Bu yazılardaki öncelikli amacım, ortalama okurlara her hafta bir şeyler öğretebilmek, beni asıl ilgilendiren onlar, ki öğrettiğim şeyler her şeyi bilen uzman okurlara apaçık ve çocukça gelebilir. Diğer amacımsa –ki bu en zoru– yazılarımı başkalarından yardım almadan düzgünce yazabilmek, çünkü ben hep iyi yazabilmenin başlı başına bir mutluluk kaynağı olduğuna inanmışımdır. Gabriel García Márquez gazeteciliğin “dünyanın en iyi mesleği” olduğunu her fırsatta usanmadan tekrarlar, yazardan önce gazeteci olduğunu söylerdi: “Ben özümde bir gazeteciyim. Yaşamım boyunca gazeteci oldum. Her ne kadar pek belli olmasa da kitaplarım bir gazetecinin kitapları.” 1950 ile 1984 yılları arasında gazete ve dergilerde yayımlanan 50 metni bir araya getiren Yüzyılın Skandalı seçkisinin amacı, García Márquez’in kurmaca eserlerine aşina okurları, yazarın, eserlerine temel oluşturduğunu daima dile getirdiği gazete ve dergi çalışmalarıyla tanıştırmak. Okurlar bu metinlerin çoğunda tanıdık bir sesle karşılaşacak, bu anlatıcı sesin yazarın gazetecilik yıllarında şekillendiğine tanık olacaklar.
İÇİNDEKİLER
Önsöz …………………………………………………………………….. 11
Orijinal Yayıncının Notu ……………………………………………. 21
YÜZYILIN SKANDALI
Başkanın Berberi ……………………………………………………..27
Konu Konusu ………………………………………………………….30
Anlaşılır Bir Hata …………………………………………………….33
Yalnız Kalplerin Katili ……………………………………………..36
Ölüm Geç Gelen Bir Hanımdır …………………………………39
La Sierpe’deki Tuhaf Putlaştırma………………………………..42
Yağmurun İçinden Bir Adam Geliyor………………………….53
Buendía Ailesinin Evi ……………………………………………….59
Edebî Değer……………………………………………………………62
Öncüller…………………………………………………………………64
Postacı Kapıyı Bin Kere Çalar…………………………………….66
Aracataca Kaplanı ……………………………………………………73
Papa Hazretleri Tatile Çıkıyor (Kesit)………………………….75
Yüzyılın Skandalı……………………………………………………..80
Paris’te Kaybolan Kadınlar Caracas’ta mı? ……………….. 147
“Macaristan’ı Ziyaret Ettim” (Kesit)………………………… 152
Dünyanın En Ünlü Senesi……………………………………… 161
Kurtarmak İçin 12 Saat …………………………………………. 180
6 Haziran 1958: Caracas Susuz………………………………. 193
Bir Kitap Yazarının Başına Gelenler ………………………… 203
Aklıma Hiçbir Başlık Gelmiyor………………………………. 207
Sandinista Taarruzu. “Domuz Ağılı” Saldırısının Kroniği..218
Ablukaya Göğüs Geren Kübalılar …………………………… 233
Nobel Ödülü’nün Hayaleti ……………………………………. 245
Telsiz Telepati………………………………………………………. 252
Dünyanın En Eski Mesleklerinin En Yenisi ………………. 257
Evet, Geçmişe Özlem Hâlâ Eskisi Gibi……………………. 261
Yeni Yıl Gecesi İçin Bir Korku Hikâyesi …………………… 265
Karayipler’in Büyüsü…………………………………………….. 269
Çocukların Erişebileceği Şiirler ………………………………. 274
Yaşam Nehri………………………………………………………… 277
Gönlümdeki María……………………………………………….. 282
Huzur Bulamayan Ruhlar Misali…………………………….. 287
Edebiyat ve Gerçeklere Dair Başka Bir Yazı……………… 292
Şahsi Hemingway’im…………………………………………….. 297
Otoyol Hayaletleri ……………………………………………….. 304
Bogotá 1947………………………………………………………… 308
“Yol Hikâyeleri Bunlar”………………………………………….. 312
Öteki Ben……………………………………………………………. 316
Zavallı İyi Çevirmenler………………………………………….. 321
Uyuyan Güzelin Uçağı………………………………………….. 326
Yazar Aranıyor……………………………………………………… 331
Obregón ve Taşkın Yeteneği …………………………………… 336
Sancısız Edebiyat………………………………………………….. 340
Paris’ten Sevgiler………………………………………………….. 345
Meksiko’ya Dönüş………………………………………………… 350
Pekâlâ, Edebiyattan Bahsedelim ……………………………… 354
Haber Tahtası ………………………………………………………. 359
Köklere Dönüş …………………………………………………….. 364
Roman Nasıl Yazılır………………………………………………. 368
ÖNSÖZ
Dünya Gabriel García Márquez’i olağanüstü bir romancı olarak tanır: Albay Aureliano Buendía’nın ve Macondo’nun, Fermina Daza ile Florentino Ariza’nın destansı aşkının, Santiago Nasar’ın ölümünün, Başkan Babamızın Sonbaharı’ndaki haşmetli ve yalnız diktatörün sevilen yaratıcısıdır. Bütün bunlar sebebiyle, bir edebiyatçının alabileceği en büyük mükâfat olan Nobel Ödülü’ne layık görülmüştür ve “Aracataca’lı bir telgraf operatörünün 17 çocuğundan biri”ni ödül kabul töreninde İsveç kraliyet ailesinin karşısında görmek İspanyolca konuşulan bütün Latin Amerika ülkelerini sevince boğmuştur.
Hispanik dünyanın tamamında şefkatle anıldığı ismiyle Gabo hem Fidel Castro ve Bill Clinton gibi kişiliklerle hem de Cortázar, Fuentes gibi boom kuşağından nice meslektaşıyla dostluklar kurmuş, sırdaş olmuştur; ayrıca Mercedes Barcha’nın kocası, Gonzalo ile Rodrigo’nun babasıdır. 2014’te, 87 yaşında hayata gözlerini yumduğunda ev bellediği ülkesi Meksika’daki muhteşem Güzel Sanatlar Sarayı’nda düzenlenen cenaze törenine dünyanın her yanından insanlar katılmıştır. Doğduğu ülke Kolombiya’ya o dönem başkanlık eden Juan Manuel Santos, Gabo’yu “tarihin en önemli Kolombiyalısı” diye tanımladığında kimse aksini iddia etmemiştir.
Ancak bütün bunların yanında Gabo bir gazetecidir: Gazetecilik bir anlamda ilk aşkıdır ve bütün ilk aşklar gibi en uzun süreni de o olmuştur. Yazmaya ilk başladığında geçimini gazetecilik mesleği sayesinde sağladığını her fırsatta vurgulamıştır; gazeteciliğine duyduğu hayranlık sebebiyle, kendine has cömertliğiyle, bu mesleği “dünyanın en iyi mesleği” diye tanımlamıştır.
Başvurduğu bu mübalağa, yazar olarak ilk adımlarını attığı sıralarda benimsediği gazetecilik mesleğine duyduğu saygı ve sevgiyi yansıtır. 1947’de, Bogotá Ulusal Üniversitesi’ndeki ilk yılında, Gabo El Espectador gazetesinde ilk öykülerini yayımlatır. Gönlünde yatan meslek yazarlık olsa da babasını memnun etmek için hukuk fakültesine girmiştir.
Siyasi şiddet 1948 yılında Gabo’nun yaşamını ansızın altüst eder; karizmatik Liberal lider Jorge Eliécer Gaitán’ın öldürülmesiyle günlerce süren bir halk ayaklanması patlak verir. “Bogotazo” diye anılan bu kaos döneminde, Gabo’nun kaldığı öğrenci yurdu yanar, üniversitesiyse süresiz olarak kapatılır. “La Violencia” adı verilen bir içsavaşın başlangıcıdır bu; Liberaller ve Muhafazakârlar arasındaki savaş on yıl sürer ve 200.000 kişinin yaşamına mal olur.
Kolombiya asla eskisi gibi olmayacaktır, keza Gabo’nun yaşamı da. Okula devam etmek için Cartagena de Indias’a taşınır, üniversiteye yazılır ve 1948 yılının Mayıs ayında yeni bir yerel gazete olan El Universal’de çalışmaya başlar. Çok geçmeden okulu bırakarak vaktinin tamamını yazmaya adar. 1950 yılında taşındığı Barranquilla şehrinin El Heraldo gazetesi için makaleler yazarak geçinmeye çalışır. Mutlu ve belirleyici yıllardır bunlar: Aralarında yazarlar, sanatçılar ve bohemler bulunan başka yaratıcı gençlerle dost olur ve beraber “Barranquilla Grubu” adı verilen topluluğu kurarlar. Döküntü bir otelde yaşadığı ve gazetedeki köşesini Septimus mahlasıyla yazdığı bu dönemde Gabo ilk romanı olan Yaprak Fırtınası’nı tamamlar.
Elinizde tuttuğunuz, hoş olduğu kadar gerekli de olan bu seçki, basında yayımladığı metinler aracılığıyla Gabriel García Márquez’in gazeteci kimliğini öne çıkarır. Kolombiya’nın sahil kesiminde yaşadığı dönemin yazarlıktaki ilk adımlarını atan genç ve bohem Gabo’sundan yola çıkar, 40 yıl ilerleyerek García Márquez’in artık olgun ve tanınmış bir yazar olduğu 80’li yılların ortasına ulaşır. Bu seçki, gazeteciliği kurmacalarından kolay ayırt edilemeyen bir yazarın özündeki rahat, şakacı ve hassas kişiliği ortaya koyar. Örneğin “Konu Konusu”
başlıklı metinde, bir köşe yazısına başlarken uygun bir konu bulmanın zorluğuna değinir. “Konu yoksunluğunu gazete yazısı konusuna dönüştüren insanlar var,” der ve gazetelerde beliren çeşitli ilginç haberlere değindikten sonra –İspanya diktatörü Franco’nun kızının evlenmesi ve damada damatissimo denmesi, uçan dairelerle oynayan çocukların yanması– belli bir konusu olmasa bile eğlenceli bir makale yazmanın mümkün olduğunu vurgular. “Anlaşılır Bir Hata” başlıklı yazısında Gabo, gökten balık yağdığını görünce intihar etmek için otel odasının penceresinden atlayan aşırı derecede sarhoş bir adamı anlatır. Olayın çözüme ulaşmasının ardından Gabo’nun üslubu Edgar Allan Poe’vari, gotik ve noir bir havaya bürünür, “olayları hakkını vererek anlatmak” arzusuyla hareket eden bir gazeteci su yüzüne çıkar, tıpkı Kolombiya’daki sahil kesimi sakinlerinin ruhunu yansıttığı şu kesitte olduğu gibi: “Cali. 18 Nisan. Cauca Vadisi bölgesinin başkenti Cali’nin sakinleri bugün olağanüstü bir şaşkınlık yaşadılar: Şehrin merkezindeki sokaklarda yüzlerce gümüşi balık belirdi, yaklaşık beş santim uzunluğundaki balıklar gökten yağarak etrafa saçıldı.”
1954’te Gabo, vaktiyle ilk öykülerini yayımlayan El Espectador gazetesinde çalışmak üzere Bogotá’ya döner. Başlangıçta film eleştirileri yazar ve özel muhabir olarak haberler hazırlar, ama ilgisini çeken konularda –bazıları bu kitapta da yer bulan– köşe yazıları, sahil kesimi efsaneleri hakkında kronikler, tuhaf olaylar üzerine düşünceler da yayımlar: “Edebî Değer” yazısında Antioquia’da işlenmiş tüyler ürpertici bir cinayetten bahseder. Kara mizah anlayışını belli eden bir biçimde Gabo şöyle der: “Olanlara –o dönem başka konulara ağırlık verildiğinden– yerel haberler sayfasında sadece iki sütun ayrıldı. Alelade bir kanlı suç gibi görüldü. Günümüzde haber olarak fazlaca olağan, roman konusu olaraksa aşırı şiddetliydi. Gerçek yaşama söyleyelim de aklıselim davransın.” “Postacı Kapıyı Bin Kere Çalar” başlıklı diğer bir yazısında Gabo, Bogotá’daki, alıcısına asla ulaşmayan mektupların son durağı olan küçük bir binaya dair enfes bir hikâye anlatarak hiçlikten bile haber yaratmanın mümkün olduğunu gösterir.
Bogotá’da yaşadığı sürede Gabo “Bir Kayıp Denizci” başlığıyla tefrikalar halinde yayımlanan kroniği sayesinde ulusal alanda ismini duyurmakta gecikmez. Mobile, Alabama’dan dönerken fırtınaya yakalanarak batan, Kolombiya Deniz Kuvvetleri’ne ait ARC Caldas gemisinden sağ çıkan tek kişi olan Luis Alejandro Velasco’yla yaptığı röportajlardan yola çıkarak yazıya geçirdiği anlatı müthiş başarılı olur. 14 tefrika halinde yayımlanan yazı dizisi sayesinde hem El Espectador gazetesi satış rekorları kırar hem de Gabo’nun aktardığı bilgiler büyük bir skandala sebep olur: Gemi, subaylar ve mürettebatın kaçak olarak yüklediği mallar istiap haddini aştığı için batmıştır; gazetenin yazıişleri müdürü sonunda Gabo’yu keşmekeşin ortasında bırakmamak adına Avrupa’ya yollar. Gabo’nun Kolombiya’dan ilk çıkışıdır bu.
Avrupa’da geçirdiği iki buçuk yıl boyunca El Espectador’u temsilen Paris, İtalya, Viyana, hatta Demir Perde’nin öte yanındaki Doğu Avrupa ülkelerini gezen Gabo, Cenevre’deki üst seviye bir zirveden tutun da İtalyan sinema oyuncuları arasında çıkan kavgalara ya da Londra’nın sisine kadar ilgisini çeken her şey hakkında bir dizi yazı kaleme alır. Üslubu yavanlıktan uzak, yazıları daima zekice ve ironi yüklüdür; Kolombiya’da “dalgacı” diye tanımlanan tiplerdendir ve “Bir Kayıp Denizci” sayesinde edindiği sadık okur kitlesi Gabo ne yazsa okumaya hazırdır.
Avrupa’dayken yazdığı metinlerden “Papa Hazretleri Tatile Çıkıyor”da Gabo, papanın Vatikan’daki makamından Roma’nın dışında bulunan Castel Gandolfo’ya yaptığı olağan bir seyahati irdeler. Atmosferi bir senaryo yazarı gibi ustaca oluşturan Gabo şöyle yazar: “Papa tatile çıktı. Bugün öğleden sonra saat tam 17.00’de SCV-7 plakalı Mercedes’ine binerek Santo Oficio’nun kapılarından çıkıp Roma’ya 28 kilometre mesafedeki Castel Gandolfo sarayının yolunu tuttu. Sarayın kapısında onu iki devasa İsviçreli muhafız karşıladı. Muhafızlardan biri, daha cüsseli olanı, geçirdiği bir trafik kazası yüzünden burnu boksörlerinki gibi kütleşmiş, sarışın bir delikanlıydı.” Kullandığı ilginç ara başlıklar sayesinde anlatı insanı hep diken üstünde tutar: Örneğin “Gölgede 35 Derece” ya da papa hazretlerinin yoldaki bir kamyon yüzünden sarayına on dakika gecikmesini anlatan “Yol Hadiseleri”. Sonunda papanın saraya ulaşmasını ironik bir üslupla aktarır: “Castel Gandolfo’da kimse papanın tatil sarayına hangi taraftan girdiğini göremedi.
Batı kanadındaki, kenarına asırlık ağaçlar dizili bir yoldan ulaşılan
bir bahçeden giriş yaptı saraya.”
1957 yılının sonlarında Latin Amerika’ya döndüğünde, Kolombiyalı dostu Plinio Apuleyo Mendoza, Gabo’ya Caracas merkezli Momento dergisinde iş bulur. Mendoza, Doğu Avrupa ülkelerine yaptığı yolculukta da Gabo’ya eşlik etmiştir. Gabo’nun Latin Amerika’ya dönüşü yeni bir siyasi karmaşa dönemine denk gelir: Kıtaya ayak bastıktan kısa süre sonra, 1958 yılının Ocak ayında, Venezuela diktatörü Marcos Pérez Jiménez devrilir. Latin Amerika’nın neredeyse tamamına diktatörlerin egemen olduğu bir devirde bir diktatör ilk kez halkın çabasıyla devrilmiştir. Sonraki yıl boyunca Venezuela’nın değişken ortamında yaşadıkları sonucunda Gabo’nun siyasi bilinci kuvvetlenir.
Yıllar önce, Kolombiya’nın sahil kesiminde yaşadığı dönemde tanışıp âşık olduğu, Mompox’lu güzel bir kız olan Mercedes Barcha’yla evlenmek için kısa süreliğine Barranquilla’ya gider. Beraber Caracas’a dönerler. Dostu Mendoza, derginin sahibiyle yaşadığı bir anlaşmazlık yüzünden Momento’dan ayrılınca Gabo da dayanışma adına istifasını verir. Serbest gazeteciliğe yönelerek başka yayın organlarına makaleler yazmaya başlar. Bu makalelerden elinizdeki seçkide yer verilen ikisi “6 Haziran 1958: Caracas Susuz” ve “Kurtarmak İçin On İki Saat Var”, Gabo’nun belirginleşen gazetecilik üslubunun klasik örnekleridir; anlatıyı gerçek yaşamdan dramların detaylıca canlandırılması üzerine kuran bu üslup, yer yer Hitchcock’vari gerilimlere ve ancak finalde çözülen bir olay örgüsüne sahiptir.
1959 yılının Ocak ayında, Fidel Castro’nun liderlik ettiği asilerin diktatör Fulgencio Batista’yı devirip Küba’da iktidarı ele geçirmesinden iki hafta sonra, Gabo ile Mendoza, sakallı zafer sarhoşlarının gazetecileri taşımak için Caracas’tan gönderttiği külüstür bir uçakla adanın yolunu tutarlar. O günden itibaren Gabo ile Küba Devrimi arasında ömür boyu kesilmeyecek bir bağ oluşur. Küba’da yaşadığı bu ilk deneyimden “Aklıma Yazacak Hiçbir Şey Gelmiyor” başlıklı yazısında akıllardan çıkmayacak biçimde bahseder.
Söz konusu metinde Gabo henüz taze olan devrimi, dönemin siyasi bağlamına oturtmak için Kübalı şair Nicolás Guillén’le dair harikulade bir kesite başvurur; Guillén’le birkaç yıl önce Paris’te, ikisinin de Latin Mahallesi’ndeki izbe bir otelde kaldıkları dönemde tanışmıştır. “Paris’te kör kışın ortasında bile, Nicolás Guillén –son derece Küba’ya özgü biçimde– horozlarla aynı saatte uyanma (etrafta horoz olmasa bile), tıpkı Camagüey’deyken gündoğumunda duyulan gitar tıngırtıları ve şekerkamışı sazlığından esen serin rüzgâr eşliğinde yaptığı gibi kahvesini yudumlarken gazeteleri okuma alışanlığından vazgeçmemişti. Ardından, yine tıpkı Camagüey’deyken yaptığı gibi, balkon kapısını açar ve Latin Amerika’dan en son haberleri Fransızcadan Küba argosuna çevirerek bağıra çığıra bütün sokağı uyandırırdı.”
Amerika kıtasının o günlerdeki durumu, önceki sene Panama’da bir araya gelen devlet başkalarının görüşmesine dair resmî bildiride kusursuzca ifade edilir: “Askerî üniformalar ve savaş madalyaları kalabalığının arasında tek bir cılız sivil görülebiliyordu. ABD başkanlığına geçtiğinden beri yüreğindeki barut kokusunu Bond Street’ten pahalı mı pahalı takım elbiselerle örtmeye meyleden General Dwight Eisenhower bile söz konusu tarihî fotoğraf için apoletleri kuşanmıştı. Derken bir sabah Nicolás Guillén penceresini açtı ve avaz avaz tek bir haber duyurdu: “Herif devrildi!” Sokak uykusundan sıyrılıp ayaklandı, çünkü her birimiz devrilen herifin kendimizinki olduğunu zannettik. Arjantinliler devrilenin Juan Domingo Perón olduğunu düşündü, Paraguaylılar Alfredo Stroessner, Perulular Manuel Odría, Kolombiyalılar Gustavo Rojas Pinilla, Nikaragualılar Anastasio Somoza, Venezuelalılar Marcos Pérez Jiménez, Guatemalalılar Castillo Armas, Dominikliler Rafael Leónidas Trujillo, Kübalılar ise Fulgencio Batista. Aslında devrilen Perón’du. Daha sonradan, bu konuda laflarken, Nicolás Guillén bizlere Küba’daki duruma dair moral bozucu bir portre çizdi.
‘Geleceğe dair tek görebildiğim,’ dedi konuşmasının sonunda, ‘bir delikanlının Meksiko dolaylarında epeyce hareket yaratacağı.’ Doğulu kâhinler gibi bir an duraksadı ve, ‘İsmi Fidel Castro,’ diye sözünü tamamladı.”
Devrim coşkusuyla çalkalanan Havana’ya ilk adım atışını Gabo şöyle hatırlar: “Öğleden önce Havana’nın en zenginlerinin Babil’den fırlamış gibi ışıldayan malikâneleri arasından iniş yaptık: Sonradan ismi Ciudad Libertad olarak değiştirilecek Campo Columbia Havalimanı Batista’nın eski kalesiydi ve birkaç gün önce Camilo Cienfuegos, hayret içindeki Kübalı köylülerden oluşan bölüğüyle burada ordugâh kurmuştu. İlk izlenimimiz hayli komik oldu, zira bizi karşılayan kişiler eski Hava Kuvvetleri’nin son anda devrim birliklerine katılan üyeleriydi; hakiki devrimcilere benzemek için sakalları iyice uzamadan kışladan çıkmamışlardı.”
Yüzyıllık Yalnızlık’ın yayımlandığı ve muazzam bir başarıya ulaştığı 1968 yılı Gabriel García Márquez’in yaşamının en önemli dönüm noktalarından biridir. Ailesiyle beraber nihayet maddi istikrara kavuşan Gabo, haklı olarak, çağının en önemli romancıları arasında gösterilir ve uluslararası alanda tanınan bir simaya dönüşür. Sonraki 20 yıl boyunca da edebiyatın zirvesinden inmeyen Gabo –Başkan Babamızın Sonbaharı ve Kolera Günlerinde Aşk gibi başyapıtlarını bu dönemde yayımlar–, bir yandan da, her ne kadar bu yönü Latin Amerika’daki milyonlarca okurunun ötesinde pek bilinmese de, gazetecilik yapmayı sürdürür ve odağı her geçen gün siyasete biraz daha kayar.
70’li yıllarda, Küba Devrimi’nin başarısı ve ABD’nin dayattığı şiddet politikasının sebep olduğu sürekli gerginleşen atmosferde, Gabo militan bir gazetecilik safhasına girer. Şili’nin sosyalist başkanı Salvador Allende, General Augusto Pinochet tarafından barbarca devrildiğinde Gabo yeni rejim yıkılana kadar yeni kitap yayımlamayacağını beyan eder. Bu sözünü yerine getirmese de sol görüşe yakınlık duyduğunu açıkça telaffuz etmeye başlar.
Kolombiyalı birkaç gazeteci dostuyla bir araya gelerek Alternativa adlı sol dergisini çıkarır; Kuzey Amerika politikalarını eleştiren ve Küba ile –yakın dostluk kurmaya başladığı– Fidel Castro’yu savunan makaleler ve köşe yazıları yazar. Angola’daki tarihî Küba askerî seferini öven uzun bir kroniğin yanı sıra, elinizde tuttuğunuz seçkide yer verilen “Sandinista Taarruzu. ‘Domuz Ağılı’ Saldırısının Kroniği” başlıklı bir metin daha kaleme alır. Söz konusu metinde Nikaragualı parlamenterlerin Sandinista gerillaları tarafından rehin alındığı müthiş olayı destansı bir havada aktarır.
Yine bu seçkide yer bulan “Ablukaya Göğüs Geren Kübalılar” başlıklı kronikte, Gabo kaleminin gücünü kullanarak okurlara ABD’nin 1961’den beri Küba’ya uyguladığı –ve Kübalıların “abluka” adını verdiği– meşhur “ambargo”nın içyüzünü anlatır. Şöyle der: “Ablukanın ilk gecesinde Küba’da 482.560 otomobil, 343.300 buzdolabı, 549.700 radyo cihazı, 303.500 televizyon, 352.900 ütü, 286.400 vantilatör, 41.800 çamaşır makinesi, 3.510.000 kol saati, 63 lokomotif ve 12 yük gemisi bulunuyordu. Bunların hepsi –İsviçre malı kol saatleri hariç– ABD’de üretilmişti. Görünüşe bakılırsa, Kübalıların bu ölümcül rakamların yaşamlarındaki önemlerini anlamaları için belli bir süre geçmesi gerekecekti. Üretim açısından, Küba ansızın ayrı bir ülke değil, ABD’nin ticari bir uzantısı olduğunun farkına vardı.”
Böyle metinler sebebiyle Gabo, ABD ve Latin Amerika’daki sağcı basın organları tarafından epeyce eleştirilir, üstelik bazıları onu Küba rejiminin propagandacısı, hatta Fidel Castro’nun kullanışlı ahmağı olarak niteler. Gabo ise inandığı davaları savunmayı sürdürdüğü gibi gerek ABD ile Küba arasında gerekse Kolombiyalı gerilla liderleriyle ülkesinin yöneticileri arasında diyalog kurulması için bizzat çaba göstererek diplomatik hamlelerde bulunur.
Ancak Gabo’nun eserleri siyasi ideallerinin ötesindedir. 1987’de, onlarca yıl boyunca El Espectador’un başındaki dostu Guillermo Cano’nun Pablo Escobar’ın emriyle katledildiğini haber alınca Gabo buruk ve dokunaklı bir övgü kaleme alır: “Neredeyse 40 yıl boyunca, ne zaman ve nerede olursam olayım, Kolombiya’da gerçekleşen her önemli olayda ilk tepkim, bana haberleri ayrıntılı olarak aktarması için Guillermo Cano’ya telefon etmekti. Daima, bir kez bile aksatmadan, telefonu aynı şekilde açardı: ‘Merhaba, Gabo, vaziyetler nasıl?’ Geçen aralık ayının meşum bir gününde María Jimena Duzán beni Havana’da ziyarete geldiğinde Cano’dan bir mesaj getirdi: El Espectador’un yüzüncü yılı için özel bir yazı yazmamı rica ediyordu. Aynı gece, evimde, başkan Fidel Castro bir dost toplantısında bana hararetle bir şeyler anlatırken odanın öbür ucundan Mercedes’in titreyen, zayıfçacık sesi kulağıma çalındı: ‘Guillermo Cano’yu öldürmüşler.’ 15 dakika önce olmuştu ve birileri hemen telefona koşup bize haber vermişti.
Gözlerim doldu, Fidel Castro’nun lafını bitirmesini zor bekledim.
Üzüntüden öyle sersemlemiştim ki aklıma tek gelen, her zamanki içgüdüsel tepkim oldu: Olan biteni bana anlatması için Guillermo Cano’ya telefon etmek, kendi ölümünün öfkesini ve acısını onunla paylaşmak.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Dünya Edebiyatı Makale Öykü
- Kitap AdıYüzyılın Skandalı-Gazete ve dergi metinleri (1950-1984)
- Sayfa Sayısı376
- YazarGabriel Garcia Marquez
- ISBN9789750755798
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Aşka Karşı Koyma ~ Samantha Grace
Aşka Karşı Koyma
Samantha Grace
Çıplak Gerçek Leydi Vivian Worth bir hanımefendi gibi davranmasını çok iyi biliyor. Ama etrafta etkileyecek kimse yokken uygun tavırlar takınmak sadece aptallık. Neden yüzmek...
- Kar İzleri Örttü ~ Aslı E. Perker, Ayşegül Çelik, Barış Müstecaplıoğlu, Cem Selcen, Doğu Yücel, Yekta Kopan,Ece Erdoğuş,Elif Tanrıyar,Gül İrepoğlu,Yazgülü Aldoğan,Gülşah Elikbank,Hacer Yeni, Hakan Günday, İlknur Özdemir, Levent Mete, Menekşe Toprak, Mine G. Kırıkkanat, Nermin Yıldırım, Sibel Oral, Tuna Kiremitçi
Kar İzleri Örttü
Aslı E. Perker, Ayşegül Çelik, Barış Müstecaplıoğlu, Cem Selcen, Doğu Yücel, Yekta Kopan,Ece Erdoğuş,Elif Tanrıyar,Gül İrepoğlu,Yazgülü Aldoğan,Gülşah Elikbank,Hacer Yeni, Hakan Günday, İlknur Özdemir, Levent Mete, Menekşe Toprak, Mine G. Kırıkkanat, Nermin Yıldırım, Sibel Oral, Tuna Kiremitçi
Lapa lapa yağan kar, yaklaşan Yılbaşı'nın telaşı ve bir cinayet ya da birkaç cinayet. Bu kitabı elinize aldığınızda karşılaşacağınız üç öğe bunlar. Bu üç öğe etrafında örülmüş tam yirmi öykü, yirmi farklı hikâye.
- Albayın Fotoğrafı ~ Eugène Ionesco
Albayın Fotoğrafı
Eugène Ionesco
Gergedan, Kel Şarkıcı, Gönüllü Katil gibi tiyatro oyunlarıyla absürt tiyatronun öncülerinden ve çağdaş edebiyatın uyumsuz temsilcilerinden sayılan Eugène Ionesco’dan bir öyküler toplamı: Albayın Fotoğrafı....