“Soğuk bir kış günü, yaşamın bir cilvesi olarak 29 Şubat’ta doğdunuz. Dört yılda bir varsayılan bir insan oldunuz. Dahası da geldi başınıza. Artık yıllardan bir gün, yine doğum gününüzde, Türkiye diye bir ülkede, teyzenizin askerdeki torununu ziyarete giderken bir trafik kazası nedeniyle sırra kadem bastınız.” Müge İplikçi’nin yeni kitabı bu sözlerle başlıyor. Kalpten Seven İnsanlar’ın bir öykü kitabı kadar gücünü kadim masallardan, anlatılardan alan öykülerin birbirlerine teyellendiği bir kısa roman olduğu da söylenebilir. Neyyir ve Korkut’un kimlikleri aşan, yaşamları kat eden, zamanı altüst eden aşkını anlatıyor aslında. Ancak bu aşk ve sevgiyi anlatan öyküler dün ve bugünün gerçeklerine de ayna tutuyor; vasatlıkları, cinayetleri, şiddeti, ölümleri ve daha önemlisi yaşayan ölüleri de içine alarak, iyinin olduğu kadar kötünün de içinden geçerek gürül gürül akıyor ilk sayfadan son sayfaya. Ve bu kısa kitap boyunca şu soru yankılanmadan edemiyor: Kendinde kalpten sevme cesareti bulan biri kaldı mı acaba? Yoksa sevgi, artık özlemini bile duymadığımız bir şey haline mi geldi?
*
Akay için
İçindekiler
Artık Yıl …………………………………………………………………. 13
Majuro’ya Selam Söyle! …………………………………………….. 17
Gerçeğe “Gözlük” ……………………………………………………. 27
Mevsimlerden Kış ……………………………………………………. 41
Alife Harikalar Diyarında ………………………………………….. 53
Kartal …………………………………………………………………….. 65
Beylik ……………………………………………………………………. 71
Anne Maya ……………………………………………………………… 83
Karaçam Kasırgası ……………………………………………………. 93
Çocuk Asker …………………………………………………………. 103
Görünen ………………………………………………………………. 107
Yolculuk ya da Gelin ya da Geride Kalan …………………… 115
Bütün Öykülerde Korkut ve Neyyir Var …………………….. 121
Sınav ……………………………………………………………………. 127
Sessiz Dünya …………………………………………………………. 133
ARTIK YIL
Soğuk bir kış günü, yaşamın bir cilvesi olarak 29 Şubat’ta doğdunuz. Dört yılda bir varsayılan bir insan oldunuz. Dahası da geldi başınıza. Artık yıllardan bir gün, yine doğum gününüzde, Türkiye diye bir ülkede, teyzenizin askerdeki torununu ziyarete giderken bir trafik kazası nedeniyle sırra kadem bastınız.
Sürekli siyatiklerinden şikâyet eden teyzeniz, teyzenizin hipertansiyonlu kızı yani stres topu kuzeniniz, kocası olan o dedikoducu savcı enişteniz ve karşılıksız aşk acısı çeken yeğeniniz uçuruma yuvarlanan arabada bulunduklarında… siz… siz yoktunuz. Araba uçuruma düşmeden önce kara kuru bir zeytin ağacı kurtarmıştı sizi. Yine de o zeytin ağacı belleğinizin uçuruma kayıp gitmesine engel olamadı. Siz o haldeyken, kopuk hayallerinizi ve sizi kırsaldaki bir köyün delisi kurtardı. O deli kadın mevsimlerce sakladı ve sakındı felce göz kırpan bedeninizi. Şuursuzca kullandığınız kelimelerin hiçbirini gerçekte ne duymuş ne de bilmişti. Ona sadece gözleriyle bakan sizi, siz olarak değil bir zeytin ağacı olarak görüyor olması ise hayrınızaydı. Bir dilek ağacıydınız onun için. Size iliştirdiği, kollarınıza bağladığı her çaputta, yitirdiği evlatlarının geri gelmesini dileyen o delirmiş kadının hayatıydınız artık. Ya da o sizin hayatınız. Sözcüklere sığınabileceğiniz ortak bir dil, olası sözcüklerden ve anılardan derleyebileceğiniz bir bellek yoktu. Yine de, bu koşullar altında bile birbiriniz için vardınız ve bu her iki taraf için de yepyeni bir yaşam demekti… Ki bu başka bir hikâyenin konusudur.
Geride kalanlar içinse yapacak başka bir şey yoktu. Sizi öldü sandılar, yok saydılar. Oysa siz, aramızda dolaşmaya yazgılıydınız. Belki daha da fazlası: Canlılar arasında cansız, cansızlar arasında canlıydınız.
Ancak 29 Şubat’ın tuhaf bir kehaneti olsa gerek, kaybolduktan sonra dört yılda bir kez, o da sadece bir gün dünyanın farklı yerlerinde göründüğünüzde, yaşadığınıza dair ipuçları vardı elimizde. Elimizde dememe bakmayın; bunu sadece çocukluk aşkınız, uzatmalı sevgiliniz, o tuhaf demokratımsı mimar adam bilirdi ve uzun yıllar, ondan istenen bunu sadece bildiğiyle kalması olacaktı. O sizi zeytin ağacına benzeyen hayalet halinizle görür ve anlattıklarınıza, kısaca size inanırdı – hiçbir şeye inanmadığı kadar. “Bir varmış bir yokmuş… Dünyada o kadar çok Neyyir, o kadar çok Korkut varmış ki,” diye başlayan hikâyeleriniz onu her seferinde şaşırtırdı. Oysa normal hayatta nedenini nasılını pek düşünmeden yaşayan kendi halinde kıl bir adamdı.
Onu, her nasılsa büyülemiştiniz. Sizi kahraman yapıp sayısız öyküye konuk ederdi zihninde. Üstelik hemen her öyküde kazanan siz olurdunuz. O ise kendi vasatlığını dillendirdiği çukurlara düşer ve her seferinde yenilirdi. Sizse… kazanırdınız – kaybetseniz dahi. En azından onun gözünde. Her 29 Şubat’ta, sizin ortaya çıkışınızla birlikte her şeyi yeni baştan koyardı masaya. Küllerin ortasında, küllere geçit vermeyen bir ülkede yaşıyor ve nefes alamıyor olduğunu unutur, sizi, doğum gününüzü, yüzünüzün saydamlığını hayal eder dururdu. Dört yılda bir, tek bir gün… Mevsim dönümlerinden arta kalanlar gibiydi gözyaşları. Yılın en uzun günündeki son ışık, en kısa günlerinde bastıran karanlık gibi. Orada durur, sizinle onun arasındaki en sahici anıları hatırlamaya çalışır ama nedense en sıradan, üzerinde durulmayacak anılarla burun buruna gelirdi. Hiçliğin günübirlik zihine oynadığı oyunlardan biriydi bu. Sizinle, ta çocukluk günlerinizde bitirim mahallenizde görünmez adamcılık oynayışları ve sizin bitip tükenmez sorularınız gelir otururdu karşısına. “Kafası yoksa şapkası nasıl duruyor başında Korkut?” ya da şu: “Gözleri yoksa nasıl görüyor Korkut?”
Ve dahası da: “Korkut, cevap versene be, hayalet misin nesin?”
“Off yeter,” derdi adam, “biraz da başka bir şey söyle be Neyyir!”
Her şeyi yeni baştan koyardı ortaya o zaman Neyyir. Küllerin ortasında, küllere geçit vermeyen bir ülkede, belli belirsiz eğerdi zeytin ağacı başını: “Bu yaşam,” derdi, defalarca kendini tekrarlamış sesiyle. “Anla artık Korkut.” Devam ederdi kayıtsızca: “Sakarlığın muhteviyatı, duyguların hortlamayacak olanı, yaşam bu. Anlamsızlığın ortasında anlam arayan insan suretinle gör şunu Korkut.” Korkut şaşkın bir rüyada yastığa terlerini bırakırkense fısıldardı yüzüne doğru: “Bu bizim halimiz, yaşamımız. Cevapsız. Muhbir ve suskun. Bu yaşam, yaşam. Eski ve yıpranmış. Bir 29 Şubat’ta kayıp sevgilinin, hayatının aşkının gölgesinde, hayaletinde süzülürken izi, sana çarpan, seni alabora eden o hantal yan, yaşam… Her nedense elinden düşürmediğin gazeten Kalpten Seven İnsanlar’dan kesip sakladığın bir parça gibi bölük pörçük ve asla tamamlanamayacak olan.”
Bir varmış bir yokmuş… Dünyada o kadar çok Neyyir, o kadar çok Korkut varmış ki…
MAJURO’YA SELAM SÖYLE!
Şu beş adamdan biriydi Korkut. Ya diğerleri? Onlar ayrı ayrı sırtlarını demlendirdikleri bankta, yekpare uykudaydı. Korkut’un gözü, gözüne taktığı kuzguni tuhaf güneş gözlükleri bir yana, önündeki cep telefonu ekranındaydı elbette. Başka nerede olabilirdi ki zaten… Karısının en büyük rakibi de o kara dikdörtgen değil miydi? “Korkut kaldır kafanı da bir bak bana,” derdi kadın şehla mavi-yeşil gözlerine sığınmış kalbiyle. Korkut o gözlere bakar mıydı? Yoo, ne gezer. Cep telefonu Korkut için yaratılmıştı. On yaşındaki bir oğlan çocuğu ruhunun heyecanıyla takılıp kalırdı ona Korkut. Tersini düşünen de vardı elbette ancak bunların hepsi Korkut için önemsiz cümleler, detaylardı.
Tam kendine doğru seyirten çaycıdan bir çay isteyecekti ki; vazgeçti. Yüzünü ekşitti. Halleri bi tuhaftı sanki bu çaycının. Yürüyüşü, zevzekliği. “Bu adam ne kadar da …” diye mırıldandı Korkut. Sonra hemen: “Aman ya, kimse kim…” dedi yüksek sayılabilecek sesle, “kime benzerse benzesin…” O esnada motor, Eminönü’nin en çilekeş rıhtımlarından biri ve aynı zamanda tarihin göz kamaştırmaya çalıştığı o yerden demir aldı. Az önce çocukları için çöpten ekmek toplayıp, o ekmeklerin içlerini temizleye…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Öykü
- Kitap AdıKalpten Seven İnsanlar
- Sayfa Sayısı136
- YazarMüge İplikçi
- ISBN9789750747762
- Boyutlar, Kapak13.5x19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sarı Maymun ~ Miyase Sertbarut
Sarı Maymun
Miyase Sertbarut
Yazarına direnen bir kitap kahramanı ile tanıştınız mı hiç? Sirkeden olma, kavanozdan doğma, rengi sarı, kendi sabırlı Sarı Maymun işte tam da böyle biri!...
- Aşk Varmış, Aşk Yokmuş ~ Mine G. Kırıkkanat
Aşk Varmış, Aşk Yokmuş
Mine G. Kırıkkanat
Oval odadaki sarışın adam, elleriyle fermuarını okşadı. Sonra esmer kızın ellerini tutup fermuarına götürdü. Kızın yüreği hop etti. “Başkan’ım, müdahale gerekiyor,” dedi. Titreyen sesiyle:...
- Kirlendik ~ Erdal Bila
Kirlendik
Erdal Bila
“Kan davası yerine aşk davası olsa da, herkes birbirini öldüresiye sevse.” – Özdemir Asaf * “Kirlendik be Mansur. Ne gülüşümüz çocukluk gülüşleri kadar sahici,...