Göz yanılması, el çabukluğu, kalp çarpıntısı… Zaten bir sirkten daha fazla ne beklenebilir ki… Angela Carter, Londra’nın her daim yağmurlu, rutubetli işçi mahallelerinden Rusya’nın kurak, hüzünlü taygalarına savrulan bir sirk kafilesinin peşine düşüp, ihtiraslı bir kurmacaya dönüşen pikaresk bir fars yaratıyor.
Hilkat garibeleri, muhataralı ayyaş palyaçoları, kana susamış kaplanları ve efsunlu trapezcisiyle duvar diplerinde saklanmaya mahkûm karakterleri sahne ışıkları altında onurlandırıyor. Yayınlandığı 1984 yılında Angela Carter’a İngiltere’nin en köklü edebiyat ödüllerinden James Tait Black Memorial Prize’ı kazandıran Sirk Geceleri, kavgadan geri durmayan gözüpek kadınlarıyla feminist mücadeleye; şamanları, aynalara hapsolan kaplanları ve envai çeşit tekinsiz ritüeliyle de büyülü gerçekçiliğe selam duruyor.
LONDRA
“İlahi küçük bey!” Fevvers’ın sesi, teneke çöp bidonu kapaklarını birbirlerine çarptığınız zaman çıkan sesi çağrıştırıyordu. “Doğum yerime gelince… günışığını ilk kez gördüğüm yer işte burası: sisli, puslu koca Londra! Bana boşu boşuna ‘Cockney Venüs’ demediler! Aslına bakarsan, yaşam kıyılarına çıkışımın tuhaflığına bakarak bana ‘Trapezlerin Helen’i’ de diyebilirlerdi ya.
Hayır, dünyaya gelişim hiç de normal yollardan olmadı, yok yok. Ben de Truvalı Helen gibi yumurtadan çıktım. Hem de tam çanlar çalarken çıkmışım o koskoca, bembeyaz, lanet yumurtadan!” Sarışın kadın dizine bir şaplak yapıştırarak gümbür gümbür bir kahkaha koyuverdi. Sabahlığının etekliği bu şaplağın etkisiyle dizinden sıyrılmış, kadının mermer gibi butları ortaya çıkıvermişti. Kadın çapkın mı çapkın bakışlı kocaman, masmavi gözlerini ister inan ister inanma dercesine açarak, elinde kalemi defteriyle not almak için hazır bekleyen genç gazeteciye dikti. Sonra döner makyaj iskemlesini prova odasından getirilmiş, arkalıksız, pelüş minderli bir piyano taburesiydi bu– çevirerek aynaya doğru döndü ve sırıtarak aynada kendine baktı; aynı anda, sol gözündeki on beş santimlik takma kirpikleri tek bir hamlede cart diye çekip çıkarıvermişti.
Fevvers o günlerin en meşhur trapezcisiydi. “Fevvers hayal mi, gerçek mi?” sloganını kullanıyor, bunun bir an olsun unutulmasına da fırsat vermiyordu. Londra’daki bu soyunma odasının bir duvarını boydan boya kaplayarak odayı boğan ve Paris’teki başarılı turnesinin bir anısı olan posterde de, otuz santimlik yanar döner harflerle Fransızca yazılı olarak parıl parıl parıldayıp göz alıyordu bu slogan. Genç bir kadının, uçuşan pist talaşları arasından Cirgue d’Hiver’in yüksek, ahşap tavanında bir yerlerde olması gereken görünmez bir trapeze doğru, tıpkı bir roket gibi vınnn diye uçtuğunu akıl almaz bir biçimde resmeden bu posterde, inanılmaz bir atılganlık sergileyen, kıpır kıpır, olabildiğince coşkulu bir şeyler vardı.
Posteri yapan ressam, kadını arkadan (kıçlar havaya! diyebilirsiniz) resmetmeyi yeğlemişti. İşte bu posterde Fevvers o kocaman kırmızı mor kanatlarını olabildiğince açmış, akıl almaz bir açıdan yukarı doğru fırlıyor; kanatları da onun gibi kocaman bir kızı uçurmak için yeterince geniş, yeterince güçlü görünüyordu. Zira Fevvers kocaman bir kızdı. Görünüşe bakılırsa Helen’imizin omuz bölgesi, babası olduğu rivayet edilen kuğuya çekmişti. Ama Fevvers’ın şöhretinin kaynağı olan bu ünlü, tartışma konusu olan kanatları, şimdi artık kadının bebek mavisi satenden kirli sabahlığının altında rahatsız görünümlü birer yığın halinde gözlerden uzak duruyor ve arada bir de sanki kaçıp kurtulmak istiyorlarmış gibi titreşerek sabahlığın gergin kumaşını dalgalandırıyordu…
(Gazeteci, “Bunu nasıl beceriyor acaba?” diye düşündü.) Fevvers başını en sevdiği posterine doğru sallayarak, “Paris’te bana ‘L’Ange Anglaise’, yani ‘İngiliz Meleği’ adını taktılar,” demişti genç adama biraz önce. Laf arasında da posteri “Sizi utandıracağım ama, eğer ‘şeyine’ işemezsem, değil posteri yapmak, boya kutusunu bile açmayacağını söyledi bana,” dediği kurbağa gibi bir cücenin hazırladığından söz edivermiş, sonra da göz boyamak için mi, ne? mantarını dişleriyle açtığı büyük bir şişe şampanya patlatıvermişti. Fışırdayan bir şampanya kadehi makyaj masasının üstünde, dirseğinin dibinde duruyordu işte. Kabarcıklar çıkarmayı sürdüren şişenin kendisiyse aralarında parıldayan birkaç balık pulundan anlaşılacağı üzere herhalde bir balıkçıdan alınmış olan buzlarla dolu geniş ağızlı bir tuvalet ibriğinin içine sokuşturuluvermişti. Fevvers’ın odasını dolduran o sıcak, o ağır ve yoğun havanın; parfüm, ter, makyaj malzemeleri ve gaz kaçağı kokularının bileşiminden oluşan o leş gibi kokunun ardında sezilen deniz (insanın burnuna Cockney Venüs’le alakalı kötü kokular mı geliyordu yoksa?) aromasının kaynağı, ikinci kez kullanılan bu buzdu herhalde. Fevvers oturduğu yerde arkasına yaslanıp bir gözü takma kirpiklerinden arınmış, ama öteki hâlâ kirpikli olan ve bir yanı diğer yanına hiç mi hiç benzemeyen yüzünün aynadaki o garip, ama görkemli yansımasını hoşnutlukla incelemeye başladı.
“İşte Londra’nın uçarı kızı, Kıta Avrupası’nı (Avrupa sözcüğünü Yevropa olarak söylüyordu.) fethettikten sonra şimdi de çok sevdiği eşsiz Londra’ya dönmüş bulunuyor,” dedi Fevvers. “Aaah Londra! Sevgili Dan Leno’nun ‘Başlıca geçim kaynağı müzikhol ve alavere dalavere sanayii olan bir Thames Nehri köyü,’ diye tanımladığı Londra!” Kadın, genç gazetecinin aynadaki bulanık görüntüsüne göz kırparak öteki takma kirpiğini de bir çekişte caaart diye çekip çıkarıverdi.
Doğum yeri olan Londra, Fevvers’ın dönüşünü, Illustrated London News gazetesinin bu olguya taktığı “Fevvers Çılgınlığı” adına uygun bir coşkuyla karşılamıştı. Kadının resimleri her yerdeydi. Mağazalar “Fevvers” marka jartiyerler, çoraplar, yelpazeler, purolar, tıraş kremleriyle dolmuştu… Fevvers, adının bir kabartma tozuna konmasına bile izin vermişti: kekinize bir kaşık bu kabartma tozundan koyun, kekiniz Fevvers gibi havalara yükselsin. Fevvers günün kahramanıydı.
Bilimsel tartışmaların da, edepsiz konuşmaların da konusu oluyor, Helen’imiz hakkında –çoğu belden aşağı binlerce fıkra üretiliyordu. (“Fevvers’ın seyyar satıcıyı nasıl uçurduğuyla ilgili fıkrayı duydunuz mu?”) Adı düşeslerden sokak satıcılarına kadar herkesin dilindeydi: “Fevvers’ı izlediniz mi?” Sonra da: “Nasıl yapıyor acaba?” Ve hemen ardından: “Gerçek mi dersiniz?” Genç gazeteci ayık kalmak istiyordu; onun için de bir yandan şampanya kadehi, not defteri ve kalemiyle cebelleşirken bir yandan da Fevvers’ın erişemeyeceği, yeniden şampanya dolduramayacağı bir yer aranıyordu kadehine. Belki de bu iş için en uygun yer, oturduğu koltuğun üzerine doğru uzanan ve koltuktan aniden kalkacak olursa sivri ucu beynini deleceğe benzeyen şu siyah metalden şömine üstü rafıydı. Ama ava giden avlanırmış.
Delikanlının kör olasıca kadehten kurtulma girişimleri, rafta duran aşk mektupları destesinin devrilip yerlere savrulmasına ve bu mektup tufanı arasında yeşil, sarı, pembe, kızıl, siyah renklerde kıvrım kıvrım yılanlarla dolu bir yumağı andıran bir tomar çorabın da mektuplarla birlikte raftan su gibi yere akmasıyla birlikte odayı dolduran o çok özel “Fevvers kokuları”na son katkıyı yapan sası bir ayak kokusunun odaya yayılmasına neden oldu. Fevvers, şayet vakit ayırabilirse, kendine özgü bu özel kokuyu şişeletip satabilirdi de bir gün. Hiçbir fırsatı kaçırmazdı doğrusu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSirk Geceleri
- Sayfa Sayısı392
- YazarAngela Carter
- ISBN9786257370837
- Boyutlar, Kapak13,5*21, Karton Kapak
- YayıneviSel Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Silüet ~ Andrea Cremer
Silüet
Andrea Cremer
“Ateşli ve kesinlikle heyecan verici…” Becca Fitzpatrick, hush, hush serisinin yazarı * BİR KURT SÜRÜSÜNE SÖZ GEÇİREBİLİYOR AMA KALBİNE ASLA! Calla, kaderinin ona ne...
- Tünel ~ Tim Weaver
Tünel
Tim Weaver
Milyonlarca Londralı için diğerlerinden farksız bir sabah. Sam Wren için felaketin şafağı. Samuel Wren, evden ayrıldıktan bir saat sonra metroya biner ve bir daha...
- Trendeki Adam ~ Andy Mulligan
Trendeki Adam
Andy Mulligan
Demir ağların birbirine bağladığı yaşamlar… Otuz iki dile çevrilen Çöplük’ün yazarı Andrew Mulligan’ın yetişkinlere yönelik ilk kitabı Trendeki Adam, makasların ortasında kesişen hayatların birbirlerine aslında görünmez iplerle...