Cengiz Aytmatov’un birbirinden güzel üç hikâyesinin yer aldığı kitap; aslında insan, mekân ve hafıza arasında birbirini sürekli besleyen ilişkinin göz önüne serilmesi bakımından büyük önem taşıyor. Aytmatov, Asker Çocuğu isimli hikâyesinde tıpkı çocuk kahramanların olduğu diğer hikâyelerindeki gibi, çocuğa uçsuz bucaksız bir hayal dünyası vermiştir. Yazarın bu hikayesinde yetim bir çocuğun babaya duyduğu hasret okuyucuya öyle kuvvetli hissettirilmiştir ki, kısacık bir hikâyede bunu başarmak elbette Aytmatov’un ustalığını bir kez daha ispatlamaktadır. Beyaz Yağmur hikâyesinde aşkın tertemiz halini, Yıldırım Sesli Manasçı’da ise ölümsüz olanın fikir olduğunu anlatan Aytmatov, şu sözlerle Kırgız kahramanını bir Manas anlatıcısına dönüştürür: “Bu dünyada insanlar doğar ve ölür. (…) Ama dünyada, insan hafızası zamana meydan okur. İnsanın kendi hayatı, göz açıp kapatıncaya kadar geçen zaman kadar kısadır. Ölümsüz olan düşüncedir, fikirdir. Ve bu fikirler insandan insana geçer. Ölümsüz olan Manas’tır”.
İÇINDEKILER
YILDIRIM SESLI MANASÇI/ 9
ASKER ÇOCUĞU/ 31
BEYAZ YAĞMUR/ 43
YILDIRIM SESLI MANASÇI
Bu Koşucu, kovalayıcı köpekler, nedendir bilinmez, en çok yol hazırlığını severler. Bundan daha çok sevdikleri hiçbir şey yoktur. Atlılar avul (köy) kapılarında toplanmayagörsün, hemen koşup gelirler. O hay-huy, o kargaşa içinde kafileye katılırlar. Sonra, istediğiniz kadar kovun, azarlayın, uzaklaştıramazsınız onları. İyice korkutsanız bile peşinizden gelmek için inat ederler. Tuhaf hayvanlar… Onları yalnız geniş alanlar, alabildiğine uzanan kırlar, ovalar ilgilendirir. Kalabalığı, kargaşayı, gürültüyü de çok severler. Herhalde bunun için ‘kovalayıcı köpekler’ demişler onlara.
Eleman, kendi köpeği Uçar’ın peşinden göl kıyısına kadar gelmişti. Şimdi orada, kurbanlık boğayı kesen ağabeyi Turman’a yardım ediyor, kadınlardan ve ihtiyar erkeklerden oluşan bir cenaze alayı da onları bekliyordu. Uçar, işte bu fırsattan yararlanıp ondan uzaklaşmış, kalabalığın arasına karışmıştı. Telaşlı, sabırsız, heyecanlıydı. Yeri koklaya koklaya çalılar arasında dolaşıyor, göl kenarında deli gibi koşuyor, sonra kafilenin etrafında dört dönerek havlıyordu: Bir an önce yürüyüşe geçsindi insanlar. Eleman durmadan Uçar’ı çağırıyor, onu yanında tutmak istiyordu ama, boşuna. Ne de olsa bir köpekti o. Ava gidilmediğini, büyük bir üzüntü içinde olan bu insanların,Almaş’ın kardeşi olan ve henüz onyedi yaşında iken ansızın ölümü tadan bir genç kızın cenaze törenine katılmak için başka bir köye gittiklerini nereden bilecekti? Kısraklara ve öküzlere binmiş insanların arasında, ya da çevrede, at koşturan çevik hareketli tek bir ciğit (yiğit) bulunmadığını da farkedemiyordu.
O gün, Isık-Göl Kırgızları arasında eli silah tutan herkesin, en iyi atların, uzakta, dağların ardında olduklarını nereden bilecekti Uçar? Eli silah tutanlar, yürüyerek üç günde varılan Talçuy vadisinde idiler ve orada yurtlarına saldıran Oyrat-Çungurları ile savaşıyorlardı. Savaş başlayalı beş gün olmuştu ve bu süre içinde hiçbir haber alamamışlardı onlardan. Budala koca köpek! Bütün bir milletin kaderi, geleceği sözkonusu iken ava çıkmayı kim düşünür? İnsanların uğradığı felâketler, savaşlar, ayrılıklar, yas ya da üzüntüler köpeğin umurunda değildi doğrusu.
Onu yalnız av ilgilendiriyordu. İnsanlar atlarına binip, kendisi gibi hırsla ve hiç yorulmadan, tilkileri, tavşanları kovaladıkları zaman onlarla beraber olmalıydı. Ve işte bu olayı, bu işi paylaşırdı onlarla. Uçar’ı tutmak ne mümkün! Sabırsızlanıyor, havlayarak ileri atılıyor, sonra dönüp kafilenin çevresinde dolanıyor, ürüyerek ayaklarına sürtünüyordu. Ara sıra da durup yalvaran gözlerle bakıyordu onlara. Kafileyi bir an önce harekete geçirmek için her şeyi yapıyordu. O, rüzgâr gibi uçarken, atlar dörtnala peşinden gelmeli, biniciler atları mahmuzlamalı, üzengiler üzerinde durup naralar atmalı, o hızla giderken rüzgâr kulaklarında uğuldamalı, ortalık iyice karışmalıydı. Ama hayır, öyle olmuyordu! Bu suskun, bitkin ihtiyarlar onu farketmiyorlardı bile. Bunlar, aşiret töresine uyarak, üzüntüden yıkılmış bir durumda olan Senirbay’ın gelini Almaş’ın başından ayrılmıyorlardı. Sonunda her şeye rağmen yola koyulmuşlardı ama, bu yalnız Senirbay ailesine yeni gelin gelen Almaş’ın hatırı için değildi. Şimdi Talçuy’da savaşan Almaş’ın kocası Koyçuman’a, özellikle de baba Senirbay’a olan saygılarından dolayı gidiyorlardı. Senirbay ünlü bir yurt ustası, yani çadır ev yapımcısı idi.
Küçük Bozoy aşiretinin bir gururu, bir övüncü idi o. Senirbay üç günden beri evinde kalp rahatsızlığından yatıyordu. Yatağa düşeli üç gün olmuştu ama bu hastalık uzun süredir ara sıra yokluyordu onu. Yeni akrabaları, gelininin kız kardeşi olan onyedi yaşındaki Ülken’in, beklenmedik bir anda ve güpegündüz öldüğünü haber verdikleri zaman, cenaze törenine katılmak için hazırlıklara başladı. Örf ve âdetlere göre, hasta da olsa bu görevi yerine getirmeliydi. Senirbay kalkıp kürkünü giymiş, avluda eyerlenmiş olarak kendisini bekleyen atına binmek için evden çıkmıştı.
Oğulları Turman ve Eleman da yanında idiler, binmesine yardım edeceklerdi. Ama, kapı önünde adımını atar atmaz ellerini kalbinin üzerine götürdü, acılar içinde sendeleyerek atın yelesini güçlükle tutabildi ve üzengiye ayağını koyamadı. Ayakları üzerinde duramıyordu çünkü. Karısı Kertolgo-Zayıp böyle durumlarla daha önce de karşılaşmıştı. Hemen duruma elkoydu. Şartlar gerektirince kararlılıkla hareket etmesini bilirdi. Çocukların da yardımıyla Senirbay’ı eve soktu, elbisesini çıkardı ve hiç vakit kaybetmeden yatağına yatırdı. Sonra da şöyle dedi kocasına: “Beğ, akrabaların cenazesine gidemeyecek kadar hasta olduğun için Tanrı seni bağışlayacaktır. Bırak senin yerine ben gideyim.
Senden sonra ailenin aksakalı1 benim. Bozoy aşiretinin büyük anası ben olacağım. Aşiretimizi cenaze törenine ben götürsem, oğlunun kaynatası ve kaynanası seni suçlamazlar. “Hem sonra, Talçuy’da olup bitenlerden kimse bir haber alamazken seni suçlamayı kim düşünecek? Oğullarımızın ne halde bulunduklarına, yendiklerine ya da yenildiklerine dair hiçbir haber alamazken seni kim suçlayacak? Hiç haber alamıyoruz ve herkes merak içinde, kaygılar içinde. “Her şeyden önce sen sağlığın için dua et, uzaklarda, o kanlı savaşta bulunan oğullarımızı düşün. Kendine iyi bak.
Sen Bozoy aşireti için çok değerlisin. Benim için daha da değerlisin. Çocuklarımın atası olan sen, bu dünyada her şeyden daha değerlisin benim için. Bu üzücü görevi, bırak da senin yerine ben yapayım. Sen hiç kımıldamadan yat. Hepimiz gideceğiz, ama Eleman’ı seninle bırakacağım.” Böyle konuştu Kertolgo-Zayıp. Benzi iyice solmuş, alnından soğuk terler akan Senirbay, zayıf bir sesle cevap verdi:
“Haklısın, çocuklarımın anası. Ben gidemiyorsam sen git. Bütün Bozoyları topla da git. Almaş, ailesinin yanına tek başına varmasın. Tâ uzaktan ağıt okumaya başlayın. Ölü için ağladığınızı çevredeki herkes duysun. Savaşta olduğu için bulunamayan Koyçuman’ın ve hasta olduğum için katılamayan benim yokluğumuzu belli etmeyecek kadar yüksek sesle ağlayın. Herkes bilsin ki, savaş kapımızı çalmış olsa bile, biz insan olarak var oldukça, ölülerimizi gömmekten ve onlara ağlamaktan asla geri kalmayız.”
Aşiretin ihtiyar erkekleri, kadınları ve çocukları yola koyuldular. Hepsinin içini aynı soru, aynı sıkıntı kemiriyordu: Oyrat-Çungarları ile yapılan savaş nasıl bitecekti? O acılı anlarda, kendi kendilerine, yüksek sesle ya da içlerinden, aynı soruyu soruyorlardı: “Ne oluyor? Talçuy vadisinde durum ne? Niçin hiçbir haber alamadık? Niçin kimse bir şey bilmiyor?” Cenaze törenine aşiretin şerefi için, töreye uymak için gidiyorlardı. Ama yine de çok ciddi idiler ve en sıkıcı, en karanlık kaygılarla dolu idi yürekleri.
Eleman, köpeği Uçar’ı güçlükle yakaladı. Yakaladıktan sonra da bel kayışını çıkarıp hayvanın boynuna geçirmek zorunda kaldı. Ancak öyle engel olabilirdi cenaze alayı ile gitmesine. Köpek, bağlı olduğu halde alayın peşinden gitmeye, Eleman’ın elinden kurtulmaya çalışıyordu. Eleman onu bırakamazdı. Çünkü, öbür köyün köpekleri yabancı bir köpeği bölgelerine sokmaz, öldüresiye ısırırlardı. Köpeği bağladığı kayışı sıkı sıkı tutan Eleman olduğu yerde durdu. Ne yapacağını, gidenlere ne söyleyeceğini bilemiyordu. Onlara “güle güle” diyemezdi ki.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıYıldırım Sesli Manasçı - Asker Çocuğu - Beyaz Yağmur
- Sayfa Sayısı60
- YazarCengiz Aytmatov
- ISBN9786051557410
- Boyutlar, Kapak12x19,5, Karton Kapak
- YayıneviÖtüken Neşriyat / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Parfümün Dansı ~ Tom Robbins
Parfümün Dansı
Tom Robbins
‘Oyunculuk uçarılık değil, bilgeliktir’ diyerek çılgınlık derecesinde ‘oyuncul’ romanlar yazan Tom Robbins, bu romanda hayatımızı var eden en temel kavramlar hakkında düşünmeye ve insanın...
- İhtişam ~ Vladimir Nabokov
İhtişam
Vladimir Nabokov
“Yıldızlı evrenin trapezlerinde uçaninsan düşüncesi, altında uzanan matematikle birlikte, ağla çalışan ama birdenbire ağın aslında orada olmadığını fark eden bir akrobata benzer – Martin...
- Ateşin Şarkısı ~ Tess Gerritsen
Ateşin Şarkısı
Tess Gerritsen
Kemancı Julia Ansdell Roma’daki bir antikacıdan garip bir müzik kitabı ve el yazması bir vals eseri satın alır. Daha notaları okurken valsin güzelliği karşısında...