Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Son Av
Son Av

Son Av

Jean Christophe Grange

KARA ORMAN’DA SON AV BAŞLADI… ARDINDA HİÇBİR İZ BIRAKMAYAN AVCI KİM? Komiser Niémans, yardımcısı Ivana Bogdović’le Alsace bölgesinde işlenen vahşi bir cinayeti çözmeye gider….

KARA ORMAN’DA SON AV BAŞLADI… ARDINDA HİÇBİR İZ BIRAKMAYAN AVCI KİM?

Komiser Niémans, yardımcısı Ivana Bogdović’le Alsace bölgesinde işlenen vahşi bir cinayeti çözmeye gider. Kendi karanlık geçmişlerini de yanlarında götüren iki polis, Kara Orman’da saklanan bir sırrın peşine düşerler. Kızıl Nehirler’in başkahramanı Niémans’ın dönüşünü müjdeleyen Son Av, kökeni Nazi Almanyası’na kadar giden sürprizlerle dolu bir gerilim…

I
İz peşinde

1

Hiçbir şey hatırlamıyordu, yani neredeyse hatırlamıyordu. Onu nehirden çıkarmışlardı, karnı aşağıdan yukarı doğru açılmış, çok kan kaybetmiş, içi bir avcı matarası gibi suyla dolmuştu. O sırada, bilinci hâlâ yerindeydi –neyin bilincindeydi, sorulması gereken aslında buydu. Ambulansta komaya girmişti. İki haftayı komada geçirmişti. Beyninin derinliklerinde bir ışık yanmadan önce hiçlikte geçen iki hafta. İçinden tanımlanması imkânsız cisimlerin, biçimsiz yaratıkların, yaşam kırıntılarının fışkırdığı sütümsü bir sıvıyla dolu bir kuyu… Bu evrede baskın olan sperm düşüncesiydi. Sonra, sütle olan benzerlik ağır basmıştı. Hint kozmogonisinin çok bilinen bir sahnesini düşünüyordu. Vaktiyle Angkor Tapınakları’nda hayranlıkla seyrettiği freskler: Olağanüstü yaratıkların ortaya çıkması için süt denizini çalkalayan tanrılar ve şeytanlar. Onun beyninde bu dans, sadece şiddet sahneleri, katil suratlar, hazmı zor yenilgiler demekti… Bir cinayet büro polisinin hafızasını oluşturan her şey. Sonunda, doktorları büyük şaşkınlığa uğratıp komadan çıkmıştı. Tanrıların dansı hâlâ devam ediyordu, ama in real life1 olarak, delik bir bidonun içindeymiş gibi zaman onun için akıp gidiyordu, birbirinin aynısı günler ve geceler, alçıya alınmış ve anesteziyle bastırılmış algılar. Doktorlara göre, tüm bunlar iyiye işaretti.

Bir süre sonra, yatağında oturmayı başarmış ve olan bitenleri öğrenmek istemişti. Kim, ne durumdaydı? Öncelikle Fanny Ferreira’nın, karnını aşağıdan yukarı doğru gırtlağına kadar yaran kızın akıbetini öğrenmek istemişti. Kız buz gibi nehrin akıntısında yaptıkları ölümcül tangodan sağ kurtulamamıştı. Onu, Guernon’un birkaç kilometre uzağında, gizli tutulan bir yere ikiz kız kardeşiyle birlikte gömmüşlerdi. İki kötücül kız kardeş mezarlığa gömülmemişti… Sonra, bu dehşet dolu soruşturmaya bir anda dahil olan Karim Abdouf’u, peşinden ayrılmayan polisi sormuştu. Olayın raporunu ivedilikle yazarak jandarmaların suratına fırlatan, ardından da istifa eden polis. “Ülkesine geri dönmüştü.” Niémans bu konunun üstünde durmamıştı: Karim’in yurtsuz olduğunu biliyordu. Onunla görüşmeyi istememişti. Sonuçta, kötü hatıralar dışında paylaşacak bir şeyleri yoktu.

Normal insanların dünyasına dönmenin zamanı gelmişti. Hastane odasında, polis teşkilatının kodamanları ve Ulusal Jandarma’nın üst rütbelileri onu tebrik etmeye gelmişti. Madalyasını pijamasının üstüne takmışlardı, kendini mantar bir pano üstüne iğnelenmiş ölü bir kelebek gibi hissetmişti. Aynı duygu, aynı görüntü. Ayrıca Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından “birinci dereceden malul” olduğu bildirilmişti. Artık polislik mesleğini sahada icra edemeyecekti ve maluliyet ödeneği alacaktı. Niémans, Fanny’yle birlikte buz gibi soğuk sulara gömülmenin neredeyse daha iyi olabileceğini düşünmeye başlıyordu. Ama Fransa yönetimi sizi asla yüzüstü bırakmaz: Sizi başka bir alana yönlendirir. Nekahet döneminden sonra, ona CannesÉcluse Polis Okulu’nda öğretmenlik işi teklif etmişlerdi.

Neden olmasın? Tecrübelerinden polis adaylarının yararlanabileceğini düşünmüştü. Bununla birlikte, üç yıl süren öğretmenliğin ardından meslek anlayışının, tam ifade etmek gerekirse, görevin kriterleriyle uyuşmadığını ona göstermişlerdi. Onu yeniden göreve çağırmışlardı, ama suya sabuna dokunmayacaktı. Danışman, gözetmen, arabulucu, ne olursa olsun, yeter ki sahaya girmesin. Fiziksel olarak tamamen iyileşmişti. Ruhsal açıdan ise: O başka bir hikâyeydi. Sırtında ıslak bir paltoyla yaşıyordu, genellikle “depresyon” olarak adlandırılan ağır yükle. Sürekli tekrarlayan semptomlar: midede taş gibi bir ağırlık, çırpınmalı titremeler, boğazında iki kat düğüm… Her an ağlamak istiyordu, karşı koyamadığı şiddetli ve sürekli bir uyku isteği vardı, sanki bu, içinde bulunduğu sağlıksız durumdan kaçmanın bir başka yoluydu.

İki yıl bu şekilde, yoksunluk ve bezginlik, küçük düşme ve kayıtsızlık arasında geçti, ta ki eski arkadaşları hiyerarşinin üst basamaklarına tırmanmayı başarmış olanlar– onu hatırlayana kadar. “Proje şu” demişlerdi ona özetle, “Fransa’nın dört köşesinde çılgınca işlenen cinayetler gitgide artıyor, jandarma işin içinden çıkmakta zorlanıyor. Parisli polisleri tüm Heksagon’a2 yollayacak bir Merkez Ofis kurulacak.” Tecrübeli polisler dosya bazında jandarmayla birlikte çalışacaklardı. – Çok iyi. Kaç kişi var? Şimdilik, sadece sen. Bu daha ziyade, resmi bir projenin deneme safhası.

Beni şaşırtıyorsun. Polisleri jandarmanın yardımına yollama fikri, en hafif tabirle bir hakaretti. Kimse bu fikre inanmıyor, fikrin hangi bakanlığın çatısı altında filizlendiğini bile hatırlamıyordu. Böyle ölü doğmuş bir proje için, bir hayaletten daha iyi bir aday olabilir miydi? Sorun Niémans’ın bu şaka gibi fikri ciddiye almasıydı. Bir yardımcı talebinde bile bulunmuştu.

Hey, depoyu doldurdunuz mu? Ivana, Volvo’nun camına doğru eğilmişti, kolları salata, tahıl kapları, madensularıyla –bir benzin istasyonunun kaprisli bir vegana sunabildiği her şeyle doluydu. Niémans kafasını salladı ve görevini yapmak için arabadan dışarı çıktı. Arabanın deposunu doldururken, şu an içinde bulunduğu gerçeğe geri döndü: Sonbaharın ilk günlerinde bir Alman otoyolu, bir Rothko3 tablosu gibi kızıl bir öğleden sonrası. Tatsız bir durum değildi, ama çok da hoş değildi. Kasaya kadar yürüdü.

Neşeli olması gerekirdi: Ulusal jandarma teşkilatının titiz bir çalışmanın ardından yolladığı evraklar, istatistik bilgiler, dosyalardan sonra, nihayet yeniden sahadaydı. Tuhaf olan tek şey, onları Almanya’ya, Schwarzwald’ın, yani Kara Orman’ın en meşhur bölgesine Freiburg im Breisgau’ya yollamış olmalarıydı. Sabah günün ilk ışıklarıyla yola çıkmışlar ve saat 10’da Colmar’a ulaşmışlardı Niémans asla hız sınırlamalarına riayet etmezdi, bu prensip meselesiydi. Ağır ceza mahkemesi cumhuriyet savcısı ona, Alsace’ta, Trusheim Ormanı’nda işlenmiş cinayetle ilgilendiklerini söylemiş ve açıklamalarda bulunmuştu, ama kurban, şüpheliler, tanıklar, kısacası herkes Alman’dı.

Haut-Rein Bölge Jandarması Fransa kısmıyla ilgileniyordu, onlar Almanya kısmından sorumlu olacaklardı. LKA’yla, yani Baden Württemberg Bölgesi Landeskriminalamt’la4 işbirliği halinde Töton bölgesinde çalışabilmeleri için Avrupa polisleri arasındaki anlaşmalarla ilgili uzun bir sunum izlemişti. Niémans hiçbir şey anlamamıştı, ama endişe duymuyordu. Bu anlaşılması güç söyleve katlanırken, Ivana’nın Alsace jandarmasından dosyayı aldığını ve en ufak ayrıntısına kadar inceledikten sonra ona mükemmel bir brifing vereceğini biliyordu. Parayı öderken camdan dışarı baktı: Bir tankın içindeki cephanelermiş gibi aldığı erzakı yolcu koltuğuna yayarken arabanın içinde kıpırdanıp duruyordu. Ivana Bogdanović. İkilinin iki numarası. Hiçlikten döndükten sonra başına gelen en iyi şeydi.

2

Öncelikle onun görünüşünü seviyordu. Karanlıkta kahverengi ile gri arası bir tona bürünen ve ışıkta ise açık kırmızı ile açık kahverengi bir renk alan, her koşulda giydiği süet ceket. Yıpranmış jean pantolonu, eskimiş botları, kızıl saçları. Tüm bunlarda birbiriyle uyumlu ve içten bir zarafet vardı. Hem ölü yaprakların melankolisini hem de kanla dolu damarların canlılığını çağrıştıran bir şeyler. Çok uzun boylu değildi, ama çok inceydi. Hatta “sıska” olduğu bile söylenebilirdi, ama kemik yapısı ve özellikle de belirgin kasları cılız nitelemesi yapmayı olanaksız kılıyordu. Derisi yüzülmüş kediyi andıran siluetiyle daha ziyade hayatta kalmayı başarmış bir güç timsaliydi.

Bir felaket olmuştu, tamam, ama bu felaketten geriye ender rastlanan bir sertlik kalmıştı. Kemik, kas ve öfkeden oluşan bir sertlik. Kızıllara mahsus çok beyaz teniyle, Niémans’a, tek bir fildişinden yontulmuş, bir ucu çok keskin, diğer ucu ele mükemmel bir şekilde oturan Eskimo bıçaklarını hatırlatıyordu. Niémans Ivana sevgililerinin kollarında uslu duruyor muydu, bilmiyordu, ama gündüz ne denli sert ve soğuk olursa olsun geceleri onun daha sıcak ve yumuşak olduğundan emindi. Ivana, onun Cannes-Écluse Ulusal Polis Koleji’ndeki derslerini takip etmişti. İlk yoklamada, Niémans onun adını yanlış telaffuz etmişti. Ivana, adının telaffuzunu düzeltmiş ve hemen eklemişti: “Ama bana canınız nasıl isterse öyle hitap edin.” Bu bir tevazu göstergesi değil, tam tersine kibirli bir cevaptı: Bu tarz iniş çıkışlardan uzaktı, sınıftaki herkesten, her şeyden üstündü.

Aylar boyunca, onun çarpıcı ve sert güzelliğini tüm ayrıntılarıyla inceleme imkânı bulmuştu, çıkık elmacıkkemiklerini, resim fırçası gibi ince kaşlarını. Ve onu büyüleyen ve sebebini bilmese de, ona İbiza’daki gün doğumunu, hippi şenliklerini, asit kullandıktan sonra yapılan meditasyonları hatırlatan şu kızıllık…

Genellikle bu tür şeylerden tiksiniyordu ama bunlar Ivana’yla ilgili olduğunda hoşuna gidiyordu. Aslında, tüm bu keşif süreci tamamen palavraydı. Niémans kendini kandırmaya çalışıyordu. Hayranlık duyan adamı oynasa da Ivana’yı uzun zamandır tanıyordu ve onun hangi konuda yetenekli olduğunu biliyordu. İkisi de geçmişteki ilk karşılaşmalarını unutmak ve yeniden en baştan başlamak istiyordu.  Ya benim kahvem? diye sordu Niémans, konttak anahtarını çevirirken.

Kız, bardaklıktaki içeceği işaret etti.  Sağlıklı değil. Size bitki çayı aldım. Niémans homurdanarak hareket etti. Ivana koltuğuna iyice gömüldü ve elindeki plastik çatalla kinoa salatasına saldırıya geçti. Kaplaması ceviz ağacı olan ön konsola ayaklarını uzatınca, Niémans az kalsın bağıracaktı ama vazgeçti.

Herhangi birinin Volvo’sunda bu tür bir saygısızlık yapmasına asla müsamaha göstermezdi, ama Ivana… Niémans da koltuğuna gömüldü ve gazı köklemeden önce direksiyonunu iyice kavradı. Kendini iyi hissediyordu. 32 yaşında hâlâ tırnaklarını kemiren bu kız çocuğuyla kendini mutlu ve dinç hissediyordu. Onun yanında olmasını, onun çekici bir kadının kokusundan ziyade çocuk kremlerinin kokusuna çok daha yakın bir tür pirinç patlağı kokusunu taşıyan parfümünü seviyordu. Teğmen Ivana Bogdanović’i yardımcı olarak seçtiğinde kimse buna bir anlam verememişti.

Genç kadının nitelikleri kuşkusuz tartışılmazdı, ama… sonuçta bir kadındı. Oysa Niémans’ın eski bir maço, neredeyse bir kadın düşmanı olduğu, tam anlamıyla erkek üstünlüğüne inandığı biliniyordu. Onun gözünde, bir polis erkek olmalıydı, bu kadar basitti. Bu şekilde tanınmış olmak Niémans’ı eğlendiriyordu. Tamamen gerçek dışıydı: Kadınlarla çok daha karmaşık bir ilişkisi vardı. Hiç evlenmemişti, ama bunun sebebi ne kadınları hor görmesi ne de onlara karşı ilgisizliğiydi. Daha ziyade, korkuyla karışık bir saygıydı kaynağı…

Ama Ivana konusunda, sebebi uzakta aramanın gereği yok tu. Polislik mesleğinde, uzun zaman önce yolu, uzaktan da olsa Niémans’la kesişmişti. Cannes-Écluse’deyken aldığı sonuçlar tartışma götürmezdi ve okuldan mezun olduktan sonraki yıllarda mesleğinde elde ettiği başarılar da ortadaydı. İyi bir tesadüf olmuştu, Niémans ondan başkasını seçemezdi.

– Bu çıkıştan mı sapayım? diye sordu Niémans, Freiburg levhasını görünce.
– Evet, buradan, dedi Ivana, aç bir kuş gibi yolcu koltuğunda
yemlenirken. Niémans hızlandı.
– Güzel, hadi bakalım, şu olay ne?

3

– Amerikan dergisi Forbes’a göre Geyersberg ailesi, Almanya’nın en zengin yirminci ailesiymiş, on milyar dolardan fazla servetleri varmış. Baden-Württemberg bölgesinin soylu ailesi, otomobil mühendisliği sektöründe büyük bir servet yapmış. VG Grup bütün Alman otomobil üreticilerinin vazgeçilmez iş ortağı.
– Ölen kim? İnanılmazdı ama, Niémans soruşturma dosyasına bakacak zaman bulamamıştı.
– Jürgen, kız kardeşi Laura’yla birlikte grubun başlıca vârisi. 34 yaşında, cesedi geçen pazar günü, Alsace’ta, Trusheim Ormanı’nda bulunmuş.
– Neden Alsace’ta? Sincap yemeğini çoktan bitirmişti. Boş salata kutusunu benzin istasyonunun torbasına tıkıp iPad’ini çıkardı.
– Geyersbergler, yılda bir veya iki kez, bölgelerinde yaşayan aristokratların ve başlıca iş ortaklarının kaymak tabakasını sürek avına davet ediyorlar. Cumartesi günü herkes aileye ait av köşkünde yemek yiyor. Av için hazırlanıyorlar, av köşkünde geceliyorlar, sonra pazar sabahı av boruları çalarak Ren Nehri’ni geçiyorlar.

– İyi de, neden Alsace?
– Çünkü 1950 yılından beri Almanya’da sürek avı yasak.
Ayakları hâlâ ön konsola dayalı Ivana, iPad’inde gezinmeye devam ediyordu.

– Av sırasında iki Fransız misafir ormanda kaybolmuş ve kontun cesediyle karşılaşmışlar. Kafası birkaç metre ötedeymiş. Niémans arabayı sürmeye devam ederken, bir anlığına resme baktı. Pek iç açıcı değildi: çamurun içinde yeşilimsi bir hal almışbir ceset, bir fırın ağzı gibi açık, kararmış bir gırtlak, yukarıdan aşağıya uzanan bir yarayla ikiye ayrılmış bir gövde…

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Polisiye Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıSon Av
  • Sayfa Sayısı304
  • YazarJean Christophe Grange
  • ISBN9786050970760
  • Boyutlar, Kapak13.7x23 cm, Karton Kapak
  • YayıneviDoğan Kitap / 2020

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Küllerin Günü ~ Jean Christophe GrangeKüllerin Günü

    Küllerin Günü

    Jean Christophe Grange

    Masumiyetin hüküm sürdüğü bir dünyada, katili öldürmeye sevk eden ne olabilir? Günah nedir bilmeyen bir toplumda nasıl olur da kan akar? Ya tam tersiyse…...

  2. Kaiken ~ Jean-Christophe GrangeKaiken

    Kaiken

    Jean-Christophe Grange

    Kaiken’in zamanı geldi Doğan güneş karardığında, Geçmiş, çıplak bir kılıç gibi keskinleştiğinde, Japonya artık bir anı değil, kâbus olduğunda, Kaiken’in zamanı gelmiş demektir. 1...

  3. Sisle Gelen Yolcu ~ Jean Christophe GrangeSisle Gelen Yolcu

    Sisle Gelen Yolcu

    Jean Christophe Grange

    Ben gölgeyim. Ben avım. Ben katilim. Ben hedefim. Kurtulmak için tek çarem var: diğerinden kaçmak. Peki ya diğeri de bensem? Zil sesi şuuruna kızgın...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Kasırga – Kod Adı C.e.y.d.a – 2 ~ Müzeyyen YılmazKasırga – Kod Adı C.e.y.d.a – 2

    Kasırga – Kod Adı C.e.y.d.a – 2

    Müzeyyen Yılmaz

    Gözleri buğuluydu… Gülümsemeye çalıştı ama başaramadı. İkisinin de gözleri birbirine kilitlendi. Onu ne çok özlemişti. Kendine bunu itiraf etmeye korkuyordu ama bu gerçekti. Göz...

  2. Sarışın Jane – Buzlar Prensesi ~ Jill MarshallSarışın Jane – Buzlar Prensesi

    Sarışın Jane – Buzlar Prensesi

    Jill Marshall

    Sarışın Jane kimdir? Başı neden hep belada? Rap müzik meraklısı V-ana neden Jane’in peşini bırakmıyor? Annesiyle birlikte sıradan bir hayat süren, cuma gecelerini televizyon...

  3. Narziss ve Goldmund ~ Hermann HesseNarziss ve Goldmund

    Narziss ve Goldmund

    Hermann Hesse

    Hermann Hesse’nin 1930 yılında yayımlanan romanı NARZISS VE GOLDMUND Ortaçağ’da yaşayan iki zıt karakterin sıradışı dostluğu ekseninde yaşam, ölüm, sanat, us, aşk, tutku ve...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur