Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Bitkilerin Özel Hayatı
Bitkilerin Özel Hayatı

Bitkilerin Özel Hayatı

Lee Seoung-U

“Özgür ve alımlı bir peri olan Defne, Apollon’dan kaçmak için nehir tanrısı babasına yalvarır. ‘Beni dönüştür! Beni rahatsız eden bu güzelliği benden al!’ Bunun…

“Özgür ve alımlı bir peri olan Defne, Apollon’dan kaçmak için nehir tanrısı babasına yalvarır. ‘Beni dönüştür! Beni rahatsız eden bu güzelliği benden al!’ Bunun üzerine bir ağaca dönüşür.”

Yıllar sonra evine dönen Keehyun, ağabeyinin iki bacağını da bir mayın patlamasında kaybettiğini görür. Babası sabahtan akşama kadar bahçedeki ağaçlarla ve çiçeklerle ilgilenmekte, kimseyle konuşmamaktadır. Annesinin ise tüm aileden gizlediği sırlar vardır. Bir gün gizemli biri annesini takip edip sırlarını öğrenmesi için Keehyun’a yüklü bir ödeme yapar.

Kore edebiyatının bol ödüllü yazarı Lee Seung-U Bitkilerin Özel Hayatı’nda sırların, aşkın ve tutkunun yansımalarını izliyor. Sevilmeden sevmenin acısını olduğu kadar tadını da anlatıyor. Kavuşmanın, ayrılmanın, aile kurup kök salmanın ve sevdiklerinden koparılmanın hikâyesi.

1

Sokak kızı dudağında gümüş renkli rujuyla gözlerini belertip “Neden gülüyorsun?” diye sorduğu sırada saçma bir düşünceye dalmıştım. Kısa pantolonu kalçalarını sımsıkı saran kız, keyifsiz görünüyordu. Beni mızmız bir müşteri olarak gördüğü, asık suratından belliydi. Ama ben elbette ki onun keyfini falan düşünmüyordum. Dudaklarındaki rujun böylesi kızlarda pek görülmeyen, sıradışı bir rengi olduğu düşüncesine kendimi bir anlığına kaptırmıştım ki bu düşünce pek uzun sürmedi. Ben sürücü koltuğunda oturuyordum, kız da arabamın yarıya kadar inmiş camından içeriye kafasını uzatmış, ayakta dikiliyordu.

Dizlerini bükmeden kalçalarını geriye doğru iyice çıkarmış halde duruyordu. Ama benim bulunduğum taraftan kalçalarını görebilmek mümkün değildi. Bunun yerine bol tişörtünün içindeki irice göğüsleri görünüyordu. Gözlerimi kaçırmak zorunda olduğumu düşünmeden, ısrarla tişörtünün içine bakarak kızla sohbet ettim. Göğüsleriyle hatırı sayılır derecede gurur duyuyordu, öyle ki bana onları göstermek için böyle bir pozisyonda kasten durduğunu düşündüm, eğer bu doğruysa kızın umutlarını suya düşürmek uygun olmaz diye bir düşünce de sürekli aklıma geliyordu. Boyunu sordum, yaşını sordum, makyajını temizleyebilir misin diye sordum, arkasını dönmesini ve sadece on adım yürümesini istedim.

Kız bir altmış dedi, yirmi iki yaşındayım dedi, makyajımı neden temizlememi istediğini bilmiyorum ama yorganın altında buna karşı gelecek değilim, diye cilveli bir şekilde gülerek cevapladı, arkasını dönmeden önce “Doğurgan kısrak seçmeye mi geldin moruk?” dedi ve döndü, on adım yürüme talebime ise hiç aldırış etmedi. “Yapacak mısın yapmayacak mısın?” diyerek aksileşirken takındığı yüz ifadesinden ve sesinden kızgınlığı belli oluyordu. O anda kafamın içinde bir sahne canlandı. Kesinlikle alakasız bir çağrışımdı ve farkında olmadan güldüm. Gülüşüm daha yüzümde tam beliremeden yok olup gitti. O filmi nerede görmüştüm ki? Sanırım evden ayrılıp avare dolaştığım birkaç yıl boyunca geceyi geçirmek için arada bir uğradığım varoşlardaki gece sinemalarından birindeydi. “Abbas Kiyarüstemî” diye sıradışı bir adı olduğunu sonradan öğrendiğim, oldukça meşhur, İranlı bir yönetmenin filmiydi.

En başından beri sinemaya filmi izlemek için girmemiştim ve filmin konusuyla da hiç ilgilenmiyordum. Muazzam derecede kaliteli bir film olduğuna yönelik yorumları duymuştum ama bu, filmi ille de kaliteli insanların izlemesi gerektiği anlamına gelmezdi. Mesela benim gibi bir herifçioğlu da pekâlâ bu filmin izleyicisi olmuştu işte. Açık konuşmak gerekirse, insanların ballandıra ballandıra anlattıkları bu filmin neresini beğendiklerini bir türlü anlayamıyordum. Karanlık salondaki koltuğa oturur oturmaz yerime bir güzel yerleşip uyuma düşüncesindeydim. Ne var ki insanın kafasında bir sürü gereksiz düşüncenin birbirine karışmasını ve her şeyin durup dururken daha da kötüye gitmesini isteyen geceler vardır ya hani, işte tam da öyle bir geceydi.

Hiç uykum yoktu. Normalde dikkatsizin teki olmama rağmen oldukça uzun bir süre gözlerimi perdeden ayıramadım. Filmde ne aksiyon ne gerilim ne de mizah vardı. Bana göre aksiyon, gerilim ve mizahın olmadığı bir film pek tabii sıkıcıdır. Yine de herhangi bir izlenim dahi uyandıramayacak kadar büsbütün berbat da sayılmazdı. Hatta öyle ki allak bullak kafama bir şey dank etti. O anda kafama dank eden şeyin alakasız bir yerde hafızamın derinliklerinden çıkıp aniden kendini göstereceğini kim bilebilirdi?

Külüstür bir arabanın içinde cesedinin üzerine toprak atacak kişiyi arayan adamın bakışları hayli ısrarcıydı. Kız, arabamın camından içeriye doğru “Yapacak mısın yapmayacak mısın?” diye kızgın bir tonla çıkıştığı sırada, o filmdeki adamdan hiçbir farkım olmadığı düşüncesi birden aklımdan geçince kıkırdadım. Tıpkı o adam gibi ben de arabayı çok yavaş bir şekilde kullanarak (bakan kişiye göre arabayı normal bir şekilde sürdüğüm de düşünülebilirdi) birini arayıp duruyordum. O adamın da benim de yardımını isteyebileceğimiz birine ihtiyacımız vardı. Adam muhtemelen gün boyu aramıştı. Kim bilir, belki de birkaç gün olmuştu. Benimki o kadar olmamıştı. Güneş batarken evden çıktığıma göre yaklaşık iki saat olmuştu. Bu sokağa kırk dakika önce gelmiştim. Bu süre zarfında yaptığım şey de sürücü koltuğunun karşısındaki camı yarıya kadar indirdikten sonra arabayı yavaşça kullanarak yanımdan geçen ya da sokak lambalarına hafiften yaslanmış kızları dikkatle gözden geçirip onlara laf atmaktan ibaretti. Peki ama o adam neden bana karamsar görünmemişti, diye kendi kendime sordum.

Öyle sakin ve temkinliydi ki bu dünyayı hiçe saymaya azmetmiş birisinden çok, bel bağladığı şirketi için önemli bir görevi yerine getiren dürüst bir çalışan gibi görünmüyor muydu? Acaba ben de öyle mi görünüyordum? Ben de başkasına, üstlendiğim rolü dürüst bir şekilde yerine getiren, sorumluluk sahibi bir çalışan gibi mi görünüyordum? Yüzüme tam oturmayan gülüşüm, öyle bir soruyu ne onamaya ne de yalanlamaya gerek duyan bir cevap niteliğindeydi.

Karamsar olmamı gerektirecek hiçbir sebebin bulunmadığını da bunun övünülecek bir yanının olmadığını da iyi biliyordum. Ne var ki kızın, benim maksadımı anlama ihtimali olmadığı gibi benim de gülüşümün anlamını ona dürüstçe söylememin gereği yoktu. Bu hem lüzumsuz hem de imkânsız bir şeydi. Gülüşüme engel olup, “Sence ben ne istiyor gibi görünüyorum?” diye sordum. Kız yüzünde boş bir ifadeyle sorunun sahibine bön bön baktı. Yüzünde bir şeyleri anlamaya çalışan bir ifade ânında belirdi ve hemencecik kaybolarak öfkeye dönüştü.

“Yapacak mısın, yapmayacak mısın?” Kız üçüncü kez aynı soruyu soruyordu. Yapacak mı, yapmayacak mı? Onun sorusu buydu. Sanki dünyada sadece bu iki seçenek varmış gibi, yaparsın ya da yapmazsın, ikisinden biri, bunun dışında bir seçeneğin varlığı bile söz konusu değilmiş gibi beni acele ettiriyordu. Öyle ya bazıları için bunun dışında başka bir problem var mıydı? Hobisi dünyayı karmaşık hale getirmek olan birkaç sofist dışında çoğu kişiye göre dünya alabildiğine basit ve belirgindir. Acı çeken kişi olarak sıkça örnek gösterilen Hamlet, aslında hayatı son derece basite indirgeyerek düşünen bir ustaydı. Yaşamak mı, yoksa ölmek mi diye soruyordu.

Sorun bu muydu? Sadece bu mu? Nasıl bu kadar basit olabilirdi? Kirazın Tadı (izlediğim filmin adı Kirazın Tadı’ydı) filmindeki adamın intihar etme konusunda kesin kararlı olup olmadığı benim için şüpheliydi. Edecek mi etmeyecek mi? Adamın bu kararı kendi yerine verebilecek birine ihtiyacı yok muydu? Bundan dolayı intiharına yardımcı olacak birini bulmaya çalışmıyor muydu? Birini arama konusunda o denli dikkatli olmasının nedeni, sadece kürekle toprak atma işini değil de kendi kaderini emanet edebileceği bir insan evladını aradığı şeklinde yorumlanırsa film kafama yatıyordu. Çünkü arayıp durduğu şey, kürekle toprak atma konusunda mahir bir yardımcı değil de kendi kaderinin yargıcıydı. Öyle ki o yargıç toprak atarsa ölecek, atmazsa yaşayacaktı. Belki de filmdeki adamın karamsar bir yüz ifadesi takınmaması, ölme olasılığının yüzde elli ya da bundan daha az olmasından kaynaklanıyordu. Kim bilir, belki de filmin yönetmeni bu sayede dünyada ölüme susamış bir insan evladının var olmadığı mesajını vermekteydi. O halde karamsarlığımla baş etmemi gerektirecek hiçbir sebep yok. Sonuçta kaderimi yargılayacak bir yargıç arayışı içinde de değilim. Yaptığım yalnızca vücudumdaki cinsel isteği dışarı atabileceğim bir partner seçmekten başka bir şey değil. Ne var ki bu, bana ait bir cinsel istek de değil. Karamsarlık ya da ciddiyet benim karakterimle uyumlu değil. Buna gerek yok. “Bin!” Zar zor karar vermiş gibi çenemle yanımdaki koltuğu işaret ettim. Kız tuhaf bir gülümsemeyle arabama bindi. Yüzü, ben de bunu kastetmiştim diyen bir ifadeyle doluydu. Arsızlığı bende bir rahatsızlık hissi uyandırdı. Gelgelelim bunun kibrinden kaynaklandığını anladım. Bilinçsizce yapıyordu ama onun meslek anlayışıyla ilgili bir durumdu bu. Kibrine bulaşmak benim harcım değildi. Camı kapatıp hiç konuşmadan arabayı sürdüm. Yolun her iki tarafına sıralanmış iş hanlarının ışıkları meteor gibi hızla gelip geçiyordu.

Gürültülü sokaktan çıkınca kızın birden çenesi açıldı. “Erkeklerin alayı amma da komik ha! İçlerindeki niyetleri apaçık görünmesine rağmen neden bu oyunları oynarlar ki?” diyerek sözlerine başladı. Bir bacağını ötekinin üstüne attı. Derken kısa pantolonu yukarıya doğru iyice sıyrıldı ve dolgun uylukları apaçık göründü. Tabanı toprağa bulanmış, yüksek topuklu ayakkabılar giyiyordu. Ayakkabılarındaki toprağın arabamı batıracak olması beni endişelendirse de buna aldırmamaya karar verdim. Kızın şikâyetleri devam etti. “Zaten bu haltı yemeye geliyorsunuz, neden öyle ukala davranırsınız ki? Niçin dürüst bir şekilde açıkça konuşmuyorsunuz? Sözüm sadece sana değil, her on kişiden sekizi böyle. Biz yapışınca isteksizce peşimizden sürüklendiklerini söylerler ama sence de bu komik değil mi? Böyle davranınca daha mı az hayvanlaşmış sayılıyorlar? Hayır, daha az hayvanlaşmak da ne oluyor?” Konuşurken çaktırmadan bana baktı. Muhtemelen onunla aynı telden çalmamı istemişti ama hiçbir karşılık vermedim. Bunun üzerine kız, “Bu işin daha az hayvanlaşmakla falan ilgisi yok, insan hayvanın ta kendisidir, daha ne olacak?” diyerek kendi kendine bir sonuca vardı.

“Can sıkıcı konuşmayı bırak da şu ağır makyajını temizle bari!” diyerek kısık bir sesle homurdandım. Neden böyle davrandığımı ben de pek bilmiyorum ama sanırım ağzından çıkan hayvan lafı beni rahatsız etmişti. Hiç beklemediği bu durum karşısında aniden afallamış gibi kısa bir süreliğine gözucuyla beni süzdükten sonra, bu kadarıyla tırsmayacağını ilan edercesine ters bir şekilde soruyla karşılık verdi. “Makyajımı neden temizleyecekmişim?” Sürekli beni lafa tutan bu kızdan biraz gıcık kaptım. “Sana temizle diyorsam temizle! O beş para etmez küpeleri de çıkar!” Tehditkâr konuşmamdan canımın sıkıldığını muhtemelen anlamıştı. “Çok komiksin! Senin sevgilin olduğumu falan mı sanıyorsun?” diye tekrar sordu. “Benim de seninle sevgili olma gibi bir düşüncem yok. Haliyle, bu konuda kaygılanmana da gerek yok!” diyerek onu tersledim.

Bacağını hafiften sallayarak “Peki, senin sevgilinmişim gibi neden benden bir yığın istekte bulunuyorsun?” diye çıkıştı. “Hımm… Bilmem, neden bu kadar çok istekte bulundum ki?” Kafamda bir kız imgesi vardı. O sokakta amaçsızca dolanırken, hayır, kız bulmaya gitmem gerek diye düşündüğümden beri bir kız, kafamın içine büsbütün hâkim olmuştu. Bundan dolayı zihnim başka bir alternatifi olmaksızın ha bire bunu anımsıyordu. Kız bunu kastetmiş olamazdı ama ben durduk yere mahcup oldum. “Bir saat kadar araba sürüp o sokakta başıboş dolanıp durdum. Tabii ki de bir kız arıyordum. Kızların sürüsüne bereket! O sokakta senden daha güzelinin olmadığını zannetme! Peki, o zaman neden seni seçmiş olabilirim?” Sorum ortaya kötü kokular salmıştı ve hayır mıdır şer midir bilmem ama kızın duygularını tetiklememişti. “Senin hoşuna gitmiş olmalıyım herhalde! Bu göğüsler aklını başından almış olmasın ha?” diyerek aptal aptal güldü. Kocaman göğüslerini benden tarafa doğrulttu.

Ne güldüm ne de başımı o yana çevirdim. Belki de kızın sözleri bir nebze doğruydu. Kocaman göğüsleri ile çekici bir vücudu vardı. Gelgelelim bu kızı seçerken göz önünde tuttuğum şey asla kendi tercihim değildi. İri göğüslü kızlardan hoşlanıp hoşlanmadığım başka bir meseleydi. Ceketimin cebindeki para zarfını çıkarıp kızdan tarafa attım. İlgisiz bir yüz ifadesiyle zarfı alıp içine baktıktan sonra hafiften etkilenmiş bir sesle, “Bunun hepsini bana mı veriyorsun?” dedi. Onun bundan etkilenişine sempati duymayı düşünmediğim gibi buna hazır da değildim. Makyajını temizleyip küpelerini çıkarmasını bir kez daha emrettim. Böylece onu satın aldığım gerçeğini kendisine hatırlattım, ne demek istediğimi anlıyorsun değil mi diye de ekledim. “Elbette anladım. Bunu anlamak zor mu sanıyorsun?” Küpelerini çıkarıp para zarfıyla birlikte el çantasının içine koydu. Makyaj temizleme pamuğuyla, yüzünü ovuşturmaya başladı. Paranın gücü hakkında derin derin düşünürken bir yandan da beyaz maskesi suratından düşen kıza çaktırmadan baktım.

Kız daha makyajının tamamını silmeden arabam varış noktasına ulaştı. Yaklaşık yirmi beş dakika yol almıştık. Şehir merkezindeki iş hanlarından yansıyan rengârenk ışıkların yok olduğu bu yol kapkaranlık ve sakindi. Hızla geçip giden araçların içindeki insanlar da neredeyse hiç görünmüyorlardı. Daha arabadan inmeden ot kokusu geliyordu. Sadece yirmi beş dakikadır yol almamıza rağmen şehirden epeyce uzaklaşmıştık. Şehir ile köy bu denli dip dibeydi. Üzerine buharı buram buram tüten sauna resmi çizilmiş tabelasıyla beraber “Cennet” yazısı havada asılı duruyordu. Bu kasvetli manzara korku filmlerinde ortaya çıkan hayaletler adasını andırıyordu ama kız için durum farklı gibiydi. Her neyse, şans benden yanaydı. Kız çok sıradan biri olduğunu ve öyle olduğu kadar aptal da olduğunu kendi kendine itiraf ediyordu. “Canım!

Yakışıklım…” diye burnundan konuşarak koluma yapıştı. Ellerinden silkinip kurtularak buharı tüten binaya doğru yürüdüm. Bir adım geriden beni takip etti. Belki de utandığımı düşünüyordu. Alaycı bir şekilde kıkırdayışı bunun bir kanıtıydı. Beni yanlış anlamıştı. Ama bu durumu bilmezden geldim. Resepsiyondan anahtarı aldım.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Kore Edebiyatı
  • Kitap AdıBitkilerin Özel Hayatı
  • Sayfa Sayısı240
  • YazarLee Seoung-U
  • ISBN9786256417663
  • Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviDoğan Kitap / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Yürüyüş Pratiği ~ Dolki MinYürüyüş Pratiği

    Yürüyüş Pratiği

    Dolki Min

    Dolki Min, ilk romanı Yürüyüş Pratiği’nde bir uzaylının, insanın bedenine, çevresine, kendine yabancı hissetmesinin ve hissettiği derin yalnızlığın hikâyesini konu alıyor. Bu radikal edebi...

  2. İyi Evlat ~ Jeong You Jeongİyi Evlat

    İyi Evlat

    Jeong You Jeong

    Kan kokusu beni uyandırdı. Başımın üzerinde bir yerlerde bir şarkı çalıyordu. Neler olduğunu idrak etmem uzun sürmedi. Bu, gerçek değildi. Elbette bir rüyadan geriye...

  3. Cennetten Kaçan Çocuk ~ Jung Myung LeeCennetten Kaçan Çocuk

    Cennetten Kaçan Çocuk

    Jung Myung Lee

    Pyongyang’da yaşayan genç matematik dehası Gilmo’nun sakin hayatı, doktor babasının gizli bir Hıristiyan olduğunun öğrenilmesiyle altüst olur. Babasıyla birlikte acımasızlığın hüküm sürdüğü bir çalışma...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur