Aria ilk bakışta on iki yaşında sıradan bir kız gibi görünebilirdi. Ama o bir koruyucu melekti ve dünyaya kanatlarını kazanmaya gönderilmişti. Bunun için de üç farklı kıza yardım etmesi gerekiyordu.
Bu kez, bütün yaşamı danstan ibaret olan Mikayla’nın yardıma ihtiyacı vardı. Çevresindeki herkes onun daima
bir numara olmasını istiyordu ve başarısız olma korkusunun omuzlarına yüklediği ağırlığın kimse farkında değildi. Eskiden dans ederken mutlu ve özgür hissederdi; oysa şimdi kurallar ve yasaklardan boğuluyordu. Belki de en başa dönmeli ve dans etmeye neden başladığını hatırlamalıydı.
Bu son görevde Aria, Mikayla’nın hayatta ne yapmak istediğini bulmasını sağlayabilecek miydi?
“En karanlık anlarda bile ışığı bulmanıza yardım edecek.” —Nerd Daily
1. bölüm
MİKAYLA
Mikayla Stevens altından yapılmıştı.
Bayan Annette bunu hep söylerdi ama bu gece doğruydu. Altın rengi bir leotard* giyiyordu ve koyu teni ışıltılı pudrayla kaplanmıştı – yüzünü her ovuşturduğunda eline bir miktar bulaşıyordu. Aynalı duvardaki yansımasına baktı ve kupaların tepesine konulan heykelciklere benzediğini fark etti. Sadece altın kızlar Drexton’a gider, diye tekrarladı kendi kendine. Fakat bakışları yüzünden bedenine doğru kayarken eksiklikler listesini görerek irkildi: Yeterince uzun değildi. Bacakları çok kısaydı. Beli o kadar da ince değildi. Bayan Annette görse, Dik dur, derdi. Bacaklar bitişik. Kendisini dimdik durmaya ve gülümsemeye zorladı. Çalışılmış bir gülümseme. Bir zafer gülümsemesi. Aynı duvarın ortasında, Mikayla’nın sınıf arkadaşı Sara bir bale barının üzerinde ısınıyordu. Sara, Mikayla’dan otuz santim daha uzundu, uzun bacaklı ve incecikti. Parıltılı yeşil bir leotard giymişti, sarı saçları mükemmel bir topuz hâlinde toplanmıştı. Filigree Dans Topluluğu’nun yaşça küçük üyeleri odanın karşısındaydı; bir araya toplanan sekiz, dokuz ve on-yaşındaki çocuklar grup performanslarının provasını yapıyorlardı.
Sololarda sadece Sara ve Mikayla yarışıyordu. Prova odası gürültülüydü ve küçük çocuklardan gençlere kadar bölgenin dört bir yanından dansçılarla doluydu. Kimi sade leotardlar, diğerleriyse daha süslü kostümler giymişti (Bayan Annette, bu tarz şeylerin dikkati yetenekten başka bir tarafa çektiğini söylese de Mikayla onlara özenmişti), hepsi sahneye çıkmak için sırasını bekliyordu. Kapının üzerindeki afişte kuzeydoğu bölgesel şampiyonası yazıyordu. Bayan Annette kollarını cafcaflı bir Filigree Dans Topluluğu kazağının üzerinde kavuşturarak, “Beş dakika, kızlar!” diye seslendi. Önce Sara sahne alacak, hemen ardından Mikayla çıkacaktı. Her zaman olduğu gibi sahneye çıkmadan önce içini panik kapladı. Midesi gerginlikle kasıldı. Dans rutinini baştan sona ve sondan başa avucunun içi gibi biliyordu. Milim milim, saniye saniye biliyordu, bu yüzden de mükemmel olmalıydı. Mükemmel olmak zorundaydı. Diyafondan, “Filigree dansçıları,” diye bir ses çınladı. “Sara Olbright, Mikayla Stevens.” Bayan Annette keskin bir el çırpışla Mikayla ve Sara’yı odadan çıkarıp bir koridordan sahneye doğru götürürken salon yeniden odak kazandı.
“İyi şanslar, Sara,” dedi Mikayla. Diğer kız hafifçe gülümsedi. “Şansa ihtiyacım yok,” dedi karanlık kulis alanına doğru ilerlerken. Mikayla kapıya uzandı ama Bayan Annette elini omuzuna koyup gözlerinin içine bakmak için çömeldi. “Gümüş istemiyorum,” dedi Bayan Annette sertçe. “Hele bronz hiç istemiyorum. Peki ben ne istiyorum?” “Altın,” diye cevap verdi Mikayla. Bayan Annette gülümsedi, dişleri doğal olmayan bir biçimde bembeyazdı. “Kesinlikle.” Doğruldu ve Mikayla’yı hafifçe itti. “Beni hayal kırıklığına uğratmayacağını biliyorum.” Bayan Annette bir koltuk kapmak için seyircilerin arasına koştururken Mikayla yutkunarak başıyla onayladı. Kadife perdelerin arasından salona hızla göz attığında, uzun masalarındaki jüri üyelerini, yanlarındaki kupaları, altlarında şık zarflardaki para ödüllerini görebiliyordu. Kazanması gerekiyordu. Ailesinin onun kazanmasına ihtiyacı vardı. Jüri üyelerinin arkasında seyirciler oturuyordu; aileler, arkadaşlar, antrenörler ve halihazırda yarışma sırası geçmiş ve sondaki ödülleri bekleyen dansçılardan oluşan bir yığın. Mikayla’nın annesi dışarıda bir yerde, iPad’iyle çekim yapıyordu. Bayan Annette onlara bazen seyircilerin arasında yıldız avcılarının da olduğunu söylemişti. Mikayla bir keresinde üzerinde kimse izlemiyormuş gibi dans et yazılı bir poster görmüştü ama Bayan Annette bunun gülünç olduğunu söylemişti, önemli birisi her zaman izlerdi. Mikayla’nın nabzı kulaklarında küt küt attı. Gözlerini kapayıp kafasını toplamaya çalıştı ama tek duyabildiği Bayan Annette’in, Altın altın altın altın, deyişiydi. Bir dans gösterisi sona erdi, müzik yerini alkışlara bıraktı ve neşe dolu üç kız uyumlu mavi kıyafetler içinde kol kola sekerek sahne arkasına geldi. Sara perdeye doğru ilerledi, derin bir nefes verdi ve sahnede gözden kayboldu. Seyirciler sustu, müzik başladı ve Mikayla sesleri başından savıp kendini topladı. Sırada o vardı.
2. bölüm
ARIA
Gölge, dışarıdaki kaldırımda bir şekle büründü.
Apansız ortaya çıktı, iki sokak lambasının arasında karanlıkta sıkışıp kaldı. Herkes içeride dansçıları izliyordu, bu yüzden kimse gölgenin büyüdüğünü ya da ışıkla dolduğunu görmedi. Kimse gölgenin omuzlarının üzerindeki kanat izini görmedi. Kimse, kıvırcık kızıl saçlı ve mavi tılsım bilekliği olan on iki yaşında bir kızın yerdeki parıldayan bir şekilden yükseldiğini görmedi. Ve hiç kimse kızın gölgesine, “İyi gölge seni,” dediğini ve ışık sönene kadar ayağını hafifçe yere vurduğunu görmedi. Aria’nın dünyaya adım attığını kimse görmedi ama işte oradaydı. Üçüncü kez yeni bir yerde. Son kez. Aria içinde bir heyecan patlaması hissetti. Bir kız daha, bir görev daha ve sonunda kanatlarına kavuşacaktı. Ve sonra… Tamam, Aria bundan sonra ne olacağını bilmiyordu. Her şeyin bir sırası vardı.
Nefes verdi, soluğunun önünde bir bulut oluşturmasına hayret etti. Elini, dokunamadan dağılan sisin üzerine götürdü. Ne kadar garipti. Burası, son bulunduğu yerden çok daha soğuktu. Birden titredi ve daha bir palto giydiğini bile fark etmeden paltosuna sarındı. Ayrıca kot pantolon, kazak ve kahverengi botlar vardı üzerinde. Botları göz açıp kapayıncaya kadar morun güzel bir tonuna çevirip gülümsedi. Uzakta güzel bir ufuk çizgisi vardı: Gökyüzüne doğru uzanan bir dizi uzun, ince bina. Bir şehir. Aria daha önce hiç şehirde bulunmamıştı ve keşfetmek için heyecanlıydı. Ardından Aria müziği duydu. Sağındaki binadan geliyordu. Bakmak için döndü. Binanın dışındaki bir tabela, Kuzeydoğu Bölgesel Şampiyonası’nın –o da her neyse artık– içeride devam ettiğini belirtiyordu. Aria kapıya yöneldi, olması gereken yerin burası olduğunu iliklerine kadar hissedebiliyordu. İçeride lobi tuhaf kıyafetler içinde aceleyle dolaşan oğlanlar ve kızlarla doluydu ama hiçbiri Aria’nın araması gereken mavi dumanla işaretlenmemişti. Evet parıltı, makyaj, ince ve şeffaf kumaşlar vardı ama duman yoktu. Müzik bir konser salonundan geliyordu ve Aria kapıyı iteleyerek açıp içeri girdi. İçerisi kalabalıktı, o kadar kalabalıktı ki Aria aradığı her kimse onu bulamamaktan endişelendi. Yeşil leotard giymiş sarışın bir kız sahnede dans ederken, bazıları kostümlü bazıları normal giysiler içinde birkaç yüz kişi de seyirciler arasında oturuyordu. Kız uzun boylu ve zayıftı, hareketleri hünerli bir şekilde zarifti. Aria onun sıçrayışını, dönüşünü ve sahnede yuvarlanmasını, müzik biter bitmez tek dizinin üstüne çökmesini izledi. Seyirciler alkışladı, bir tutam mavi duman için odayı tarayan Aria da öyle yaptı. Hiçbir şey yoktu. Sahnedeki kız kendinden memnun bir edayla reverans yaptı ve sonra kulise koşuşturdu. Jüri heyeti ön sıradaki bir masaya oturmuş, kâğıtlarına bir şeyler karalıyordu.
Sonra kalabalık yeniden sessizleşti. Aria’nın bakışları tekrar sahneye kaydı ve onu gördü. Kız şirindi, koyu teni ışıltılı makyajla kaplıydı ve siyah saçları topuz yapılıp altın rengi bir kurdeleyle bağlanmıştı. Sade, altın rengi bir fırfırlı etekle parıltılı altın rengi bir leotard giymişti ve konser salonunun ışıklarının altında tepeden tırnağa kadar ışıldıyordu. Kıyafetiyle uymayan tek şey omuzlarının etrafını saran mavi duman şeridiydi. Aria görür görmez doğruldu. Bu oydu. Aria’nın yardım etmesi gereken kız. En son kız. Seyircilerin arasında başka hiç kimse kızın etrafını saran mavi dumanı göremezdi. Ama Aria görebiliyordu, hem de parlak ve net bir şekilde. Aria’nın tılsım bilekliğiyle aynı renkti ve eli, bilekliğinin üzerinde asılı olan üçüncü ve son halkaya gitti. Bekledi. Üzerinde tüy olmayan tek halka. Aria gülümsedi ve dansçının üzerindeki spot ışığı aydınlandı. Kız bir çiçek gibi geriye doğru kıvrılarak pozisyon aldı, öyle ki Aria onun dengesini kaybedeceğinden emindi. Ama kız dengesini kaybetmedi. Duman bile zarif bir nezaketle kızın etrafını sardı.
Sonra müzik başladı ve kız dans etmeye koyuldu. Küçüktü ama dans ettiğinde sahneyi dolduruyordu sanki. Aria, yeteneği karşısında hayranlık duyarak onu dikkatle izledi. Kızda büyüleyici bir şey vardı, hareketleri sanki müziğin bir uzantısı gibiydi. Aria hafifçe dalgalanan dumanın gösterinin bir parçası olmadığını, kızın hayatındaki bir şeyden kaynaklandığını kendisine hatırlatmak zorunda kaldı. Ama ne? Kızın yüzünde bir sakinlik maskesi vardı ama bir an –çok kısa bir an– gözlerini kapadığında yüzünde hafif, özel bir gülümseme belirdi. O anda mavi duman inceldi. Ama bu sadece bir anlıktı, piyesin ortasına gömülüydü. Durduğunda, başladığıyla aynı pozisyonda kıvrıldı, duman her zamankinden daha yoğundu. Kalabalık alkışladı, jüri üyeleri bir şeyler karaladı ve kız yeniden gülümsediğinde yüzünde farklı bir gülümseme vardı. Sert, çalışılmış bir gülümseme. Kız sahne arkasına giderek ortadan kayboldu ve Aria onun peşinden gitmek için ayağa kalktı. Tam olarak sahneye çıkamazdı, bu yüzden eğilip etrafında döndü ve aralarından sanki bir ip geçiyormuş gibi basit bir kuvvetle kıza doğru çekildi. Bir köşeyi döndü ve kızı bir duvara yaslanmış, başını öne eğmiş hâlde buldu. Artık sahnedeki kıza benzemiyordu. Sahnedeki kız gururluydu, kendine güveniyordu ve kontrolü elinde tutuyordu. Bu kız perişan görünüyordu.
Aria tam ona doğru bir adım atmak üzereyken bir kadın belirdi. “Mikayla,” dedi kadın. Ten rengi kızınkiyle aynıydı (ışıltı hariç) ve parlak kahverengi gözleri de kızınkine çok benziyordu. Aria onun kızın annesi olduğunu tahmin etti. “Harikaydın.” Mikayla, diye düşündü Aria. Ne güzel bir isim. Kız başını kaldırıp baktı ama gülümsemedi. “Dönüşü kaçırdım,” dedi usulca. “Hangi dönüşü?” “Sondaki. Dört kez dönmem gerekiyordu ama ben sadece üç kez döndüm.” “Eh, kimse fark etmedi.” “Ben fark ettim.” Mikayla’nın gözleri yaşlarla parladı ve annesi cık cıklayıp onu seyircilere doğru yönlendirdi. “Hey,” dedi Aria ona, yanından geçerken. “Orada gerçekten harikaydın.” Mikayla ona aynı sahte gülümsemeyle baktı. “Teşekkürler,” dedi. Ama Aria onun gerçekten dinlemediğini anlayabiliyordu. Aria onu konser salonuna kadar takip ederken Mikayla’nın aklı kilometrelerce uzakta gibiydi. Dansçıların geri kalanı iyiydi –bazıları çok iyiydi– ama hiçbiri altın renkli kız kadar iyi değildi. Bu yüzden kız kendi kategorisinde birincilik derecesini kazandığında şaşırmadı. Yeşil giyinen sarışın kız ikinci oldu. Mikayla Stevens (tam adını söylemişlerdi) kupayı ve para ödülünü almak için ayağa kalktığında dumanı daha da yoğunlaştı. Aria kaşlarını çattı, kafası karıştı. Kız kazanmıştı. Peki onu bu kadar üzen neydi? Aria, sanki içindeki problemleri görebilirmiş gibi gözlerini kısarak dumana baktı ama tek gördüğü Mikayla’nın mavi bir bulanıklık altındaki altın silüetiydi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Gençlik Kitapları Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKanatsız Melek 3 – Son Dilekler
- Sayfa Sayısı184
- YazarVictoria Schwab
- ISBN9786258387926
- Boyutlar, Kapak13x19 cm, Karton Kapak
- YayıneviYabancı Yayınevi / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Otuzunda Kadın ~ Honore de Balzac
Otuzunda Kadın
Honore de Balzac
İLK YANLIŞLIKLAR 1813 yılının nisan ayı başlarıydı. Paris’in semaları bulutsuz, kaldırımları çamursuzdu. Paris’te böyle güzel görüntüler, ender de olsa görünürdü. Saatler öğleden öncesini gösteriyordu....
- Proje ~ Courtney Summers
Proje
Courtney Summers
GERÇEĞİ ÖĞRENMEYİ SEN İSTEMİŞTİN. YOKSA ŞİMDİ KORKUYOR MUSUN? 1998: Altı yaşındaki Bea kardeşi olsun istemiyordu ancak Lo’nun erken doğması her şeyi değiştirmişti. O küçücük ve...
- Beyaz Köle ~ Bernardine Evaristo
Beyaz Köle
Bernardine Evaristo
“Avrupalı köleler medeni insanların tutumlarını ve göreneklerini benimseme fırsatına kavuşurken, son derece korkunç ölümlerden, cezalardan, ahlaken iğrenç düşkünlüklerden ve serflikten kurtarılmıştır.” Hepimiz tarihe “Ya...