Sır Saklamanın Kayıp Sanatı2006 İngiltere En İyi Kitap Ödülü “Anlatılamayacak Kadar İyi” ” Observer ‘Mutluluk verici’ ” Scotsman1950’li yıllar, İngiltere’de İkinci Dünya Savaşı’nın etkileri hâlâ kendisini hissettirmektedir. Penelope Wallace’in öyküsünün anlatıldığı Sır Saklamanın Kayıp Sanatı, rock ‘n’ roll çağının başında, onun ve sıra dışı ailesinin yaşantısından bir kesit sunmaktadır. Penelope bir an önce büyümek ve aşık olmak istemektedir; fakat sayısız şey bu konuda karşısına bir engel olarak çıkacaktır. Güzel fakat aksi biri olan erken yaşta dul kalmış annesi, Elvis Presley dışında hiçbir konu ile ilgilenmeyen küçük kardeşi İnigo, büyük fakat neredeyse yıkılacak kadar harap evleri ve en iyi arkadaşı Charlotte’un şeytansı kuzeni Harry bu engellerden bazılarıdır…
Eğer Jane Austen hâlâ yaşıyor olsaydı, buna benzer kitaplar yazıyor olurdu. Eva Rice bir genç kızın ergenliğe geçiş dönemini
öylesine incelikli bir şekilde anlatıyor ki, onu bir solukta okumak isteyeceksiniz.
Cosmopolitan
Zarif ve akıllıca yazılmış.
Elle
Ellili yılların insan profilini ortaya koyan bu çarpıcı roman Nancy Mitford ve Molly Keane geleneğini takip etmektedir. Dönemin cazibesine tutulacaksınız.
Marie Claire
Bölüm 1
YEŞİL PALTOLU KIZ
Charlotte ile bir öğleden sonra otobüs beklerken Londra’da karşılaştım. Şu şansa bir bakın! Otobüse yılda bir ya da iki kez binerdim. 1954 yılı Kasım ayının ortalarıydı ve şimdiye kadar Londra’da gördüğüm en soğuk günlerden biriydi. Erkek kardeşim böyle havalar için kar yağmayacak kadar soğuk derdi—ki ben bunu hiçbir zaman anlayamadım. Whiteleys’den alınmış kürk desenli güzel paltomu ve bir hafta öncesinde Inigo’nun arkadaşlarından birinin Magna’nın evinde unuttuğu bir çift Fair Isles eldiveni giyiyordum Bu şekilde Kuzey Kutbu hava koşullarına karşı son derece hazırlıklıydım, işte tam o anda, Jonnie Ray’e dair düşünüyor ve iki yaşlı bayan, yaklaşık on dört yaşlarında bir erkek çocuk, genç bir anne ve onun bebeği ile sabırlıca gelecek otobüsü bekliyorken, düşüncelerim yosun yeşili bir palto giyen oldukça cılız bir kızın gelişiyle dağıldı. Boyu en az benimki kadar uzundu. Bu özelliği hemen dikkatimi çekti çünkü ayakkabılarımı giydiğimde boyum tam 1.83 cm oluyor. Hepimizin tam önünde durdu ve boğazını temizledi.
“Aranızda taksi ücretime ortak olmak isteyen biri var mı?” diye sordu. “Bütün gün burada oturarak zaman öldüremem.” Yüksek sesle, hızlıca ve yüzünde hiçbir çekingenlik ifadesi olmayarak konuştu. Herkese yönelik konuşuyor gibi görünmesine rağmen, teklifini kabul etmesini istediği kişinin ben olduğum açıkça anlaşılıyordu. On dört yaşlarındaki çocuk ağzını açtı ve tekrar kapattı, sonra hemen utandı ve ellerini cebine koydu. Biraz yaşlıca duran bayanlardan biri fısıldadı; “Hayır, teşekkürler.” Diğer bayanın sağır olduğu kanaatindeyim çünkü bu öneri karşısında yüz ifadesinde hiçbir değişme gözleyemedim. Genç anne İse, günün bitiminde bir pişmanlık ifadesiyle gülümseyen gözlerle başını hayır anlamında salladı. Bense sadece omzumu silktim.
“Nereye gidiyorsunuz?” diye sordum umarsızca.
“Ah, tatlım! Hadi gel.” Kız ana caddeye doğru ilerledi ve bir taksi çağırmak için elini kaldırdı. Saniyeler geçerken bir tanesi hemen yanı başında durdu.
“Gel hadi!” diye seslendi.
“Bir dakika bekle! Sereye gidiyorsun?” Sorumu ikinci bir kez daha yineledim. Bocalamıştım ve daha en başta ağzımı açmamış olmayı diliyordum.
“Alı Tanrı aşkına, sadece binmeyi bir dene!” Birkaç dakikalık süre içerisinde tüm dünya sanki dilini yutmuş gibiydi. Bir an haykırarak fikrimi değiştirdiğimi ve onun eve yalnız gitmesi gerektiğini söylediğimi duyar gibi oldum. Tabii ki gerçekte, trafik ışıkları rengini değiştirirken ileriye atılarak takside hemen onun arkasında yerimi aldım ve yola koyulduk.
“Hey!” diye haykırdı. “Bir an için gelmeyeceğini düşünmüştüm.”
Benimle konuşmak için arkasını dönmek yerine başını gittiğimiz yöne doğru çevirmiş, dışarıyı seyrediyordu, ilk soruşunda cevaplamadım, ama onun güzelliği dikkatimi çekti—süt beyazı düzgün bir ten; uzun, kıvırcık kirpikler ve omzundan aşağı dökülen kalın telli, sık, düz koyu san saçları vardı. Yaşça benden biraz daha büyük duruyordu. Takat konuşma tarzından dolayı benden bir yaş kadar küçük olabileceğini düşündüm. Sessizce oturuyordu ve büyük ağzının kenarında küçük bîr gülümseyiş vardı.
“Nereye gidiyorsun?” diye yeniden sordum.
“Bütün söyleyebildiğin bu mu?”
“Bana cevap vermediğin sürece bu soruyu soracağım.1”
“Kensington’a gidiyorum. Clare Teyze ve Harry ile kelimelerin tarif edemeyeceği bir çay saatine davetliyim. Senin de orada bulunmanı istiyorum, çünkü birlikte güzel bir öğleden sonrası geçireceğiz. Ah bu arada, benim adım Charlotte.”
Söyleyiş sekli aynen anlattığım gibiydi. Bana Alice Harikalar Diyarmda’yı anımsattı. Tabii ki de ben sadece kendimdim. Onun bu yersiz küstahlığı karşısında gururlanmıştım ki öncelikle ona eşlik edecek olma fikri beni mutlu etmişti, sonrasında ise güzel bir gün geçirmiş olacaktım.
“Antony ve C/eopatra’nın Dördüncü Sahnesi’ni akşam saat beşe kadar okumak zorundayım” dedim, biraz ilgisiz görünmek istercesine.
“Ah, bu tam bir çocuk oyuncağı,” diye cevapladı. “Adam ölüyor ve kadın kendini öldürüyor. ‘Bana cüppemi ve acımı getirin, içimde ölümsüz hasretler vur “‘diyerek alıntı yaptı. “Hayatını bir yılanın zehriyle sonlandıran ayı seçebilecek bir kadına hayranlık duymanız gerekir, öyle değil mi? Clare Teyze bunu ‘ilgi arayışı’ olarak adlandırmayı isterdi. Sanırım gitmenin en göz alıcı yolu da budur.”
“ingiltere’de bunu yapmak zordur,” dedim mantık yürüterek. “Batı Londra’da yeteri kadar yılan yok.”
“Batı Londra’da oldukça çoklar” diye cevapladı hemen. “Dün akşam bir tanesiyle akşam yemeğimi yedim.”
Güldüm. “Kimdi o?”
“Annemin son fatihi… Sanki üç yaşındaymış gibi fırında pişmiş patates püreli yemeğinden koca bir kaşık alarak onu besleme niyetindeydi. Bu sanki dünyada ilk defâ oluyormuşçasına gülüşlerine aralıksız devam etti. Bu yıl onunla tekrar yemek yememem gerektiğini unutmamalıyım” derken derin düşünceler içerisindeydi. Çantasından not defterini ve kalemini çıkardı. “Dahası, onun yeni aşığının orkestrada sergilediği yeteneğinden başka bir şeyi yok.”
“Orkestra?”
“O, Michael Hollowman adında bir orkestra şefidir. Sanırını aklın gittikçe daha da karmaşıklaşacak. Bana onun tam olarak kim olduğunu bildiğini ve Rigolette’yi yorumlayışının inanılmaz olduğunu söyleyeceksin. Yanlış mıyım?”
“Öyleydi, eğer ki o kadar aceleci ve duygudan yoksun olmasaydı,” dedim.
Charlotte bana baktı ve hafifçe gülümsedi.
“Şaka yapıyorum,” diye ekledim.
“Bunun için sana minnettarım. Eğer şaka yapıyor olmasaydın, davetimi geri almayı düşünebilirdim,” dedi Charlotte.
Yağmur yağmaya başlamıştı ve trafik gittikçe kötüleşiyordu.
“Clare Teyze ve Harry… Onlar kim?” diye sordum. Paddigton’a zıt yönde seyahat ederken, içimi alışılmadık bir merak buruyordu. Charlotte bunu anladı.
“Clare Teyze gerçekten de benim annem. Demem o ki, o benim annem değil, annemin kız kardeşi de değil, fakat benim annem ona kendi kariyerinde yükselmede yardımcı olabilecek eli sopalı erkekler dışındaki hiçbir şeyi umursamaz oldu. Mükemmel ve henüz eğirim alamamış bir şarkıcı olduğu fikrini kafasına koymuş bile” dedi keyifsiz olduğunu ele veren bir ses tonuyla.
“Peki ya öyle mi?”
“Kesinlikle eğitim alamamış olduğu konusunda haklı. Benim başıma gelenler haricindeki her şeyde bir parça asabiyet gösterir—ki kuruntularımızın büyüklüğünü saymazsak bizim pek fazla ortak özelliğimiz de yoktur. Bu yüzden zamanımın çoğunu Clare Teyze’nin yanında geçiririm ve kendi evimde mümkün olduğunca az kalmaya gayret ederim.”
“Bu ev nerede?” diye sordum. Sesim tıpkı büyükanneminki gibi çıkmıştı.
“Clapham,” dedi Charlotte.
“Ah.”
O anda Venüs demiş olmalıydı. Onu en azından duymuştum, fakat Clapham’a dair hiçbir fikrim yoktu.
“Bu arada, Clare Teyze şu günlerde kendi anılarını kaleme alıyor,” dedi ve devam etti. “Ben de ona yardım ediyorum. Aslında sadece onun söylediklerine kulak veriyor ve daktiloyla kâğıda döküyorum. Bunun için bana cüzi bir miktar ödüyor, çünkü bu şekilde yaptığım işten dolayı kendimle gurur duyacağıma inanıyor, insanların bir kısmının onunki gibi hikâyeleri birinci ağızdan duymak istediklerini ve bu yüzden anlatmanın daha iyi olacağını söyler.”
“Buna şüphem yok,” dedim. “Peki ya Harry?”
Charlotte yüzünü bana doğru çevirdi. “Clare Teyze üç yıl öncesine kadar Samuel Delancy adında çok gösterişli bir adamla evliydi. Korkutucu bir şekilde yakışıklı, fakat oldukça acımasız olan türden… Her neyse… Başına düşen bir kitaplık onu öldürdü.”
“Olamaz!”
“Evet, gerçekten öyle… Türlerin Kökeni Üzerine adlı kitabı okurken başının üstüne devrildi—ki annem bunun oldukça hîcivsel olduğunu söyler. Sonuç olarak Clare Teyze’ye inanılmaz faturalar ve borçlardan başka bir miras kalmadı. Koca ayaklı, dik başlı ürkütücü bir adamdı—ha, ha, sözcük oyunları için özür dilerim. Harry onların tek oğlu; yirmi beş yaşında ve tüm dünyanın birleşip ona komplo kurduğuna kendisini inandırmış biri. Bu gerçekten de sıkıcı bir durum.”
“Taksiyi seninle paylaşmaktan dolayı mutluyum, ama bana tamamen yabancı olan insanlarla çay içmek adetim değildir”
dedim inandırıcı olmayan bir edayla.
“Ah, ne kadar nazik bir düşünce… Senden bunu alışkanlık haline getirmeni istemiyorum. Fakat gel lütfen. Lütfen! Benim için!” Charlotte adeta yalvarıyordu.
Birkaç dakika öncesinde tanışmış olmamızdan dolayı ona eşlik etme fikri için bu bana anlamsız gelse de, çekici bir yanı vardı. Bu varlığın konuşma tarzında, kendini taşıyışında anlam veremediğim, beş dakikalık ya da beş yıllık bir tanışma sonrasında da olsa kimsenin onu reddedemeyeceği konusunda beni inandıran bir farklılık vardı. Bir bakıma, bana çok güçlü bir şekilde erkek kardeşimi anımsattı. Caddedeki gözlerin takside oturan bana yöneldiğini ve bir şekilde cezbedildiğimi, sorgulandığımı hissediyordum. Çünkü Charlotte’nin misafiriydim ve Charlotte gibi bir kız benim gibi birini herhangi bir farklılık görmüş olmadan çaya davet etmezdi, öyle değil mi? Sosyete çevresinden Alicia, Susan ve Jennifer’ın olduğundan çok daha fazla karşıt etkisi vardı üzerimde. Adını saydığım bu kızlarla bir aradayken eğer dikkatli olmazsam edindiğim bütün önsezileri kaybedeceğim fikri aklıma gelene kadar kendimi kısalıyor, gölgemi küçülüyor, bakış açımı daralıyor gibi görürüm. Bununla birlikte Charlette’ın kendisi bütün olasılıkları içinde barındırıyordu. Gerçek hayatta karşılaşılandan çok romanlarda okunan türden bir insandı ve tüm bunlar gerçekten de! bir romanın başlangıç sayfalarıydı. Taksi çay saati için gizem dolu Clare Teyze’nin evinin önünde durmadığı sürece, inmem beklenmiyordu. Her zaman kaderin iyi bir savunucusu olmuşumdur, fakat o günün öğleden sonrasına kadar kader beni asla savunmamıştı. Yine de, Charlotte’ın beni kolay fethettiğini düşünmesini hiç istemiyordum.
“Çok fazla ısrarcısın. Senin gibi birine inanıp inanmamakta gerçekten kararsızım,” dedim kibarca.
“Ah, bana güvenmek zorunda değilsin. Her zaman, güvenilir insanların gerçekte biraz sıkıcı olduklarını düşünmüşümdür.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSır Saklamanın Kayıp Sanatı
- Sayfa Sayısı448
- YazarEva Rice
- ISBN9944326399
- Boyutlar, Kapak 13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviPegasus / 2006
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Heidi ~ Johanna Spyri
Heidi
Johanna Spyri
19. yüzyılın sonuna doğru Avrupa, isli, karanlık fabrika kentleriyle dolup taşar. Karları, ovaları, kırları, yeşillikleri, keçileri ve çoban şarkılarıyla Heidi’nin ve dedesinin dünyası, o...
- Yazdan Kalan Son Gül ~ Muhyiddin Şekur
Yazdan Kalan Son Gül
Muhyiddin Şekur
1960’ların Amerika’sında, Ohio-Cleveland’da müziğin, ritmin, enfes yemek kokularının, sıcak dostlukların, rengârenk insanların, muhabbettin, dayanışmanın, arada bir de kapışmanın eksik olmadığı bir mahallede geçen bir...
- Watson Ailesi ~ Jane Austen
Watson Ailesi
Jane Austen
Jane Austen’ın 1803’te yazmaya başlayıp tamamlayamadığı romanı Watson Ailesi yazarın daha sonra kaleme aldığı diğer eserlerine bir girizgâh niteliği taşıyor. Kıvrak zekâsının ürünü müthiş ironisiyle, İngiliz...