Büyük Fransız romancısı Honoré de Balzac’ın en güzel romanlarından biri olan Sönmüş Hayaller’inin “İki Şair” ve “Taşralı Bir Büyük Adam Paris’te” adlı ilk iki cildinin çevirisi Yaşar Nabi Nayır’a aitti. “Bir Yaratıcının Çektikleri” adlı son cildi Filiz Nayır Deniztekin, Türkçeye kazandırdı. Yıllardır emek verdiği bitkisel kâğıt üretme hayalini gerçekleştiren David’i çekemeyen rakiplerinin aileye yaşattığı felaketler, Fransa’daki hukuk ve bankacılık alanlarının canlı ve ayrıntılı bir anlatımıyla gözler önüne seriliyor…
*
Ertesi gün Lucien yolcu belgesini tasdik ettirdi, çoban- püskülü sapından bir baston satın aldı, Enfer sokağından iki tekerlekli bir arabaya bindi ve on metelik ödeyerek Lonjumeau’da indi. İlk etapta, Arpajon’dan iki fersah uzaklıktaki bir çiftliğin ahırında yattı. Orleans’a vardığında, şimdiden çok yorgun ve bitkin haldeydi; ama bir kayıkçı üç frank karşılığında onu Tours’a indirdi ve yolculuk boyunca yiyeceğine yalnızca iki frank harcadı. Tours’dan Poitiers’ye kadar, Lucien beş gün yürüdü. Poitiers’den iyice uzaklaştığında, cebinde yüz metelik kalmıştı, ama bütün gücünü toplayarak yola devam etti. Bir gün, bir düzlükte karanlık bastırınca hazırlıksız yakalanan Lucien geceyi orada geçirmeye karar verdiği sırada, yokuşlu yoldan yukarı çıkan bir yolcu arabası gördü. Arabacıya, yolculara ve önde oturan iki uşağa fark ettirmeden, arkada iki paketin arasına büzülmeyi başardı ve sarsıntılara karşı koyabilecek şekilde yerleşerek uykuya daldı. Sabah gözüne vuran güneşle ve bir sesle uyandı, Mansle’ı, on sekiz ay önce kalbi aşk, umut ve sevinçle dolu olarak Madame de Bargeton’u beklemeye gittiği o küçük kasabayı tanıdı. Kendini toza batmış olarak bir meraklılar ve arabacılar çemberinin ortasında görünce, suçlamalara hedef olacağını anladı; sıçrayarak kalktı ve tam konuşacaktı ki arabadan çı- kan iki yolcu sözünü kesti; yeni Charente valisi kont Sixte du Châtelet ile karısı Louise de Nègrepelisse’i gördü.
“Kaderin karşımıza çıkardığı yol arkadaşının kim olduğunu bilseymişiz keşke!” dedi kontes. “Yanımıza binin, mösyö.” Lucien bu çifti hem alçakgönüllü hem de tehdit edici bir bakışla soğukça selamladı, ekmek ve sütle kahvaltı edip
dinlenebileceği ve geleceği üzerine düşünebileceği bir çiftliğe ulaşmak üzere Mansle’ın ilerisindeki bir kestirme yolda gözden kayboldu. Üç frankı kalmıştı. Papatyalar’ın yazarı, ateşinin etkisiyle uzun süre koştu; gitgide güzelleşen yerle- rin doğasını inceleyerek nehir boyunca aşağılara indi. Gün ortasına doğru, suyun salkımsöğütlerle çevrili bir çeşit göl oluşturduğu bir yere vardı. Kırsal güzelliğiyle ruhunu etkileyen bu serin ve bereketli yeşilliği izlemek için durdu. Nehrin bir kolu üzerine oturtulmuş bir değirmenin bitişiğindeki bir ev, ağaçların başları arasından kulakotuyla süslü saman ça- tısını gösteriyordu. Bu yapmacıksız cephenin yegâne süsleri birkaç yasemin, hanımeli ve şerbetçiotu fidanıydı, tüm çevresinde alev çiçekleri ve daha da görkemli gür bitkiler parlıyordu. Kaba bir temel kazığın tuttuğu, şoseyi en büyük nehir kabarmalarından koruyan taş döşeme üzerinde, güneşe serilmiş balık ağları gördü. Değirmenin ötesinde, bentlerin içinde gürleyen iki anafor arasındaki duru havuzda ördekler yüzüyordu. Değirmen sinir bozucu sesini duyuruyordu. Tahta bir bank üzerinde şair, yün örerken bir yandan da tavuklara eziyet etmekle meşgul bir çocuğa göz kulak olan şişman bir kadın gördü.
“Kadıncağızım,” dedi Lucien ilerleyerek, “çok yorgunum, ateşim var ve üç franktan başka param yok; bir hafta boyunca beni esmer ekmek ve sütle beslemek, saman şilte üstünde yatırmak ister misiniz? Bu arada aileme yazarım, bana para yollar ya da gelip beni buradan alırlar.”
“Seve seve,” dedi kadın, “ama kocam isterse tabii. Ne dersin, küçük adam?”
Değirmenci dışarı çıktı, Lucien’e baktı ve piposunu ağzından çıkararak, “Bir haftalığına üç frank mı? Hiç para almasak da olur,” dedi.
Şair, değirmenci kadının kendisi için hazırladığı yatağa yatmadan önce bu harika manzarayı izleyerek kendi kendine, “Belki de sonunda değirmenci çocuk olurum,” dedi ve orada o kadar uzun süre uyudu ki ev sahipleri korkuya kapıldılar.
Değirmenci kadın ertesi sabah öğlene doğru, “Courtois, git bak bakalım genç adam ölü mü sağ mı, on dört saattir yatıyor, yanına gitmeye cesaret edemiyorum,” dedi.
Değirmenci, ağlarını ve av aletlerini sermeyi tamamlarken karısına, “Sanırım bu güzel çocuk, parasız pulsuz siska bir oyuncu olabilir,” diye cevap verdi.
“Nereden çıkardın ki bunu, küçük adam?” dedi değirmenci kadın.
“Of! Bu ne bir prens, ne bakan, ne milletvekili ne de piskopos; peki elleri neden hiç iş yapmayan bir adamınkiler kadar beyaz?”
“Açlıktan uyanmaması çok şaşırtıcı,” dedi, kaderin bir gün önce kendilerine yolladığı konuğa yemek hazırlamış olan değirmenci kadın. “Oyuncu mu?” diye devam etti. “Nereye gidecek ki? Angoulême’de panayır zamanı değil henüz.”
Oyuncu, prens ve piskopos dışında, hem prens hem oyuncu bir adam, muhteşem din adamı kılığında biri, hiçbir şey yapmıyormuş gibi görünen, yine de tasvir etmeyi bildiğinde insanlığa hükmeden Şair olduğunu ne değirmenci akıl edebilirdi ne de karısı.
“Peki kim bu?” dedi Courtois karısına.
“Onu ağırlamak tehlikeli mi yoksa?” diye sordu kadın. “Yok canım! Hırsızlar bundan daha açıkgözdür, çoktan soyulup soğana çevrilmiş olurduk,” dedi değirmenci.
Ansızın ortaya çıkan ve hiç kuşkusuz pencereden karı-kocanın konuşmasını duymuş olan Lucien, “Ben ne prensim, ne hırsız, ne piskopos ne de oyuncu,” dedi acı acı. “Paris’ten buraya kadar yürüyerek gelmiş, yorgun bir yoksul gencim. Adım Lucien de Rubempré, Houmeau’daki eczacı Postel’in selefi mösyö Chardon’un oğluyum. Kız kardeşim, Angoulême’de Mûrier meydanındaki matbaacı David Séchard’la evli.”
“Durun!” dedi değirmenci, “Şu matbaacı, Marsac’taki mülkünü işleten ihtiyar uyanığın oğlu değil mi?”
“Ta kendisi,” diye yanıtladı Lucien.
“Ne baba ama, hadi canım!” diye devam etti Courtois. “Dediklerine göre, oğlunun evinde her şeyi sattırıyormuş, üstelik değeri iki yüz bin frankı aşan malı mülkü var, nakit parasını saymıyorum bile.”
Ruhla beden uzun ve acılı bir mücadelede paramparça olduğunda, güçlerin tükendiği saati ölüm ya da ölüme benzer bir yok oluş izler, ama o zaman karşı koyma becerisine sahip mizaçlar yeniden güçlenir. Böyle bir bunalımın pençesine düşen Lucien, eniştesi David Séchard’ın başına gelen felaketi belli belirsiz haber aldığı anda neredeyse düşüp bayılacak gibi oldu.
“Ah! Kız kardeşim!” diye bağırdı, “Ne yaptım ben, Tanrım! Alçağın tekiyim.”
Sonra ölmek üzere olan birinin solgunluğu ve bitkinli- ğiyle, kendini bir tahta sıranın üzerine bıraktı; değirmenci kadın aceleyle ona bir çanak süt getirip zorla içirdi; ama Lucien değirmenciden yatağa yatmasına yardım etmesini rica etti, bir yandan da ölümüyle başına dert olacağı için ondan özür diledi, çünkü son saatinin geldiğini sanmıştı. Ölümü hayal eden bu zarif şair, dinsel düşüncelere kapıldı: papazı görmek, günah çıkarmak ve kutsanmak istedi. Lucien gibi tatlı yüzlü ve iyi yaradılışlı bir gencin ağzından cılız bir sesle çıkan böylesi yakınmalar madam Courtois’ya fena halde dokundu.
“Hadi bakalım küçük adam, atına bin ve Marsaclı hekim bay Marron’u bul; bana hiç iyi durumda görünmeyen bu genç adamın neyi varmış bir görsün, papazı da getir; Postel bay Marron’un damadı olduğuna göre, onlar Mûrier meyda…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSönmüş Hayaller III- Bir Yaratıcının Çektikleri
- Sayfa Sayısı216
- YazarHonore de Balzac
- ISBN9789754346251
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviVarlık Yayınları / 2018-1.Basım
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Tetikçi ~ Jefferey Deaver
Tetikçi
Jefferey Deaver
Sadece adalete uygun olduğunu düşündüğü görevleri kabul eden ve işini inanılmaz bir ustalıkla yerine getiren Alman kökenli tetikçi Paul Schumann bir gün yakalanır. Onu...
- Elma Çekirdeği ~ Chiara Lorenzi
Elma Çekirdeği
Chiara Lorenzi
Herkes bir elmanın dışına bakar, peki ya içindeki çekirdeğe? Tea kendini elma çekirdeği gibi görünmez hisseden bir kız çocuğuydu. Ta ki teyzesiyle yaşamaya başlayana...
- Gökten Düşen Şeyler ~ Selja Ahava
Gökten Düşen Şeyler
Selja Ahava
Gökten düşen bir buz bloğu küçük Saara’nın annesinin canına mal olur. Bir kadın art arda iki kez piyango ikramiyesini kazanır. Bir adama beş kez...