Çok Satan “Sır”ın devamı… Bir tiyatro oyunu gibi hazırlanmış,süprizlerle dolu serüvende kendi iç dünyasını,kadınlığını, kocasıyla İlişkilerini sorgulayan genç kadının, babaannesinin romantizm ve cinsellikle beslenen, keyif ile hüznü, ihtiras ile melodramı seviştiren hayatını tekrarlamaya cesareti olacak mı? Onun aşklarına, kayıp bebeğine ve Aurora’nın İncileri´ne ulaşmaya çalışırken kendi iç dünyasındaki yolculuk genç Hüma´yı hangi limana atacak? SIR´ın devamı olan bu roman size bir kez daha, nine ve dedelerinizin de bir zamanlar, tutkulu ve ihtiraslı aşklar yaşamış olabileceğini hatırlatacak.
Teşekkür
Son on beş senedir yazdıklarımı ilgi ve sevgiyle takip eden, benim ve kahramanlarımın hayâl dünyalarımızı, gerçeklerimizi, sevinç ve hüzünlerimizi sahiplenen, coşku ve kırgınlıklarımıza, tevekkül ve İhtiraslarımıza, kahkaha ve gözyaşlarımıza kucak açan; hasdi beni ben yapan, kahramanlarımı ölümsüz kılan sevgili okurlarıma,
Aurora’nm încîleri’nde sorguladığım detayları çözmemde yardımlarını esirgemeyen Binbaşı Wiliiam R. McKern’e ve kendisinden her zaman öğrenecek bir şeyler bulduğum derya gibi dostum sevgili Rozita Yetiş’e,
Yazın hayatındaki yolculuğumda ilk kez Sır romanımla buluştuğumuz ve uyum içinde çalıştığımız Sayın Erol Erduran’m şahsında Remzi Kitabevi’ne,
Romanımın yayına hazırlanmasında ve tanıtımında gösterdiği özen ve alâka için sevgili Ömer Erduran’a,
Beraberce, emeği ve göz nurunu keyfe çevirdiğimiz, sayfalarımda, bıkmadan usanmadan, âdeta bir dedektif titizliğiyle gezinen sevgili editörüm Necla Feroğlu’na,
Dizgi emektarımız sevgili Hatice Taş’a,
Romanlarımın, kahramanlarımın ve benim ruh hallerimizi, her zamanki mükemmelliyetçiliğiyle kapağa yansıtan ve bunu bir sanata dönüştüren canım oğlum Pamir Cazım’a teşekkürler!
Veda
9 Mayıs 1991 Perşembe, Aşiyan Mezarlığı
Kürekle kucaklanıp atılırken çukurun derinliğinde boğulan toprağın tok ve yumuşak sesi, yerin üstünden altına geçişin ne kadar ince bir sınırı olduğunu tekrarlayıp duruyordu. Boğaz’dan süzülüp gelen bir çift güvercin, asırlık selvinin dallarına konarken kanatlarında getirdikleri rüzgârı yaprakların üzerine bıraktı. Dallar tatlı bir hışırtıyla sallandı.
Sessiz gözyaşları zaman zaman hıçkırıklarla kesilen muhtelif yaşlardaki aile bireyleri, gözleri buğulu, kol kola, omuz omuza, yavaş yavaş kapanan mezarın etrafında halka olmuşlardı.
Omzuna dalgalarla inen bal rengi saçlarını örten beyaz tülü düzelten genç kadın, iri mavi gözlerini puslandıran yaşlan silerek bir adım öne çıktı. Avuçları içinde sarmaladığı kırmızı kadife kaplı defteri ve sayfalan arasına yerleştirdiği beyaz gonca lâleyi öperek mezarın içine bıraktı. Onun ardından tüm aile bireyleri, ellerindeki beyaz lâleleri, toprağın altında kaybolmak üzere olan sevdiklerinin bedenine son bir hatıra sunar gibi attılar.
Kuşlar havalanmıştı. Uzaklaşan kanat sesleri arasında, yaşlı selvînin dalları bir kez daha sallandı. Toprak küreklendi, mezar doldu. Kırmızı defter ile lâleler toprağın sırrına gömülmüştü.
Aileye taziyelerini sunan kalabalık mezarlığın çıkışına doğru ilerlerken, yaşayanların nasıl bir yer olduğunu bilmediği dünyasına geçmiş olan babaanne Hüma’nın mezarı başında en son, en sevdiği torunu küçük Hüma kalmıştı. Genç kadın, üzeri çelenklerle dolmuş toprak yığınına bakarken düşündü. Babaannesinin ona vasiyetiyle verdiği görev, yasını bile hakkıyla yaşamasına müsaade etmiyordu. Doksan altıncı yaşına girdiği gün aralarından ayrılırken, okunmak ve sonra kendisiyle beraber gömülmek üzere bıraktığı hatıra defteriyle, hepsinin hayatını altüst etmişti. Zihinlerinde, ruhlarında, yüreklerinde fırtınalar, isyanlar estirmiş, tam ne düşüneceklerini bilemedikleri anda, hazin bir öyküyle gözyaşlarını esir almış ve daha hüznün acısını yasayamadan, karşılarına çıkardığı sürprizlerle onları gerçeğin farklı yüzüyle karşı karşıya bırakmıştı.
Genç Hüma, çelenklerle kaplanmış toprağa bakarken, iki gün önce sabaha kadar okuduğu babaannesinin hatıratındaki son satırlar hafızasında resmi geçitteydi:
“En sevgili torunum, Hüma’m,” başlığıyla defterinin sonuna özel bir not düşmüştü yaşlı kadın. “Bu hatıratı okurken, senin beni ne kadar iyi tanıyıp, ne kadar benimseyeceğini tahmin ediyorum. Onun için, hayatımın geri kalanını sana teslim edeceğim. Yalnız, diğer parçaları senin toparlaman gerekecek. Bu sebeple, uzun bir yolculuğa çıkman şart… Ailemde bana en benzeyen sensin ve bu yolculuğu ne pahasına olursa olsun yapacağından eminim. Bu defterimin bittiği yerden itibaren yazılmış, daha doğrusu çok önce yazılmış diğeri, New York’ta, Citibank’teki kasamda. Boynumdaki üçüncü anahtar o kasanındır. Aurora’nın incilerini de orada bulacaksın, yanındaki hatıra defterimle beraber…” demişti. Son satırlarını da, “Hayatını, kendi seçtiğin gibi yaşarsan senin olur, unutma!” diye bitirmişti. Bu, ailesinin kadınlarının nesillerdir torunlarına öğütlediği, tavsiyeden ziyade bir vasiyetti. Ve aynı vasiyet, şimdi genç Hüma’nın hayatını yönlendirmek üzereydi.
Dudaklarına dokundurduğu parmaklarıyla, babaannesine son bir öpücük gönderip yanaklarındaki yaşları sildi. Yas tutmaya vakti olmayacaktı. Gidilmesi gereken yerler, tanışılacak İnsanlar, bulunup okunmak için bekleyen sırlar vardı.
Başındaki tül eşarbı çıkarıp, yola doğru döndüğü an, ağacın dibinde bekleyen kocasını gördü. Hatıratın okunup bittiği sabahın ilk saatlerinden beri, ilk kez baş başa kalıyorlardı. Genç adam, anıları yüksek sesle okuyan karısının, babaannesinin maceralarının, duygularının sesi olmasından duyduğu kıskançlık ve endişe üzerine huzursuz olup aile evini terk ettiğinden bu yana, kendi dairelerine girip çıkarken dahi karşılaşmamaya özen göstermişlerdi. Aralarında konuşulmuş, münakaşa edilmiş hiçbir şey olmamasına rağmen, sessiz bir anlaşma içinde, ilişkilerinin birdenbire soğuyan yüzünü yaşamaktalar di. Sanki bir bağı koparmışlardı da, ikisi de, yakınlık göstererek canlanmasından sorumlu olmak istemiyordu. Âdeta, bilinçaltında beklemekte oldukları bir ayrılık bahanesi, kendiliğinden hayatlarının kontrolünü ele almıştı.
Ne garipti; bir sene önce sevişerek evlendiği genç erkek, şu an, ona sadece yakışıklı bir yabancı gibi görünüyordu. Kalbini çarptırmıyordu bile.
Ne olduysa, babaannesinin anılarını okudukça, kocasıyla olan ilişkisinin aşk değil, sadece hayranlık, cinselliklerinin de aşk yapmak değil sadece sevişmek olduğunu fark etmiş, daha fazlasının eksikliğini hissetmeye başlamıştı. Genç adamın, kırgın, endişeli bakan güzel yüzünü izlerken, bırakıp gitmesinin hiç de zor olmayacağını düşündü. Babaannesinin hatıratında yarım kalmış sırların peşine düşme arzusu ve heyecanı, artık yüreğini ısıtmayan bir ilişki için çaba harcama niyetini engelliyordu.
Yüzündeki hüznü yarım aydınlatan bir gülümsemeyle, kendisine doğru ilerleyen kocasının açtığı kollarına sokuldu. Dostane bîr biçimde kucaklaştılar.
“Tekrar başın sağ olsun.” dedi erkek.
“Sağ ol.” diye mırıldandı, eliyle onun omzunu okşayarak.
“Onu ben de çok özleyeceğim.”
“Biliyorum.”
Kocasının koluna girerken sordu:
“Eve geliyorsun, değil mi? Herkes orada toplanacak.”
“Evet, geliyorum tabii.”
“O zaman ben de seninle döneyim.”
Konvoyun ardında mezarlıktan çıktıklarında arabayı sessizlik sarmıştı. MG’ye ilk bindiği günü düşünüyordu Hüma.
Baş başa yemeğe çıktıkları ilk akşam, arabada ilk Öpüşmeleri, paylaştıkları onca keyifli yolculuk, çok değil sadece iki senelik bîr geçmişe dağılmış anılardı. Ama sanki çok uzakta, durulmuş bir zamana ait gibilerdi.
Ne olmuştu birdenbire? Babaannesinin defterindeki hangi sihirli güç, yaşadıklarını ve çok sevdiğini zannettiği erkeği ona yabancılaştırmıştı? Peki, ya o erkek? Deli gibi peşinden koştuğu genç kadını, başka bir kadına ait anı defterindeki, başka zamanlara ait aşklardan hem kıskanmış hem de kendisinden kopup gitmesini sorgusuz sualsiz kabullenmişti. Hatta, bu yolculuğa davetiye çıkarmıştı.
Yola çıktıkları andan itibaren, uzunca bir müddet hiç konuşmadılar. Barbaros Yokuşu’nda kavşağa geldikleri zaman, Hüma, İstinye yoluna doğru geri dönen konvoyu takip etmediklerini fark etti. Kocası, dümdüz yokuştan aşağı inip Dolmabahçe’den Boğaz istikametine saptı. Belli ki, kendilerine ait bir zaman dilimi yaratmak arzusundaydı.
“Ne zaman yola çıkıyorsun?”
Hüma, er geç konuşacakları ama konunun nasıl açılacağını tahmin edemediği soruyu duyduğunda rahatladı. Kocası, onun her halükârda gideceğinden emindi ve bunu sorgulanıyordu dahi.
“Galeriyi kapar kapamaz.”
Cevabını bir nefeste, sanki uzatırsa yolculuğunu kaçıracakmış gibi vermişti. Erkek, gözlerini yoldan ayırmadan, vites kolu üzerindeki elini uzatıp onun saçlarını okşadı.
“Seni çok özleyeceğim.” dedi.
Hüma, onun elini avuçlayıp öperken, profilini izledi. Ne kadar yakışıklı ne kadar maskülendi ve ne kadar da zarif…
“Ben de seni.” diye mırıldandı.
Sonra, onun vitese dönen elinin üzerine avucunu yerleştirip, ten temasını korurken devam etti:
“Seninle oturup konuşmamız lâzım bu konuyu.”
“Karar senin Hüma. Sen ne istiyorsan ben sana uyacağım.”
“Benimle gelir miydin?”
“Bunun imkânsız olduğunu biliyorsun. Ama senin yolunu da kesmeyeceğim.”
“Beni şaşırtıyorsun. Hiç itiraz etmeden mi?…”
“Hüma, itirazımın ne kadar anlamsız olacağını her ikimiz de biliyoruz. Defteri okuduğun saatler boyunca seni İzledim. O kırmızı kaplı sır kutusunu eline aldığın andan itibaren yaşadığın transformasyonu fark etmemek mümkün değildi. Ses tonun, yüz ifaden, kendi dünyanın kalıplarından çıkma, bilinmeyenin peşinde uzaklaşma arzun o kadar belliydi ki… Seni kaybettiğimi anlamak için bir şey söylemen gerekmiyordu.”
“Beni kaybetmedin.”
Hüma telâşla, araya girme ihtiyacı hissetmişti. Ancak, yüreğinden gelen ses çok da ikna edici değildi.
“Bunu zaman gösterecek… Ne kadar süreceğini tahmin ediyorsun?”
Hüma düşündü. Cevap bulamadı.
“Bilemiyorum.”
Bu sorunun cevabını gerçekten bilemiyordu. New York’a varıp babaannesinin kasasını açtığında nelerle karşılaşacağı, yolculuğunun ne gibi sürprizlerle şekilleneceği hakkında en ufak bir İpucu yoktu elinde. Ama kocasını, ucu açık bir programla yalnız bırakıp ayırtmanın haksızlık olacağını düşünerek ekledi:
“Sanırım, biriki ay…”
“Umarım… Emin misin?”
Hüma, sıkıntılı bir ifadeyle iç çekti. Başını ha6fçe sağma çevirip denize doğru bakarken mırıldandı:
“…Bilemiyorum… Gerçekten bilemiyorum…”
Kelimeler bitmiş, konuşacak hiçbir şey kalmamış gibiydi.
Yeniköy’deki evin kapısına geldikleri zaman, arabaların çoğu bahçede dizilmişti bile.
Hüma, kısa bir süre yerinden kıpırdamadı. Sanki, arabadan çıktığı an, geçmişi ile bundan sonraki yaşamı arasında sınır olacaktı. Belki de, bu MG’ye bir daha hiç binmeyecekti. Belki, bir zamanlar âşık olduğunu zannettiği bu yakışıklı erkeğin yanına hiçbir kez daha oturmayacaktı.
Kocası, her zamanki nezaketiyle gelip kapısını açtığında, o anın geldiğini ve yaşayacaklarının kaçınılmazlığını bilerek, aynı zamanda bu duygudan huzursuz, erkeğin yüzüne baktı. Onun ifadesinde, hayranlık, kırgınlık ve sevgi çatışmasını görebiliyordu. Ama kendi yüreğinde hissetmeyi beklediği duygular, istediği kadar kıpırdamıyordu, nedense.
Genç adam, Hüma’ya elini uzattı ve arabadan çıkmasına yardımcı oldu. Kapıyı itip beline sarıldı ve beraberce evin giriş kapısına doğru yürüdüler. Kısa bir süre sonra, sonu belirsiz bir ayrılığa yelken açacakken bu kadar yakın durmak, temaslarında bu kadar şefkat bulmak… Kafasında sorular belirmişti Hüma’nın. Bu sıcak ilgiyi bugüne dek o mu fark etmemişti, yoksa alıştığı için artık Önemini mi kaybetmişti?
Hüma, bir an, kendisini saran emniyet ve huzur hissinden nasıl kopacak olduğunu düşündü. Neredeyse ağlamak üzereydi. Deli miydi? Daha ne isteyebilirdi ki hayattan? Kadınların başını döndüren bir kocası vardı; ona âşık. Harika bir işi, çok şık bir hayatı vardı. Herkes parmakla gösterip onlara imrenirdi. Ama yine de, bütün bunların hiçbiri ona ait gibi gelmiyordu nedense.
“… kaderin canlı olduğuna inanırım.” demişti babaannesi hatıratında. “Şekilciliği, inatçılığı, öç alma duygusuyla yaşayan, ismini geride bırakıp görünmezliğe sığınmış bir canlı…”
Ve işte aynı kader şimdi onun hayatını şekillendiriyor, görünmeyen varlığıyla bilinmeze açılan kapıyı aralıyor, yaşattığı heyecanla, merak ve serüven duygularını tahrik ediyordu.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıAurora'nın İncileri
- Sayfa Sayısı287
- YazarNermin Bezmen
- ISBN9751411907
- Boyutlar, Kapak 13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviRemzi Kitabevi / 2008
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Berlinli Apartmanı ~ Yaprak Öz
Berlinli Apartmanı
Yaprak Öz
(…) Birden alev almıştım. Çığlık çığlığa ayağa fırladım, kazağımın önü göğsüme kadar alevler içindeydi. (…) Göğüs altımdan dizlerimin üst kısmına kadar alevler vücudumun ön...
- Kafes – Bir Konstantinopolisiye ~ Özlem Kumrular
Kafes – Bir Konstantinopolisiye
Özlem Kumrular
İstanbul’da vahşi cinayetler işlenir. Erkek kurbanlar vahşi olduğu kadar tuhaf yöntemlerle öldürülürler. Başkomiser Nosta ve ekip arkadaşları soruşturmalarını yürütürken bir başka erkek Cihangir’de okla...
- Kaç Yıl Geçti Aradan ~ Naşide Gökbudak
Kaç Yıl Geçti Aradan
Naşide Gökbudak
Aradan geçen yılların hatrına mıdır bilinmez; tam da bitti derken, birbirinden kopmuş hayatların yollarını buluşturup bir araya getireni kimimize göre tesadüf, kimimize göre de...