Lauren ve Ryan’ın evliliği kırılma noktasındaydı. Aşklarının ateşi sönmüş, bir zamanlar coşkuyla yaptıkları şeyler canlarını sıkan zorunluluklara dönüşmüştü. Aralarındaki ateşi yeniden harlamak ve kaybettikleri tutkuyu tekrar bulmak umuduyla sıradışı bir yola başvurmaya karar verdiler: Bir yıllık bir mola. Bu zaman zarfında diledikleri ne varsa yapabilirlerdi. Birbirleriyle görüşmek hariç.
Hayatının Ryan’sız dönemlerini neredeyse hiç hatırlamayan Lauren için bu bir yıl, zorlu bir kendini keşfetme yolculuğuna dönüşecekti. Bir yandan da onsuz bir yaşamın güçlükleriyle baş etmek zorundaydı. Bu arada arkadaşlarının ve ailesinin evliliğe, aşka, bağlılığa ve aileye dair düşüncelerini öğrendikçe kendi fikirleri de hızla değişmeye başlayacaktı. Evlilikte asıl değerli olanın ne olduğunu ve ne uğruna mücadele etmesi gerektiğini sorgulayan Lauren, bu bir yılın sonunda acaba hâlâ aynı şeyi mi istiyor olacaktı?
Bölüm 1
İYI TARAFI NEREYE GITTI?
Dodger Stadyumu’nun otoparkındaydık ve Ryan arabayı nerede bıraktığımızı yine unutmuştu. Ona arabanın C bölümünde olduğunu söyleyip duruyordum ama bana inanmıyordu. “Hayır,” dedi onuncu kez. “Buraya vardığımızda sola değil sağa döndüğümü net olarak hatırlıyorum.” Etraf inanılmaz karanlıktı, önümüzdeki yolu yalnızca aşırı büyük beyzbol toplarına benzeyen sokak lambaları aydınlatıyordu. Arabayı park ettiğimizde tabelaya bakmıştım. “Yanlış hatırlıyorsun,” dedim nefese nefese ve kızgın bir ses tonuyla. Burada zaten fazlasıyla oyalanmıştık; halbuki Dodger Stadyumu’nun karmaşasından nefret ederdim.
Sıcak bir yaz gecesinde olduğumuza şükretmeliydim; öte yandan saat ondu ve taraftarların geri kalanı tribünleri boşaltırken biz ikimiz mavi ve beyaz forma denizinin ortasında kavga ediyorduk. Yaklaşık yirmi dakikadır aynı durumdaydık. “Yanlış hatırlamıyorum,” dedi bana bakmaya tenezzül bile etmeden önden yürürken. “Hafızası zayıf olan sensin.” “Ah, tabii,” dedim onunla alay edercesine. “Sırf bu sabah anahtarlarımı unuttum diye birdenbire dangalak mı oldum?” Dönüp bana baktı; bu ânı ona yetişmek için kullandım. Otopark engebeli ve dikti. Ben yavaş kalıyordum. “Evet, Lauren, benim de söylediğim tam olarak buydu. Yani bir dangalak olduğun.” “Yani, temelde söylediğin buydu. Ne söylediğinin farkında olduğunu söyledin; ben değildim sanki.”
“Sadece şu lanet olası arabayı bulmama yardım et de eve gidebilelim.” Cevap vermedim. C bölümünden gittikçe daha da uzaklaşırken onu takip etmekten başka bir şey yapmadım. Neden eve gitmek istediği benim için bir gizemdi. Evde hâlimiz bundan daha iyi olmayacaktı. Aylardır bundan daha iyi olmuyordu. Dodger Stadyumu’nun otoparkının dik yollarında uzun, geniş bir çember çizerek dönüp duruyorduk. Onu hemen arkasından takip ederek yaya geçitlerinde onunla birlikte bekliyor, onun temposuyla karşıya geçiyordum. Hiç konuşmuyorduk. Ona ne kadar çok bağırmak istediğimi düşünüyordum. Ona dün gece ne kadar çok bağırmak istediğimi de geçiriyordum aklımdan. Muhtemelen yarın da ona bağırmak isteyeceğimi. Onun da hemen hemen aynı şeyleri düşündüğünü tahmin ediyordum. Buna rağmen aramızdaki hava son derece durgundu, düşüncelerimizin hiçbirinden etkilenmiyordu. Son zamanlarda gecelerimiz ve hafta sonlarımız genellikle gergin geçiyordu; yalnızca hoşça kal veya iyi geceler derken yatışan bir gerginlikle.
Otoparktan ayrılan ilk insan akınından sonra nerede olduğumuzu ve nereye park ettiğimizi görmek çok kolaylaştı. Ryan daha fazla bilgi vermek için işaret etme zahmetine girmeden, “İşte orada,” dedi. Bakışlarını takip etmek için kafamı çevirdim. İşte oradaydı. Küçük, siyah Honda’mız. Gerçekten C bölümündeydi. Ryan’a gülümsedim. Bu nazik bir gülümseme değildi. Gülümsememe karşılık verdi. Onun gülümsemesi de nazik değildi.
ON BİR BUÇUK YIL ÖNCE
Üniversitedeki ikinci senemin ortalarıydı. Birinci senem yalnız geçmişti. UCLA, başvurduğum zaman sandığım kadar cazip bir yer değildi. İnsanlarla tanışmak benim için zordu. Hafta sonları ailemi görmek için sık sık eve gidiyordum. Şey, aslında eve kız kardeşim Rachel’ı görmek için gidiyordum. Annem ve erkek kardeşim Charlie ikinci sıradaydı. Her şeyimi anlattığım kişi Rachel’dı. Yemekhanede tek başıma yemek yerken özlediğim kişi Rachel’dı ve yemekhanede itiraf etmek istemeyeceğim kadar sık tek başıma yerdim. On dokuz yaşındaki hâlim, on yedi yaşında liseden sınıf birincisi olarak mezun olurken ve sürüsüne bereket okul yıllığını imzalamaktan ellerime kramp girerkenki hâlimden daha utangaçtı. Üniversitedeki birinci senem boyunca annem okul değiştirmek isteyip istemediğimi sorup durmuştu.
Başka bir okul aramamın sorun olmayacağını ısrarla tekrarlamıştı ama bunu yapmayı istemiyordum. Derslerimi seviyordum. Annem bunu her sorduğunda, “Henüz alışamadım o kadar,” diyordum. “Ama alışacağım. Buraya alışacağım.” Posta odasında bir iş bulunca üniversiteye alışmaya başladım. Çoğu akşam benimle birlikte bir veya iki kişi daha olurdu; bu başarılı olduğum bir ortamdı. Küçük gruplarda daha iyiydim. Sesimi duyurmak için fazla çabalamam gerekmediğinde ışıldayabiliyordum. Posta odasında birkaç aylık mesaiden sonra bir sürü insan tanıdım. Bazısını gerçekten sevdim. Onlardan bazıları da beni gerçekten sevdi. O yıl Noel tatiline çıktığımızda ocakta üniversiteye dönmek için sabırsızlanıyordum. Arkadaşlarımı özlemiştim.
Dersler yeniden başlarken yeni ders programımın önceden hiç bulunmadığım birkaç binada olmamı gerektirdiğini fark ettim. Genel eğitim derslerimin çoğunu tamamladığımdan psikoloji dersleri almaya başlayacaktım. Yeni ders programımla birlikte gittiğim her yerde aynı çocukla karşılaşmaya başladım. Spor salonunda, kütüphanede, Franz Hall’da. Uzun boylu ve geniş omuzluydu. Belirgin pazıları olan güçlü kolları vardı; kolları gömleğine güçbela sığıyor gibi görünüyordu. Saçları açık kahverengiydi, yüzünde genellikle hafif bir kirli sakal vardı.
Daima gülümsüyor, sürekli birileriyle sohbet ediyordu. Onu tek başına yürürken gördüğümde bile amacı olan bir insanın özgüvenine sahipmiş gibi görünüyordu. Sonunda konuştuğumuzda yemekhaneye girmek için sıradaydım. Üzerimde bir önceki gün giydiğim gri tişört vardı ve onun sıranın biraz ilerisinde durduğunu fark ettiğimde bunun dikkatini çekebileceğini düşündüm. İçeri girmek için kimlik kartını okuttuktan sonra arkadaşlarının arkasında kaldı ve kart makinesini idare eden çocukla sohbet etmeye başladı. Sıranın başına ulaştığımda sohbetini kesip bana baktı. “Yoksa beni mi takip ediyorsun?” dedi doğrudan gözlerime bakıp gülümseyerek. İçimi birden bir utanç sardı ve onun da bunu fark ettiğini düşündüm. “Affedersin, aptalca bir espriydi,” dedi. “Sadece son zamanlarda her yerde seni görüyorum.” Kartımı geri aldım. “Seninle birlikte yürüyebilir miyim?” “Olur,” dedim. Posta odasından arkadaşlarımla buluşacaktım ama onları henüz görmemiştim. Ayrıca hoş bir çocuktu. Aklımı çelen de daha çok buydu. Hoş bir çocuktu. “Nereye gidiyoruz?” diye sordu bana. “Hangi sıraya?” “Izgaraya gidiyoruz,” dedim. “Yani sıraya benimle gireceksen.”
“Doğrusu bu harika bir seçim. Zaten canım da acayip çizburger çekiyordu.” “Izgaraya o hâlde.” Sohbetin sürmesi için hayli uğraşmasına rağmen birlikte sırada beklerken çoğunlukla sessizdik. “Ryan Lawrence Cooper,” dedi elini uzatarak. Gülerek sıktım. Elinin kavrayışı sağlamdı. Bu tokalaşmanın bitmesini istemezse bu konuda yapabilecek bir şeyim olmadığına dair muğlak bir hisse kapıldım. Elinin hissettirdiği öylesi bir güçtü. “Lauren Maureen Spencer,” dedim. Elimi bıraktı. Kafamda onu rahat ve güvenli, kendinden emin ve çekici biri olarak canlandırmıştım. Bir dereceye kadar sahiden bu niteliklere sahipti. Ama konuşurken söylenmesi gereken doğru sözcüklerden emin olamaz gibi bir hâli vardı; biraz bocalıyor gibiydi.
Benim hiç olamayacağım kadar kendinden emin görünen bu hoş çocuk… tüm yanlarıyla insaniydi. Hoş bir görünüş vardı, büyük olasılıkla eğlenceliydi ve dünyayı biz geri kalanlardan daha iyi anlıyormuş gibi görünecek kadar kendisiyle barışık bir insandı yalnızca. Ama aslında anlamıyordu. Tıpkı benim gibiydi. Tam da bu yüzden ondan bir anda daha da çok hoşlandım. Aynı zamanda beni tedirgin etti. Midemde kelebekler uçuşmaya, avuç içlerim terlemeye başladı.
“Eh, artık sorun yok o zaman,” dedim komik olmaya çalışarak. “Aslında sen beni takip ediyordun.” “İtiraf ediyorum,” dedi ve sonrasında hızla yalanını geri aldı. “Hayır! Elbette hayır. Ama bunu fark ettin, değil mi? Sanki bir anda her yerdeydin.” “Sen her yerdeydin,” dedim sırayla birlikte ilerlerken. “Ben her zaman gittiğim yerlerdeydim.” “Yani benim her zaman gittiğim yerlerde.” “Belki kozmik olarak birbirimize bağlanmışızdır,” dedim şakadan. “Veya ders programlarımız birbirine yakındır. Sanırım seni ilk kez avluda gördüm. Orada Psikolojiye Giriş ile İstatistik dersleri arasında vakit öldürüyordum. Aynı saatlerde Güney Kampüsü’nde bir dersin olmalı, doğru mu?” “İstemeden bana kendin hakkında iki şeyi açık ettin, Lauren,” dedi Ryan gülümseyerek.
“Öyle mi?” dedim.
“Hıhı.” Başıyla onayladı. “Daha az önemlisi, şimdi bir psikoloji öğrencisi olduğunu ve aldığın iki dersi biliyorum. Seni takip
eden bir sapık olsaydım bu bilgiler bir hazine değerinde olurdu.”
“Doğru.” Başımı salladım. “Bununla birlikte hünerli bir sapık
olsaydın bunları çoktan öğrenmiş olurdun.”
“Her halükârda sapık sapıktır.”
Sonunda sıranın başındaydık ama Ryan sipariş verme zamanının gelmesinden ziyade bana odaklanmıştı. Ancak yemek
siparişi vermeye yetecek bir süre bakışlarımı ondan uzaklaştırdım. “Peynirli tost alabilir miyim lütfen?” dedim aşçıya.
Aşçı Ryan’a, “Ya sen?” diye sordu.
Ryan öne eğilerek, “Çizburger, ekstra peynirli,” derken kolu
kazara koluma değdi. Çok hafif bir elektrik hissettim.
“İkincisi ne?” diye sordum.
“Hı?” dedi Ryan; tekrar bana bakarken neden bahsettiğini
çoktan unutmuştu.
“İki şeyi açık ettiğimi söyledin.”
“Ah!” Ryan gülümsedi ve tezgâhın üzerindeki tepsisini benimkine yaklaştırdı. “Avluda beni fark ettiğini söyledin.”
“Doğru.”
“Fakat ben seni görmemiştim.”
“Peki,” dedim, ne demek istediği açık değildi.
“Yani teknik olarak ilk önce sen beni fark ettin.”
Ona gülümsedim. “Pes,” dedim. Aşçı bana peynirli tostumu uzattı. Ryan’a çizburgerini verdi. Tepsilerimizi alarak gazlı içecek makinesine yöneldik.
“Bu durumda,” dedi Ryan, “burada kovalayan sen olduğuna
göre galiba bana çıkma teklif etmen için sadece beklemem gerekiyor.”
Ne?” diye sordum yarı şaşkın yarı utanmış bir ifadeyle. “Bak,” dedi, “epey sabırlıyımdır. Cesaretini toplaman, benimle konuşmanın bir yolunu bulman ve bunu rasgele bir şeymiş gibi göstermeye çalışman gerektiğini biliyorum.” “Hıhı,” dedim. Uzanıp bir bardak alarak buz bölmesinin altına ittim. Makinenin buz bölmesi kükredikten sonra sadece üç tanecik buz parçası çıkardı. Yanımda duran Ryan bunun üstüne makinenin yan tarafına küt diye vurdu. Buzlar bir çığ gibi bardağıma düştü. Ona teşekkür ettim. “Sorun değil. Peki şuna ne dersin?” diye önerdi Ryan. “Yarın akşam altıya kadar beklesem nasıl olur? Hendrick Hall’un girişinde buluşuruz. Hamburger ve belki dondurma yemek üzere seni dışarı çıkarırım. Biraz yürürüz. O zaman bana çıkma teklif edebilirsin.”
Ona gülümsedim. “Adil olan bu,” dedi. “İlk önce sen beni fark ettin.” Çok çekiciydi. Ve bunu biliyordu. “Tamam. Yine de bir sorum var. Oradaki sırada,” dedim kimlik kartlarını kontrol eden çocuğu işaret ederek, “Onunla ne hakkında konuştun?” Bunu soruyordum çünkü cevabı bildiğimden oldukça emindim ve ona bunu söyletmek istiyordum. “Kartları makineden geçiren çocukla mı?” diye sordu Ryan gülümseyerek. Yakalandığını biliyordu. “Evet, ne hakkında konuştuğunuzu merak ettim.” Ryan doğrudan gözlerime baktı. “Ona dedim ki, ‘Sohbet ediyormuşuz gibi davran.
Şu gri bluzlu kız buraya ulaşana kadar zaman kazanmam gerekiyor.’” Birkaç dakika önce yalnızca hafifçe hissettiğim elektrik akımı şimdi içimi kavuruyordu. Beni tepeden tırnağa yakıyordu. Bunu el ve ayak parmaklarımın uçlarında hissedebiliyordum. “Hendrick Hall. Yarın, altıda,” diyerek orada olacağımı teyit ettim. Diğer yandan orada olmak için can attığımı şimdiye kadar ikimizin de anladığını düşünüyordum. Orada ve sonranın, burada ve şimdiye dönüşmesini istiyordum.
Yanımdan ayrılırken gülümseyerek, “Geç kalma,” dedi. İçeceğimi tepsime koydum ve yemekhanede rahat bir tavırla yürüdüm. Henüz arkadaşlarımla buluşmaya hazır olmadığımdam tek başıma bir masaya oturdum. Yüzümdeki gülümseme fazla büyük, fazla güçlü, fazla parlaktı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Genç Yetişkin Romantik
- Kitap AdıEvet, Dedikten Sonra
- Sayfa Sayısı344
- YazarTaylor Jenkins Reid
- ISBN9786258387162
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYabancı Yayınevi / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Son Kıta ~ Terry Pratchett
Son Kıta
Terry Pratchett
lüm tek seferliktir ama kaçmak sonsuza dek sürer… Efsane yazar Sör Terry Pratchett’ın benzersiz yaratımı “Diskdünya” serisinin ilk kez Türkçeye çevrilen yeni kitabı Son Kıta,...
- Ayın İki Yüzü ~ Manuela Salvi
Ayın İki Yüzü
Manuela Salvi
Biri olmadığında, diğerinin anlamı kalmıyordu… Hepimizin aşkın ağına düşmemiz, âşık olmaya bu denli ihtiyaç duymamız ya da sevdiğimizi sandığımız kişiye bir şeyler vermeyi beceremememiz,...
- Düşmüş Vâris – Royal Serisi 5. Kitap ~ Erin Watt
Düşmüş Vâris – Royal Serisi 5. Kitap
Erin Watt
Bu ailenin tasarım hatası benim. Easton Royal, görünüşte her türlü avantaja sahipti: Yakışıklıydı, zengindi ve çok zekiydi. Ama onun tek hedefi sonuna kadar eğlenmekti....