Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Sol Müdahale
Sol Müdahale

Sol Müdahale

Yalçın Küçük

Sol ne zaman çöker, ne zaman, “çökmüştür” ya da “ölmüştür” demek istiyorum; cevabı çok basit ve bir anlamda da totolojik görünüyor. Sol büyük proje,…

Sol ne zaman çöker, ne zaman, “çökmüştür” ya da “ölmüştür” demek istiyorum; cevabı çok basit ve bir anlamda da totolojik görünüyor. Sol büyük proje, kökten düzenleme ve değiştirme demektir; ütopya’ya yakın ve bir tür mesyanizm’i içinde barındırmaktadır. Yalnız, Yahudi mesyanizmi, ki burda İsa’nın çıkışı da var, müdahaleyi kabul etmiyor; sol ise müdahalecilik demektir. Bu nedenle, yerine “aydınlanma” doktrini ve bu doktrinini ve doktrinin bir uygulaması olan, “ilerleme” önermesini koymaktadır.
Bunlar yoksa, sol çökmüştür ve yoktur; bu kadar basit bir cevaba sahibiz…

ÖNSÖZ
Çöküş, unutma’dır.
Bu kitap ise hatırlatma ve dolayısıyla, dönüş’tür.
Sol ne zaman çöker, ne zaman, “çökmüştür” ya da “ölmüştür” demek istiyorum; cevabı çok basit ve bir anlamda da totolojik görünüyor. Sol büyük proje, kökten düzenleme ve değiştirme demektir; ütopya’ya yakın ve bir tür mesyanizm’i içinde barındırmaktadır. Yalnız, Yahudi mesyanizmi, ki burada İsa’nın çıkışı da var, müdahaleyi kabul etmiyor; sol, İse müdahalecilik demektir. Bu nedenle, yerine “aydınlanma” doktrinini ve bu doktrinin bir uygulaması olan, “ilerleme” önermesini koymaktadır. Bunlar yoksa, sol çökmüştür ve yoktur; bu kadar basit bir cevaba sahibiz.
Demek ki, “sol”, radikal düzenleme ve her zaman müdahale, demektir. Öyleyse, aydınlanma’nın kaçınılmaz çocuğudur ve her zaman ütopya’ya yakın durmaktadır.
Çökmüştür ve yoktur, d ivebiliyoruz.
Peki, sosyalizm, aydınlanma, daha doğrusu aklın yaratıcılığı ve çözüm gücüne yüksek güven ile ortakçılık değilse nedir; akla ve veya kolektif akla güvenmek ise, daima, müdahale davet etmektedir. Öyleyse ortada, bu tarifimiz de son derece basit görünmektedir ve güzel, bütün büyük çözümlerin son derece basit olduğunu biliyoruz. Bilim budur, Newton’un yerçekimi ve Marx’ın sınıf çelişkisi veya Freud’un baskı teorilerinden daha basit ne düşünebiliriz; bizleri büyüleyen büyük kompozisyonlar da, son derece basit seslerden örülüyorlar. Bilimde ve sanatta, daha doğrusu tüm yaratıcılıkta, basit olana bir eğilim
Ütopyacılar, insanlığın güzel çocuklarıdır. Aklın yaratıclıığına güven ile yetindiler.
Türk aydınını çözümlerken, ütopyasının olmadığını, kurgusu’nun zayıf ve anarşik damarının yok olduğunu not etmiştim; buradayız. İlaveten, Mars’ın ütopya eleştirileri ile ilgili olarak da iki yol izliyordum; birincisi, standart yazımlarda gösterildiği kadar karşı çıkmıyordu ve çok zaman da övüyordu. Bunun anlamı şudur; ütopyacı sosyalistleri atarsak, sosyalizm, fakirleşmek zorunda kalmaktadır; gerçekte ütopyacılar, temsili ölçekte olsa da, var olan toplumsal düzene hep müdahale etmek İstediler. Yerleşmekte olan kapitalizmi hiç kabul etmediler ve reddettiler. “Temsili” kalmaları, daha çok, aydınlanma’nın pek ateşli çocukları olmalarından ve insan aklına çok güvenmelerinden kaynaklanıyordu. Yanıldılar.
Red’di bilmeyenler, ütopya fakiridirler. Anarşizm, müdahaleci reddi, fetiş haline getirmektir. Fetişizm’de hep kutsallaşma var. O halde aklın yolundan ve dolayısıyla soldan uzaklaşmadır. Ancak her zaman solu besleyen ve terbiye eden bir damar olmakla bizde pek akmadığını tekrarlıyorum.
Marx mı, bütün katkılara çok büyük bağlılık gösterdi; en güzel yanlarından birisi budur. Ancak yazılarını en çok zor yapan, aynı anlamda, en çok zayıflatan ve bu nedenle de, pek çok Marx ukalasına kapı açan yanı da buradadır. Hegelci, SolHegelci, Feuerbachçı, Sol Feuerbachçı oldu; ancak bir Önceki halini hiç reddetmedi ve hiç mahkum etmedi. Güçlük buradadır; öğrendiklerini hep katalogladı. O kadar öyle ki, her iddiasına bir de karşı İddia bulunuyordu; zorluğumuz buradadır.
Sol, Marksizm’den Öncedir.
Komünist Manifestoyu hiçbir zaman sol saymadım.
Aydınlanma, insan’a ve aklına güven üretiyor ve buradan güçlü bir insan sevgisi çıkıyor. İnsan’ın güvendiğini sevmesi çok şaşırtıcı olmakla birlikte, galiba, bir kuraldır.
Hıristiyanlardaki Tanrı ve İsa sevgisini de buraya bağlayabiliriz. Buna karşın, Judaizm’de ve İslam’da, Allah sevgisi için, bir de mistisizm gerekiyor, mistikler, Allah’ı cezalandıran çizgilerinden ayıklıyorlar ve konuşamasalar da konuşulabilir yapıyorlar. Yahudiler ve izleyen Müslümanlar, Allah’ı, yalnız bu yolla sevebiliyorlar.
Manifesto’da, emekçilere sevgi ve acılarına ağıt yanında, güçlü ve güvenilen bir kapitalizm okuyoruz; en çok okunduğu için ve çok zaman sadece bu okunduğu için, sosyalistlerde, kapitalizm’e hep büyük bir sevgi buluyoruz. Kapitaliznı’i divinize ellikleri kesindir; her yerde nazır ve çözüm için hazırdır. Sosyalizmde, ne yazık, kapitalizm, bir fetiş’tir. Öte yandan, Proudhon, la proprietcest sol, diyebiliyordu; bu fetişizm’in dışındadır, mülkiyet hırsızlıktır, demektedir.
Marx’ın sisteminde, sınırlı, kapitalizmin sistematiğinden önce ilk hallerinde ve sınırlı Ölçüdeki primitif akümülasyon hariç, kapitalizm’de hırsızlık yoktur. Marx, dış ilişkilerde de free trade için methiyeler düzüyordu ki, bu, burada da hırsızlık görmediği anlamındadır. Rosa Luxemburg görüyordu ve bu da, olgun kapitalizmde de primitif akümülasyonun devam ettiği anlamına gelmektedir; çok değerli “Accumulation” çalışmasında, ki tanınmış burjuva iktisatçısı Joan Robin son da çok övmüştü, dış ticarette pek çok hırsızlık yazabiliyordu.” Ben de Rosa’nın analizlerine çok büyük değerler biçenler arasındayım ve Marx’ın dış ticaret analizini ise, kendimden hep çok uzak tutuyorum. Marx, dış ticareti hürleştirici bulurken, biz, zengin kapitalist ülkelerin, dış ticaret ile her gittikleri yerde, partner olarak, gericiliği bulup dinselliği körüklediğini görüyorduk. Şimdi emperyalizm, sömürgeci pratiğini de yeniden canlandırdığı için, dinselliği yaymaya iman etmiş haldedir.
Türkiye’de ise pek çok zaman gülünç olabiliyor; bunu da en çok sol düşmanlarında görüyoruz. Kürt Meselesi mi, “tek yol kapitalizm’dir”, müdahale edilmemesi ve kapitalizmin merhametine terk edilmesi gerekli ve yeterlidir. Temmuz ’07 sayımında mı, bu da “Anadolu kapitalizmi’nin zaferidir” ve bu sözde “kapitalizm” olduğu için hem kutsal ve hem de hayırlı sayılmaktadır. Kapitalizm hem rahim ve hem de hürriyetperverdir; ilahi’dir ve öyle göz kamaştırmaktadır ki, hem Diyarbakır’da Barzani hegemonyasını ve hem de başta Nakşibendi, diğer tarikatların oyunu görmelerini engellemektedir.
Türk gericiliği mi, “laisses faire laisses passer”, aşamasındadır ve her türlü müdahaleye ve yeni projeye düşmandır ve bunun ümmi hali olduğunu biliyoruz.
Türk solu da buna kaymıştır; insanın gücüne ve yaratıcılığına güveni tüketmiştir. Ölmüştür, demek istiyorum.
Çok hoş değil mi, Türkiye’de cumhuriyetçi kuşak, Türkiye’deki laikliğin tehlikede olduğunu düşünüyor ve her tehlike karşısında olanlar misli bağırmaktadır. Batı’dan gelen ses ise, tu exageres, tv diliyle, “abartma” olmaktadır. Çok hoş değil mi, Türkiye’de, Atilla İlhan’ın formülasyonuyla, “Batı’nın ajanı” olmayı aşamamış yeni mürteciler ise aynen tekrarlıyorlar, you exaggerate it, diyorlar. Demek ki, emperyalizm, her merdivende, her türünden, eski veya yeni, mürteci imal etmektedir. Emperyalizm mi, kapitalizm’in, kapitalizm’i reddeden, varisi durumundadır.
Batı’nın söylediklerine karşı çıkabilmek, kendi aklına güvenmektir.
Tabii bu güven varsa ve bunlar yazılabiliyorsa, ölmemiştir. ama, tükenmemiştir.
Bu topraklarda, sol, hiçbir zaman toptan öldürül eme m ektedir. Sol’da, ölüme yaklaştığı anda fışkırma damarı var. Tazeleniyor,
Marx, kapitalizm’e çok güvendi ve bu, hiçbir zaman, benim yolum olmadı. Hep kapitalizm’e güveni kırmaya çalıştım. 1960 yıllarının Şahane Yüksel işi ‘nde, en antikapitalist çıkışlarda bile bizde olana, “çarpık kapitalizm” deniyordu ki her duyduğumda çok rahatsız oluyor ve tepki gösteriyordu m; çünkü bu, gelişmiş ülkelerde olanın “çarpık” olmadığını söylemek idi, bunda hep kapitalizm’e bir güzelleme buluyordum. Bir de, Türk Dil Kurumu, sermaye için, “anamal” sözcüğünü bulup sirkülasyona koymuştu, dili sevenler kullanıyordu; hem yanlış ve hem de yine yanlış .sayıyordum. Bir, sermayenin, teorik düzlemde “mal” ile hiçbir ilgisi yoktur, “sermaye malları” olabilir, ama sermayenin kendine “mal” diyemiyoruz, Farisi’de “ser” baş ve “maye”, maya anlamındadır, “capital” sözcüğünün, hem dil ve hem de süreç olarak mükemmel bir karşılığım buluyoruz. İlk başlatan, ilk çoğaltan anlamındadır; yalnız ben, her zaman, Farisi’den ödünç alma yerine, “capital” sözcüğünün tam çevirisi olarak “başlık” kelimesini öneriyordum. Kızını kocaya veren babanın, “satan” da diyebiliriz, karşılığında aldığına, “başlık” diyoruz; diğerleri, sermayedara da “anamalcı” tabir ediyorlardı ki, “ana” türünden yüce bir varlıkla birleştirerek, bir tür, kutsallaştırmayı hiç kabul etmedim. Bunlar, başlıkçıdırlar ve kinci ve talancı genleri oluşmuş durumdadır.
Demek ki, Türkiye’de en antikapitalist dönemde dahi sermayedara karşı bir muhabbet görüyoruz.
Lenin’in de. anlamakta güçlük çektiğim halleri var; kendisine neden “Marksist” dediği, benim için hep bir muammadır. Halbuki Markiszm’in en büyük revizyonunu, Lenin’e borçlu olduğumuzu o zaman da biliyordum; Marx’ın kapalı sistemini kıran Lenin’dir. Bir kapalı sistem olarak kapitalizmin ve fabrikanın, kendiliğinden, sosyalist üreteceği doktrinini, Lenin, bir kenara atmıştı; sosyalist bilincin, fabrika işçisine, dışardan taşınabileceği doktrinini Lenin vaaz ediyordu. Ama yine de kendisini “Marksist” deklare ediyordu; her halde, formatif dönemlerde, Marksizm olmayı, “doğru” olmanın tek ölçütü yapmalarına bağlayabiliriz.
Bu ayrı, tekellerin damgasını vurduğu bir ekonomik düzeni, hala “en yüksek aşama” olarak nitelemek de sürprizli bir hal olmalıdır. Demek, kapitalizm’den çıkamıyorduk; politik olarak en sert karşıtlarından birisinin hala kapitalizmi şemalara ayırıp, analiz planında, orada kalmak istemesini, yine paradoksal bulmakla birlikte, burada, tespit etmekle yetiniyorum.
Buradaki yazılar mı; zamansızdırlar. Bununla, geçmiş zamanda, şimdiki zamanda ve gelecek zamanda, yazıldıklarını, söylemek istiyorum; böylece, geçmiş zamanda yazılanların Öngörü gücünü görmek ve şimdiki zamandakilerin İse doğruluklarını sınamak İmkanına kavuşmuş oluyoruz. Tabii, geçmiş zamanda telif edilenlerin gelecek zamanda da okunabilir olmalarından memnunum ve heyecan duyuyorum.

Kartlarıma baktığımda, Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin çözülmekte olduğunu, ilk kez, 1988 yılında, kendi kendime söylemiş olduğumu, fark ediyorum. Her halde kabul etmek istemiyordum. Hala insanlığın bir büyük türküsü ve çok önemli bir denemesi sayıyorum; ayrıca, Fransa’da cumhuriyet’ten de daha çabuk ve daha çok dönüşler olmuştu; şimdi cumhuriyet olduğunu biliyoruz.
Çözülüş’te iki noktada, pek çok değerlendirmeden ayrıldığımı, hatırlıyorum; bir kez son genel sekreter Mihail Garbaçov’u, hemen hemen bütün yorumcular, Marx’ın “On Sekizinci Brumaire” incelemesiyle kalıcı yaptığı Napolyon Bonaparte’a benzettiler, Cumhurbaşkanı seçilmişti, imparator olmayı seçti. Yalnız ben Garbaçov’da bir Bonaparte görmedim, böyle düşünmedim, On Altıncı Louis’ye benzettim; reformcu idi ve reform yaparken barajları açtı ve düzen yıkılıyordu. Garbaçov da beceriksiz bir reformatör çıktı, yıkılışı seyretti ve Louis’den farklı olarak başını kurtarabildi; daha sonraki yaşamına bakınca, neyi yıktığının farkında olmadığını düşünebiliyoruz. Sovyet düzeni, yıkılışına yaklaşırken, yönetici olarak zavallı çıkarıyordu; Garbaçov’un haberi işte budur.
Ama çözülüşte asıl neden başka yerdedir; Sovyet eliti, artık sosyalizme inancını tamamen yitirmişti; Sovyet Düzeni’ni yıkmak için bir mantar tabancasına dahi gerek kalmamıştı, sosyalizmin kendi içinden çöktüğünü görüyorduk. Galiba asıl çözülüş budur ve ben böyle yazdım. Şimdi doğru çıktığımı biliyorum.
Asla teknolojik ve ekonomik zafiyetten yıkılmadığını ısrarla savundum; yıkıntıların arkasından, Rusya’da güçlü bir tekelli devletin ortaya çıkacağım tahmin ediyordum. Artık ortadadır ve ortaya çıkmış olan bu güçlü ve zengin tekeliyet düzeni varken, yıkılışı teknolojik yetersizlik ve ekonomik becerisizlikle açıklamak imkansız görünmektedir.
Daha trajik bir tespit yapabiliriz; Rusya, kapitalist sistem içinde kalsaydı, muhtemelen böylesine güçlü bir teknolojik ve ekonomik düzeye gelemezdi, teoriye göre, sosyalizm için gerekli koşullar hazırlandığı anda, teslim etti. Bu da bir paradokstur ve bunu sadece ve sadece sosyalizme inançsızlık la açıklamak durumundayız. Ve burada, birbirini açıklayabilirler, burada, Türkiye ile bir mukayese yapabiliriz; …

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Epilepsi ile Orgazm Mediko- Politik ~ Yalçın KüçükEpilepsi ile Orgazm Mediko- Politik

    Epilepsi ile Orgazm Mediko- Politik

    Yalçın Küçük

    Üç ihaneti yaşıyoruz. Bir, Kemalistlerin Kemalizme ihanetidir. Bu kitap, ihanet halinde Kemalistleri işaret etmektedir. Artık hedeftedirler. İki, Müslümanların, İslama ihanet tarihindeyiz. Üç, meslek ve/veya...

  2. Caligula – Saralı Cumhur ~ Yalçın KüçükCaligula – Saralı Cumhur

    Caligula – Saralı Cumhur

    Yalçın Küçük

    Yalçın Küçük yeni kitabında Türkiye’yi anlamak için Roma’ya, Roma’yı anlamak için Türkiye’ye bakıyor. Hareket noktası Cumhuriyet rejiminin çöküşü ve plütokratların Cumhuriyet’i yıkarak despotizmi getirmeleri....

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur