Flashforward, Neanderthal Parallax ve WWW Üçlemelerinin Hugo, Nebula ve John W. Campbell ödüllü yazarı şimdi de her insanın aşabileceği ‘iyi’ ile ‘kötü’ arasındaki ince çizgi üzerine bir roman olan ‘Kuantum Gecesi’yle okurlarının karşısına çıkıyor.
Bir deneysel psikolog olan James toplumun içinde var olan ama fark edilmeyen psikopatları saptayacak yeni ve kusursuz bir yöntem geliştirmiştir. Ancak bilirkişi olduğu mahkemede çığır açıcı yöntemi konusunda sorgulanan James, yirmi yıl öncesinde hayatının altı aylık bir bölümüne ilişkin hiçbir anısının olmadığını keşfedince sarsılır. Bu altı aylık dönem iğrenç şeyler yaptığı bir dönemdir de aynı zamanda.
Belleğinin kayıp altı ayındaki döneminde kız arkadaşı olan Kayla Heron’la yeniden bir araya gelir James. Kayla artık insan bilincinin doğası konusunda şaşırtıcı bir buluş yapmış bir kuantum fizikçisidir. Dünya gittikçe büyüyen bir şiddet ve nefret dalgasının etkisi altındayken psikolog ile fizikçi dünya tümden karanlığa gömülmeden önce olanaksızı -insan doğasını değiştirmek- gerçekleştirmek için zamana karşı bir yarışa girerler.
YAZARIN NOTU
Kanada Işık Kaynağı senkrotronu, Manitoba Üniversitesi ve Kanada İnsan Hakları Müzesi gerçek hayattan alınmış kuruluşlardır. Öte yandan, bu romanda hiciv amaçlı kullanılan halka mal olmuş belli başlı isimler dışındaki bütün karakterler hayalgücümün ürünüdür. Adı geçen kuruluşlarda ya da başka yerlerde benzer mevkilerde bulunmuş ya da bulunan gerçek kişilerle herhangi bir benzerlik taşımaları amacı güdülmemiştir.
Romanda adı geçen halka mal olmuş gerçek kişiler Calgary Belediye Başkanı Naheed Nenshi, Başbakan Justin Trudeau gibi Kanadalı politikacılar ve Rusya Devlet başkanı Vladimir Putin’dir. Bu hikâyenin kısmen kuantum fiziğiyle ilgili olduğu düşünülecek olursa, söz konusu kişiler, roman karakterleri olarak burada resmedilen kişiliklerden rahatsızlık duyarlarsa, bir başka kuantum gerçekliğinde başka kişilikleri olduğu düşüncesinden hareketle kendilerini daha rahat hissedebilirler.
Kurguladığım karakterler, zaman zaman felsefeci David J. Chalmers; bilinç-araştırmaları uzmanı Stuart Hameroff ve çalışma arkadaşı Roger Penrose; psikolog Bob Altemeyer, Robert D. Hare, Kent Kiehl, Philip Zimbardo ve merhum Stanley Milgram gibi gerçek akademisyenlere atıflarda bulunsalar da, bu karakterlerin ulaştıkları öngörümler ve bu bilim insanlarının bulguları arasında tespit ettikleri karşıtlıklar yine hayal gücümün eserleridir.
1
Manitoba Üniversitesi Psikoloji Bölümü’ndeki birçok mes- lektaşım, Menno Warkentin’in araştırmalarına ayıracağı zamandan çaldığı gerekçesiyle “kaçınılmaz kötülük*” olarak nitelediği ders verme işini, karın ağrısı olarak görürdü ama ben derse girmeyi severdim. Evet, Curb Your Enthusiasm ya da Arrested Development dizilerinin eski bölümlerini ardı ardına izlemek, teleskobumla küresel kümelerin fotoğraflarını çekmek ya da muz kadar sevmezdim belki ama insanların yapmam karşılığında para ödeyecekleri şeyler listesi söz konusu olduğunda, ilk sırada olduğunu söyleyebilirdim.
Öte yandan sıra sıra dizilmiş, sıkıntılı ergenlerle dolu, ko- caman ve havasız sınıflarda birinci sınıflara ders vermenin bunaltıcı olduğu da inkâr edilemez bir gerçektir. Benim aynı konumda olduğum günlerin üzerinden yirmi yıl geçmiş olsa da, o zamanlar – hatta şimdilerde bile – içimi dolduran kaygı ve arayış karışımına bir anlam verebilmek umuduyla Psikolojiye Giriş dersine kayıt yaptırdığım o anı bugün gibi hatırlarım. Cogito ergo sum? (düşünüyorum öyleyse varım) Ben daha çok sollicito ergo sum havasındaydım – huysuzlanıyorum öyleyse varım.
Bugün, bu kasvetli günün sabahında verdiğim ders ise Erdemlilik ve Sinirbilimi dersiydi. Bu üçüncü sınıf dersini, Şubat ayındaki gün sayısından daha az sayıda öğrencinin alması sadece ders anlatmaya değil karşılıklı konuşmaya da imkân veriyordu.
* Kitabın pek çok yerinde rastlanacak felsefi göndermelerden biri. Agustinus’un ‘kötülük problemi’ne atıfta bulunuluyor. (Çevirmenin Notu)
Geçen derste, Watson ve Skinner’ın, karakutuya benzeyen beyinleri uyaranlara öngörülebilir tepkiler veren insanların birer etki-tepki makinesinden farksız oldukları görüşü üzerine hararetli bir tartışma yapmıştık. Bugünse davranışçı ekolü tahrip etmeye bir son verip karanlık bir yola sapmaya karar verdim ve öğrencilere sınıfın tavanına monte edilmiş projektorden Wikile- aks’in hafta sonu yayınladığı Savannah Hapishanesi fotoğrafl rını gösterdim.
Fotoğrafların bazıları, gardiyanların haberi olmadan yukarıdan çekilmiş güvenlik kameralarından gelen karelerdi. Ne kadar acımasız sahneler de olsa, en rahatsız edici olanlar bunlar değildi. Midenizi düğümleyen, gözlerinizi kaçırmanıza neden olan, gerçek olduğuna inanamadığınız, en rahatsız edici fotoğraflar poz verilerek çekilmiş olanlardı: Yerde yatmakta olan mahkûmun sırtına basarken iPhone’uyla fotoğraf çeken götleğe başparmağıyla her şey yolunda işareti yapan neşeli kadın memur; üniformalı iki görevlinin çırılçıplak ve bir deri bir kemik kalmış bir mahkûmu tavana fırlatırken – mahkûm tavana o kadar sert çarpmıştı ki sonrasında çekilen röntgeninde kafatası- nın üç yerden çatladığı anlaşılmıştı – çekilmiş fotoğrafı; bıyıklı bir çavuşun, yere yatırdıkları bir mahkûmun göğsüne sıçarken bir eliyle mahkûmun ağzını kapatıp diğeriyle barış işareti yaptı- ğı ve sonrasında beyaz bir çerçeveye yerleştirilip eski bir Polaroid fotoğrafmış gibi Instagram’da paylaşılmış olan enstantane.
Her birinde bir başka hunharlığın gözler önüne serildiği slaytların birinden diğerine geçerken midem kalkıyordu. Ebu Gureyb’in üzerinden on altı, Philip Zimbardo’nun Stanford Hapishanesi deneyinin üzerinden yarım yüzyıl geçmişti, Tanrı aşkına! Bu gardiyanların durumsal baskı ve bu baskı altında nasıl çalışmaları gerektiği konularında eğitim almış olmaları gerekiyordu. Üstelik fotoğraflardakilerden ikisi Hapishane Mü- dürü olmak için eğitim alıyorlardı. Zimbardo’yu biliyorlardı; Stanley Milgram’ın otoriteye boyun eğme deneylerinde kullanı- lan elektrik şoku cihazlarını biliyorlardı; Ebu Gureyb’deki in- sanlık suçlarının özetlendiği Taguba Raporu’nu okumuşlardı.
Düşebilecekleri olası hataları fark etme ve bu gibi durum- lardan kaçınma konularındaki tüm özel eğitimlerine rağmen bu adam ve kadınların her biri, düşman olarak algıladıkları kimseleri şahsiyetsizleştirmiş ve bu süreç içinde kendi insanlığını kaybetmişti. Hataya düşmek ifadesindeki ‘düşmek’ ilk anda masum bir kelime gibi görünse de, biraz düşününce bir uçurum- dan atlamak, hatta Lucifer’in ardına düşüp cehennemin dibine kadar gitmek gibi bir durumu ifade eden çok güçlü bir kelime haline geliyordu.
“Pekâlâ,” dedim öğrencilerimin allak bullak suratlarına bakarak, “Bütün bu gördüklerimizden ne sonuca varabiliriz? Görüşü olan?”
İlk kalkan el, hâlâ sivilceleri olan ve üniversitede sakal bırakmanın yasak olmadığını hâlâ öğrenememiş Ashton adlı öğrencininki oldu. Ona bakarak, “Evet?” dedim.
Sanki cevap apaçık ortadaymışçasına ellerini iki yana açıp, “Basit,” dedi. Devin Becker adlı, sırık gibi bir gardiyanın çıplak bir mahkûmu hücresindeki lavaboda boğarak öldürdüğü anı belgeleyen son slaydın hala görülebildiği ekrana işaret edip devam etti: “İnsan doğasını değiştiremezsiniz.”
Bir yıl kadar önceydi. Ofisimdeki siyah telefonun ahizesini kaldırıp, “Alo?” diyerek cevap verdim.
“Profesör James Marchuk?”
Ayaklarımı kırmızıya çalan kahverengi masamın üzerine atıp arkama yaslandım, “Benim.”
“Adım Juan Garcia. Savannah Hapishanesi gardiyanlarından Devin Becker’ın savunma ekibindenim.”
“Tam işini bulmuşsun,” demeyi düşündüysem de vazgeçip, devam etmesi için “Evet?” demekle yetindim.
“Firmamız, Becker davasında uzman tanık olarak duruşmada yer almanızı rica ediyor. Savcılık idam cezası talep etti. Güvenlik kamerası görüntüleri olan bitene dayalı bir duruşmada kazanma ihtimaline yer bırakmayacak nitelikte. Bizse jüriyi en azından sanığın kendisine hâkim olamadığına ikna edebilirsek idam cezası almasının önüne geçebiliriz diye düşünüyoruz.”
Kaşlarımı çatarak sordum, “Kendisine hâkim olamadığını düşünmenize sebep nedir ?”
“Psikopat olması. Leopold ve Loeb hakkındaki ağ güncesi girişinizde de dediğiniz gibi: Bir insanı doğası yüzünden idam edemezsiniz.”
Garcia görmese de başımla onayladım. 1924 yılında, Nathan Leopold ve Richard Loeb adlı iki zengin üniversite öğrencisi sırf eğlence olsun diye bir oğlan çocuğunu öldürmüşlerdi. Leopold’a göre, Loeb’le ikisi Nietzsche’nin Übermenschen (üstün insan) dediği kimselere birer örnektiler ve sıradan insanlara uygulanan yasaların üzerinde olmalıydılar. Üstün insan olmasalar da psikopat oldukları kesindi. Aileleri çocuklarını mahkemede temsil etmek üzere Clarence Darrow’u tutmuştu. On iki saatlik akıllara durgunluk veren bir kapanış konuşmasının ardından, Darrow tam da Garcia’nın yapmayı planladığı şeyi yapmıştı: Sanık doğasının kendisine yaptırdığı şeyden dolayı idam edilemezdi.
Ayaklarımı masadan indirip oturduğum yerde öne doğru eğildim. “Pekiyi, Becker psikopat mı?”
“Sorun da bu, Profesör Marchuk,” dedi Garcia. “Bölge sav- cısı Hare testi uygulattı ve Becker on yedi aldı – psikopat kabul edilmesi için gereken skorun çok altında kaldı. Biz uygulayıcının değerlendirme hatası yaptığını düşünüyoruz. Kendi uygulayıcı- mız Becker’in otuz bir puanla sınırdan psikopat sınıfına girdiğini değerlendiriyor. Biz de sizin yeni yönteminizi kullanarak jüriye bizim değerlendirmemizin daha isabetli olduğunu kanıtlamayı umuyoruz.”
“Yöntemimin henüz yargı organlarınca kabul edilen bir uy- gulama olmadığının farkındasınız, değil mi?”
“Farkındayız, Profesör. Öte yandan henüz delil olarak öne sürülmediğinin de farkındayız. Nature Neuroscience’ta yayınlanan yazınız şu anda önümde duruyor. Çalışmanızın, yazıların akademik hakem incelemesinden geçtiği böyle saygın bir yayın organında yayınlanmış olması bizim için önemli bir ilk adım. Georgia’da Daubert standardı kabul ediliyor. Ama Becker’in testini çalışmanın başındaki kişinin yapması lazım yani mahkemenin değerlendirmeyi kanıt olarak kabul etmesi için uygulamayı sizin yapmanız ve mahkemede ifade vermeniz gerekiyor.”
“Ya Becker psikopat çıkmazsa.” “Yine de ücretinizi alırsınız.”
“Siz de sonuçları ört bas edersiniz.”
“Profesör, sonucun pozitif çıkacağından eminiz.”
Denemeye değer gibi görünüyordu ama burada da boş durmuyordum. “Yoğun bir çalışma tempom var ve – ”
“Biliyorum, Profesör. Ben de şu anda üniversitenin web say- fasından programınıza bakıyordum. Duruşma muhtemelen sizin yaz tatilinize denk gelecek. Dürüst olmak gerekirse bunun bir fark yaratmak için sizin de yapmak isteyeceğiniz bir iş olduğunu düşünüyorum. Reasonably Moral ağ güncenizi okudum. İdam ce- zasına karşısınız ve bu sizin birinin idam edilmesine engel olma şansınız olabilir.”
Benim bilgisayarımda da öğleden sonra gireceğim ahlak psikolojisi dersinin planı açıktı ve bu derste İyi Samiriyeli kıssasını* konu alan bir sunum yapmaya giderken, yanından geçtikleri iki büklüm olmuş bir adama, aceleleri olduğu için yardım etmeyen Princeton öğrencilerinden bahsetmeyi planlıyordum.
Her zaman, başkasına verdiğin dersi önce kendin uygulayacaksın, diyen biri olarak, “Tamam,” dedim. “Varım.”
Jetway’den inip Hartsfield-Jackson Havalimanı’nın uluslararası terminaline girince dükkânlardan birinden bir Coke-Zero aldım. Coca-Cola’nın ana yurdu olan Atlanta’da Pepsi’nin esamisi okunmuyora benziyordu. Farkında olmadan kasadaki kadına 5 dolarlık bir Kanada banknotu uzattım.
“Bu da ne?” dedi, kadın elindeki banknota bakarak.
“Ah, üzgünüm,” dedim. Cüzdanımı karıştırıp üzerinde Abe Lincoln’ın resmi olan bir başka banknot aramaya koyuldum. Amerikan doları banknotlarının hepsi aynı renkte olduğu için üzerinde doğru rakam yazılı olanı bulmak her zaman zor oluyordu.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Bilimkurgu-Fantazya Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKuantum Gecesi
- Sayfa Sayısı392
- YazarRobert J. Sawyer
- ISBN9786050637816
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviAbis Yayıncılık / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Tanner Kardeşler ~ Robert Walser
Tanner Kardeşler
Robert Walser
Hem yaşayıp hem de hayatımı küçümseyemem. Kendime bir hayat aramak zorundayım, yeni bir hayat, tüm hayatım sadece bir hayat arayışından ibaret olarak kalsa bile....
- Mısır Kraliçesi Kleopatra’nın Anıları ~ Margaret George
Mısır Kraliçesi Kleopatra’nın Anıları
Margaret George
Tarihi romanların usta yazarı Margaret George, ihtişamlı bir krallığın güçlü ve ihtiraslı kraliçesi Kleopatra’nın yaşamını “Mısır Kraliçesi Kleopatra’nın Anıları” adlı romanıyla hayata geçirmektedir. Nil’in...
- Fare Dörtlemesi ~ Haruki Murakami
Fare Dörtlemesi
Haruki Murakami
“Fare Dörtlemesi” zamanımızın yaşayan en önemli yazarlarından biri olarak kabul edilen Haruki Murakami’nin edebiyat yolculuğunun en önemli izleklerinden birini temsil ediyor. Başlarda “Fare Üçlemesi” olarak anılan...