Biri anne diğeri çocuk hakkında iki güzel hikâye. Birisi daha çok dokunaklı, diğeri daha çok neşeli. İlki “Ana mı? Yoktu ana. Yok, vardı ana. Bir vardı, bir yoktu; türkülerimizde kaldı ana ile bitiyor, diğeri rüyalara karışan bir gerçekle: “Bekir’in Alimcan’a getirdiği haber bu kez gerçekti. Çok geçmeden Kırım’a dağıldı ve Kırım’da iki Alim’in varlığını bilmeyen kimse kalmadı; biri Alim Aydamak, diğeri Alim Kulaksız.
ANA
Ana. Şaşma, ana diye sesleniyorum sana. Oysa hayat yolumun sonuna ulaştım. Yine de aynadan kendi yansıma her baktığımda kendimi senin küçük oğlun gibi görüyorum. Sen benim için anadan fazla bir yaratık mı oldun? Şiddetli rüzgârın bütün insanlarımızı yurdumuzun toprakları üstünden silip süpürdüğünden tam yirmi yıl sonra senin rahmetli olduğunu öğrendim. Mezarın var mı yok mu (varsa mezarın nerdedir) bilmiyorum. Rahmetli olduğunu öğrendiğim günün akşamı odamın bahçeye bakan penceresi dibinde durarak uzun bir süre karşı yakadaki beyaz güllere baktım.
Seni düşünmüyordum. Hiçbir şeyi düşünmüyordum. Ama sen aklımda saklıydın ve aklımın uzak bir köşesinden bana bakıp gülümsüyordun. Çiçeklere bakarken kası bir tereddüt geçirdim. Neden sonra gözlerime yaşlar geldi. İhtiyar bir adamın gözyaşlarından daha üzünçlü bir şey olamaz.
Yok, yanıma gelip elinle başımı okşayamazdın; ama sen, ‘Ağlama oğlum, hayat yolu düz ve güllerle döşeli olmaz; tersine, dik yamaçlardan geçer, uçurumlardan iner, yolun bazı kesimleri karanlık olur, bazı kesimleri buzlu ve kaygan olur. Sen geçtin o yolu. Gözlerinin yaşını sil ve Tanrı’ya şükret,’ diye yatıştırıyordun beni akşamın alaca karanlığı içinden geçip penceremin camına çarpan incecik ve melodili sesinle. Gözlerimi yumdum ve seni gördüm: Mavi kadife beze işlenmiş beyaz nakış gibiydin ve senin arkanda denizimizin güneşli kıyılarına sarkan yeşil bağlarıyla senin bana hediye ettiğin yurdun toprakları dokuluydu beze.
Güldüm, ve, gözlerimden yaşları silerken, bitmez uzaklığı çekip ayaklarımın dibine getirdim, ve uzaklığın benim için önemini yitirdiğinin farkına varınca, eriyip kendimi senin yanındaki kadife beze dokudum. Ne mutlu bana! Senin yanında olmak yeniden doğmak gibi. Gözlerimin hayata kapanacağı günü beklerken sönmüş umutlar canlanıyor gönlümde ve umutlar yokluğa açılan kapının eşiğinden alıp bizim cennet yurdumuza götürüyor beni.
Zaman bekler.
Seninleyim ve canlıyım.
Seninle can da bizim bağlarımızın yeşili gibi, ve düşlerimde kalmış Gurzuf misali sevgilim çağırır beni kendine.
Unutmadın değil mi?
N’olursun seslen, unutmadım de bana.
Tanrım, nekadar uzun yıllar geçti aradan.
Ayrıldığımız günün akşamı iki elinle elimi tutup dudaklarına kaldırdın, ve önce ellerimi, sonra da dudaklarımı, yanaklarımı, boynumu, kafamın tepesini öpe öpe, ve öpülerinden kopan gözyaşlı sesinle, ‘Benim altın balam, benim iki gözüm, geri bana dön; gece ve gündüz, gecenin ve gündüzün her saatinde seni bekleyeceğim burada diyor ve, beni doğurduğuna âdeta pişmanmışsın gibi, iki elinle kafamı bağrına bastırarak, beni yeniden kendi içine almak istiyordun.
Dönmedim, dönemedim sana. Ama geçmiş olduğum hayat yolunun sonuna kadar seni gönlümde taşıdım, ve (ruhen de olsa) bütün bu uzun yıllar sen benimle ve benim yanımda yürüdün.
Seni gönlümde taşıdım diyorum.
Farkındayım, gönülde taşımak kolay.
Ama sen…
Sen daha genç, daha yeşilini yitirmemiş bir kadındın, Demili Çeşme üstündeki bağın ortasında geniş verandalı evin yerden az yüksek merdivenini inerek sabahları Gurzuf iskelesine taze balık almaya giderken, Gurzuf çarşısına taze et almaya giderken, akşamları sedirde gergefinle otururken beni kendi içinde taşıdın, beni doğurduktan sonra da kucağında taşıdın beni, beşiğime yatırdın beni, üzerime eğilip alnımı öptün, beşiğimi sallattın, ninniler söyleyip uyuklattın beni, ve ben bütünümle senin sesinde, soluğunda, gözlerinin ışığında büyüdüm. Sen gerçekten adına ana denen bir yaratık mıydın? Anaydıysan harikulade bir anaydın.
Gülünç değil miyim? Beni yeniden doğurmanı istiyorum. Farkındayım, yeniden doğuramazsın beni. Yeniden senin südünü içemem, eteğini tutup yürüyemem Gurzuf’un sokaklarında, verandanın güneşli penceresi dibinde oturup bebeklerimle oynayamam ama sen benim içimdesin ve hayatımın bu son aşamasında seninle konuşmaya, senin sesini duymaya ihtiyacım var. Seslen bana.
Uzun mesafelerin boşluğunda eriyip işitilmez oldu sesin. Yeniden seslen bana. Seslenirsen sesin senin sesin olduğunu bilecek miyim, bilmiyorum. Bilemem belki, çünkü bugünlerde rüyaları güzelleştiren sesler benden uzaklaşıp işitilmez oluyor, görünümler gözlerimden silinip görünmez oluyor, ve (bunca yıl hangi bir galerinin bodrumunda saklı kaldın bilmiyorum) en ünlü ressamın fırçasından çıkmış portresi gibi gördüğüm yüzünü solgun ve renksiz görüyorum. ‘İhtiyarlık’, diyorum içimden. Uzun yıllar çok şeyler getirdi bana; ve uzun yıllar birçok şeylerle birlikte bir de değnek verdi elime.
Eskiden gözle görünenleri artık göremiyor, yalnız içimden: Gör! Gör! Gör! diye zorluyorum kendimi. Şimdi de akşamın alaca karanlığı içinden seni görmeye çalışıyorum.Sonunda, ‘Yeter! Sakin ol, diyorum kendime, ve pencereden çekiliyor, ve odamda sedirin üzerine uzanıp yatıyorum. Ama aklımda hâlâ ana, bahçenin ucunda beyaz güllerin üzerine eğili bir halde duruyor. Sen anadan başka bir yaratık mıydın, anne? Sen orda, Gurzuf’un güneşinden aldığın ışığa sarılı, başını güllerden kaldırıp bakıyorsun bana. Gelmiyorsun yanıma. Gelemezsin. Sen nur gibisin. Nuru çekip getiremem kendime.
Akşamın uzamasını istiyorum. Bütün bir gece uzasın istiyorum akşam. Gözlerimi uyku tutmayacak bu gece, seni göreceğim orda. Ve gün ışıyınca sen yine, bilmiyorum ne zamana kadar (belki ebediyen) silinip gideceksin gözlerimden. Dur gitme; bahçeye karanlık çökmeden önce hayatımda başımdan gelip geçmiş ufak-tefek savaşları, ufak- tefek kanlı maceraları, açlığı ve gurbet ellerde çektiğim yılların acısını unutarak, seni göreyim orda. İnanıyor musun, benim hamileliğim seninkinden uzun sürdü. Bütün bu uzun yıllar içimde taşıdım seni. Yalnız bu akşam dışımdan bakıyorsun bana ve, sen bana bakarken, kendimi canlı ve gerçek dünyada yaşadığımı hissediyorum.
Dur gitme; sen bana bak, ben sana bakayım, ve ikimiz birbirimize bakarken, geçmiş hayatımızı yeni baştan yaşayalım bu akşam. Bahçe akşamın alaca karanlığına bürülü hâlâ. Ana hâlâ orda beyaz güllerin üzerine eğili duruyor.
Sen gerçekten sen misin, anne? Rüyalar unutuluyor zamanla. Ama sen… sen unutulmaz bir rüya oldun, anne. Gurzuf’un iskelesi ucunda gördüm seni; bazan Pilibaşı üstünde, bazan da Ayı Dağı hizasında. Her gördüğümde ufka bakıyordun. Beni bekliyordun, değil mi? Ufukta beni göreceğini sanıyordun değil mi? Uzun yıllar bekledin. Gelmedim. Ama gördüm seni. Hâlâ oralarda görüyorum seni. Gece ortalarında uykum bölünüp ter içinde uyandığımda ana! diye seslendim. Kımıldanmadın. Başını çevirip bakmadan bana; yalnız ufka baktın. Ufukta beni göreceğini mi sandın? Rüyaydı senin bekleyişin. Benim de rüya oldu umutlarım. Bizim bütün hayatımız rüya oldu, anne. Şimdi bahçemin ucunda, başın beyaz güllerin üzerine eğili. Beni mi görüyorsun güllerde? Güllere bakarak dua mı ediyorsun? Bütün dualarımız yanıtsız kaldı. Yine de sen ve ben Tanrı’ya inancımızı yitirmedik, ve bekledik.
Akşamın alaca karanlığı az daha kararıyor. Yalnız çitin dibinde gün ışığı. Gölgeden çık, gidip çitin dibinde dur, daha bir iyi göreyim seni. Ya da dur, ben geleyim sana. Gelemez miyim? Gelirim, anne. Bunca yıl uzun mesafelerin ucunda aradım seni. Bu akşam bahçemin ucunda görüyorum seni. Dur gitme; bahçeye büsbütün karanlık çökmeden önce geleceğim sana. Unutmadın değil mi? Bizim evin az uzağındaki bağın ortasında çardaklı bir ev vardı. Sevgilisini yitirmiş genç gelin bir türkü söylerdi akşamları.
Gittim kuyu başına
Yüzük koydum taşına
Ah neler geldi neler geçti
Bu gençlikte başıma
Bizim verandanın basamakları üstüne oturup genç gelinimin türküsünü dinlerdim. Unutamıyorum; gurbet ellerde o türküyü söyledim içimden kendi kendime:
Ah neler geldi neler geçti
Bu gençlikte başıma…
Ama ister savaşlarda, ister günlük hayatımda olsun, karşılaşmış olduğum tehlike ve zorluklara boyun eğmeyen, yıkıldığında çabucak kendini toparlayıp ayağa kalkan bir yaratık olarak getirdin sen beni dünyaya. Ve hayatımın her gününü seninle yaşadım; Gurzuf’un ve Soğuksu’yun güneşli kıyıları, Kızıltaş’ın Gelinkaya’sı silinmez dövmeler gibi kaldı yüreğimin üstünde, ve ruhum öylesine güçlü ve öylesine azimkâr oldu ki, dudaklarımda acıyla kıpırdayan
Yel eser sallanır
Ağaçların dalları
Bizim için haram oldu
Şu Kırım’ın yolları
türküsünü koparıp attım dudaklarımdan ve yerine Alim Aydamaklar’ın ve Çora Batırlar’ın çelikten kelimelerle yazılı türkülerini okudum kendi kendime.
Senin rahmetli olduğunu bana duyuran kimselerden öğrendim: Yurdun uzağında sen de o türkülerle yaşadın, ve gözlerin yolda, gözlerine gün ışığı sönmeden önce, o türküleri hasretini çektiğin yurdun topraklarına götüreceğin günü bekledin. Ah ana! Nekadar güzelsin ana! Hiç solmadın, hiç pörsümedin; gözlerin Kuzey yıldızları gibi ışıl ışıl.
Görüyorum seni. Sen de görüyor musun beni? Dur, gitme. Bahçeye karanlık gelip çökmeden önce geleceğim sana, ve ikimiz içimizde yanan aşk ateşiyle orda kol kola durup beyaz güllere bakacağız. Az daha bekle, geliyorum. Uzun yılların sonunda nihayet görüyorum seni. Nur gibisin. Nuru çekip getiremem ayağıma. Ben geleceğim sana, ve ikimiz birbirimizin yanında, ben yeniden ben olacağım, sen de yeniden sen olacaksın, ana. Unutmadım, senden ayrıldığım gün, ‘Sakın değişme’, demiştin bana. Ben değişmedim, yıllar değiştirdi beni; ama yılların altında saklı ben hâlâ şarkılarımızda gibiyim:
Gel sevgilim
Gel civanım al meni
Kucağına yatır meni sar meni
Ay doğmadan gün doğmadan
Bu diyardan kaçayık
Çayır çimen bahçelerde
Güller gibi açayık
Unutmamışsındır. Bizim Gurzuf’un Kayabaşı’yla Soğuksu yalısı arasında evde bir Memet amca oturuyordu. Kimse bilmiyordu Gurzuf’ta adamın yaşını; kimileri doksan beşinde, kimileri de adamın yaşı yüzonbeş diyorlardı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye
- Kitap AdıRüyalarda: Ana ve Küçük Alimcan
- Sayfa Sayısı128
- YazarCengiz Dağcı
- ISBN9786254084300
- Boyutlar, Kapak12 cm x 19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviÖtüken Neşriyat / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Menekşe Kokulu Hikayeler ~ Ender Haluk Derince
Menekşe Kokulu Hikayeler
Ender Haluk Derince
“Menekşe Kokulu Kitap!” Hayata Bir Bardak Çay Molası Sevinçlerini Sakın Erteleme Her Yemekten Sonra Şükret Biri Seni Kucakladığında İlk Bırakan Sen Olma… Okurken içinizi...
- Caz Çağı Öyküleri ~ Scott Fitzgerald
Caz Çağı Öyküleri
Scott Fitzgerald
Babasının, “Birini eleştirmeye kalktığında, herkesin seninle aynı imkânlarda dünyaya gelmemiş olduğunu aklına getir!” sözünü hiçbir zaman unutmamış olan F. Scott Fitzgerald (1896-1940), Caz Çağı...
- Aşkın Sanal Halleri ~ Canan Tan
Aşkın Sanal Halleri
Canan Tan
Vakt-i zamanında, “Aldanma ki şair sözü elbette yalandır!” diyen Fuzûlî, günümüzde yaşasa, “Aldanma ki sanal aşklar elbette yalandır!” mı derdi? Yoksa, “Aşk aşktır!” diyerek,...