Düştüm. Hiç kalkamayacağımı zannedecek kadar uzun kaldım yerde.
Sevgili Okur, Birazdan sayfaları arasında kaybolacağınızı umduğumuz bu kitap, çok özel bir yolculuğun son parçasıdır.
Serinin, 1. Kitabı Huşu Ağacı
2. Kitabı Asude Bahçe
3. Kitabı Derviş Kelamı
kitaplarını okumadıysanız, evvela onları ziyaret etmenizi tavsiye ederiz. Zira düğümü anlamadan salt çözüme bakmak, yarayı görmeden devayı okumak anlamlı bir bütün oluşturmayacaktır.
**
Zeynep
“İlk acı değilsin, dedim. Son acı da olmayacağım,
dedi.
Yalnızlık hiç geçmiyor, dedim. Yazıyorsun ya, dedi.”
Şükrü Erbaş
Derviş Dede ebedi yurduna göçeli tam dört ay oldu. Çocukların ara tatili için Pir Musa’ya geldik dün akşamüzeri. Sabah erkenden uyandım bugün. Sol yanımda içimi oyan, kanırtan bir hüzün yumağı var. O koşarak, hatta uçarak gittiğim gül bahçeli huzur limanının kapılarına kilit vuruldu şimdi. Birazdan, geçsem o bahçe önünden kendimi kontrol edememekten korkuyorum. Allah’ım affet.. Derviş Dede’yi çok özlüyorum.
Onu kaybettikten kısa bir süre sonra, Derviş Dede›nin bana bıraktığı vasiyeti bir avukat arkadaşıma götürdüm. Detaylı bakmamıştım, meğer kütüphanesindeki bütün kitaplarını da bana bırakmış. Evinin de satılıp tüm gelirin kimsesiz çocuklara bağışlanmasını istemişti. Genç bir kadın almış evi. Annemin dediğine göre kadın psikologmuş, Çolpan’mış adı. Ara ara yemek götürüyormuş annem, iyi bir kadınmış. Bir de Yusuf’la yaşıt kızı varmış. Ben gelip kitapları teslim alıncaya kadar Derviş Dede’nin kitaplarının kütüphanesinde kalmasını rica etmiş. Ben de kabul ettim. Birazdan, artık Derviş Dede’nin nuruyla aydınlanmayan o bahçeye gideceğim. Hem Çolpan Hanım’la tanışmaya hem de uygun oldukları bir günü sorup kitapları teslim almaya.
Varlığı bütün hücrelerine işlemiş birini kaybetmek çok zormuş Allah’ım. Artık biliyorum ki Derviş Dede en sevdikleriyle, Rabbiyle ve en mutlu olacağı yerde şimdi. Belki de bencilce bir istek benimki. Onun için bu dünyada yaşamanın daha zor olduğunu bilmeme, gittiği yerin bu dünyadan çok daha şefkatli bir yuva olduğunu idrak etmeme rağmen bizimle kalsın istemek…Evet tek kelimeyle bencillik benimki. Fakat onu özlemekten kendimi alamıyorum. Ondan geriye kocaman bir boşluk kaldı ve ben bu boşlukla ne yapacağımı bilemiyorum bazen.
Hayatında çok yer kaplayan biri, bir anda hayatından gidince sanki zihnini çıkarıp onunla dolduruyorlar gibi oluyormuş. Nereye baksan onunla bir anın çıkıyormuş sandıktan. Sonra, anılar sağanağı üzerine yağıyormuş. Bir koku, bir dua, bir çiçek, bazen bir ezan sesi… Ve bütün patikalar hasret çektiğine çıkıyormuş. Varamayacağını bilsen de yanına gitmek istiyormuşsun. Ama varamıyormuşsun. Ölümünün (o olsa düğün derdi) ardındaki ilk ay işte bu kadar zordu sahiden de. Oysa yas sürecindeki bir danışanım duygularını, hislerini anlatırken ve ben ona, “Sizi anlıyorum, bu duygularla baş etmekte zorlanıyor olmalısınız, bu çok normal,” derken, aslında hiçbir şey anlamadığımı Derviş Dede’yi kaybedince anladım. Masanın bu yanından konuşmak ne kolaymış Allah’ım. Meğer insan karşısındakinin çektiği acıyı, ancak o acının içinden geçerken tam manasıyla anlarmış.
Artık, yasın kabul sürecini yaşadığım şu günlerde yine de boğazımdaki yumru hep hazır ve nazır, hep orada. Gözlerimdeki inciler haylaz bir çocuk gibi pınarlarından coşmaya bahane arıyor. Derviş Dede’nin gül bahçesinin kapısına vardığımda da yine sözümü dinlemeyip çağladıkça çağladılar.
“Birine mi bakmıştınız hanımefendi?”
Yeni ev sahibinin sesiyle irkilmesem daha ne kadar o kapının önünde gözlerimin önündeki anılar geçidine dalardım bilmiyorum. “Şeyy, affedersiniz,” dedim.
“Zeynep ben,”
“Aa Zeynep Hanım hoş geldiniz. Ben de bugünlerde gelmenizi bekliyordum. Buyurun lütfen. Ben de Çolpan.”
Çolpan
“Şunu kesin bir şekilde öğrenmiş olmamız gerekirdi
ki, yazgı bir yere varmadan önce çok dönüp dolaşır.”
Jose Saramago
Gece bölük pörçük geçen kalitesiz bir uykunun ardından yoğun bir seans gününe başladım. Asfar evi terk edeli üç hafta olmuştu ve benim artık Evla’ya gerçekleri anlatmam gerekiyordu. Babasının yurt dışı seyahatlerine alışkındı ancak bana öyle geliyor ki o da bu kez seyahat uzayınca farklı bir şeyler olduğunu seziyor, inanmış gibi gözükmek onun da işine geliyordu. Soru sormaya bile ödü kopuyor gibiydi. Sonu gelmeyen sorularını, ancak sorunun cevabından eminse sorma gereği duymazdı.
Günün son seansını da bitirip kendimi sahile atmak için yanıp tutuşuyordum. Hatta içimden, “Keşke bir şekilde danışan gelmese, randevuyu iptal etse,” duygusu geçtiğini de itiraf ediyorum. Zira bugünlerde kendi problemlerime dahi çare bulacak enerjim kalmamış gibiydi. Ama kapı hafifçe tıkladı ve içeriye yaşlı bir adam geldi. Çok başka bir zamandan ışınlanmış gibiydi bakışları.
“Rahatsız etmiyorum ya hanım kızım,” dedi zarafetle.
“Rica ederim, buyurun hoş geldiniz,” diyebildim güçlükle. Her hareketinden incelik akan bir yanı vardı. Ben koltuğu işaret etmeden oturmadı. “Buyurun sizi dinliyorum,” dediğimde anlatmaya başladı. Yaklaşık altı ay önce iki çocuğunu ve tek torununu bir trafik kazasında kaybetmiş. Buraya da eşi için gelmiş. Elinden geleni yapmasına rağmen onun için hiçbir şey yapamadığını hissediyormuş. Çünkü eşi günden güne daha kötüye gidiyor ve içine kapanıyormuş. Buraya gelmeye de ikna edememiş.
“Şimdi hanım kızım, ben ne yapabilirim eşim için? Onun yüzünü yeniden nasıl güldürebilirim?” dediğinde neredeyse hıçkıra hıçkıra ağlayacaktım. Asfar gittiğinden bu yana bir kez dahi aramamıştı Evla’yı. Yeryüzünde demek hâlâ böyle erkekler vardı. Eşinin hüznüyle dertlenen, ona kıymet veren ve onu böylesine düşünen. Oysa bazı erkekler de vardı ki değil eşini, kendisinden olma evladını dahi düşünmezdi, kalbinde kendinden başkasına sevgi beslemezdi. Bütün bu düşünceleri hızla zihnimden kovup sordum,
“Peki bu kayıplar sonrasında siz ne hissediyorsunuz? Bu yalnızca eşinizin yası değil, sonuçta siz de sevdiklerinizi kaybettiniz ve onları özlüyor olmalısınız.”
“İşte asıl sorunlardan biri de benim ne hissettiğimde. Aslına bakarsanız ben onların şu anda en güvenilir yerde, Yaradan’ın yanında olduklarını biliyorum. Elbette özlüyorum ancak asıl yuvada, burada olduklarından çok daha mutlu oldukları gerçeğini teselli diye sürüyorum hasret yaralarıma. Ve benim kendisi kadar kahrolmadığım için gönül koyuyor Gül’üm bana. Gülümser, eşimin adı.”
Bunları söyler söylemez çok gizli bir sırrı aşikâr etmiş gibi mahcup oldu. Daha evvel yas sürecinde olan hiçbir danışanımdan böyle bir yaklaşım görmediğim için ben de ziyadesi ile şaşkındım doğrusu. Daha çok,
“Dünyada ölmeyi hak eden o kadar kötü insan varken neden benim babam, eşim, annem ya da neden ben, neden biz?” gibi sorgulamalar duymayı beklerken, bu teslim oluş beni biraz şaşırttı ve bunun gerçek bir yası kabul etme süreci mi yoksa kendini öyle hissetmeye mecbur hissetmek mi olduğunu anlayabilmek için derinlere dalmaya karar verdim. Özlem duygusunu açığa çıkaracak ve gerçek duygularını ifade etmesi için yolu açacaktım,
“Bana biraz çocuklarınızdan ve torununuzdan bahseder misiniz? Nasıl bir ilişkiniz vardı,”
“Kızım Şifa ve oğlum Mehmet çok iyi evlatlardı, ben razıydım Allah da razı olsun onlardan. Şifa çiçeklere meraklıydı, Mehmet de bilgisayarlara. Torunum Zeynep küçük bir arı kuşu gibi akşama kadar kanat çırpardı bahçemizde.”
“Onları özlüyor musunuz?”
“Özlemez olur muyum hiç?”
“Peki özlem dayanılmayacak noktaya geldiğinde ne yapıyorsunuz?”
Tam bu esnada hüzünle gözlerime baktı, içten bir gülümseme ile soruma soru ile yanıt verdi,
“Peki Çolpan kızım, müsaadenle ben bir soru sorabilir
miyim size?”
Seansın kontrolünü kaybediyormuşum gibi hissetmeme rağmen,
“Kişisel bir soru değilse elbette sorun, buyurun,” diye yanıt verdim.
“Nihayetinde bir gün kavuşacağınızdan emin olduğunuz ve hayatta en değer verdiğiniz insanların yakınınızda ancak mutsuz olmalarını mı yoksa sizden uzak olsa dahi mutlu ve güvende olduklarını bilmeyi mi tercih ederdiniz?”
“Konuya ve duruma göre değişirdi galiba, bilemiyorum.”
“İşte ben de Allah’ın onlar için yazdığı yazgıya inanıyor ve güveniyorum. Sonunda bizim payımıza hasret çekmek düştüyse de onlar için bu vedanın olması, gereken en doğru şey olduğundan eminim. İşte bu nedenle keşke burada olsaydılar demiyorum. Eğer onlar için hayırlı olan bu dünyada olmaya devam etmek olsaydı burada olurlardı. Değilseler, olması gereken yerdedirler.”
Yası böyle karşılayan bir danışanım olmamıştı daha önce. Evet söyledikleri kendi inanç sistemine göre mantıklı ve tutarlıydı ancak evlatlarının ve torununun kaybını bu kadar kolay bir şekildeki kabul edişi, belki de Gülümser Hanım’a kendisi kadar üzülmediğini düşündürtüyor ve belki de yas sürecini bu kadar zor geçirmesine neden oluyordu. İşin garibi Derviş Bey de bu durumun farkında ve elinden bir şey gelmediğini söylüyor,
“Farkındayım Çolpan kızım, ona, isyan cümlelerinde eşlik etmedikçe kızıyor bana. Hatta teselli etmek için söylediğim şeyler onu daha çok öfkelendiriyor. Onun yasını yaşama şeklini anladım ve kabul ettim. Ama sırf anlık olarak rahatlasın diye onun ebedi yurdunu yakacak isyan ateşini körükleyemem. Biliyor musun kızım, sevgili Peygamberimiz, amcası ve yakınları Kur’an ayetlerine inanmıyorlar, onları kurtaramıyorum diye o kadar üzülmüş ki, Yaradan kendi kelamıyla teselli etmiş onu,
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap Adıİyileşme Zamanı
- Sayfa Sayısı240
- YazarFunda Uçuk Er
- ISBN9786258222777
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviHayy Kitap / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Unutmadan ~ Mehmet Bilal Dede
Unutmadan
Mehmet Bilal Dede
Üçüncü Tekil Şahıs, Adresinde Bulunamadı, Üvey, Béla / Osmanlı’da Bir Vampir ve Günah / Osmanlı’da Bir Vampir adlı eserleriyle tanınan Mehmet Bilal Dede, yeni...
- Nar ~ Ece Gamze Atıcı
Nar
Ece Gamze Atıcı
Aşk hiç böyle anlatılmadı. Nar, 21. yüzyılda yazılmış, bestesi Zeki Müren’e ait, bir kadınla bir adamın seslendirdiği tuhaf bir neşe ve keder hikâyesi. Nar...
- Yaralasar 3 ~ Maral Atmaca
Yaralasar 3
Maral Atmaca
Ve ben bugün biraz daha ölmüştüm fakat hiç ağlamamıştım. O, sırtıma dört kırbaç vurduğunda bile tek bir damla gözyaşı dökmemiştim. Gözlerim doluyor ama gözyaşlarım...