Kilimanjaro’nun Karları, Hemingway‘in çok beğenilen ve en popüler yapıtlarından seçilmiş on kısa öyküden oluşmaktadır. Öyküler, Kazanana Ödül Yok, Kadınsız Erkekler, Beşinci Kolve İlk Kırk Dokuz Öykü isimli yapıtları arasından seçilmiştir. Ayrıca, Hemingway’in yetişkinler için yazdığı öyküler arasında bir Amerikan dergisinde yer almaya değer bulunan ilk eseri Katiller ve babasının intiharına ilk kez gönderme yapan otoyaşamöyküsü tadındaki Babalar ve Oğullar da yer almaktadır. Hemingway’in yaşamöyküsünü yazan Carlos Baker, Francis Macomber’in Kısa ve Mutlu Yaşamı adlı kısa öyküsünü, “öz-gözlemin, kulaktan dolma bilgilerin ve uydurmaların harika birleşimi” olarak nitelendirmiştir. Hemingway’in “Bütün gerçekleri burada anlattım” diyerek pek övündüğü, kitaba ismini veren kısa öyküyse, içinde, üstüne romanlar yazılacak kadar çok malzeme barındırmaktadır. Sadeliklerinin güzelleştirdiği, yaratıcılıklarıyla heyecan veren, özenle işlenmiş her kelimesiyle türünün en iyi örneklerinden olan bu kısa öyküler, Amerikalı usta yazarı daha da yüceltiyor.
Kitapta yer alan öyküler:
- Kilimanjaro’nun Karları
- Temiz ve Aydınlık Bir Yer
- Bir Günlük Bekleyiş
- Kumarbaz, Rahibe ve Radyo
- Babalar ve Oğullar
- Başka Bir Ülkede
- Katiller
- Hiç Olamayacağınız Gibi
- Elli Bin Dolar
- Francis Macomber’in Kısa ve Mutlu Yaşamı
*
GERÇEKLİĞİN DEĞİŞİMİ SÜRECİNDE KALICI OLANI GÖREBİLMEK…
M. Sadık Aslankara
Bilgi Yayınevi, kuruluşunun kabaca ellinci yılında, ölümünün ellinci yılına rastlatarak yayımladığı “Ernest Hemingway Bütün Eserleri” dizisi ile gerek yaşadığımız çağın güncel olaylarına gerekse yazın sanatlarına yönelik açılım getirirken dikkat çekici bir kapının aralanması fırsatını da sunmuş oldu bize. Gerçekten dünyanın iki savaş arasına sığışmış görünen ama etkisini daha uzun yıllar sürdüreceği öngörülebilecek o yoğun karmaşa, İspanya iç savaşı, yazarın da yaşam bulduğu ABD toplumunun ekonomik bunalımı, bunun yansıması olarak yaşanan çatışma, yükselen yoğunluğuyla soğuk savaş, ama sonuçta diyalektik açıdan önümüzü kesen bir gerçeklik: “Tarihin zoru.” Bütün bunların Hemingway dünyasında doğayla örtüşen bir karşılığı da söz konusu ayrıca; “doğanın zoru” biçiminde nitelenebilecek bu olguyu insan-hayvan canlılar dünyasının yerleşim, göç hareketlerinde, sonra hem kendi aralarında hem de cinsler arası düzlemde birbirlerine karşı yürüttükleri savaşımda gözlemek olası. Yanı sıra birbirinin avı, avcısı olarak konumlandıklarını da elbette. O halde Hemingway’in hemen tüm verimlerinde doğanın zoru ile tarihin zorunun bir yerlerden uç verip yapıta sızarak egemen olacağı kestirilebilir. Nitekim onun gerek romanları gerekse öykülerindeki karakterlerin, bir biçimde bunun canlı yansıtıcıları olduklarını kestirmek olası. Üstelik doğa da tarih de zaten hep bir baskı, basınç temelinde yapılandığına, patlamalar, sıçramalarla yol alıp ilerlediğine göre, karakterlerin kişilik yapısında bunun neredeyse birebir yansımasıyla karşılaşmak öyleyse olağan sayılmalıdır.
Yalnız karakterlerin sert, köşeli kişilikler olmasına yol açmamıştır bu kanımca, aynı zamanda Hemingway’i de bu biçimde etkilemiş, doğayla tarihsel zorun yansıtıcısı bir yazar olarak taşıdığı bu ağır sorumluluktan ötürü onu adeta çökertmiştir. Esasen savaş muhabirliği, avcılığı, bohem yaşayışı vb. atak tutumlarının da bütün bunları besleyip tetiklediği anımsanabilir burada. Bunun sonucunda o, bu çok sert, acımasız dünyanın neredeyse bozguna uğrattığı insanoğlunu kendi biçemine uygun birer karakter olarak roman evrenleriyle öykü dünyalarına yerleştirirken ister istemez sert bir biçemi içkin kılmıştır yapıtlarında.
Bütün bu özellikler, onun hemen her yapıtında kendini gösteriyor. Bu nedenle yukarıdan bu yana söyleyegeldiklerimi Kilimanjaro’nun Karları adlı yapıtta yer alan öykülerde gözlemek, dahası bu anlamda her birini birer mihenk taşı olarak bu saptayımlarla karşılaştırıp vuruşturmak pekâlâ olanaklı görünüyor bana.
Öykü başlarına yerleştirilen, bunları birer eşikli öyküye dönüştüren prologlarda, ta en baştaki anlatının bir devamı halinde, neredeyse anlatıcının ya da öykülerin temel karakterinin yaşayıp da yazmak istediği ama yazamadığını düşündüğü anlara yolculuk yapıyoruz. Anlam kaydırmalarıyla örülü, artalan sıkılığı getiren yaklaşım, aslında bizi öykülerin temel karakterine dönük bir yaşamöyküsüyle de yüz yüze getiriyor bir bakıma.
Bu açıdan bakıldığında iç içe kurulu bu öykülemeyle bunlar okunup bitirildiğinde, öykülerin evrenlerine girilmekle birlikte sonuçta öykülerin ardından, enikonu bir roman evreninden çıkılmışçasına duygu yoğunluğu, ötesinde yorgunluğu yaşanıyor denebilir. Bu en azından aralarında süreğenlik olduğu görülen öyküler için söylenebilir. Hatta bu öykülerde, Hemingway’in yaşamından, üstelik her evresinden süzdürülebilecek pek çok öğeyi dermek de olası ayrıca…
Bütün bu verilerden kalkıldığında, Hemingway’in aslında bir tür “olay aktarıcısı yazar” niteliği yansıttığını kestirmek güç olmasa gerek. Bu ise, unutulmaz bir yazar olmayı besleyen değil engelleyen bir özellik oysa…
Peki, bu durumda Hemingway nasıl oluyor da unutulmazlaşıp kendi çağını da aşarak zaman aşırı bir yazar niteliği kazanıyor, böylesi bir dönüşüm sergileyebiliyor?
Yanılmıyorsam, Hemingway’in yazarlığının en önemli, en güçlü yanı da burada kendini gösteriyor. Çünkü o, eylemi aktarmakla yetinirken, onu tetikleyip besleyen koşulların, karakterlerin derinlerinde ince ince işlenerek kendiliğinden çıkagelen tutkuların, kırılmaların, dramatik yarılmalarla trajedik oluşumların anlatıcısı olmak gibi yazarlığın ancak zanaatçı yanını ele veren basit, sıradan, orta malı anlatımlara, söylemlere sığınmıyor asla. Yani olayları açık açık anlatıyor; ama bunların kavramsal açıdan nirengi yapılabilecek yanlarını ise gizliyor tam tersine.
Gerçekten Hemingway, herhangi şairaneliğe bulaşmadan, dolambaca sapmadan olayları dümdüz, sipsivri aktaran tümceleriyle anlatısında okuru böylesi bir kayıtsızlıkla karşılıyor, sonrasında koluna takarak onu, müthiş keşiflere çıkarıyor, sanki bunları bir tek okur buluyorcasına…
Aslolan da zaten bu bağlamda kalıcılık sağlamak değil midir? İşte Ernest Hemingway’i büyük, çok büyük yazar yapan yanı bu! O, ölümü üzerinden şunca yıl geçtikten sonra bile, yalnızca soy yazıncıların taşıdığı tutumla anlattıklarından çıkarılabilecek kavramsal tortuyu bize, yani biz okurlara yazdırabiliyor ustalıkla.
Denebilir ki öyküsünü, romanını kaleme getirirken, bizi yanına birer yamak olarak alıp doğanın, tarihin zorundan damıtarak aktardığı olaylardan çıkarılabilecek kavramsal tortuyu, bütün bunları sanki biz kendi kendimize yazıyormuşuz gibi zihnimize nakşetmemizi sağlıyor Hemingway. Böylece ona çıraklık yapan her okur, artık Hemingway’in zorlu evrenleri, sert karakterleriyle birlikte dolaşarak yazarın birer silik kopyasına dönüşüp onu unutulmazlaştırıyor böylece.
Aslında bütün bunlara bakarak bu büyük yazarın, yapıtlarını, okurlarına yazdırdığı da söylenebilir görece… Hemingway’i yazmaya hazırsanız eğer, Hemingway okumaya da başlayabilirsiniz o halde…
KILIMANJARO’NUN KARLARI
Kilimanjaro, karlarla kaplı, altı bin beş yüz metre
yüksekliğinde bir dağdır. Afrika’nın en yüksek
dağı olduğu söylenir. Dağın batı zirvesine Masai dilinde
“Ngàje Ngâi”, yani “Tanrı’nın Evi” denir.
Batı zirvesinin yakınlarında donmuş
ve kurumuş bir leopar cesedi vardır.
Kimse leoparın o yükseklikte
ne aradığını açıklayamaz.
“Harika olan şey acısız olması” dedi adam. “Başladığını da böyle anlıyorsun zaten.”
“Gerçekten mi?”
“Kesinlikle. Ancak koku için özür dilerim. Rahatsız oluyor musun?”
“Rica ederim böyle söyleme.”
“Şunlara baksana!” dedi adam. “Görüntü mü yoksa koku mu onları buraya çeken?”
Adamın uzandığı döşek, büyük bir mimoza ağacının gölgesine kurulmuştu. Adam gölgelerin arasından çıplak ovaya baktığında, üç büyük kuşun muzırca yere çöreklendiğini, gökyüzünde ise uçarken, hızla hareket eden gölgeler yaratan bir düzine kadar kuş görebiliyordu.
“Kamyon bozulduğu günden beri buradalar. Ama bugün ilk kez yere konuyorlar. Bir öyküde kullanırım diye, başlangıçta dikkatle onları izliyordum. Ancak şimdi çok gülünç geliyor” dedi.
“Keşke böyle şeyler söylemesen.”
“Sadece konuşuyorum” dedi adam. “Konuşmak iyi geliyor.
Ama seni rahatsız etmek istemem.”
Kadın, “Rahatsız olmuyorum. Sadece, elimden bir şey gelmemesi canımı sıkıyor. Uçak gelene kadar, bu durumu kolaylaştırmak için elimizden geleni yapabiliriz” diye karşılık verdi.
“Ya da gelmeyene kadar!”
“Lütfen ne yapabileceğimi söyle. Yapabileceğim bir şey olmalı.”
“Bacağımı kesebilirsin. Bu acımı dindirebilir ama emin değilim. Ya da beni vurabilirsin. Artık iyi bir nişancısın. Sonuçta ateş etmeyi ben öğrettim sana, değil mi?”
“Ne olur böyle konuşma. Sana bir şeyler okuyayım mı?”
“Ne okuyacaksın?”
“Çantadaki kitaplardan henüz okumadığımız herhangi birini.”
“Dinleyemem. Konuşmak en kolayı. Tartışıyoruz, böylece vakit geçiyor.”
“Ben tartışmam, asla da tartışmak istemiyorum. Ne kadar gerilirsek gerilelim, artık daha fazla tartışmayalım. Belki bugün başka bir kamyonla geri gelirler. Belki de uçak gelir.”
“Kımıldamak istemiyorum. Eğer senin işini kolaylaştırmayacaksa, hareket etmenin bir anlamı yok.”
“Bu korkaklık.”
“Adamı yaftalamadan, rahatça ölmesine izin veremez misin sen? Böyle kelimeler kullanmanın ne yararı var ki?”
“Ölmeyeceksin!”
“Sersem sersem konuşma! Ölüyorum zaten. Şu pisliklere sorsana.” Kel kafaları kambur sırtlarının tüyleri arasına gömülmüş, iri, kirli kuşların oturduğu yere doğru baktı. Bir tanesi…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKilimanjaro'nun Karları
- Sayfa Sayısı200
- YazarErnest Hemingway
- ISBN9789752204485
- Boyutlar, Kapak13,3 x 19,5 cm, Amerikan Kapak
- YayıneviBilgi Yayınevi / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yaratıcı Eylem: Bir Var Olma Biçimi ~ Rick Rubin
Yaratıcı Eylem: Bir Var Olma Biçimi
Rick Rubin
“Genel geçer anlamda sanat yapıp yapmadığımıza bakmaksızın hepimiz birer sanatçı olarak yaşıyoruz. Verileri algılıyor, süzgeçten geçiriyor, ardından bu bilgi setinden yola çıkarak kendimiz ve...
- Ada ya da Arzu ~ Vladimir Nabokov
Ada ya da Arzu
Vladimir Nabokov
Ada, Adoçka, Duşka! Vaniada, Nevada, Theresa! Voltemand, Vaskö dö Gama! Vaniçka, Adalucinda! Vandemonian, Ladore! Adore, Ada, Hades! Ada ya da Arzu’da Nabokov okura, hafızamız...
- Bir İdam Mahkûmunun Son Günü ~ Victor Hugo
Bir İdam Mahkûmunun Son Günü
Victor Hugo
Hugo, aydınlanmacı hümanizmin geleneğinde, suç ile ceza ilişkisinin insansız bir mıntıkada tartışılmasının anlamsızlığına işaret eder gibidir. Onun kişisi, hayat ile ölüm arasındaki dar sınır...