincan içeceğinizi elinize alın ve beni dinlemeye hazırlanın.Kim bilir; belki benim çocukluğum, arkadaş olur sizin çocukluğunuzla..Ve belki de çok iyi bir dost.. 

DEĞERLİ BÜYÜĞÜME 

Hani derler ya,’’on parmağında on marifet ‘’ var diye.İşte benim babam, bizim babamız Türkay VECİZ böyle bir insandı.Yaşamı boyunca çalıştı, didindi.Hürriyet gazetesi muhabirliği, Bolu mahalli gazetelerinde köşe yazarlığı, tiyatro yönetmenliği, basın müşavirliği, T.R.T. muhabirliği, Anadolu Ajansı Bolu temsilciliği, belediye encümen üyeliği, belediye reis vekilliği, Boluspor genel sekreterliği ve basın sözcülüğü, T.S.Y.D. üyeliği ve şiir yazmak gibi birçok işlerle uğraştı. 

Babam, bu yoğun dünyevi işlerle uğraşırken, hiçbir zaman ahiret işlerini ihmal etmedi. Cuma namazlarına gider, kurbanını keser, zekatını verir, muhtaç olanların ihtiyaçlarını karşılar, kandil gecelerinde abdestini alır, Kuranını dinler, namazını kılardı.Bizi karşısına alır, sık sık güzel nasihatlarda bulunurdu.Babamız bu dünyanın geçici olduğunu bilir, unutulmamak için kalıcı eserler bırakmak isterdi.Veciz sitesi, yanında ki Veciz çeşmesi ve şiirleri bunun en güzel örnekleridir. 

Babam neşeli, yaşamayı seven, gününü dolu dolu geçirmek isteyen bir kişiliğe sahipti.Yine bir gün sohbet ederken; kızım bu dünya gelip geçici, bizler baki değiliz, elbette bir gün öleceğiz.Baki olan iyi bir isim bırakmaktır, demişti, Önce bundan pek fazla bir şey anlayamamıştım.Fakat şimdi daha iyi anlıyorum;

AŞK FUTBOL TANIMAZ 

-Babacığım sen bize iyi bir isim bıraktın.Şimdi sıra bizde.Bizler senin bıraktığın yerden devam edecek, sana layık olacak, senden aldığımız bilgi ve özgüven ile Türkay VECİZ’i yaşatıp, onu ölümsüzleştireceğiz. 

Bunun için ilk adımı atmış bulunuyoruz. 

Ruhun şad olsun Babacığım…….. 

NEDEN ANI KITABI YAZDIM? 

1-Geçmişmve cocuklugumu bir kez daha yaşamak 

2-Anılarımi unutulmaktan kurtarmak. 

3-Yok olup gitmesini göze alamadığım cocukluguma kalıcılık kazandırmak 

4-Anıyı oluşturan olayı ,durumu,yerleri,kişileri anlatarak,başkalarının bilgisine sunmak. 5-Pişmanlığı dile getirip içini boşaltmak ve günah çıkarmak

Hayat akıp giderken; etrafa kimi zaman dolu gözlerle baktığım zamanlarim var benim. Sanki kaçırmak istemediğim bazı anlar var.Kacirmak istemedigim zaman ve hayat var. 

Geleceğe doğru giderken,biriktirmek istediğim anlar anılar………… 

MERHABA 

Bende geldim , herkes gibi dünyaya, 

Derim Merhaba.. 

Kime neye bilmem 

Derim;Sadece Merhaba.. 

Dikenli yollardan geçtim.

AŞK FUTBOL TANIMAZ 

Acı sular içtim, 

Hala geçerim, durmadan içerim. 

Neye , neden bilmem; 

Derim,sadece merhaba

Bitmeyen çilelere düştüm, 

Sayısız yaş günlerimi gördüm. 

Hala hayat yolum değişmedi. 

Derim sadecebilmem neden.MERHABA Herkes mi böyle ,yoksa sadece ben mi? 

Neden bilmem derim yine Merhaba 

Merhaba demekten yoruldum, 

Çile çekmekten kavruldum. 

Hayat bu mu anlayamadım.. 

İstesem de, istemesem de; 

Niye neden bilmem, 

Derim sadece.MERHABA.. 

Dikenli yollarda kalsam, 

Acı sularda boğulsam, 

Neden bilmem neden ; demeyeceğim artık MerhabaVECİZ der ki; 

Hayat bu mu? Devamlı yokuş mu? 

İnsen de çıksan da, 

Diyeceksin neden bilmem nedendir, 

Sadece MERHABA 

12.05.1971/T.V

BÖLÜM 1

AŞK FUTBOL TANIMAZ 

ÇOCUKLUĞUM 

Çocukluğumun geçtiği Bolu ; Ankara ve İstanbul arasında kalan küçük bir şehirdir.Bu iki büyük şehrin arasında olması sebebiyle; başkent ve metropol arasında sık sık gider gelinirdi .Alışveriş zamanı Ankara’ya, konser, tiyatro ve boğazda balık faslı yapmaya ise İstanbul’a gidilirdi.Bolu gibi deniz olmayan bir şehirde (ki deniz ve mavi benim için ‘hayat ‘ demektir ) yaşıyorsanız eğer ,yazın çokta yapacak bir şeyiniz yok demektir.Kış için ise bolca aktivite bulabilirsiniz Bolu’da.Kış demek Bolu’da kar demek olduğundan, benim çocukluğumda en büyük keyiflerimizden biri, kar topu oynamaktı. 

Tüm mahallenin çocukları toplanır, akşam karanlığında ,burnumuz aka aka , donmuş ellerimizle, saatlerce kar topu oynardık.Yaptığımız kocaman kardan adamlara, bir kimlik kazandırmak amaçlı; komşulardan zeytin, havuç, atkı, bere ne bulursak toplardık. 

O zamanlar da kötülük mü azdı , yoksa herkes karşısında ki insanı iyi mi bilirdi bilinmez; ama herkes birbirini tanır ve saygı gösterirdi.Şu an benim yaşımda olanlar, o dönem bizim için teyze ve amcaydı.(neyse ki çocuklarımın arkadaşları bana abla diyor )takım elbiseli beyler,döpiyes ve tayyörlü kadınlar.Kimi memur, kimi esnaf, kimi emekli, kimi çalışmazdı.Ama herkes akşam aynı saatlerde, bir evin salonunda toplanan ,aile üyeleri gibi, mahallelerimizde toplanmaya başlar ve akşam karanlığı çöktüğünde de evlerine girerlerdi. 

Her evin kapısında güzel kokular, birbiriyle değiş tokuş edilen tabaklar.Kaşık çatal sesleri, sıcacık evler ve gülen yüzler..Sanırım o dönemlerde herkes mutluydu. Selamlaşmalar, hal hatır sormalar çok olağan şeylerdi.Şimdi ki gibi insan insandan korkmaz, apartmanlarda karşılaşınca ,selam vermemek için kaçacak delik aramazlardı. 

Daha sonra bahsedeceğim gibi , mahallemiz dik yokuşlardan ibaret olduğundan dolayı,o bayırları kaya kaya buz pistine çevirirdik.Altlarımızda önceleri poşet alırdık ıslanmamak için.Ama o buz pisti gibi olan bayırlarda ,pantolonlarımız o kadar çok ıslanırdı ki ,eve geldiğimizde soğuktan yapışan pantolonlarımızı çıkarmak için dakikalarca uğraşmamız gerekirdi. 

İlkokul dönemlerimde , ahşaptan kızak sahibi olmuştum.Kaydığın yolu jilet gibi yapar ama en azından oturduğumuz yerlerimiz üşümezdi kızak sayesinde.Bizim yaşıtlarımızda sıkıntı yoktu ama büyüklerimiz çok kızarlardı kaymamıza.Çünkü onlar buz pistine dönmüş yollarda yürüyemez, düşmekten ayakta duramazken,biz bütün gecenin ayazında kaydıca kayarak, o soğuk gecelerde o bayırları, parlatana kadar uğraşırdık. 

Ayrıca günlerden Pazar ve annem ile babam çalışmıyorsa ,hele birde lapa lapa kar yağıyorsa ,istikamet Abant’tı.Tüm güzelliği ve yeşilliği, muhteşem ihtişamıyla kaplayan kar, ortaya inanılmaz bir sanat eseri bırakarak, doyumsuz bir güzelliğe şahit ettirirdi bizleri……

KAMBUR 

Lapa lapa yağ

Yağ beyaz karım yağ.

AŞK FUTBOL TANIMAZ 

Şehirleri , ovaları, köyleri, 

Beyaz yorganınla kapla. 

Her kapladığın yerde, 

Günahları örttüğünü biliyorum. 

Hem de ,üç mevsimin günahları. 

Beyaz yorganın altında; 

Simdi erisin karlar. 

Kar suları içinde, 

Günahlarda aksın. 

Temizlensin şehirler ,ovalar,köyler. 

Peki……

Bir kambur misali, 

Üzerimizde ki büyük günahları, 

Kar suları temizleyebilecek mi? 

HAYIR. 

Öyle ise düş secdeye , 

Et tövbeni ,at kamburunu. 

Bir daha da kamburları, 

Yük etme üstünde. 

Uçman, 

Uçup gitmen kolay olsun diye. 

12.02.1992 T.V 

BÖLÜM 2 

79-80 futbol sezonunun yeni açıldığı günlerdi..Babam 38 yaşında ve yanımda bir dağ. Yakışıklı, güçlü ve güvenilir.İnsan babasının yanında hayatta neden korkabilir ki?En güçlü, En korkusuz zamanlarım.Ne şimşek, ne karanlık ne de canavarlar korkutuyor beni.Yanım da ‘’Aslan Babam ‘’ var benim.

Henüz 4.5-5 yaşlarımdayım .Beli sürekli düşen, yüksek bel pantolonum, örme hırkam ve kalın kürklü kahverengi montumu giydirmiş annem üstüme.Başımda kırmızı örme (kafadan geçirilerek kullanılan, boynu da kapatan bir tür kırmızı başlıklı kız şapkası ) berem.Yalnız o zamanlar çok modaydı söyleyeyim. 

Karlar içinde bir Pazar sabahı el ele tutuşup, yine ‘’Boluspor’un ‘’ maçını izlemeye gidiyoruz.Nedense yolda normal yürüyemiyorum.Bir kanguru gibi zıplıyorum sürekli.Ya ısınmak, ya da aşırı şımarmaktan böyle yapıyorum sanırım bilmiyorum.Yanımda babam olduktan sonra ,nereye gittiğimizin hiçbir önemi yok.Babamın ‘Aslan kızı ‘olarak ,birlikte vakit geçirdiğimiz, futbol maçlarımız var bizim. Vakit geçirmek paha biçilemez.Hele birde onun zevk aldığı bir şeyi birlikte yapmak………

Ve çocuk yaşta tanışğım futbolla, ömür boyu dost kalacağımı bilemiyordum o yıllarda.. Geçmişim güzel anılarla dolu benim. 

BÖLÜM 3 

Biz dört kişilik çekirdek bir aileyiz.Annem ,ablam ,ben ve babam.Canımın içi güzel yıllarım.Babamın sağ olduğu, yanımda olduğu mükemmel yıllar.Gövdesine yaslandığım,gölgesine sığındığım babamın,yumuşacık ve sevgi dolu annemin ve her zaman bana sevgisini hissettiren canım ablamın olduğu ve hayatın hep böyle geçeceğini sandığım ,ancak çok çabuk bitip giden yıllar!!!!!Geçmişime dönüp baktığımda, gerçekten çok mutlu bir çocukluk dönemi geçirdim ben.Şu anda ise sadece bir film izleyip ,filmin sonunda ,oyuncuların isimlerinin akması kadar hızlı geçen yıllar…….Evin en küçüğü olduğumdan mı,babama aşık olduğumdan mı bilinmez;ben hep mutlu bir Çocuktum.Mutlu ve aynı zamanda da şanslı bir çocuk.Mutlu ve özgür bir hayatım ve kendimi çok güvende hissettiğim bir evim vardi benim.Sanirim o donem deprem de yoktu.Ya da biz bilmiyorduk.Ama emin olun kimse oturdugu evden korkmaz,enkaz altinda kalir miyim diye bir endişe yaşamazdı. 

Biz ne pandemi biliyorduk,ne orman yangını ,ne ekonomik kriz, ne online eğitim ,ne de siyaset.Biz masum dünyanın, kirlenmemiş çocuklarıydık. Keske öyle de kalabilseydik…… 

Kıvır kıvır saçlarım vardı benim. Onlar da her zaman benimle birlikteler ve hiç terk etmediler beni .Sadece küçük bir farkla.Çocukluğum da o kadar kıvırcık ve kabarıktılar ki, bildiğiniz bonus kafa gibi dolaşırdım ortalarda.Hatta aklım ermeye başladığı ve dışarı çıkacağımız zamanlarda; saçlarımı su ile ıslar, bastıra bastıra tarar ve tel tokalarla sıkı sıkıya model vermeye çalışırdım.Ancak su kurumaya başlayıp, saçlarım kabardıkça, toka bile tutmaz, eski haline dönerdi hemen saçlarım .Birde benim o kadar özenle uğraşıp, taradığım saçlarımı, dışarı çıkar çıkmaz, büyükler saçımın tepesini avuç içleriyle karıştırıp –ne haber ufaklık -? Demezler mi! sinirden gözlerim dolardı. 

Yine günlerden bir gün ,ailecek Ankara’ya ,Ulu Önderimiz ,Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu, Atatürk Orman Çiftliğine gitmek için yola çıktık.Ben arabaya biner binmez uyurdum.Buraya kadar her şey normal gözükse de, yüzüstü uyuduğumdan ve annem üstümü battaniye ile örttüğünden dolayı sadece saçlarım gözüküyormuş.Atatürk Orman çiftliğinin girişinde, güvenlik bizi durdurmuş ve tam içeri alacakken –Beyefendi maalesef köpekler içeri giremez –demiş.(beni Kaniş zannetmiş sanırım )Bunu duyan babam;

-Yok beyefendi o köpek değil, benim kızım..Saçlarını da alıp geldi –demiş.Bu anı bizim için yıllarca konuştuğumuz ve bizi hep gülümseten sıcacık anlarımıza şahitlik etmiştir. 

Çocukluğum boyunca , maddi olarak ,sıkıntı çekmeden büyüdüm ben.Her şeyim vardı.Sıcacık bir evim, huzur dolu bir ailem, havlayan oyuncak köpeğim, bisikletin üzerinde pedal çevirerek giden bebeğim, ilk çıkan Barbie’m.( Ki bu bizim zamanımız için imkansız sayılacak bir şeydi.)O dönem popüler olan televizyon programlarından “Küçük ev” adlı diziyi çok severdim.ve o dizide ki ‘Lora ‘karakteri benim vazgeçilmezlerimden biriydi.Bu sebeptendir ki, bir gün babam bir iş seyahati dönüşünde ,bana Lora’nın dizide giydiği geceliğin, neredeyse aynısını bulup, getirmişti.Birde geceleri yatarken başlarına taktıkları, kenarları fırfırlı, komik beyaz şapkaları vardı.Tabi ki babam gecelikle birlikte ,onu da alıp getirmişti bana.3 yıl boyunca, her gece saçlarımı iki yandan örüp, o geceliği giyip, başıma da o şapkayı takıp, öyle uyudum ben. (tabi ki yıkanıyor du)Şarkısı bile  aklımdadır hala.Benim bildigim kadar ingilizce ile söylediğim şekliyle; 

Lora İglıs,Lora İglısig 

Karolin Karolin kıs kıs kıs 

Meri Keri, Meri Keri 

Çarls İglıs 

Çocukken neden bilinmez, ben ne kadar terlik giymeye karşıysam, annemde giymem konusunda o derece ısrarcıydı.Ve bizler yaşımız kaç olursa olsun (ablam liseyi bitirene kadar )akşam saat 20.00 oldu mu hemen yatmak zorundaydık.(Cumartesi geceleri hariç )Ama Allahtan annem ‘uykudan önce ‘ programını izlememize izin verirdi.Rahmetli Adile Naşit’in sunduğu ‘uykudan önce ‘ programında Adile teyzemiz ismiyle çocuklara seslenir ve anne ve babalarını üzmemeleri ,için nasihatlerde bulunur ve hikayeler anlatırdı.Bir akşam yine ağzımız açık bir şekilde Adile teyzemizi izledikten sonra, 

İyi geceler kuzucuklarım –diyerek programın kapanışını yapmak üzereydi .Bende her zaman ki gibi televizyonun karşısında ki koltuğumdan kalktım ve yine her zaman ki gibi terliklerimi koltuğun önünde bırakarak,odama gitmeye çalışıyordum.Tam o esnada, Adile teyzem; 

-Eda,Edaa,Edaaa – diye seslenmesin mi! 

Ağzım açık bir şekilde,-Efendim Adile teyzem –dedim.(Zeki Müren’de bizi görecek mi gibi oldu! ) -A Eda’cığım terliklerini giymeyi yine unuttun kuzucuğum –demesin mi! 

Terlikle , televizyon arasında donakaldım. 

-Hadi bakalım Eda’cığım, bir daha söz ver bana, terliklerini hep giyeceğine dair –dedi.-Bak annen nasıl üzülüyor – 

-Söz Adile teyzeciğim –dedim.

İyi geceler kuzucuklarım- dedi. 

Ve ben 40 senedir Adile teyzeme verdiğim sözü tuttum ve hiçbir zaman terliksiz dolaşmadım. Çocukluğumda ben de çok yer etmiş ve iz bırakmış bu anım sebebiyle, rahmetli Adile Naşit’i de rahmet ve şükranla anıyorum. 

Bizim ailemiz için en önemli şeylerden biri de Milli ve dini bayramlarımızdı.Tüm dini bayramlar için, hazırlıklar günler öncesinden başlardı.Ev ve kendimiz için alışverişe çıkılırdı.Önce market, kasap, manav eve ne gerekliyse, buralardan temin edilir, dolmalar, sarmalar, baklavalar ve börekler bayram sabahı için hazır edilirdi.Arife günleri ise evler muhakkak temizlenir ve ertesi sabah kapıya gelecek olan çocuklar için; mendil, şeker ve bozuk para temin edilirdi. 

Kapı kapı dolaşmak sadece bayramlar da değil ,kandil günleri de yaptığımız ve heyecanla beklediğimiz günlerdi.Hava kararınca ellerimize çay tabaklarının içine yaktığımız mumlarımızı alır, mahallede ki tüm evlerin kapısını çalardık.Hep bir ağızdan; 

-Mum gecesi…. 

-Kandil gecesi….. 

Diye bağırarak dolaşır, yaktığımız mumlar sayesinde de , çok güzel bir görüntü oluştururduk.Gecenin ilerleyen saatlerinde ise, kuytu bir yerlere geçer, bir taraftan keyifle şekerlerimizi yerken, diğer taraftan ne kadar harçlık topladığımızı sayardık. 

Arife günü bize kıyafet olarak yapılan alışveriş ise pek kıymetlimizdi . Yeni alınan ayakkabılarımızı kimimiz yatağının altına koyarken, kimimiz yastığının altında saklar ,gün ağarmadan neşeyle uyanılır ve hemen yeni kıyafetler giyilirdi. 

En çok özlediğim şeylerden biride , yaza denk gelen ramazan günleriydi.Biz çocuk olduğumuz için sadece ‘tekne orucu ‘ tutmamıza izin verirlerdi.Bu oruçta günde 3 öğün yiyebiliyordun.Sabah kahvaltısı, öğle yemeği ve akşam ezanı okununca da ,iftarını yapıyordun.Bu oruçta tek yasak olan şey; aralarda yemek yemekti.Akşam gün batımına yakın hazırlanan upuzun beyaz örtülü masalarda ,çeşit çeşit yemekler sırayla masaya gelmeye başlarken, balkonda durup, ezan sesini dinlemek ,benim vazifemdi, Top patlayıp, ezan okunmaya başlanınca, hep birlikte sular içilir ve yemekler yenmeye başlardı.Sahur ise, güneş doğmaya yakın, tan yeri ağrırken, kaşık çatal sesine uyandığım ve balkonda kurulan o harika sofrada ,yerimi almak istediğim bir sahne olurdu benim için.Bizimkiler sen yat diye ısrar etse de ,orada kalıp, o sofranın ve gün ağarırken kavakların dans edip, ılık rüzgarın, yüzüme dokunması,uykudan çok daha tatlı gelirdi bana. 

Bayram sabahları ise evde hep; Sevgili Barış Manço’nun ‘bugün bayram erken kalkın çocuklar ‘ şarkısıyla uyandırırdı babam bizi.Evde bayram sabahları bu şarkı ile gelenekselleşmişti.Hatta ben bile hala ,bayram sabahları bu şarkıyı açar, hem babamı ,hem de Barış Manço’yu anarım bu sayede.Bu sebeptendir ki, Benim çocuklarım Barış Manço’yu da ,dedelerinide çok iyi tanırlar

Sabah erkenden bayram namazına giden babam; gelirken fırından sıcak ekmeğimizi de alıp gelir ve o geldiğin de kahvaltı çoktan hazır olurdu.Kahvaltıya oturmadan ,tüm büyüklerin elleri öpülür, sakız gibi beyaz mendillerin içlerine konan harçlıklar, bir güzel ceplere indirilirdi.Bayram süresince eş,dost ve akraba ziyaretleri hiç bitmez, her gidilen yerde ikram edilen yiyeceklerden dolayı, bayram bittiğinde herkes potansiyel şeker hastası olurdu

Dini bayramlar bizim için ne kadar önemli ve özelse , milli bayramlarda aynı özenle kutlanırdı.Özellikle okul dönemine denk gelen bayramların hazırlıkları haftalar hatta aylar alırdı.Bolu şehir stadyumunda, tüm okulların katıldıkları çeşitli etkinliklerden önce şehirde, kortej eşliğinde stadyuma kadar yürünürdü.Genç yaşlı yol kenarlarına dizilir, ellerinde Türk bayraklarıyla bizleri selamlarlardı.Kortej, yola kurulan protokol tribününün önünde durur, asker selamı alarak yoluna devam ederdi. 

Stadyumda ise bir kısım öğrenci ellerinde ki kartlarla Türkiye haritası çizerken, bir kısım öğrenci marşlar eşliğinde gösterilerini yapardı.Yüzlerce kişinin katıldığı bu törenlerde ,en son muhakkak dev Türk bayrağı açılırken,tribünde ise,Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk ‘ümüzün portresi yapılırdı.Bu faaliyetler ana okulunda başlayıp,liseyi bitirinceye kadar her öğrencini zevkle yaptığı ve yaparken de müthiş gurur duyduğu kutlamalardı. 

Ana okulundan önce de gittiğimiz bayram kutlamalarında benim için olmazsa olmazım, uçan balonlardı .Sadece bayramlarda gelen baloncudan alınan ,üzeri renkli tek bir uçan balon,havası gidene kadar odamın baş şesinde ki yerini alırdı.Uçan balon deyince de ,hep aklıma ,geniş gözlükleri ve kalın pantolon askılarıyla İbo’ nun ‘ benim balonlarım vardı ‘ şarkısı gelir. Mekanı cennet olsun. 

Hatta törenlerden döndüğümüz bir bayram günü ablamın çok ısrar etmesine rağmen onu dinlememiş ve evimizin bahçesinde oynarken, balonumun ipini kaçırmış ve balonum gökyüzünde gözden kaybolurken, bu şarkıyı söyleyip söyleyip ağlamıştım.O şarkı benim şarkım olmuştu o zamandan sonra.’Benim balonlarım vardı, onları kimler aldı.’ 

O donem hepimizin onlarca şarkısı vardi.Bizi bize anlatan..Bir şarkı tutarsın.O seni anlatır. Sen, sana anlatılanı dinler, ezber eder, sonra da ağlarsın…Kimi zamanda kalkar göbek atarsın.Mesela; 

‘ Yemeni bağlamış telli başına , 

Zülüfleri düşş hilal kaşına, 

Henüz girmiş 13-14 yaşına , 

Eda’lı işveli köylü güzeli’ diye, 

Sözleri olan türkünün de bana yazıldığını düşünür, söylerken çok mutlu olur ve bu şarkıyla da coşardım. 

Sebebi bu türküden midir bilmiyorum büyüme yaşı olarak kendime 13 yaşımı seçmiştim .Herkes 18 yaşını beklerken ,benim için en önemli yaş 13 idi.Hatta 13 yaşına girdiğim ilk aylarda bana atılan lafla çok mutlu olmuş, ama bana laf atan kişiyi babaannemin püskürtmesiyle, bunun çokta iyi bir şey olmadığına kanaat getirmiştim.

BÖLÜM 4 

Sonunda stadyuma girebilmiştik.Sanırım önemli bir takımla oynuyorduk.Giriş epey kalabalıktı çünkü.Yerimize oturduktan kısa bir süre sonra hakemin düdüğüyle maç başladı. Tezahüratlar, ıslıklar, yuhalamalar, sevinçler, üzüntüler.Babam –Hadi oğlum, koş aslanım – dedikçe ,bende onun söylediklerini tekrarlıyordum.Neresi bizim kale, neresi onların kalesi hiçbir fikrim yoktu.Babam ne yapıyorsa ,ben sadece onu taklit ediyordum. 

Zaten ne önemi vardı ki ? Önemli olan babamla birlikte olmak ve tabi bilmediğimi belli edip ,salak durumuna düşmemek!-Saf bir çocuktum ben.SÖYLENİLENİ SORGULAMAYAN ,herkese ve her söylenilene inanan bir yapım vardı.Mesela ; 

çok uzun bir süre annemi rujlu doğmuş zannederdim ben. Meğer annem sadece çok bakımlıymış.Ama ne zaman uyansam annemi rujlu gördüğüm için, dudak rengini hep kırmızı sanır, benim niye öyle değil diye ağlardım gizli gizli-(aslında ilkokulu bitirene kadar böyle sandım ama,çok kadim bir dostum bunu kimseye söyleme dedi! 

Fakat her gol atıldıktan sonra babama ,-Hangi takım attı babacığım?-diye sormam ,benim hakkımda ipuçlarını da veriyordu aslında……Ben ve ablam kendimizi bildik bileli; babamıza hiç ‘’baba’’ demedik.Hep ‘’Babacığım’’ dedik.Fakat bunu hızlı ve sürekli söylediğimizden dolayı ‘’Babacığım ‘’ kelimesi yerini ‘’Baacım “ kelimesine bıraktı.Bizim evimizin vardı öyle değişik ritüelleri..annemde babama “Hasbınd “ diye seslenirdi mesela.Ablam ise bana ‘’Cön Eda ‘’ derdi. 

Her Cuma babaannemlere gidilir , babaannemin yaptığı enfes yemeklerden yenilirdi .Her cumartesi akşamı dışarıda yemek yenilir, Eğer babam bir kadeh bir şey içtiyse; yemek yediğimiz otelde muhakkak konaklanırdı. Pazar sabahları ise şayet evde uyandıysak, pide yaptırılırdı mutlaka.Bu bizim olmazsa olmazlarımızdan birisiydi.İşin en güzel tarafı; Pazar sabahları kahvaltımızı ,televizyonun karşısında yapabiliyorduk.Tam o saatlerde “Metro Goldwyn Mayer “yapımı kovboy filmleri başlardı. 

Film bitene kadar masadan kalkılmaz , fakat eller yağlı olduğundan (annemin korkusuna ) avuçlar kapalı ve masanın üstünde yumruk şeklinde beklerdik.Film biter bitmez,’Pazar konseri’ başladığı için, eller yıkanır ve ödevler yapılmaya başlanırdı.

Ne çok şeyi özlüyor insan o günlere dair.Birlikte oturulan kalabalık sofraları, uzun uzun yapılan kahvaltıları, babaannemin mantısını, içtiğimiz portakallı oraletleri , kışları, yazları, yazlığı, tüm çocukluğumun geçtiği Bolu’yu özlüyorum”.En çokta tek korkumuzun şimsek çakması olduğu günleri…. 

Maç sırasında ki bütün o bilmiş tavırlarımdan sonra (daha doğrusu bilmiş gibi yaptığım tavırlarımdan sonra )babamla el ele tutuşur, evin yolunu tutardık. Fakat işte tam da o zamanlarda foyam ortaya çıkardı benim.Çünkü Bolu’da oturduğumuz mahallede her sokak birbirine benzerdi.Tüm sokaklara ,birbirine paralel 4-5 bayırdan inerek ulaşman gerekirdi.Sokağın başına geldiğimiz vakit, babam,-hadi bakalım söyle şimdi ,hangi yokuştan ineceğiz ?- diye sorduğu an, bir kere olsun doğru yolu bulamazdım.Ve sürekli yanlış yollara girmeye çalışırdım. 

O zaman da hiç yol ve yön tayinim yoktu benim.Hala da yoktur.İçimde ki çocuğu hiç büyütmedim ben……..Hala yüzlerce kere geçtiğim sokakları bir turlu bulamaz ve sürekli kaybolurum ben.Neyse ki artık navigasyon diye faydalı bir uygulama var.Yoksa bizler hala, elimizle arabanın camını çevirme işareti yapıp,adres sormak zorunda kalabilirdik! 

Birde babam –hadi bakalım sen önden git, bana yolu göster – dediği için, bir havayla yürürdüm önden.Aynı babam gibi ,iki elim arkaya bağlı. Ama babamın –yanlış yoldasın Eş……….Şek cümlesiyle havam çabuk sönerdi.Eş……..Şek kelimesi benim için sevgi sözcüğüydü o zamanlar.Babam öyle sevgi dolu söylerdi ki, bana dünyanın en güzel iltifatı gibi gelirdi.Hatta yanılıp ta, ismimle seslendiğinde bana kırgın veya kızgın olduğunu düşünür, boş yere endişelenirdim. Endişelenmek hafif kalır aslında.Ciddi ciddi bir hata yaptığımdan korkar ve sürekli babamın yüzünü gözetlerdim. 

Yani anlayacağınız benim futbolla tanışmam tam da evin yolunu bulamadığım o dönemlere denk gelir. 

Bir yandan evin yolunu bulmaya çalışırken,diger yandan da sol elimle, beli düşen pantolonumu çekiştirir dururdum sürekli. Beli düşen pantolonlarla ,başım hep dertteydi zaten benim.Oldum olası ,pantolonlarımı yukarı çeker, düşecek diye aklım çıkardı.Buna rağmen pantolonlarım hep düşerdi belimden.O kadar zayıf bir cocuktum ki; lastik kemerler hariç, belime olan bir kemer yoktu.Fakat bilen bilir,tuvalete son anda gittiysen, lastik kemeri acmak genelde imkansızdır ve sonuç ise tam bir felakete donuşebilir. Etek ise hiç giymezdim ben. Yazın şort, kışın pantolon tercihimdi..Maskulen bir yanım vardı çocukken.Hala da aynı. İçimde ki çocuğu hiç büyütmedim ben. Hiç öldürmedim. Hala saçma sapan kararlar alıp, saçma sapan davranabilirim .Sen çok yaşa e mi cocuk! 

Çocukluk anılarımız ; Masum ,utangaç ve tertemizlerdir. Yanakları koşturmaktan kızarmış, kalbi bir kuş gibi pır pır atan küçük çocuklardır. onlar. O yaşta sabitlenmemizi sağlarlar.Ve bizimle hep oyun oynarlar.Televizyonları regülatörlerin çalıştırdığı, beyaz çorap giymenin ‘zevksizlik ‘ sayılmadığı, saklambaç oynarken,3’e kadar sayıp, ama arada buçuklu sayılar söyleyecek kadar vicdanlı ve masum çocuklardık bizler. 

İnsanların yaşları, konumları , statüleri, gelirleri ve eğitim düzeyleri ne olursa olsun, çocukluklarıdır onları şekillendiren. İnsan kaç yaşına gelirse gelsin, hep bir zamanda, hep bir zamanda takılı kalır.

Çocukluğunda……… 

İçinde ki çocuk ölmez onun için insanın. Kiminin ki top oynar ,kiminin ki sek sek.Hiç durmaz o çocuk.Hep yaramazlık yapar. Bazen ağlar, bazense ağlatır. Ve bir an da takılı kalır.Tıpkı çocukluğumuz da çok sevdiğimiz bir çizgi filmi izler gibi; iki dizinin üstünde ,suskun ve masum.Çocukluk anılarımız; masum, utangaç ve tertemizlerdir.O yaşta sabitlenmemizi sağlarlar.Ve bizimle hep oyun oynarlar. 

Onun için ölmez içimizde ki Çocuk!!!!!!!!!!!!! 

Onun için ölmez içimizde ki çocuk. Sen çok yaşa e mi cocuk! 

Doğduğumuz şehirlere döndüğümüzde, hele birde aile büyüklerimizin yanına gitmişsek, hemen uyanıverir o çocuk.Yine kendini güvende ve mutlu hisseder.Arkasında ailesi vardır sırtını dayayabileceği, güvenli evleri ve huzurlu mahalleleri. Hele birde babaannesinin yaptığı yemekleri……Baba evidir orası. Sımsıcak ve mutlu.Kaybetmenin şiddetiyle bir anda büyümek zorunda kalmadığı!Onun için ölmez içimizde ki çocuk. Anılar, sevgiler, ilgiler hep yaşasın diye.. 

Sen çok yaşa emi Çocuk!!!!!!!!!!!

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Sonsuzluğun Tarihi ~ Jorge Luis BorgesSonsuzluğun Tarihi

    Sonsuzluğun Tarihi

    Jorge Luis Borges

    Bu sayfalara adını veren o sıra dışı “sonsuzluğun tarihi” hakkında çok az şey söyleyeceğim. Zaman bizim açımızdan bir sorundur; sarsıcı ve talepkâr bir sorun,...

  2. Hay bin Yakzan ~ İbn Sina, İbn TufeylHay bin Yakzan

    Hay bin Yakzan

    İbn Sina, İbn Tufeyl

    9. yüzyılda Yunancadan Arapçaya çevrilen Salaman ve Absal öyküsü, başta İbn Sina’nın Hay bin Yakzan’ı olmak üzere, birçok İslam düşünürünün yapıtlarına kaynaklık etti. Genellikle...

  3. Afrika’nın Yeşil Tepeleri ~ Ernest HemingwayAfrika’nın Yeşil Tepeleri

    Afrika’nın Yeşil Tepeleri

    Ernest Hemingway

    Hemingway, Avrupa’da bulunduğu yıllarda sık sık Afrika’ya avlanmaya gitmiştir. Kendi ülkesinde de balıkçılıkla birlikte, avlanmanın her türüne ilgi duymuş; çoğunlukla avlanabileceği yerlerde yaşamış; daha...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur