Zenginlik, güzel bir eş, başarılı çocuklar, prestijli bir siyaset kariyeri… Dışarıdan bakıldığında her şeye sahip bir adam, hangi uğurda tüm bunları riske atar?
Tutku.
Oğlunun sevgilisi Anna’yla karşı karşıya geldiği anda hayatında eksik olan tek şeyin, tutkunun yoksunluğunu iliklerine kadar hisseden bu adamın hikâyesi Yara.
Josephine Hart, insanın tutkuya duyduğu zaafı güzel, esrarengiz ve tehlikeli bir kadınla ona sahip olmayı takıntı haline getiren bir erkeğin ilişkisi üzerinden anlatırken, yaşamla ölüm arasındaki bir dansı kelimelere döküyor.
Tehlikeli takıntılar, yıkıcı tutkular ve aşkın karanlık yüzü…
*
JOSEPHINE HART, 1942’de İrlanda’da doğdu. Carrickmacross’taki yatılı bir manastır okulunda eğitim gördü. Hart’ın trajik bir çocukluğu oldu: 17 yaşına geldiğinde iki kardeşi hastalıktan, bir erkek kardeşi kimyasallarla deney yaparken gerçekleşen bir patlamada ölmdü. 22 yaşında Londra’ya taşındı; Haymarket Publishing’de çalışmaya başladı, bu yayınevinin ilk kadın yöneticisi oldu. 1980’lerin sonunda Gallery Poets (Galeri Şairleri) grubunu kurdu. T.S. Eliot hakkındaki Let Us Go Then, You and I (Gel Gidelim Beraberce) prodüksiyonu, Shaftesbury Caddesi’ndeki Lyric Tiyatrosu’nda, bir şiir programı olarak ilk defa altı hafta boyunca sahnelendi. Aralarında Lorca’nın Bernarda Alba’nın Evi ile Iris Murdoch’un Kara Prens’inin de olduğu çok sayıda West End oyununun yapımcılığını üstlendi. İlk romanı Yara, 1990’da yayımlandı. 26 dile çevrilen kitap dünya çapında bir milyondan fazla sattı ve başrollerinde Jeremy Irons ve Juliette Binoche’un oynadığı, Louis Malle’in yönettiği filmi yapıldı. Beş roman daha yazdı: Sin (Günah, 1992), Oblivion (Nisyan, 1995), The Stillest Day (En Durgun Gün, 1998), The Reconstructionist (2001) ve The Truth About Love (Aşk Hakkındaki Hakikat, 2009). Londra’daki British Library’de gerçekleştirilen Josephine Hart Şiir Saati gecelerinden esinle yazdığı kitabı Catching Life By the Throat (Hayatı Boğazından Yakalamak, 2006), Birleşik Krallık’taki tüm ortaokullara sesli kitap versiyonuyla birlikte dağıtıldı. Words That Burn (Yakan Sözcükler, 2008) onu izledi. Josephine Hart 2011’de öldü.
Maurice Saatchi’ye
İngilizce Yayıncının Önsözü
Josephine Hart, yaşamını şairlerin şekillendirdiğini söylerdi. “Yaşamın her şeyden önce dil olduğu bir kelime çocukları ülkesinde, kelime çocuğuydum. Şairler sadece kahraman değillerdi, aslında dilin tanrılarıydı.” Temsilcisi Ed Victor’ın teşvikiyle, Josephine Hart ile Virago’nun ilk tanışması şiir aracılığıyla oldu. Birçoğumuz British Library’deki Josephine Hart Şiir Saati’ne gidiyor ve performansların etkisiyle büyüleniyorduk, en çok da Josephine’inkilerle. Bunun sonucunda, Josephine’in giriş yazdığı, büyük şiirlerin derleme koleksiyonları olan Catching Life By the Throat [Hayatı Boğazından Yakalamak] ile Words That Burn’ü [Yakan Sözcükler] oyuncuların şiirleri okuduğu CD’lerle birlikte yayımladık. Bir şiir vaiziydi, etrafına doluşan izleyicilere şöyle derdi: “Ses, his ve hissiyat üçlemesi olan şiir, deneyime başka hiçbir edebi türün yapamayacağı şekilde ses verir.” Profesör Ron Schuchard, 2011 T.S. Eliot Uluslararası Yaz Okulu’nda onun anısına şöyle demişti: “Eliot’ın, yaşayan sesi dinlerkenki hissimize dair tanımından, yani ‘düşünce ve duygunun bilinçli düzeylerinin çok altına nüfuz eden, her sözcüğe canlılık katan, en ilkel ve unutulmuş olana düşen, bir kökene dönen veya bir şeyi geri getiren, en medeni zihniyetleri ateşleyen hece ve ritim duygusu’ndan yararlanarak şiirsel dilin engin seslerine yönelik derin bir kültürel açlığa hafifçe dokundu ve onu beslemeye devam etti.”
Son romanı The Truth About Love [Aşk Hakkındaki Hakikat], tüm diğer kitapları gibi, tutku hakkındaydı, aynı zamanda kefaret hakkındaydı ve kendi çocukluk trajedilerini hissettiriyordu. “Onca yıl bunun hakkında aslında hiç yazmadım,” diye anımsıyordu, “kısa ve öz olarak bu kitap dışında. Böyle şeylerin ardından hayatta kalınabileceğini bilmek olağanüstü bir şeydi. Ailemizde olanlar, en soğuk ifadeyle, tuhaftı; ama insanlığın tarihine bakıldığında, tüm büyük edebiyatlara ve Yunanlara dönüldüğünde, yas ve kayıp insanlık halinin parçasıdır.”
Hayatta kalmak için edebiyata, sözcüklere bakmayı içgüdüsel olarak biliyordu: “Şiir beni hiç yüzüstü bırakmadı. Şiir olmasa hayatı daha az anlaşılır, daha az dayanılır ve daha az keyifli bulurdum.” Sözcüklerden, sanattan çok temel bir düzeyde beslendiğimizi anlıyordu. Romanlarının insan doğasına, neyde eksik olduğumuza ve neyi arzu ettiğimize dair bu aynı içgüdüsel kavrayıştan geldiğine inanıyorum. İhtiyaçlarımız yıkıma yol açtığında bile. Duygulardan, insan ilişkilerinin temel, gerçek, sadeleştirilmiş esasından korkmuyordu. “Yaralı insanlar tehlikelidir. Hayatta kalabileceklerini bilirler,” diyen meşhur satırlarıyla tutku ve ihanet hakkındaki bu çok satan romanı Yara, bugün hâlâ şok edici ve vahşidir. Yara’yı, ikinci romanı Sin’le [Günah] birlikte Virago Modern Klasikler dizisinden yayımlamaktan çok memnunum. Josephine de çok mutluydu. Bana birçok kez kitaplarının klasikler arasına girecek olmasından ne kadar heyecan duyduğunu ifade etmişti: “Bunu daha önce de söylediğimi biliyorum ama Virago Klasikler listesine dahil edilmem gerçekten de yazarlık hayatımın en büyük onuru. TEŞEKKÜRLER.” Daha sonra “Tekrar ediyorum, Yara ve Sin’in Virago Modern Klasikler’den biri olmasının benim için ne anlama geldiğini asla tam olarak anlayabileceğinizi sanmıyorum.” Ve “Bir Virago modern klasiği olmaktan duyduğum gurur çok büyük. Bunu her gün düşünüyorum! Gerçekten.” Biz kitapları yayımladığımızda hayatta olmayacağını hissettiğini şimdi anlıyorum. Fakat seçtiğimiz kapak görsellerini görmüştü. Yara için şunları yazmıştı: “Çok çarpıcı. Bu kitap için gerekli olduğunu düşündüğüm bir hiddete sahip… Açıkçası tüm kitaplarım için… Bir süre sessizce oturup kapağa bakmak istedim…” Ve hemen, bana yirmi dört uzun saplı harika gül göndermişti, kartta Marianne Moore’dan bir alıntı vardı: “Dikenlerin senin en iyi tarafın.” Sonra ona Sin’in kapağını gönderdik. “Yine yaptınız! O bir aradalığı gördüğümüzde M. ve ben nefeslerimizi tuttuk. Tek tek harika… Bir arada nefes kesici. Kitapların özüne iniyorlar… Bunun benim için ne ifade ettiğini anlayacağından şüpheliyim. Dilin bile sınırları var.” Tasarımcı için zakkumlar geldi. Kitapları için yeni giriş yazıları yazıp yazamayacağını sormuştum. “Teşekkürler. Yayımlanmalarından yirmi yıl sonra haklarında yazmak çok tuhaf olacak. Bu yolculuğa başlayacağım,” dedi. Fakat benim bildiğim kadarıyla yazamamıştı. Ölümünden bir süre sonra, kocasının sekreteri Monique Henry, Josephine’in 25 Şubat 2011’de ona gönderdiği bir şeyi hatırladı.
Monique. . . Sorunsuz… Diğerini iptal et… Çok MİNNETTARIM J
Böylece aşağıdaki giriş yazısı ortaya çıktı. Neredeyse ölümcül bir şekilde yankılanan bir notla bitiriyordu. Sevgili kocası Maurice’e bunu sorduğumda, Josephine’in hayatı boyunca “bencillik olarak görülebileceğini düşündüğü, çok sevdiği yazarlık yolunu izlediği için,” hayatta kaldığı için, hayatta kalamayan zavallı erkek kardeşine ihanet ettiğini hissettiğini söyledi. Onun yarasıyla yaşadığı şey buydu.
Lennie Goodings Yayıncı, Virago
GİRİŞ
Yara’yı yazmaya 1989’da başladım. İlk bölümünü Sussex’teki evimizde uzun ve dar bir odada yazmıştım. Oda bir zamanlar şapel olarak kullanılmış, sonra dinî vasfından arındırılmıştı. Şimdi bunun tuhaf şekilde kitaba uygun olduğunu düşünüyorum. Benim için Yara, Sin [Günah] gibi, bir günah çıkarma biçimiydi. Ne var ki Yara, Sin’den farklı olarak tövbe etme arzusu barındırmayan bir günah çıkarmaydı. Kitabın ahlaki dayanak noktasının bu olduğu kanısındaydım. Şimdi inanıyorum ki romanı okuyanların genellikle rahatsız olmasının nedeni de bu. İsimsiz anlatıcı bize sanki diyor ki tövbe edemem zira tövbe etmek, beni var eden şeyin kendisini inkâr etmek olur. Ailemi mahvettim ve oğlumun ölümüne neden oldum. Acı içinde boğuluyorum. Kederden kırılıyorum. Ama tövbe etmem. Kitabı yazarken bu ahlaki başkaldırıdan daha azının ona yakışmayacağını hissettiğimi anımsıyorum. Böyle bir trajediye yol açan saplantının gücünü inkâr etmek olurdu bu.
İnsan yaşamındaki üç büyük, yıkıcı potansiyeli olan güçten biri erotik saplantıdır. Diğer ikisi ise keder ve kıskançlıktır. Keder ve kıskançlık, hakkında yazması “daha temiz” temalardır. Erotik saplantı ise daha karanlık. Sadece şehvet mi? Aşağılayıcı bir ifade olarak, aslında güçlü bir içgüdü olan şeye karşı küçümseme sergiler. Yara’da anlatılan türden bir erotik saplantı, şehvet değildir. Buna itiraz edenler olabilir, şüphesiz etmeye de devam edecekler. Cevabım basit. Şehvet uzun sürmez. Shakespeare haklı. Şehvet haz arzusundan, erotik saplantı ise bir olma ihtiyacından kaynaklanır. İster kadın ister erkek olsun, başkalarının saplantılı kişiye sonsuza dek ulaşamamasının nedeni de budur. Kökü psikolojidedir, Yara örneğinde Anna Barton’ın psiko-erotik gücü hem erkeği –erkeğin kendisine göre– yaratır hem de onu yok eder.
Kitabın ilk bölümlerini bir saat içinde yazdım, sanki bana dikte ediliyorlardı. Çizgili bir yazı defterine elyazısıyla yazdım ve sanırım, asılları şimdi Boston’da olsa da, 1991’de roman yayımlandığında bu giriş bölümlerinde çok az değişiklik vardı. Sonra durdum. Bunlarla hiçbir şey yapmadım. Tuhaf olduklarını biliyordum. Sanırım artık gerilmiştim. Sonunu biliyordum. Son satırları biliyordum. Yazmalı mıydım? Kelimelerin çocuğu bir İrlandalı olarak edebiyat benim hayatım ve can simidimdi. Müzik ve resmin üzerimde çok az etkisi var gibiydi. Ancak dil –romanlar, şiirler ve yine tutkuyla okuduğum tiyatro oyunları– içinde hayatın sırlarını aradığım kelime dünyasıydı. Daima takıntılı bir okur olarak, İrlanda’nın küçük bir kasabasında, çifte aile faciasından sona dört yıl boyunca haftada altı kitap okumuş, bu doymak bilmeyen tüketime İrlanda’dan ayrıldıktan sonra da devam etmiştim. Belki okur olmak daha güvenliydi. Yazarlar yırtıcıdır. Okurlarının zihnini ele geçirmek isterler. Benim daha sakin bir hayata ihtiyacım vardı. Bu yüzden anlatıcımı yazdığım sayfalardan uzağa gizledim ve ondan sessizlik bekledim. Dikkatimi dağıtacak çok fazla şeyim vardı.
Prodüktörü olduğum The Vortex [Girdap] hâlâ West End’de oynuyordu ve Iris Murdoch’ın Kara Prens’inin prodüksiyonunu planlıyordum. Ayrıca o zamanlar geç saatte –çok geç saatte– yayınlanan, Books by my Bedside [Başucumdaki Kitaplar] adlı bir kitap programı sunuyordum. Semazen gibi faaliyetten faaliyete dönüyordum. O zamanlar pek tanımadığım yazar temsilcisi Ed Victor’la tiyatro sonrası yediğimiz bir yemek, eşimin “yapmam gereken şey” olduğuna inandığı bu romanın ilk bölümlerini görmek istemesiyle sonuçlandı. Bu bölümleri Ed’e göndermem biraz zaman aldı, o ise hemen yanıt verdi: “Bu kitabı bitirmemeye hakkın yok.” … “Bitti Ed – kafamda.” … “Kâğıda dök.” Döktüm. Bu kısa bir roman. O yılın yazında yazmayı bitirdim. Hayatım değişmek üzereydi. Bazen, başarısına rağmen, Yara’dan kendim yara alıp almadığımı merak ettim.
Josephine Hart
Şubat 2011
BİR
İçimizde bir manzara vardır, ruhun coğrafyası; yaşamımız boyunca onun sınırlarını ararız. Bulacak kadar şanslı olanlar, bu sınırın akışkan hatlarına doğru taşın üstünden akan su gibi kayarlar; artık yurtlarını bulmuşlardır. Kimi onu doğduğu yerde bulur, kimi ise bir sahil kasabasını susuzluktan kavrularak terk edip kendini çölde ferahlamış bulur. Yemyeşil tepelikli arazilerde doğan fakat sadece şehrin yoğun ve meşgul yalnızlığında gerçekten rahat edenler de vardır. Kimileri için arayış, başkasından bir iz aramaktır; bir çocuk veya anne, büyükbaba veya erkek kardeş, âşık, eş veya bir düşman. Hayatlarımızı mutlu ya da mutsuz, başarılı ya da tatminsiz, sevilerek ya da sevilmeden, fark edilmenin şokuyla hiç donup kalmadan, ruhumuzdaki bükülü demirin kendini çözüşünün ıstırabını hiç hissetmeden geçirebilir ve nihayetinde yerimizi buluruz.
Hiç ait hissetmedikleri bir dünyayı terk ettikleri sırada, ailesinin kederine şaşkınlıkla bakan, ölüm döşeğindeki insanların yanında bulundum. Varlığı bir zamanlar kendi varlığına kilitlenmiş erkek kardeşinin ölümüne, çocuğunun ölümünden daha fazla ağlayan adamlar gördüm. Uzun zaman önce, sadece bir kere, amcalarının dizinde ışık saçan gelinlerin anne oluşunu izledim. Kendi hayatımda ise, pek sevgili ve alışılmadık hayat arkadaşları edinerek epey yol aldım; bir eş, bir oğul ve bir kız. Onlarla birlikte yaşadım, tatmin etmeyen güzelliğin çevrelediği sevgi dolu bir yabancı olarak. Mahir bir ikiyüzlü olduğumdan, varlığımın keskin köşelerini nazikçe ve sessizce yumuşattım. Seçtiğim sınırlara doğru meylederkenki eğretiliği ve acıyı sakladım, sevdiklerimin benden beklediği şey olmaya çalıştım: iyi bir eş, iyi bir baba, iyi bir evlat.
Elli yaşında ölseydim, herkesçe bilinen bir isim olmasam da, bir doktor ve saygın bir siyasetçi olacaktım. Dünyaya bir katkısı olmuş, hüzünlü eşi Ingrid ile çocukları Martyn ve Sally tarafından çok sevilmiş biri.
Cenazem, hayat yolunda benden daha ileri gidebilmiş ve dolayısıyla katılımlarıyla hatıramı onurlandıranlarla dolu olurdu. Ve bu kendine has adamı sevdiğine inanan, gözyaşlarıyla onun varoluşuna tanıklık edenlerle. Dünya nimetlerinin, çoğu insandan daha cömertçe bahşedildiği, ortalamanın üstündeki bir adamın cenazesi olurdu bu. Nispeten erken bir yaş olan ellide yolculuğunu sonlandıran bir adam.
Devam etseydi, kesinlikle birtakım büyük gurur ve başarılara götürebilecek bir yolculuk. Fakat elli yaşında ölmedim. Şu an beni tanıyıp da bunun bir trajedi olduğunu düşünmeyen çok az insan kaldı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıYara
- Sayfa Sayısı176
- YazarJosephine Hart
- ISBN9786256377837
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviMundi / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yalancı İlişkiler ~ Lev N. Tolstoy
Yalancı İlişkiler
Lev N. Tolstoy
Kış mevsiminin ortalarındaydık, üç ay önce kaybettiğimiz annemizin yasını tutuyorduk. Yanımda Sonya ile Katya vardı. Katya hepimiz de emeği olan dadımızdı. Dünyaya gözümü açmış,...
- Cadılar ~ Brenda Lozano
Cadılar
Brenda Lozano
Öldürülen Paloma’nın adı başta Gaspar’dır. Şifacılığı terk edip gece hayatını seçerek Paloma’ya dönüşse de iyileştirmenin yollarını Feliciana’ya öğretir. Feliciana özel gücü Dil’i keşfederek eskiden...
- Işık Tanrıçası ~ P. C. Cast
Işık Tanrıçası
P. C. Cast
Dekoratör Pamela Gray aşk arayışından vazgeçmek üzeredir. Bencil adamlarla uğraşmaktan bıkıp usanmıştır. Artık tanrı gibi birisine âşık olmak istiyordur. Bu isteğini dillendirirken farkında olmadan...